29 Haziran 2025

, ,

Anın Vacibi

 

İnsana düşen, içinde bulunduğu ânı değerlendirmektir. Zira geçmiş elden çıkmıştır, gelecek ise meçhuldür. Asıl olan, elinde olan andır.

[Gazali, İhyâ, Cilt 4, “Zamanın Kıymeti Üzerine”]

 

Müslümanları sağlıklı düşünmeye ve karar almaya yönlendiren en önemli kavramlardan birisi, “anın vacibi” kavramıdır. Kavram, net şekilde bizlere doğrudan içinde bulunulan anda en doğru ve gerekli olanın yapılmasına dair ilke ortaya koymaktadır. Bu kavrama ve Müslüman zihnine verilecek en büyük zarar, kavramın salt bireysel fıkıh meselelerine indirgenmesidir. Siyasi ve sosyal olaylarda bu kavram, gerekli önemle idrak edilip uygulanmazsa bireysel fıkhı uygulayacak Müslümanın da kendisine yer bulacağı zemin ortadan kalkacaktır. Ve hatta muhatap olduğumuz soykırım sürecine etkin ve ortak cevap üretemeyen İslam dünyası, bu zeminin ortadan kalktığını bizlere gösteriyor. Anın vacibi, bu zemini yeniden inşa etmek ve yaşanan krizlere çözüm üretmek adına bize çağrıda bulunuyor.

Sömürgeciliğin başlaması toplumsal çözülmelerle mümkün hale geliyor. Rahmetli Akif’in “Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” dizesi, bu hakikati güzel bir şekilde ifade eder. Sömürgeciliğin devamlılığı da aynı şekilde bu çözülmelerin devamlılığıyla mümkün oluyor.

İslam dünyası, iki yıldır devam eden soykırım sürecini durduramayacak krizler içerisinde. Bu krizin çözümü, bu krizi başlatan yerlerin, yani toplumsal çözülmelerin tamiriyle mümkün gözüküyor.

Bugüne dair konuştuğumuzda İslam dünyasının muhatap olduğu ve çözüm bekleyen en acil konu, Gazze’de yaşanan soykırım sürecidir. Anın vacibi bu sorunun çözülmesinden geçiyorsa bu sorunu çözecek yollar da üzerimizde vacip olarak duruyor. Günümüzde coğrafyamızda yaşananları “geçmişten devralınan öfke ve kutuplaşmalarla ele alıp yangının büyümesini seyretmek” veya “anın vacibini yerine getirip vahdeti şiar edinerek maruz kalınan durumdan çıkış için gayret etmek” önümüzde iki yol olarak duruyor.

Tel Aviv’in panolarından İbrahim anlaşmalarını temsil eden görüntüler geliyor. İbrahim anlaşmaları, İsrail’in Fas körfezine kadar var olan devletlerle normalleşme ve etki kurma süreci için Trump öncülüğünde 2020 yılında başlayan bir süreci temsil ediyor. Siyonist yönetimin bu görüntüleri işgalcilere sunma ihtiyacını niçin hissettiği üzerine düşünmek gerekiyor. Uzun yıllardır bölgede normalleşme ve etki alanı kurma çabası içerisindeyken bu sürece itiraz eden bir mücadeleyle karşılaştılar. Mücadele ve sonrasında yaşananlar, İsrail’in güvenlik anlatısını ve bölgede normalleşme arzusunu zarara uğrattı.

İsrail’deki Demokrat Parti’nin lideri ve işgal ordusunda Yedek Tümgeneral Yair Golan’ın deyimiyle İsrail, dışlanma süreci içerisine girdi. Dışlanma sürecini belirleyen bölge halklarının iradesi görünür hale gelmişken, tek derdi koltuğu olan yönetimler, Trump’ın Ortadoğu ziyareti akabinde yeniden İsrail’i dışlayan pozisyonu değil, normalleştiren pozisyonu tercih ettiler. Bu durum bizlere İslam dünyasının içerisinde bulunduğu krizleri siyasi tercihlerini ABD ve İsrail’e göre belirleyen yönetimlerin ve yandaşlarının bitiremeyeceğini göstermektedir.

2020 yılından beri İslam dünyasının yöneticileri İsrail’le normalleşme sürecine kendisini hazırlarken İsrail, yeni katliamlara ve işgallere kendisini hazırlamaktaydı. Önümüzde iki yoldan birisi olarak duran ve krizi derinleştirecek olan seçeneği (geçmişten devralınan öfke ve kutuplaşmalarla ele alıp yangının büyümesini seyretmek) İbrahim anlaşmalarını imzalayan ve yönetimini buna hazırlayan yöneticiler tercih ediyor. İslam dünyasının bir diğer yarısını öteki ve düşman gören akıl, ABD’yi “müttefik” ve İsrail’i “normalleşecek devlet” olarak görüyor.

Gazze, Lübnan, Yemen ve şimdi İran, Siyonizmin ve emperyalizmin saldırganlığına maruz kalıyor. Bu saldırı dalgasında en son İran’a ait 3 nükleer tesis vuruldu. Bombaları atan akıl, ülkelerin adına dahi bakarak anlaşılacak şekilde Sünni-Şii ayrımı yapmıyor. Bombayı atan akıl için belirleyici ölçüt çok net: Direnmek. Coğrafyaya dayatılan, sömürenlere ait yazgıya direnmek.

Bu direniş, bölgede emperyalizmin ve Siyonizmin etki alanını kıracak iradeyi barındırıyor olması hasebiyle saldırıya maruz kalıyor. Ki Trump, bu saldırı akabinde “İsrail artık daha güvenli” açıklamasını yapmıştı. Saldırıyı yapan akıl, tanımını net bir şekilde yapıp politikasını izhar ediyor.

Saldırıya maruz kalan bizler de en az saldıranlar kadar net bir tanıma ihtiyaç duyuyoruz. Eğer bu saldırılar, İsrail’in güvenliği ve ABD’nin çıkarları gereği yapılıyorsa İran’a düşen bombalar bizatihi Sünni-Şii ve ideolojik düşüncesi ne olursa olsun direniş yolunu tercih eden her kişiye yapılmıştır. Bu saldırıya karşı yaraları birlikte sarmalı, önümüzde devam edecek olan mücadele dolu süreci birlikte örgütlemeliyiz. Sömürüden çıkış yolunu temsil eden “Anın vacibini yerine getirip vahdeti şiar edinerek maruz kalınan durumdan çıkış için gayret etmek” seçeneği, en az sömürüyü koltuğu için devam ettirenlerin seçeneği kadar kendisini görünür kılmıştır.

Dayatılan, sömürenlere ait yazgı, mezhebi ve ideolojik ayrımları aşacak şekilde bizleri kuşatıyor. Arasına duvarlar inşa etmiş İslam dünyasını duvarları aşan bombalar vuruyor. Ne yazık ki süreci “Şiilerin üzerine ve rejimine bombalar düşüyor” diyerek sevinçle ele alan, siyasal kıblesini şaşırmış insanlar ülkemizde de bulunuyor.

Bizlerin bu süreçte sevineceği tek bir şey olmalı: Bugün İslam coğrafyasında saldırıya maruz kalan Sünni halk için, vurulmayı ve bedel ödemeyi göze alan Şiilerin var olmasıdır. Tüm coğrafyayı siyasi, ekonomik ve askeri açıdan ele geçiren sömürgeciliğe karşı tüm coğrafyayı birlikte mücadele etmeye çağıran bir örnekliği yaşadık. Bu yol mümkün ve tek çıkar yol olarak önümüzde duruyor.

Günümüzde sosyalistler, “Müslümanlarla aramızda duvarlar var ve bizler kapıyı bulup zorlamalıyız” çağrısı yapıyor. Bizler de anın vacibini yerine getirerek “aramızda duvarlar var, kapıyı bulup zorlamaktan öte duvarları yıkmalıyız” çağrısını yapabilmeliyiz.

Anın vacibi, bizleri Siyonizme ve emperyalizme karşı direnişe; mezhebi, ideolojisi farklı da olsa bölge halklarıyla dayanışmaya çağırıyor.

Harun Özkarakaş
27 Haziran 2025
Kaynak

28 Haziran 2025

,

ABD’nin Arap Dünyasındaki Üsleri: Örtülü Sömürgeci İşgal



ABD’nin İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik gerçekleştirdiği son saldırı, uzun zamandır görmezden gelinen bir hakikati gözler önüne serdi: ABD’nin askeri üsleri, bölgemizdeki halkların yüzleştiği en ciddi tehditlerdir.

Bugün Arap dünyasının önemli bir kısmı, askeri üslerin, politik kontrolün ve ekonomi alanında yürürlüğe konulan, ülkeleri boyun eğdirmeye yönelik faaliyetler üzerinden tesis edilen yabancı hâkimiyeti aracılığıyla gerçekleştirilmiş işgal koşullarında yaşamaktadır.

ABD veya Batı’nın askeri hâkimiyetinin son bulduğu noktada Dünya Bankası’nın talimatlarıyla ilerleyen iç işgal süreci başlamakta, ülkelere bağımlılık, normalleşme ve boğucu çaresizlikle tanımlı bir sistem dayatılmaktadır.

Atlas Okyanusu’ndan Körfez’e dek geniş bir alana yayılmış olan ABD askeri üsleri, “modern” sömürgeci canavarın Arap dünyasına geçirdiği sivri dişleridir. “İşbirliği”, “istikrar” ve “koruma” gibi kelimelerle ambalajlara sarılan bu karakollar, uzun zamandır gerçek amaçlarını gizlemektedirler. Bu üsler, eski sömürgecilikten özde farklı olmayan pratiğin arsızca ve utanma nedir bilmeden gerçekleştirdiği askeri işgaller olarak görülmelidir. Topraklarına, kendi iradeleri ve onurları hilafına dayatılan yabancı askeri varlığını hiçbir hür insan, hoş görüyle karşılayamaz.

Bugün Arap topraklarında en az 19 askeri üste ve karakolda 40.000’in üzerinde asker bulunuyor. Bu sayı, son birkaç yol içerisinde ikiye katlandı. Katar’daki bölge savaşlarının komuta merkezi olarak kullanılan Udeyd üssüyle, Bahreyn’deki Beşinci Filo’yla, Kuveyt’teki işgal platformuyla, BAE ve Suudi Arabistan’daki hava üsleriyle, oradan Ürdün, Irak ve Suriye’deki gizli üslerle topraklarımız, halklarımıza yönelik saldırıların ana zemini haline geldi.

