Yaklaşık 2.500 yıl önce ünlü Yunan tarihçi Herodot
Afrika’ya yaptığı seyahat esnasında yazdığı kitapta şunu söylüyordu: “Yeni
olan, Libya’dan gelir!” O günden beri Libya halkı bu sözü kullanır,
böbürlenerek dile dökülen bu söz gençler ve arasında gayet popülerdir. Ancak bu
söz, Muammer Kaddafi döneminin başlamasından ve o dönemde yaşanan musibetlerden
beri olumsuz manada kullanılmaktadır.
2011’de Libya’da ayaklanma başladığında asilerin temel
derdi, Kaddafi güçleriyle savaşmak için silâh ve savaşçı tedarik etmekti.
Asiler nihayetinde aradıklarını, Kaddafi’nin, savaşmaya hazır çok sayıda
İslamcı savaşçının bulunduğu, zindanlarında buldular.
Bugün isyanın tüm tarafları ister askerî ister politik
düzlemde olsun, belirli bir rol oynamaya devam ediyorlar. Esasında İhvan, Libya
İslamî Savaş Grubu ya da Ensarü’ş-Şeria gibi grupların Kaddafi’nin işi
bittikten sonra silâh bırakmaya niyeti yoktu. Söz konusu grupları silâh ve para
ile uzun süre desteklemiş olan Katar ve müttefiki Türkiye, ayaklanmanın en
önemli kısmının Kaddafi sonrası aşama olduğunu ve sadece olgun meyvelerin
toplanması gerektiğini anladı.
Katar ve Türkiye, Mahmud Cibril hizbi karşısındaki
azınlık durumunu başarılı biçimde çoğunluk durumuna çevirdikten sonra, Temmuz
2012’de seçilen Genel Ulusal Kongre’nin elde ettiği İslamcı hâkimiyeti ile
kendi istediklerini yaptırmaya başladı. Mesele, artık “bağımsız”
milletvekillerinin fiiliyatta ilk günden beri İhvan’ı desteklemesiydi.
Bu sebeple İslamcılar ülkeye hâkim oldular.
Kendilerine bağlı milislere, önceden Libya İslamî Savaş Grubu’nun lideri olan
Abdulhakim Belhac komutası altında, resmî koruma verildi. Bu milisler
Afganistan’dan dönen mücahidlerden oluşuyordu ve Katar ile Türkiye’ye çok
yakındı.
Ancak Suudi Arabistan Körfez’deki küçük komşusunun
Kuzey Afrika’daki etki alanının genişlemesine müsamaha göstermedi. Suudilerin
bugün baş düşmanı olan İhvan’ın Libya gibi petrol zengini ülkeyi kontrol altına
almasına izin veremezdi, bu nedenle “sıfırlama düğmesi”ne basmaya karar verdi.
Suudiler ve müttefikleri olan Birleşik Arap Emirlikleri bu sebeple Trablus
Uluslararası Havaalanı’nı belirli aralıklarla kontrol altına alan Zintan
Tugayları’na para ve silâh yardımı yaptı.
Libya’da ağırlığını koymak isteyen diğer bir isim de
Tümgeneral Halife Haftar’dı, o da yeni Libya ordusunun komutası tarafından
emekliye ayrılmaya zorlandıktan sonra, itibarını yeniden kazanmak için gerekli
her türlü fırsatı beklemeye koyuldu. Mısır’a sınırı olan Tobruk’ta Haftar eski
subayları ve askerleri topladı, ilkin eski helikopterler ve savaş uçakları
bulunan bir askerî üssün konuşlandığı, doğum yeri olan şehri ele geçirmek için
yola çıktı.
Ensar el-Şeria ise doğu Libya’da etkisini artırdı ama
Suudilerin müttefikleri olan Mısır militanların yarattığı tehdidin Mısır’ın
batı sınırına yaklaştığını hissetmeye başladı.
Her iki tarafın da birbirine garezi vardı ve bu barut
fıçısının ateşlenmesi için herhangi bir şeye gerek yoktu. Başta Haftar
Bingazi’de Ensarü’ş-Şeria’ya karşı hamle yaptı, ele geçirdiği askerî
helikopterlerle örgütün üslerine saldırılar düzenledi. Doğu Libya’da halk onu
destekledi ve başlattığı “haysiyet savaşı”nın yankıları Batı Libya’ya ulaştı ve
burada da kargaşaya yol açtı. Her ne kadar Haftar’ın Trablus’ta önemli bir
askerî ağırlığı yoktuysa da, Sivil Hareket içindeki müttefikleri, özellikle
Zintan Tugayları yaklaşan savaşın kendilerine gelmesi beklentisiyle,
parmaklarını tetiğin üzerine koydular.
Haftar ve Zintan Tugayları’nın baskısı, “haysiyet
savaşı”nı destekleyenlerin yarattığı itkiyle, İslamcılar geri çekildiler.
Haftar hükümetin görevi bırakmasını ve seçimlerin bir an önce yapılmasını
istedi. Bu noktada Haftar başarısız oldu ama ikinci hamlesinde kazandı, Mahmud
Cibril ve Haftar’ın desteklediği Sivil Hareket Temmuz’da büyük bir zafer elde
etti.