Bu üsler, Siyonist teşekkülü savunan casus merkezleri ve silah depoları, aynı zamanda ekonomilerimizi ve politikamızı kontrol etmek için başvurulan hâkimiyet kurma araçları olarak iş görüyorlar. Bize ait sularda hareket halindeki savaş gemilerinin desteğini arkasına alan bu üsler, bütünüyle o en büyük karakola, İsrail denilen teşekküle bağlı.

ABD, İngiliz ve Fransız üsleri basit birer yapı ya da silah deposu değiller. Bunlar, ABD ve Siyonizme ait hâkimiyet projesinin koçbaşları. İran’a ve Yemen’e bu üslerden saldırı düzenlendi. Filistin ve Lübnan’daki direnişi zayıflatan güvenlik çalışmaları buralarda koordine edildi. O casus ağları bu üslerde oluşturuldu, o normalleşme anlaşmaları oralarda imzalandı, nerelerin yıkılacağını gösteren haritalar oralarda çizildi. Geçmişte bölgemizi taksim edenler, bugün onu daha büyük tahribatla taksim ediyorlar.

Bu üsleri bağımlılık, normalleşme ve teslimiyet bayrağını eline almış yönetimleri üzerinden kabul eden ülkeler, milletlerini bir avuç zengin hayatta kalsın diye sattılar. İktidarda kalmak için her limanı, havalimanını ve hava üssünü, ayrıca ticari alandaki egemenliklerini yabancı ordulara teslim ettiler. Ama çatışma süreci hızlanınca halklar şu soruyu daha gür bir sesle sormaya başladılar: “Arap toprağındaki tüm ABD üslerini söküp atmanın vakti gelmedi mi?”

Gazze’de devam eden soykırım, İran’a yönelik gerçekleştirilen son saldırı ve direniş liderlerine her gün düzenlenen suikastlar, bu üslerin eski sömürgecilikten daha kötü olduğunu ortaya koyuyor. Bu üsler, varlıklarıyla, şiddet ve kontrol mekanizmalarıyla tanımlı döngünün ilanihaye devam etmesini sağlıyor.

O üsler kaldıkça hiçbir Arap devleti güvende olamaz. Hiçbir millet, o üslerin gölgesinde istikrar nedir bilemez. ABD savaş uçaklarının semalarında uçtuğunu gören hiçbir halk, egemenliğin tadına varamaz.

Bölgede ABD üssü varolduğu sürece Filistin özgür olamaz. ABD’nin askeri işgal pratiği tüm ağırlığıyla bölgede varlığını hissettirdiği sürece Irak, Yemen, Lübnan, Suriye, Tunus, Cezayir ve Fas özgür olamaz. Bizim cengimiz tek, kaderimiz ortaktır. Düşman da herkesin malumudur.

Şimdi Arap direnişinin bayraklarını bir kez daha göğe kaldırmasının vakti gelmiştir. Arap halkları, Siyonist projeye karşı ayağa kalktıkları gibi, bu sefer de ABD emperyalizmine karşı direniş bayrağını yükseltmelidirler. Şimdi “ABD üsleri topraklarımızdan derhal defolup gitsin” sloganıyla tüm bölge, kampanyalar yürütmeli, ayaklanmalar gerçekleştirmeli, devrimci hareketler inşa etmelidir.

Bu üslere yönelik devreye sokulacak silahlı harekatlar ve halk hareketleri, emperyalist kontrol mekanizmasının tam merkezine vurmakla kalmayacak, ayrıca ABD emperyalizmi, Siyonizm ve Arap coğrafyasındaki gerici rejimler arasındaki ittifakı ifşa edecektir. Böylesi bir saldırıyla düşman kampın dengesi bozulacak, Arapların kurtuluş mücadelesi yeni bir aşamaya girecektir.

Bu üslerin kovulması basit bir seçenek değil, zorunluluktur. Kolektif direnişimizde önemli bir merhaleyi ifade eden bu hamle, milli ve devrimci bir yükümlülüktür. Yabancı işgalini söküp atmadan, teslimiyetin zincirlerini kırmadan Arapların birliğini gerçekleştiremeyiz, özgür bir geleceğe ve onurlu bir hayata sahip olamayız, egemenliğimizi Pentagon’daki generallerin elinden alıp Arap halkının ellerine teslim edemeyiz.

Halid Bereket
24 Haziran 2025
Kaynak

25 Haziran 2025

,

İHD Gazze'ye Kör



Sabahat Akkiraz’ın Talat Paşa ile ilgili attığı ve asla katılamadığım tweet’in üzerinde “Soykırım inkarcılığı” diye tepinenlerin hesaplarına istisnayla girip, naklen yayınlanan Gazze Soykırımı ile ilgili neler yazdıklarına bakıyorum.

Ekseriyeti şu şekilde:

“İnsan Hakları” Derneği Eşbaşkanı Eren Keskin’in Gazze’de yaşananlarla ilgili iki yıldır hiçbir şey yazmamış olması, sadece şununla açıklanabilir: Eren Keskin, yemek kuyruklarında, hastanelerde 100’er 100’er katledilen Filistinlileri “insan” olarak görmüyor.

İHD, örneğin İsrail’in İran’a yönelik 13 Haziran saldırısının ardından “İsrail saldırısı” bile diyememiş, ilk saldırıda aralarında çocuk ve kadınların da olduğu 60 sivil katledildiği halde “İran-İsrail Gerilimi” diyerek, sade suya tirit açıklama yapmışlar.[1]

Gazze’den bahsettikleri son açıklama 9 ay önce ve onda da sadece “değinmişler”, “HAMAS’ın insancıl hukuku çiğneyen saldırıları”na vurgu yapma ihtiyacı duymuşlar.[2] Yani İHD’ye göre, Gazze’ye yönelik abluka, bunu protesto eden 6 bin sivilin 2018’de İsrail keskin nişancıları tarafından vurulması “insancıl hukuku” çiğnememiş. Yuh size!

Oysa ki 2018’de bizzat kendi sitelerinden “Filistinlilere yönelik soykırım” demişler.[3] Ancak 6 yıl sonra aynı Gazze’den bahsederken 6 bin Filistinlinin vurulması, 20 yıllık abluka gibi “önemsiz detaylar” es geçilmiş.

Naklen yayınlanan ve hâlâ süren Gazze soykırımı ile ilgili sükutunuzu fark etmediğimizi sanabilirsiniz ama sizin insanlığa karşı işlenen suçları, sadece siyasi ajandanıza uyduğunda ele aldığınızın farkındayız.

Ne Talat Paşa kahraman ne de siz insan hakları savunucularısınız.

Mihail
24 Haziran 2025
Kaynak

Dipnotlar:
[1] “Ortadoğu’da Yükselen Savaş Rüzgarlarına Karşı Yaşamı ve Barışı Savunuyoruz!”, 13 Haziran 2025, İHD.

[2] “Barışı Savunmaya Devam Ediyoruz; 10 Ekim’i Unutmuyoruz!”, 4 Ekim 2024, İHD.

[3] “Filistin Halkına Yönelik Katliamları Durdurun!”, 15 Mayıs 2018, İHD.

24 Haziran 2025

, ,

Ateşkes

İran-İsrail arasındaki savaşa ve ateşkes sürecine dair ana hatlarıyla da olsa görüşlerimi ifade etmek istiyorum:

1. İsrail, çok sert bir darbe ile savaşı başlattı. Savaşın başlangıcı, gerçekten hedeflerin büyük olduğunu gösteriyordu. Nitekim İsrail, “rejim değişikliği”, “nükleer programın yok edilmesi” ve “füze kapasitesinin yok edilmesi” gibi hedefler koydu. Netanyahu’nun ateşkesi duyurduğu açıklamasına kadar bu hedeflerin hiçbiri gerçekleştirebilmiş değil.

2. Trump’ın ateşkesle ilgili açıklamaları yalan çıktı. Onun açıklamalarına göre, ateşkes konusunda ilk yükümlülüğü alan taraf İran olacaktı, 12 saat süreyle İsrail’i vurmayacaktı, İsrail de ondan sonra ateşkese dâhil olacaktı. İran, bugün ateşkesin yürürlüğe gireceği öne sürülen 07.00’dan önce, İsrail’i vurdu. Dolayısıyla, İran’ın bu şartı kabul etmediği ortaya çıkmış oldu.

3. Ateşkes talebinin İsrail’den gittiği, Trump’ın da Katar’ı aracı kılarak İran’a bu talebe ilettiği anlaşılıyor. Yani savaşı başlatan taraf da bitirmek isteyen taraf da İsrail’di. Fakat, İran’ın önce ateşkese uyma yükümlülüğünü göstermesi talebiyle, kamuoyunda “ateşkesi İran istedi” algısı oluşturulmak istendi. Ancak bir önceki madde de söylediğim gibi, İran’ın bu sabah vurmasıyla bu iddia boşa çıkmış oldu.

4. İsrail’in İran’a saldırısının birtakım yanlış hesaplara dayandığı ortaya çıktı. İran’da uzun süredir görülmeyen toplumsal bir birlik atmosferi oluştu. Nitekim, İsrail medyasında da savaşın açılması ve ardından ateşkesin kabul edilmesiyle ilgili hükümete ciddi eleştiriler var. Aynı eleştirilerin İran’da liberal politikalar takip edenlere de yapıldığını/yapılacağını düşünüyorum.

5. İsrail’in savaşın başladığı ilk günden sonra İran tarafından etkili bir şekilde vurulması İsrail’i sarstı ve (zaten örtülü olarak içinde olsa da) ABD’yi aktif olarak savaşa katılmaya zorladı. Trump’ın süreç içindeki tutarsız açıklamaları savaşa katılma konusundaki isteksizliğini yansıtıyor. Ama sanırım bazı tehditlere boyun eğmek zorunda kaldı.

6. İran’ın nükleer tesislerinin uluslararası hukuka aykırı bir şekilde vurulması, öncesinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajans’ının (UAEA) İsrail yanlısı tutumu ve UAEA’nın başkanı Grossi’nin İsrail’e bilgi sızdırdığının ortaya çıkması, İran’daki liberal kanatın politikalarının yanlışlığını ortaya koydu. Ayrıca bu durum, İran’ın bu kurumla bugüne kadar yaptığı işbirliğini sonlandırması (ki bu işbirliği UAEA’ya âdeta sınırsız bir denetim imkânı veriyordu) ve nükleer politikasını denetimden uzak bir şekilde sürdürmesi için meşruiyet kaynağı oluşturdu.

7. İran’ın ABD’nin saldırılarına ABD’nin bölgedeki en büyük üssünü vurarak karşılık vermesi, İran’ın ABD’ye karşı da savaşma iradesini gösterdi (Nitekim, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ilki 2020’de olmak üzere, ABD üslerini vuran tek ülke oldu.) Eğer bunu yapmasaydı, hem içeride hem dışarıda ciddi eleştiriler alacaktı. Yaptığındaysa dışarıda bazıları tarafından yine eleştirildi, orası ayrı.

8. İran’ın ABD üssünü vurduktan sonra bölge ülkelerinin neredeyse tamamının İran’ı kınaması, İran-ABD/İsrail savaşında bölgede ne denli yalnız kaldığını belgeledi. Kimse, şu soruyu sormadı: İran, ABD’nin kendi topraklarına yaptığı saldırıya ABD topraklarını vurarak karşılık verme gücü yoksa ABD üslerini vurma seçeneği dışında başka nasıl karşılık vermeliydi? Söylemde herkes, İran’dan ABD veya İsrail’e karşılık vermesi gerektiği propagandasını yaparken, karşılık verdiğinde, İran’ın karşısında yer alacakları ortaya çıkmış oldu.

9. Sonuçta 45 yıldır çeşitli mecralarda süren İran-İsrail savaşı, resmiyet kazanmış oldu. Ateşkesin ise kırılgan olduğunu belirtmek gerekiyor. Nitekim, hem İsrail (İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi’nin açıklamasında görüleceği üzere) hem de İran bunu teyit ediyor.

10. Savaş sürecinde gerek Batı ve Arap medyasında, gerekse Türk medyasında yapılan manipülasyonlar, ayrı bir kitap konusu. Ancak kanaatimce bu savaşın ortaya çıkardığı en önemli sonuç şu oldu: Bir ülke, Batı’dan bağımsız politikalar geliştirebilir, Batı’dan bağımsız bir şekilde bilim ve teknoloji üretebilir ve Batı’nın savaş gücüne karşı direnmeyi başarabilir.

11. İran’ın iki konuda bir özeleştiri ve muhasebe yapması gerektiğini düşünüyorum: İsrail, İran içinde operasyon yapma kabiliyetini İsmail Heniyye’yi şehid ederek göstermiş olmasına rağmen, bir yıl sonra neredeyse aynı yöntemlerle üst düzey komutanlarını kaybetmiş olması, bu konuda herhangi bir önlem alınmadığını gösteriyor. Bunun nedenleri nelerdir? İkincisi de İran’ın bölge ülkeleri arasındaki yalnızlığı. Rejimler noktasında yalnızlığı anlaşılabilir ama yapılan propagandaların halklar nezdinde de belli düzeylerde etkili olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Şu iki soru önemli: Bu propagandaların gerçekliğe tekabül eden tarafları var mıdır ve manipülatif propagandalara cevap konusunda neden başarısızdır?

12. İran-İsrail savaşı devam edecek.

Mücahit Gültekin
24 Haziran 2025
Kaynak

, ,

Vasatizm


İran’ın İsrail veya ABD’ye yönelik misillemelerinde her seferinde İran’ın “önden haber verdiği” iddiaları ortaya atılıyor. Bunların bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış olabilir. Ancak hepsi doğru olsa bile bunun nesi kötü?

Böyle yapması, İran’ın “korkak bir devlet” olduğunu veya “danışıklı dövüş içinde olduğunu” değil, gerilimin geri dönülmez noktaya gelmesi ihtimalini düşünen, serinkanlı hareket etmeye çalışan bir tutum içerisinde olduğunu gösterir.

Neden ABD/İsrail her türlü saldırıyı yaparken, İran kendi gücü ve stratejisi doğrultusunda krizi kontrollü bir şekilde yönetmeye çalışınca “İran da boşmuş!” oluyor?

Dünyayı savaşa sürükleyen güç, emperyalist/siyonist ittifaktır. Bunun dışında kalan her güç, çatışmanın geri dönülmez noktaya yaklaştığı anlarda diplomatik çözüm arar.

Hem gücü, hem tutumu gereği yapar bunu. Emperyalizmin en büyük saldırı araçlarından biri, devasa askeri gücü kadar karşısındakini bütün gücüyle saldırmaya ittiği provokasyonlarıdır.

İran, -iddia edilen nükleer güç de dâhil- elindeki bütün gücü sevk edip geri dönülmez bir nükleer savaş çıkardığında mı “Fıs” olmayacak anlamıyorum ben.

Uluslararası ilişkileri ekran başında “Dıkşın dıkşın” diyerek izleyen çok sayıda insan var belli ki.

Erkin Özcan
24 Haziran 2025
Kaynak

* * *

Vasatizme bir kısa bakış:

Sevgili Erkin Özcan yazısında İran’ın CENTCOM üslerine saldırıdan önce ABD’yi bilgilendirmesine getirilen eleştirileri ele alıyor ve şu soruyu soruyor:

“Neden ABD/İsrail her türlü saldırıyı yaparken, İran kendi gücü ve stratejisi doğrultusunda krizi kontrollü bir şekilde yönetmeye çalışınca ‘İran da boşmuş!’ oluyor?”

Öncelikle Erkin’in işaret ettiği profiller, devletlerarası ilişkilerden gerçek anlamda bihaberdir. Medyada yer edinenlerin görevleri ise kitlesel manipülasyondur.

Bihaber olmayıp bihabermiş gibi davrananlar da maalesef ki söz konusudur. Çünkü ne acıdır ki istenen, dünya üzerindeki gelişmelerin amatör lig futbol maçı seviyesinde algılanmasını sağlamaktır.

Her devlet, eğer konvansiyonel savaşa girmiyor veya uzun süreli sınır ötesi özel operasyon olarak tarif etmiyorsa, diğerine haber verir. Amerikalılar da İranlılara haber verdiler. Üstelik CBS Medya grubu üzerinden de saldırıdan önce haber verdiklerini dünyaya ilan ettiler.

Sadece açıktan savaş açmaya kalkanlar haber vermezler.

İran’ın yaptığı ise özellikle Amerika’nın attığı bomba adedinde füzeyi, boşaltılmış üslere sapanla taş atar gibi öylesine yollayarak öncelikle ABD’ye karşı mütekabiliyet ilkesini sağlama almaktı.

Çok daha önemlisi ise İsrail ya da bir başkası yarın öbür gün ABD üslerine siyah kuğu saldırısı yapar ve suçu İran’a atmaya kalkar ise bu olası saldırıları kendisinin yapmamış olduğunu rahatlıkla dünyaya ilan edebilecek ön almayı gerçekleştirmekti.

Saldırının hemen arkasından gelen Trump’ın İran’a teşekkür mesajları da bu durumu onaylamış oldu. Devamında da İsrail ve İran arasında karşılıklı saldırılar devam etti. İsrail’in Tahran’a yaptığı saldırının ardından İran, İsrail’e tam altı dalga halinde Balistik füze saldırısı düzenledi. Üstelik ABD Başkanı Trump’ın 6 saat ve 12 saatlik ateşkes öncesi koşullarını birebir yansılayarak.

E artık burada kozlarını bir bir yitiren kimdir? Yani golü yiyen kimdir, bağıran çağıranlar hangi takımın taraftarıdır, ona da siz karar verin.

Hâlâ daha amatör lig futbol maçı izler gibi izliyorsanız tabii…

Uğur
24 Haziran 2025
Kaynak

23 Haziran 2025

, ,

Kripto Mossad Ajanları

Ender Öndeş de Barış Yıldırım gibi “Mossad ajanı” olarak ünlüyor. Öndeş şahsında şu tespit yapılmalı: Bugün Netanyahu’nun “ayaklanın!” demesi üzerine ayağa kalkan herkes, Mossad ajanı muamelesi görmeli. Bu, savaşın kuralı.

Öndeş, “İran’da Kürt öznesi harekete geçmezse DAİŞ girer” diyor. Aklı sıra korku salıyor. Ama silah ve mühimmat aldığı ABD’nin DAİŞ’i kurduğunu, Bucca’dan beri yönettiğini o da iyi biliyor. DAİŞ ölüm, PKK’yi sıtma olarak görüyor. Ona herkesi razı etmeye çalışıyor. Kendi devrimsizliğini, beceriksizliğini, kadüklüğünü PKK ile örtbas etmek için uğraşıyor.

Öndeş, İran halklarına akıl verirken nedense o Kürt öznesinin HTŞ ordusuna katılma kararına hiç bakmıyor. Bunaklık emareleri gösteriyor. İran halklarını bugün kadük olan Rojava projesine çağırıyor. Özünde Ender Öndeş, “özyönetim” ve “demokratik konfederalizm” adı altında İsrail bayrağı sallamak istiyor. Ama İran’daki Kürt illerinde düşmana karşı ayağa kalkan halk kitlelerini görmezden geliyor.

Erdoğan Aydın, emperyalizmin ve Siyonizmin demokrasisini put bellediği için İran düşmanlığını arşa çıkartıyor. İslamcı ve milliyetçi projelerin karşısına ümmetin veya milletin değil, bireyin sorumluluğunu esas alan liberal demokrasi projesini koyuyor. Bunlar, sosyalizmi içten içe çürütüyorlar. Hepsinin yakasında ve elinde Ortadoğu halklarının kanı var.

“İslam öncesi putperest dönem daha özgürlükçüydü” diyen Erdoğan Aydın gibiler, Suriye ve Irak’a geleni demokrasi olarak ambalajlayıp sattıklarında efendilerinden övgü alacağını düşünüyorlar. Bunların demokrasi dediği, Mossad ve CIA ile birlikte kadın, çocuk ve uyuşturucu ticareti yapmak! Öncü ve yoldaş belledikleri güç, sığınaklarına Arapları, Taylandlıları, Ukraynalıları, kısacası kendisinden olmayanları almayan, ülkeye gelen, Yahudi Etiyopyalı kadınları kısırlaştıran, bir tür faşizm.

Özne, kendisini soyut bir “Halk”, “Ezilen” veya “İşçi” ile tanımlayıp onun özgürlüğünü savununca liberalizmden kurtulmuş olmuyor, tam aksine, liberalizmin sahiplerine uşaklık ediyor. Bugünün maddi gerçeğinden azade, soyut, havada asılı bir özne, ister halk, ister ezilen, isterse işçi gömleğini geçirsin üzerine, döne dolaşa emperyalizmi ve Siyonizmi yardıma çağırıyor. O liberal özne için halkın, ezilenin, işçinin bir önemi bulunmuyor. Emperyalizmin ve Siyonizmin ordularının gölgesinde ilerleyen ne varsa, halk düşmanıdır.