Ama tüm bunlar arkalarında güçlü milislerin bulunduğu
İslamcı hareketleri yenmek için yeterli olmadığı kanıtlandı. Bu sebeple Trablus
alevler içinde kaldı, savaş her sokağa ve mahalleye yayıldı ve Zintan
Tugayları’nın kontrolünde olan Trablus Havalimanı’nı yok etti. Ortalıkta bu
yıkımın önceden düşünüldüğü, havalimanı inşaatı ve filonun restorasyonu için
önceden Washington ile bir sözleşmenin imzalandığına dair dedikodular dolaştı.
Libyalılar 17 Şubat Devrimi olarak anılan olayın artık
uzak bir geçmişe ait olduğunu kabul ediyorlar. İslamcıların sayılarının çok
olduğu, gayet iyi biçimde örgütlendikleri konusunda herhangi bir şüphe yok.
Haftar-Zintan ittifakının, sahip olduğu güce rağmen, İslamcılara uzun süre
direnmeleri mümkün değil. Kaynakların belirttiğine göre, ittifaka mensup
milisler, Abdulhakim Belhac savaşçılarına ve Misrata’dan yayılan Salah Badi
savaşının komutanına karşı bir saldırı düzenlemenin eşiğinde. Ayrıca bölgesel
bir gücün sürece doğrudan müdahale ettiği, son dönemde Trablus’ta görülen
“gizemli” hava saldırılarına karıştığı söyleniyor. (Ahbar editörünün notu:
Bir habere göre, Libya’daki hava saldırılarının arkasında Mısır ve BAE’nin
olduğundan şüpheleniliyor.).
Sahada güç dengesini tesis etmek amacıyla, el altından
Zintan Tugayları ile Avrupa’daki ve komşu ülkelerdeki Kaddafi destekçileri
arasında temaslar kuruluyor. Kaddafi yanlısı unsurlar geri dönmek ve aralarında
Seyfulislam Kaddafi’nin de bulunduğu, tutsak olan insanlarını serbest bırakmak
istiyorlar. Zintan Tugayları Seyfulislam’ın serbest bırakması hariç, tüm bu
koşulları kabul ediyorlar. Zira Seyfulislam’ı serbest bırakmanın kamuoyunu
kendi aleyhlerine çevireceklerine inanıyorlar.
Birçok Kaddafi tutsağı, cephelerdeki Zintan
Tugayları’na katılmazdan önce, zaten serbest bırakılmış durumdalar. Kaddafi
yanlısı sürgündeki isimler de Zintan Tugayları’nın rızası üzerine geri
döndüler. Bu, artık tugaylar ve onun müttefikleri için bir borç olarak
görülemez, çünkü gerçek “devrim” henüz başlamadı, geçmiş ise geçmişte kaldı.
Libya’da kabileler sahada öncü bir rol oynuyorlar. Her
iki taraf da bunu iyi biliyor. Hiçbir taraf diğerine önce kabileleri kontrol
altına almaksızın üstünlük kuramayacağını biliyor.
İslamcılar Misrata’yı askerî, malî çalışmalar ve adam
toplama faaliyetleri için bir üs hâline getirmiş durumdalar. Misrata ve
buradaki kabileler sonraki süreçte Libya’da neler yaşanacağından bağımsız
olarak, kilit bir role sahip oldular, zira bu şehir hem Bingazi hem de
Trablus’a yakın, ayrıca kendisine ait bir hava ve deniz limanı var. Bu esnada
Zaviye’deki eşraf da İslamcıların safına geçti.
Zintan Tugayları ise etki alanı doğudan batıya doğru
genişleyen ve Libya’nın en büyük kabilelerinden biri olan Varfalla ile kurduğu
tarihsel ittifaka bel bağlıyor. Varfalla Misrata’dan nefret ediyor ki bu,
Varfalla’nın kalesi olan Beni Velid’e Misratalıların Kaddafi ile birlikte
yaptığı saldırıya karşı yaşanan isyanda bu nefretin rolü büyük.
Tarhona ise Zintan’a Misrata’dan daha yakın, görünüşe
göre bu kent de İslamcılara karşı oluşturulan ittifakın parçası hâline gelmiş
durumdalar. Ayrıca Libya’daki en büyük kabile olan Varşefana’nın yaşlıları
Cibril ve Zintan Tugayları ile gizli bir ittifak içerisindeler.
İsyan esnasında yaptığı bir konuşmasında Kaddafi,
“Libya’yı ateşe, köze çevireceğim” demişti. Sanki o, kendisi gidince, ülkenin
kontrol altına alınması mümkün olmayacak bir iç savaşın yaratacağı cehenneme
döneceğini biliyor gibiydi.
Görünüşe göre, Libya karanlık bir sarmalın içine
girmiş durumda, “Libya’dan her gün yeni bir şeylerin geldiğine” şüphe yok.
Muhanned Ubeyd
0 Yorum:
Yorum Gönder