Lenin’in emperyalist Rusya hükümetinin yenilmesi talebi, İran hükümetinin yenilmesi talebine gerekçe olarak sunuluyor. İran’ın emperyalist olduğuna dair ABD ve İsrail kaynaklı yalanlara inananlar, kırk beş yıldır ambargo koşullarında yaşamaya çalışan bir devletin ve halkın varlığına kastedenlere hizmet yeminleri ediyorlar.

Lenin’i kendi yalanlarına alet etmeye çalışanlar, Lenin’in Afgan kralına sunduğu desteği görmüyorlar. Lenin’i Rus imparatorluğu bağlamından kopartarak tefsir ediyorlar ve herkesi tekfir etme imkânına kavuşacaklarını düşünüyorlar. Onların dilinde Lenin ölüyor. Lenin’i tam da ulus ve sömürge ile ilgili tezleri yüzünden katlediyorlar. Çünkü emperyalizm ve Siyonizm bunu istiyor.

Hükümetin yenilmesi talebi, nedense İsrail için dillendirilmiyor. İsrail Komünist Partisi ayaklanmaya çağrılmıyor. İran’daki eylemleri görenler, Tel Aviv’deki eylemleri görmüyor. “Haydut devlet” olarak görülen İran, halktan ve tarihten soyutlanmış molla rejimi ile birlikte ele alınıyor. Bu soyutlama işleminin emperyalist-Siyonist niteliği görülmüyor. Molla rejimine dair ne söyleniyorsa liberalizmin diline, fikriyatına ait. O dil ve fikriyat, askeri strateji üzerinden mollaları BDS ile (boykot, tecrit, yaptırımlarla) dize getirmenin hesabını yapıyor.

“Molla rejimi” diyen kişi, bugün Mossad ajanı, emperyalizm uşağı muamelesi görmeli. Bugün başta, eksiği gediğiyle, bir devrimi gerçekleştirmiş halkların kolektif iradesi var. İki çocuğa tecavüz ettiği için idam edilen adamı “Kürt aydını idam edildi” yaygarası üzerinden sahiplenenlerin anlamadığı gerçek bu. Türk’ün ve Kürt’ün malına çökmüş irade olarak düşmanlaştırılan İran, küçük burjuvaların arenalarında parçalanıyor.

Laik Kırıkkanat, “İsrail’in Yahudi şeriatıyla yönetildiği” gerçeğiyle hiç ilgilenmiyor. O ve tüm CHP’liler, kendilerine Arap ve Müslüman düşmanlığı üzerinden ekmek verildiğini, görevlerinin bu düşmanlığı diri tutmak olduğunu iyi biliyorlar. Ekranlara çıkan CHP’lilerin yüzündeki müstehzi ve sevinç dolu ifadeler, her türlü küfrü hak ediyor.

İsrail’in teknolojisine övgüler düzenler, teknolojiyi bilim zannediyorlar. Onu sütten çıkmış ak kaşık olarak görüyorlar. Emperyalizmle ve kapitalizmle ilişkisine bakmıyorlar. İran’ı küçümseyenler, güce taptıkları gerçeğini farklı ideolojik kılıflarla örtmeye çalışıyorlar. Herkes, emperyalizmin ve kapitalizmin bölgedeki yürüyüşü uyarınca dönüşüme uğruyor. Pandemi, 7 Ekim, CHP ve son savaşla ilgili değerlendirmeler hep aynı kaynaktan besleniyor.

Bu konjonktürde “Mao proletarya diktatörlüğü istemiyordu, saf demokrasi istiyordu” diyerek Maoizmi çarpıtan, komünist hareketle bağlarını kesen Ekremci Partizan, Gürcistan’daki AB isyanına destek sunuyor. Herkes belirli bir kıvama getiriliyor. Ölmemek isteyen özneler, efendilerinin önünde diz çöküp abı hayattan bir yudum alıyorlar. Demir tozları, egemenlerin mıknatısı koyduğu yerde toplaşıyorlar. Herkes, emperyalizmin ve Siyonizmin demokrasisine göre kıvam ve içerik kazanıyor.

Proletarya diktatörlüğü, belki de “molla diktatörlüğü”nü çağrıştırdığı için terk ediliyor. Daha doğrusu, herkes, molla diktatörlüğüne savaş açabilmek için proletarya diktatörlüğüne küfretmeye başlıyor. Tüm sosyalist hareket, İran Devrimi’yle yan yana görünmemek adına, Ekim Devrimi karşıtı bir yere savruluyor. Karşı-devrimcileşiyor. Kuzey Kore’ye mesafe koyacağım diye çırpınan sosyalistleri liberal çoban köpekleri toplayıp sürülerine katıyor.

İran Devrimi, Batı’ya kaçıp liberalleşen Halkın Mücahidleri, Halkın Fedaileri ve Tude gibi örgütlerin üyelerinin kendi günah ve zaaflarını örtbas eden değerlendirmeleri ışığında ele alınıyor. Halkın Mücahidleri ve Halkın Fedaileri iki önemli güç ama Humeyni’yi kitleleri birleştirsin diye Fransa’dan çağıranlar, devrim iradesi göstermeyenler, gene bu iki örgüt. Çünkü ilk örgüt, devrimin dışarıya, ikinci örgüt, devrimin içeriye dair yol açacağı yükü omuzlamak istemiyor. Tarihsel olarak bu sorumluluğu alan mollalar, irade koyuyorlar ve devrimin öncüsü oluyorlar. Yani kimse kimseden devrimi çalmıyor. Bu, Batı uşağı haline gelmiş İranlı solcuların bir tezviratı. Bu sol örgütler, devrim sonrasında liberal hükümete olur veriyorlar, liberalizme örgütleniyorlar, halen daha o liberallikle düşünüp konuşuyorlar. Batı’ya kaçıp buradaki liberal kovuklara sığınıyorlar. Esas, devrimciliği devrim anında terk edenleri sorgulamak gerekiyor. Devrimin sorumluluğunu üstlenenleri değil.

“Mao demokrattı” diyerek bir yerlere onu hoş göstermeye çalışanlar, bölgeye yönelik demokrasi ihracında tüccar olmak istiyorlar. Ahmet Türk’ün “Türkiye, demokrasisini bölgeye ihraç etsin” sözü uyarınca kısa günün kârına bakıyorlar.

Şah’ın tüm komutanlarını, halka, işçi sınıfına, devrimcilere işkenceler etmiş o komutanları bir gecede idam edebilmek, önemli bir maharet. İsrail büyükelçiliğine FKÖ’ye vermek, önemli bir irade. Mustazafları devrim yoluna katmak, büyük bir ders. Efendilerini öz bellemiş olanların İran Devrimi’nin özüne vakıf olmaları mümkün değil. Bu, tümüyle sınıfsal bir mesele.

Bugün kızını Yahudi’ye vermiş, Ağlama Duvarı’nda Siyonistlere yaranmaya çalışan Şah’ın oğlundan medet umanların devrimin bu gerçeğini anlaması mümkün değil. Onlar, Ayşe Hür gibi emperyalizmin nimetlerinden faydalanmanın, yani uşaklaşmanın peşinde. Devrim yapmak gibi bir dertleri yok.

Fırsatlar peşinde koşanların, iki devletin kapışmasından nemalanmanın yollarını arayanların Mossad ajanı olduklarını görmek gerekiyor. Bunların devrim diye bir yükleri, dertleri ve davaları yok. Hepsi de yağmacılara, işgalcilere, zeytin ağaçlarını çalanlara, sömürücülere uşaklık etmek için yarış halinde.

Öte yandan, “İran’da o devriminden bugün geriye ne kaldı?” sorusunu öncelikle İran halkları cevaplamalı, burada AB fonlarıyla, ABD’den gelecek yardım beklentileriyle, devlet içerisindeki gerilimlerle yelkenini şişirmeye çalışanlar değil.

Bizi FHKC ve Hamas’ın İran’ı yoldaş biliyor oluşu, Gazze semalarından geçen İran füzelerini şarkılarla ve sevinç nidalarıyla karşılayan Gazzeliler, Tahran sokaklarında füzelere rağmen dolaşan halkın iradesi ilgilendiriyor. Bugün onlarla kurulan yoldaşlık dışındaki her türden arayış, Mossad’a ve Siyonist teşekküle aittir. Yenileceksek ezilenlerle-sömürülenlerle yenileceğiz, zaferse gene onlarla gelecek.

Eren Balkır
21 Haziran 2025

22 Haziran 2025

, ,

İsrail İran’ı Niçin Vuruyor?

Muammer Bilgiç, bir X postunda “İsrail İran’ı niçin vuruyor?” sorusu ardından şunları söylüyor:

“Şii olduğu için mi? Azerbaycan da Şii. İdam cezası uyguladığı için mi? ABD’de de Suudi Arabistan’da da idam var. Otoriter bir yönetim olduğu için mi? İbrahim Anlaşmaları’nı imza atan ülkelere bakınız. Peki niye? İran, Filistin'e destek olduğu için.”

Bunlar buzdağının görünen yüzü!

Amerika ve İsrail, 1979’daki İran İslâm Devrimi’yle Batı Asya’da çok önemli bir müttefikini ve sömürü alanını kaybetti. Hatta, 12 Eylül darbesi, bir yerde 1979’daki İran İslam Devrimi’ne karşı bir reaksiyon olarak gelişti.

Neydi bu reaksiyon?

Amerika, Batı Asya’da İran’ı kaybedince sıranın Türkiye’de olduğunu çok net gördü. Çünkü; Türkiye’de devrimci mücadele büyümüş, iktidarı alacak konuma gelmişti. Bu durum Amerika için tam bir yıkım olurdu. 

Zaten İran’ı kaybetmiş, yanında Amerika’ya göbekten bağlı “yeni sömürge” bir ülke olan Türkiye’yi de kaybetseydi Amerika, Ortadoğu’da hem ekonomik hem de politik büyük bir bunalıma girerdi.

İşte bunun için Amerika, NATO ordusu olan TSK eliyle 12 Eylül’de darbe yaptırdı.

Bunları bilmeden İran ve Türkiye üzerine konuşmak ham ervahlıktır!

İran da bugün işte hâlâ o yüzden hedefte!

Çünkü, Batı Asya’da, tıpkı Suriye gibi Amerika’nın yeni sömürgesi bir ülke olmamak için hâlâ inatla direnen bir ülkedir İran! Bütün mevzu da bu yüzden kopuyor!

Givi
21 Haziran 2025
Kaynak

Dipnot:
[1] Muammer Bilgiç, “İsrail İran’ı Niçin Vuruyor?”, 21 Haziran 2025, X.

,

Bolşevik Devrim ve İran’da Komünist Hareketin Doğuşu

 

Bu iki buçuk yıl içerisinde hiçbir şey yapılamamış olması ne acı.

[Haydar Emmioğlu, 8 Şubat 1917]

 

O saygıdeğer toplumunuzu örgütleyecek yapıyı kurduğunuz için sizi tebrik eder,
İran’a yönelik ilginizden dolayı size şükranlarımızı sunarız.

[Bolşeviklerin İran Temsilcisi, Tebriz 2 Haziran 1920]

 

Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte İran’a İngiliz, Türk ve Rus askerleri konuşlandırıldı. 1915 yılının başlarında Rusya Kuzey İran’ı işgal etmiş olan orduya takviye yaptı. Türkiye İran Azerbaycanı’nın belirli bölümlerini ele geçirdi, Güney İran’a İngiliz askerleri çıktı.

O dönemde asıl öncelikli konu, Kafkasya’da Ruslarla Türkler, Mezopotamya’da İngilizlerle Türkler arasında yaşanan çatışmalardı. İran topraklarında ilgili güçler arasında yaşanan askeri çatışmalar, bu bahsi edilen çatışmaların neticesiydi. Rusya-Türkiye savaşı İran’a uzandı ve 1917’ye dek sürdü. İngiltere-Türkiye savaşı, Orta ve Batı İran’da milliyetçi ayaklanmaları tetikledi.

İran, Kasım 1914’te tarafsızlığını ilan etse de gerçekte merkezi kuvvetlerden yanaydı. 1915 baharında Almanlar, Orta ve Güney İran’da sabotaj faaliyetleri yürütüp gizli planları yürürlüğe koyacak küçük örgütler kurdu. Bazı kabileleri örgütleyen bu güçler, bir süre sonra İngilizlerin müdahalesiyle ezildiler.

1915 yılının sonlarında İranlılar, Almanlara ve Türklere destek vermek amacıyla Tahran’da büyük bir grup halinde toplantı gerçekleştirdiler. Ekim ayının sonunda General Baratov komutasında hareket eden büyük bir Rus askeri birliği Kuzey İran’a girdi. Bu birliğin belirli bir kısmı Karac’a ilerledi ve başkenti kuşattı. Merkezi kuvvetleri destekleyenler, arkalarındaki güçlerle birlikte Tahran’ı boşaltıp güneydeki Kum kentine çekildiler. Bu hamleye ikna edilemeyen Şah, Tahran’da kaldı. Kum’da Türkler ve Almanlarla işbirliği içerisinde olan, alternatif bir milli hükümet kuruldu ve hükümet, Rusya ile İngiltere’ye savaş ilan etti. Milliyetçiler, 1916 yılına dek Orta ve Batı İran’da Rus askerleriyle savaştılar.

Gilan’daki Cengeli hareketi, Rus işgal ordusuyla bu tarihsel bağlam içerisinde savaştı. Şubat Devrimi sonrası Gilan’ın balta girmemiş ormanlarında kurulmuş olan örgüt, Gilan şehrine bağlı bölgeleri de ele geçirmeyi bildi. 1919 başına dek şehri kontrol altında tuttu. 1918 başlarında Rus güçleri Gilan’dan ayrıldı, onların yerini İngiliz askerleri aldı.

Ağustos 1918’de Bakû Komünü hükümetinin yıkıldığı koşullarda İngilizler ile Cengeli hareketi arasında bir anlaşma imzalandı. Hareketin başını çektiği birleşik cephe bu anlaşmayla birlikte krize sürüklendi. Kısa bir süre sonra İngiliz ve İran askerleri Cengelileri ezdi.

Ağustos 1919’da halkta karşılığı olmayan İngiliz-İran anlaşması imzalandı. Cengeli hareketi bu gelişme üzerine yeniden toparlandı. Mayıs 1920’de Gilan’a giren Bolşevikler, Cengelilerle ittifak kurdular. Bu ittifak neticesinde İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.

İran Komünist Partisi, İran topraklarındaki ilk kongresini Haziran 1920’de, Bolşevik devriminden yaklaşık iki buçuk yıl sonra topladı. Bolşevik devriminin etkisi, esasen Mayıs 1920’de Gilan’a Bolşevik askerleri gelene dek pek hissedilmemişti. Devrim, İranlı devrimcilere sovyet cumhuriyeti kurma fırsatı sundu.

Tarihçiler, bu iki buçuk yıllık dönemi yeterince delil olmadığı için göz ardı ediyorlar. Transkafkasya’daki Bolşeviklerle işbirliği içerisinde çalışmış olan İranlı komünistlerin ülkeleriyle ilgili attıkları adımlara pek bakılmıyor.

Oysa İran komünizmi Transkafkasya’da doğuyor, sonra faaliyet alanını Orta Asya’ya doğru genişletiyor. Bu anlamda, önemli bir tarihsel deneyime sahip. Buna karşın, söz konusu deneyim ve birikim genelde göz ardı ediliyor. Çünkü İran komünizminin tarihinin Bolşevik güçlerinin Gilan’a girişiyle birlikte başladığına inanılıyor. Oysa bu yaklaşım, İran komünizmini tarihsel meşruiyet zemininden mahrum bırakıyor.

Ben bu makalede, İran komünizminin gerekli tarihsel meşruiyet zeminine sahip olduğunu iddia ediyorum. Bu noktada, onun doğuşuyla birlikte ele alınması gereken Bolşevik devrim üzerinde duruyorum. Ben, İran komünizminin hikâyesinin 1920’de Bolşeviklerin ülkeye ayak basmasından önce başladığını düşünüyorum.

Sosyalizm, İranlıların 1905-1911 döneminde cereyan eden Anayasa Devrimi esnasında tanıştıkları politik bir güçtü. Bilindiği üzere, Rusya’da 1905-1907 devrimi ezildi, Stolipin dönemi başladı, bu gelişme üzerine, Transkafkasya’daki sosyal demokratlar İranlı devrimcilerin yardımına koştular. Rusya’nın 1905’de Japonya karşısında aldığı yenilgi de Rus İmparatorluğu’nun iç siyasetinde önemli sonuçlara yol açtı. Rusya’nın İran’a yönelik planlarının da aynı şekilde başarısızlığa uğrayacağı düşünüldü. Bu düzlemde uluslararası dayanışma somut bir anlam kazandı.

Bu dönemde sosyal demokratlar, faaliyetlerinin burjuva demokratik devrimi desteklemekle sınırlı kalmasına neden olacak bir politika benimsediler. Oysa sosyal demokrasi İran’da halktan ciddi bir destek görüyor, çok az kişi, kendisini sosyal demokrat olarak tanımlama konusunda bir tereddüt yaşıyordu.

Politik partilerin kurulduğu, meclisin yeniden açıldığı 1909 yılında devrimci sosyal demokratlar, yüzlerini parlamentarizme döndüler, meclis dışında yürütülen tüm devrimci faaliyetleri terk ettiler. Sonrasında, Birinci Dünya Savaşı patlak verip Rusya, İngiltere ve Türkiye orduları İran topraklarına girdiğinde sosyal demokrat parti bile milliyetçi bir güce dönüştü, sosyal demokrasiye ait fikirler arka plana atıldı.

Tam da bu sebeple, Şubat Devrimi sonrası İranlıların başını çektiği, Rus İmparatorluğu’ndaki gelişmelerin etkisiyle ortaya çıkan radikal sosyal demokrat hareket İran’da değil Azerbaycan’da açığa çıktı. Bu dönemde içlerinden bazı isimlerin Bolşevik parti içinde faaliyet yürüttüğü bir grup İranlı sosyal demokrat, İran Sosyal Demokrat İşçi Partisi (Adalet) kurdu.

O dönemde İran’dan farklı olarak Transkafkasya’da İranlılar, hem İranlı işçilerin hem de belirgin bir güce sahip olan sosyal demokrasi ideolojisinin desteğini arkalarına aldılar. Ama bu sefer İran sosyal demokrasisi, eski sosyal demokratlardaki teslimiyetçiliği reddedip sosyal demokrat hareket içerisinde hegemonik bir role sahip oldu.[1] Eski sosyal demokrasiyi Bakû’de faal olan Demokrat Parti temsil ediyordu. Adalet Partisi ile Demokrat Parti arasındaki farklar, Bolşeviklerle işbirliği ve Bakû’deki siyasete katılma meselelerine yaklaşımla alakalıydı.[2] Bolşeviklerle kurulacak işbirliği, Adalet Partisi’nin İran topraklarına doğru genişleyip burada örgütler kurma hedefini içeren politikanın basit bir bileşeniydi.

1917’de yaşanan iki önemli olay, İran siyasetinde dönüm noktalarını teşkil eder. İlki, o güne dek dizginlenmiş olan politik güçlerin açığa çıkmasını sağlayan Şubat Devrimi, diğeri de onu tamamlayan, söz konusu politik güçlerin saflarındaki kitleleri yeniden örgütleyip düzene sokan Ekim Devrimi’dir.

Bolşevikler, çok daha öncesinde Bakû Sovyeti’ne liderlik etseler de Bakû’de Nisan 1918’e dek iktidarı ele geçiremediler. Ekim Devrimi ile birlikte Bakû’deki Bolşevikler iktidarı almak için kolları sıvadılar.

Ekim Devrimi, İran’da da zihinlere iktidarın devrim yoluyla alınması fikrini zerketti. Devrimin Rusların İran’daki işgaline son vereceğini düşünen birçok İranlı radikal Bolşevik devrimine örgütlendi. O günlerde dağılmış olan Demokrat Parti’nin bazı liderleri bile Bolşeviklerle sıcak ilişkiler kurmaya başladılar. Berlin’de yaşayan Takizade, Demokrat Parti lideri olarak, Petrograd Sovyeti’ne telgraf çekti. Telgraftaki ifadeler, birçok İranlı radikalin yaklaşımını yansıtıyor:

“İran halkı adına şükranlarımızı sunuyoruz. Çarlık rejiminin huzursuzluğa mahkûm ettiği, felâkete sürüklediği İran topraklarını hassas bir yaklaşım üzerinden boşaltarak göstermiş olduğunuz nezaket için tüm samimiyetimizle teşekkür ederiz. Demokrat Rus hükümetinin bu büyük jesti, hürriyet ve adaletle tanımlı yeni çağın şafağının söktüğünün habercisidir. Tarih, sizin isimlerinizi hafızasına nakşedecek, o kötü olayların kayıtlı olduğu sayfaları yırtıp açtığınız, üzerinde adalet yazan o parlak ve şanlı sayfa, İran halkına sunduğunuz o güzel sayfa, en güçlü ışığıyla parıldayacak. Umarız bu halkımıza karşı iyi niyetli olduğunuzu ispatlayan bu adımınızın devamı gelir, İran, bağımsızlık ilkesinin inkârı demek olan zincirlerden kurtularak tam bağımsızlığa kavuşur.”[3]

Uzak diyarlarda mücadele eden bu insanların haricinde bir de pratikte Bolşeviklerle ilişki kurmak zorunda olan, Ekim Devrimi’nin etkilediği topraklarda faaliyet yürüten bir devrimci güç vardı. Cengeli hareketi denilen bu güç, Ekim Devrimi’ni iyimser bir yerden yorumladı ama pratik ilişkinin daha karmaşık bir seyir izleyeceğini ortaya koydu.

Cengeliler, Gilan’da kendi devrimlerini yapmakla meşgullerdi. Bu bölge, onlarca yıldır Rusya’nın güneyine açılan, önemli ticari ve siyasi ilişkilere vesile olan bir kapıydı. Kısa süre öncesine kadar bölge, Rus ordusunun tüm İran topraklarına girmek için tuttuğu mevzi idi. Rusya’ya yakın oluşu sayesinde, İran devrimine Rusya’nın hoşgörü göstermediği 1911 yılında Rus ordusunca bastırılan Anayasa Devrimi’nde en radikal politik hareket Gilan’da kuruldu. Sonrasında Kuzey İran’ın tamamı, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına dek Rus ordusunun elinde kaldı. Sonrasında Rus ordusu, varlık alanını genişletti, gücünü artırdı.

Bu gelişmeye İranlılar, başkent Tahran’dan çıkarak, Orta ve Batı İran’da Türklerle kurulan işbirliği üzerinden Ruslarla savaşacak milliyetçi bir ordu teşkil ederek cevap verdi. Aynı tarihsel bağlam dâhilinde, merkezdeki milliyetçi hareketten uzakta ve ondan ayrı faaliyet yürüten Gilanlılar da 1915 güzünde Rus ordusuna kendi silahlarıyla karşı koymaya başladılar. Bu hareket, sonrasında Cengeliler olarak anıldı.

Hareket, kır merkezli ve kendi coğrafyasına sıkışmış bir yapı olarak, Tahran’daki iktidarı tek başlarına ele geçiremeyeceklerini biliyordu. İktidarı almak için hazırlanan plan, Anayasa Devrimi’nde yürünen yolu takip ediyor, güneydeki Bahtiyarilerin ve kuzeybatıdaki Azerbaycanlıların devrimin ana bileşenlerini oluşturması üzerinde duruyordu. Süreçte önemli bir rol oynayan Gilanlılara Transkafkasyalı sosyal demokratlar da eklendi. Anayasa Devrimi süresince bu kesim, İran siyasetine meşru bir zeminden dâhil olmuştu. İlgili kesimin üyeleri o dönemde “Kafkas devrimcileri” olarak anılıyorlardı.

Cengelilerin lideri Küçük Han, Anayasa Hareketi’nin ortaya koyduğu deneyimin bilincinde bir isim olarak, Ekim Devrimi sonrası Kafkaslıların İran devrimine iştirakinin önemini açıktan kabul ediyordu. Şubat 1918’de Tahran’da Türkiye adına çalışan Ubeydullah Efendi isimli ajana yazdığı mektupta Türkiye’nin sağcı darbe planını reddeden Küçük Han, “asıl önemli ve gerekli olan, Gilan’ın, Azerbaycan’ın ve Kafkasya’nın birliğini güvence altına almaktır” diyordu. Aynı mektupta Küçük Han, Bakû’dekilerle arasındaki farkları ortadan kaldırdığından, ayrıca Cengeliler için silah toplasın diye bu şehre ajanlar gönderdiğinden bahsediyordu.[4]

Küçük Han “Kafkaslılar” derken, büyük olasılık Bolşevikleri kastediyordu. Cengeli lideri, Bolşeviklerin Rusya’daki zaferini ve Bakû’deki politik hâkimiyetlerini önemli görüyor, buradan Bolşeviklerin devrimci işbirliği kurmaya aday bir güç olduğunu düşünüyordu. Bu noktada Bolşeviklerin Cengelilerle hareketin kurulduğu günden beri işbirliği içerisinde olduklarını unutmamak gerek.[5] Çok erken bir tarihte Bolşevikler, Anayasa Devrimi sırasında Gilan’da önemli bir rol üstlendiler.

Ekim Devrimi’nin zafere ulaşmasından kısa bir süre sonra Gilan’daki Bolşevikler, Enzeli’de örgütlendiler ve bir Devrimci Komite teşkil ettiler. Böylelikle Bolşeviklerin Gilan’daki faaliyetlerinin tarihinde, bugüne dek genelde göz ardı edilen yeni bir sayfanın açılmasını sağladılar. Bu momentte İran’da radikal devrim ihtimali canlıydı. Bu devrim, Cengelilerle Bolşevikler arasında kurulacak ilişkiye bağlıydı.

Cengeliler açısından Bolşeviklerle kurulacak ilişkiler farklı düzeylerde ele alınmak zorundaydı. Yerellik düzeyinde Cengeliler, Bolşeviklerle dostane bir ilişki kurdular. Cengeli hareketi liderleri, Ekim Devrimi’nin hemen ardından, ormanda Bolşevik temsilcileriyle bir araya geldiler. Cengel isimli gazeteleri, bu buluşmayı yeni ve güçlü bir ittifakın kutlandığı bir tören olarak takdim etti.[6]

Kısa bir süre sonra Bolşeviklerle dostluk ilişkisi kurma konusunda önemli bir adım atıldı. Gilan’da düzeni kurma çalışmalarında iki taraf işbirliği içerisinde hareket ettiler. O dönemde Rus askerlerini disipline edecek herhangi bir otorite mevcut olmadığı için bu askerlerin çıkışı önemli bir soruna yol açmıştı. Yardım elini karşı çıkılan Rus askerlerinden gelmesi mümkün değildi. Dolayısıyla, her ne kadar iktidarı henüz tam anlamıyla kontrol altında tutmuyor olsa da Bolşevikler, geleceğe hâkim olacak dinamik gücü temsil ediyorlardı. Bu sebeple, Cengelilerin Gilan’da düzenin tesisi ile ilgili endişeleri, Gilanlıları, Bolşevikleri ve Rusya’daki devrik geçici hükümetin destekçilerini bir araya getirdi. Müzakereler neticesinde “milli” polis gücü teşkil edildi. Cengeli üyeleri ve seçilmiş Bolşevik askerler, kızıl kolluklarıyla polis rolünü üstlenip sokaklarda devriye attılar. Hepsi de asi askerleri gözaltına alma yetkisine sahipti.[7] Bu süreçte Cengeliler, Bolşeviklere olumlu bir tavırla yaklaştılar. Hatta bildiğimiz kadarıyla 1918 yılının başlarında Cengeliler, Bakûlü bir Bolşevikten Reşt’in idaresini üstlenmesini istediler.[8]

Gilan’daki Bolşevik komitenin iktidarı, tümüyle Bakû’deki Bolşeviklerin gücüne tabiydi. Bolşevikler, politik sahneye hâkim olsalar da ve Bakû Sovyeti’nin liderliğini üstlenseler de henüz tüm politik iktidarı ele geçirememişlerdi. Bakû Sovyeti’nde farklı çıkarları temsil eden, birbirinden farklı çizgide birçok politik parti vardı, ayrıca Sovyet, şehirde meclis ve gibi önemli rakiplere sahipti.[9] (Sonraki aşamada yeni politik güçler açığa çıkınca Bolşevikler, iktidarı Ermeni ve Azerbaycanlı milliyetçilerle paylaşmak, iktidar konusunda bu güçlerle kapışmak zorunda kaldı.)

Bu karmaşık politik ilişkilerin basit bir versiyonuna icra komitesinin muhtemelen Kamu Teşkilatları İcra Komitesi’ne bağlı olduğu Gilan’da rastlanıyordu. İcra komitesi, geçici hükümetin Ekim Devrimi’nin yarattığı sarsıntıdan sağ çıktığı günlerden beri Bolşeviklerin devrimci komitesi ile iktidar ve Rus askerlerinin kontrolü konusunda ciddi bir rekabet içerisindeydi. Bolşevik Komitesi, Gilan’da nispeten zayıf bir konumda olduğu için Rus askerlerinin faaliyetlerini her daim kontrol edemiyordu. Bu da Cengelilerin Bolşeviklerle yaptıkları planlar için önemli sorunlara yol açıyordu.

Bu durum, Bolşeviklerin iktidarı alıp “Bakû Komünü” olarak bilinen Sovyet hükümetini kurduğu Nisan 1918’e dek sürdü. Komünün kurulması sonrası Gilan’da bulunan Kızıl Muhafız askerlerinin sayısı bine çıkartıldı. Yüzeyden bakıldığında, yeni gelen askerlerin amacı, Bolşevik Komitesi’nin otoritesine destek olmaktı. Öncesinde Cengeliler, Rusya’daki geçici hükümeti halen daha destekleyen Ruslarla kötü tecrübeler yaşamışlardı. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu Ruslar İcra Komitesi’ne örgütlendiler. Cengelilerle doğrudan çatışmaktan kaçınmasına karşın komite, 1917 yılı boyunca Rusya’nın savaş konusunda attığı adımları destekledi. Ekim 1917’den sonra ise Cengelilerin antiemperyalist çalışmalarını baltaladı.

Aradaki fark 1918 başlarında başında General L. C. Dunsterville’in bulunduğu askeri gücün Gilan’a varmasıyla birlikte açığa çıktı. İlk plana göre, bu birliğin hedefi, komutanın askeri güçler örgütlemek istediği Tiflis’ti ama kısa bir süre sonra Dunsterville bu plandan vazgeçip Türklerin işgal etmek üzere olduğu, İngilizlerin Rusya’nın güneyine yönelik planlanan saldırılar öncesinde “alınması gerekli” denilen Bakû şehrine doğru ilerledi.

Enzeli şehrindeki Bolşeviklerle işbirliği içerisinde hareket eden Cengeliler, Dunsterville’in birliklerinin Bakû’ye ulaşmasına mani olmak istiyorlardı. İngilizlerin niyeti, bu dönemde nüfuz alanını İran topraklarına doğru genişletmek, ayrıca Kafkasya’dan Bolşevikleri çıkartmaktı. Ama bu plan konusunda Bolşevik olmayan Rusların rızasının alınması gerekiyordu. 1918 yılının Şubat ayının ortalarında İngilizler, Rus askerleri üzerinde belirgin bir nüfuza sahipti. Bu noktada Cengeliler, Ruslarla bir araya gelip milliyetçi davalarını onlara aktardılar. Cengelilerin İngilizlerle savaş başladığı vakit icra komitesinin tarafsız kalmasını sağlamak için attıkları üç adım da sonuçsuz kaldı. Hatta bir noktada Ruslar, Cengelileri İngilizlerden yana saf tutmakla tehdit ettiler. Nihayetinde Cengeliler, Dunsterville birliklerinin topraklarından geçmeleri için onlara on beş gün mühlet verdi.[10]

Bakû’deki politik durum aleyhlerine olan Dunsterville ve askerleri hedeflerine ulaşamadılar. Ayrıca Enzeli’de Bolşevik Komitesi’nin muhalefetiyle karşılaştılar. Dunsterville geldiği yöne doğru geri çekildi, Gilan’da güç oluşturmaya çalışacağı Mayıs 1918’e dek geri planda kaldı ve Bakû’deki politik durumun değişmesini bekledi. Dunsterville, sonrasında Cengelilerin Bolşeviklerle ilişkilerini sınayacak, en azından bu ilişkilerin sınırlı kalmasını sağlayacak bazı adımlar attı. Nisan 1918’de, Dunsterville’in ilk çalışmalarının ardından Bolşevikler, Ermeni milliyetçisi güçlerin yardımıyla Bakû’deki Azerbaycan güçlerini mağlup ettiler. Bolşeviklerin sovyet iktidarını tesis etmesiyle sonuçlanacak kısa süreli iç savaştan muzaffer çıktılar. Bolşevik hükümetine verilen adla “Bakû Komünü” Bolşeviklerle Ermeniler arasında kurulmuş askeri ittifakı temel alıyordu.[11]

Komün’ün kurulduğu günden itibaren Türk işgalinin nefesini ensesinde hissettiği koşullarda Ermenilerin bu tehdit konusunda şehirdeki diğer güçlerden daha fazla endişelenmesi gayet doğaldı. Bu noktada şehrin savunulmasında İngilizlerden yardım alınması üzerinden bir tartışma açığa çıktı. Ermeni milliyetçileri, bu adımın en güçlü savunucuları haline geldiler. Bolşeviklerse bu tür bir hamleye karşı çıktılar ve Komün’ün çöküşüne dek bu görüşlerini muhafaza ettiler.

İngilizlerden yardım alınması ile ilgili tartışmaya Enzeli’deki Bolşevikler ve Kızıl Muhafızlar da dâhil oldular. Bolşeviklerin Bakû’de iktidarı almalarının, o “Mart günleri”nin ardından Gilan’a daha fazla sayıda Kızıl Muhafız askeri gelmişti. Ancak Ermeni milliyetçileriyle kurulan askeri ittifakın ve Gilan’daki Rus yerleşiminde Ermenilerin ağırlığının bulunmasının neticesinde Bolşevik güçlerine Nisan ayı içerisinde yüzlerce Ermeni Kızıl Muhafızı katıldı.

Bu birleşmenin ve kurulan ittifakın ideolojik temeli yoktu, salt taktikseldi. Bakû’nün Türklere karşı savunulması konusunda İngilizlerden yardım alınması fikri, bu kırılgan ittifakı sadece Bakû’de değil, bu şehirden epey yetki almış olan küçük bir Bolşevik komitesinin politikalarını yürürlüğe koymak için büyük bir Ermeni gücünü devreye sokmak zorunda kaldığı Enzeli şehrinde de sarstı.[12]

Bu koşullarda, başında Biçerahov’un bulunduğu Rus karşı-devrimci gücünün yardımını arkasına alan Dunsterville birlikleri, Kazvin ile Reşt şehirlerinin arasında bulunan Mencil’den Cengeli topraklarına girmek için bir kez daha hamle yaptı. Kafkaslarda “İslam Ordusu” olarak bilinen Türkiye-Azerbaycan güçleri Bakû’ye sefer öncesi hazırlıkların sonuna gelmişti.

Dunsterville, İran’daki Bakûlü Ermenilerin temsilcilerini kandırdı[13] ve onlara büyük bir İngiliz gücünün Bakû’yü savunacağı vaadinde bulundu.

Reşt şehrinde, İngiliz konsolosunun yardımcısı Maclaren ve British Bank’in müdürü Binbaşı Oakshot, Cengeli ajanları tarafından gözaltında tutuluyordu. Rus-İngiliz askerlerinin Cengelilere saldırması üzerine İngiliz ajanları bir grup Kızıl Muhafız tarafından kurtarıldı.[14] Bu, Enzeli’deki Ermenilerin Cengelilerin karşısına geçtiğinin deliliydi. Bu sebeple, kafa karışıklığı ve düzensizlik sebebiyle Cengeliler “Mencil Muharebesi”ni kaybettiler.

Kızıl Muhafızların bu tavrının sebebini milliyetçi kimliklerinde ve eylemlerini belirleyen, Bakû’de faal olan ve onların eylemlerini tayin eden siyasette aramak gerekiyor. Rusya’nın eski Reşt konsolosu Nikitin’e göre bu askerler, “farklı bir aşamanın önemli aktörleriydi”.[15]

Cengeliler, Tahran’da iktidarı ele geçirme planlarının bu koşullarda suya düştüğünü düşünüyorlardı. Bolşeviklerin desteklerinden de pek emin değillerdi. Küçük Han’ın bazı yardımcıları Bolşeviklerle savaşılmasını istediler ama Küçük Han bu öneriye karşı çıktı.[16] Bolşevikler masum olduklarını söylediler. Küçük Han’a mektup yazan Bolşevikler, İngilizlere karşı olduklarını kanıtlamak amacıyla mektubun içine İngiliz karşıtı yazılar içeren bazı Bakû gazetelerini koydular. O günlerde Tahran’da faaliyet yürüten Bolşevik diplomatı Bravin’in yerini alacak olan Kolomitsev de bir mektup yazdı.

Bakû’de siyaset, Ekim Devrimi’nin etkisini bir ölçüde kırdı. Bir bütün olarak devrim İranlıların iktidarı alacak çalışmalar yürütmesini isterken, Bakûlü Bolşeviklerin iktidarı tam anlamıyla ele geçirememiş olması Cengelilerin işini imkânsız kılmasa da güçleştirdi. Bu sebeple, Cengelilerle Bolşevikler arasındaki ilişki, dostluk üzre olsa da hiçbir zaman devrimci bir ittifaka evrilmedi.

Bakû’deki ve Gilan’daki İranlı komünistlerin faaliyetleri, büyük ölçüde Bakû’deki duruma tabiydi. İranlı komünistlerin partisi Adalet, Bakû’de çalışan göçmen işçilere yaslanıyor, parti hem Rusya’da Bolşevikleri destekliyor hem de faaliyet alanını İran’a doğru genişletip orada parti kurmak için uğraşıyordu.

İran’da parti kurma çalışmaları 1919’a dek yeraltında yürütüldü. O tarihten önce Adalet Partisi İran’da örgütler kurma konusunda çok fazla çaba sarf etmedi. Bunun da sebebi, zayıf bir konumda bulunan Bolşeviklerin kendilerine destek sunacak herkesin gücünden istifade etmek istemesiydi. Ayrıca Bolşeviklerin bölgedeki liderlerinden Stepan Şahumyan, Bakû’deki devrimi esas olarak Batılı bir gelişme olarak gören, Avrupamerkezci bir devrimciydi. Bu durum, Bakû ile Gilan arasında Bolşeviklerin 1920’ye dek kapatamayacakları bir mesafenin açılmasına sebep oldu. Bu mesafeye karşın Cengeliler, Bolşeviklerle işbirliği kurma politikasından hiç vazgeçmediler.

Cengeliler, Gilan toprakları dışında da Bolşeviklerle temas halindeydiler. Kafkasya ve ilk Sovyet diplomatı Bravin’in iktidarı alma girişimi için yürütülen hazırlıklar dâhilinde İranlılarla işbirliği yaptığı Tahran’da Cengeliler Bolşeviklerle ilişkiler kurdular. Bakû’deki Bolşeviklerle ilk temas 1918 yılının başlarında sağlandı.

İngiliz ajanı Yüzbaşı Edmond Noel Kafkasya’dan Gilan’a gelince Cengeliler tarafından gözaltına alındı, evrakı Bakû’ye gönderildi. İngilizlerin Bakû’deki konsolosunun yardımcısı ve Noel’in birlikte hareket ettiği isim olan Ranald MacDonell hatıratında ikilinin birlikte karşı-devrimci general Polovtsov’u Rusya dışına kaçırdıklarını söylüyor.

MacDonell, Bakû komiserlerinden Cevanşir’le bir araya geldi. Kendisine Noel’in Kafkasya’da faaliyet yürüttüğüne dair belgeler gösterildi. Cevanşir’le MacDonell arasında geçen sohbetten Bakû Komünü ile Gilan’da Cengelilerin kurduğu özgürlükçü rejim arasındaki ilişkinin gayet iyi olduğunu öğreniyoruz. Aynı toplantıda Cevanşir, MacDonell’dan Tahran’daki İngiliz bakana bazı belgeleri götürmesini istiyor, devamında Cengeli topraklarından sorun yaşamadan geçme güvencesi veriyor.[18]

1918 yılında, “Mencil Muharebesi”nin yaşandığı günlerde önemli bir olay yaşandı. Cengeliler, Komün liderleriyle bir araya gelecek bir heyeti Bakû’ye gönderdi. Tercüman olarak bu heyete eşlik eden Grigor Eğikyan’ın aktardığı kadarıyla, bu heyetin yegâne amacı, Bakû’den silah ve cephane temin etmekti, “zira o dönemde Cengeliler, Tahran’ın askeri baskılarıyla uğraşıyorlardı.” Hınçak partisinden arta kalan sağcı unsurlardan biri olarak Eğikyan, o günlerde İngilizlerle işbirliği yapmaya karar verdi. Bu karar uyarınca Cengelilerin Bakû’deki çalışmalarını baltalamak için uğraştı. Bu açıdan, hatıratının güvenilir olmadığını söylemek zorundayız.

O dönemde Cengeliler, daha çok iktidarı alma planlarını suya düşürecek olan İngiliz tehdidiyle ilgililerdi. Tahran, henüz ciddi bir tehdit değildi.

Cengeli temsilcilerinin Stepan Şahumyan’la yaptıkları toplantının ana konusu İngiliz tehdidiydi. Ayrıca Bolşeviklerin vaatlerini yerine getirmesine mani olan Kızıl Muhafızların kimi tavırları da tartışıldı. Gündemdeki bir diğer madde ise silah meselesiydi. Türkiye tehdidi karşısında Bakû’nün Cengelilere silah desteği sunması imkânsızdı. Ayrıca Eğikyan, Cengelilerin adımlarını boşa düşürmek için elinden geleni yapıyordu.

Eğikyan’ın hatıratında aktardığı kadarıyla, Enzeli Komitesi lideri Çelyabin hışımla toplantı odasına daldı ve Cengelileri Türklerle işbirliği yapmakla suçladı.[20] Oysa aynı Eğikyan, Tahran’daki İngiliz bakanına yazdığı, hizmetleri karşılığında para istediği mektubunda, Bolşevikleri Cengelilerle karşı karşıya getiren dolapların arkasında kendisinin olduğunu söylüyordu.[21]

O dönemde Bakû’de olan, Eğikyan’ın iddialarını doğrulayan Ranald MacDonell, Tahran’a gönderdiği raporda, “Bay Eğikyan’ın Bakû’deki çalışmalarıyla ilgili söylediklerinin tümüyle doğru olduğunu teyit ederim. Bakû’deyken bana epey yardımı oldu. İngiliz hükümetine hizmet konusunda elinden gelenin en iyisini yaptı” diyordu.[22]

Eğikyan’ın aktarımlarının biraz abartılı olduğu açık. Esasında Cengelilerin Bolşeviklerle ilişkileri ciddi bir yara almadı. Hatta aralarında tesis edilen işbirliği, iki tarafın bir anlaşma imzalama sürecine girdiğine dair dedikoduların işitilmesine neden oldu.[23]

Yakınlarda keşfedilmiş belgelerin de gösterdiği üzere Cengelilerle Bolşevikler, Mart 1918’de ortak bir devrimci faaliyet içerisindelerdi. Sonrasında Cengeliler, güneye doğru ilerlemek, Tahran’ı almak için adım attıklarında, bu girişimleri Bolşeviklerce desteklenmiş, hatta Bolşevik güçleri bu çalışmaya katkı sunmuştu. Bu yürüyüş esnasında Bolşevikler, Cengelilere bin kadar Kızıl Muhafız askeri vermeyi vaat ettiler. Bugün Enzeli’deki Bolşeviklerin Hamedan’a kadar uzanan bir alanda otorite tesis ettiklerini biliyoruz.[24]

Hatta Cengeliler, Enver Paşa gibi önemli şahsiyetlerin çağrılarına rağmen, o dönemde Bakû kuşatması sırasında Türklerle işbirliğine gitmediler, Gilan’a gelen Türk askerlerine katılmadılar.[25]

Aynı günlerde İranlı komünistlere rehberlik ve liderlik eden fikir adamı Esadullah Gaffarzade Reşt’e geldi ve burada katledildi. Yazılanlara göre Gaffarzade’nin amacı, Bakû ile Reşt arasında temas kurulmasını sağlamaktı.

Özensiz bir çalışma olsa da hakikate dair birkaç kırıntıyı içeren kısa hatıratında Cafer Pişevari, “Bakû’deki Sovyet hükümetinin Cengelilere vaatlerine sadık kalacağına, gerektiğinde onlara yardım ve silah temin edeceğine dair güvence vermek zorunda” olduğunu söylüyor.[26] Bu ilişkilerin tesis edildiği durumu izah etmeyen Pişevari, Cengelilerin Dunsterville ve Biçerahov birliklerine karşı pozisyon aldıkları Mayıs-Haziran 1918’deki politik krize atıfta bulunduğunu söylüyor.



Gaffarzade’nin Reşt’te öldürülmesi, sonrasında önemli tartışmalara yol açtı. Bir aktarıma göre katiller, ondan şahsen nefret eden düşmanlarıydı ve kendisini ta Bakû’den beri takip etmişlerdi.[27] Pişevari de benzer bir hikâye anlatıyor ama o, suikastı politik bir olgu olarak aktarıyor.[28] İran komünist hareketinin sol kanadında öne çıkan bir isim olan Pişevari’nin söyleyemediğini İrandust (Vladimir Osetrov) 1926 tarihli yazısında söylüyor: yazıya göre Gaffarzade, Gilan’a devrimci fikirleri yaymak ve partinin şubelerini açmak için gitmiş ama “milliyetçi eğilimleri olan Cengelilerce, başında Küçük Han’ın bulunduğu hareket eliyle katledilmiş”.[29]

İrandust, yirmilerde İran’daki gelişmeleri yorumlayan önemli bir yorumcuydu. O günlerde kendisini yeni İran şahı ilan edip tahta geçen Rıza Han’ın gönlünü hoş tutmanın derdindeydi. Rıza Han, 1921’de İngiliz yanlısı bir darbe yaparak başa geçti ve kısa süre sonra Gilan Cumhuriyeti’ni yıktı. İlerleyen süreçte İrandust, Sovyetler’in gözünde İran’ın milli kurtuluş hareketinin lideri olarak kendisine yer bulmuş olan Küçük Han’ın yerine Rıza Han’ın geçmesini sağladı. 1925’te Rıza Han taç giydiğinde İrandust, Pravda gazetesinde ona destek veren bir yazı yazdı.[30]

Ama bugün artık elimizde T. A. İbrahimov’un Gaffarzade’nin Gilan yolculuğunu Sovyet arşivlerinden alınan belgeler ışığında yaptığı değerlendirmesi var. Bu belgelere göre, Bolşeviklerle Cengeliler arasında temas kurmanın yanında Gaffarzade, Gilan’da komünist örgütler kurma görevini üstlenmiş. Bu amaç doğrultusunda Gaffarzade’ye deneyimli bir dizi parti emekçisi eşlik ediyormuş. Ama bu isimlerin bazıları, Astara sınırından geri dönmek zorunda kalmış. Ardından Gaffarzade, yanındaki iki yoldaşıyla birlikte Reşt’e gitmiş. İbrahimov’un çalışmasında Cengelilerin Gaffarzade suikastıyla bağını ortaya koyan herhangi bir delile rastlanmıyor.[31]

Bu açıdan, Adalet Partisi’nin İran’da örgüt kuramamasının suçunu Cengelilere yükleyemeyiz. İrandust’un ifadesini politik durum bağlamında ve Cengelilerin Bolşeviklerle ilişkileri, onlara yönelik yaklaşımları üzerinden değerlendirecek olursak, Cengelilere yöneltilen suçlamaların saçma olduğu daha net görülecektir. İleride göreceğimiz üzere, Cengeliler Gilan’da komünist hücrelerin kurulmasını teşvik etmiş, onlarla sıkı bir ilişki içerisinde çalışmışlardır.

Burada bir de Sovyetler’in İran’a gönderdiği ilk diplomatı N. Z. Bravin konusunda birkaç şey söyleniyor. Cengelilerle temas kuran Bravin, onların rolünü Enzeli ve Bakû’deki Bolşeviklerden farklı ele alıyor. Kendisini öncelikle Rusya’nın başkentinde faaliyet yürüten Bolşevik hükümetin temsilcisi olarak gören Brevin, politik gelişmeleri daha geniş bir bağlamda ele alıyor. Sovyet hükümetine sadakatle bağlı olan Brevin, Bakû’deki durumu yanlış değerlendirdiği için bu şehrin siyasetine pek saygı duymuyor. Zaten Bakû’nün siyasetiyle Sovyet hükümetinin arzuları örtüşen şeyler değildi. Bu sebeple, iki taraftan birine bağlı kalanların kendi aralarında bir uzlaşma sağlamaları imkânsızdı. Üstelik Bolşevikler, Moskova ve Petrograd’ın siyasetiyle uyumlu hareket etmiyor, devrimci politikanın temel ilkelerini benimseyen şehirlerde görüldüğü üzere, arada bazen çatışmalara tanık olunuyordu.

Bizi bu noktada sadece Bravin’in 1918 başında İran’daki devrimci durum bağlamında yürüttüğü çalışmalar ve Cengelilerle kurduğu ilişki ilgilendiriyor. Bravin, 1918 yılının Ocak ayından Temmuz ayına dek Tahran’da kaldı. Bu ilk Bolşevik diplomatının sadece diplomat olarak hareket ettiğini söyleyemeyiz. Süreç içerisinde Bravin, Sovyet hükümetinin İran’ı tanımasında, iki ülke arasında kurulacak diplomatik ilişkilerde, aynı zamanda Sovyetler-İran arasında anlaşma imza edilmesinde önemli bir rol oynadı. Bu noktada, onun Tahran’daki faaliyetlerinin detaylarına yakından baktığımızda, karşımıza daha karmaşık bir manzara çıkıyor.

Bravin, İran’daki devrimci faaliyetleri ciddiye almayan bir isim değildi. Hatta kendisini devrimci mücadelenin önemli bir parçası olarak görüyordu. Kısa süre Tahran’da kalan Bravin, Sovyet hükümetine sunduğu raporda, İran’da devrimin gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor, hükümetten devrimin yapılabilmesi için daha fazla para ve kaynak temin etmesini istiyordu.[32]

Bu dönemde Cengeli ajanları, Tahran’da gizli komiteler kuruyor, sempatizanları örgütlüyor, politik iktidarı almak için hazırlıklar yürütüyorlardı. Cengelilerin Gilan’daki liderlerine gönderdikleri raporlarda Bravin, “işini gayet iyi yapan biri” olarak anılıyordu.[33]

Tahran’daki bir Cengeli ajanı, raporunda “Bravin bizim için çok çalışıyor” diyordu.[34] Bravin ise Sovyet hükümetine gönderdiği, Cengelilerle ilgili raporunda gönüllüler ve silahlar gönderilmesini talep ediyordu.[35] Bravin’in Cengeli hareketinin İran’daki en önemli devrimci güç olarak gördüğüne hiç şüphe yok.

Sonrasında, Mayıs ve Haziran 1918’de Mencil’de bulunan Cengeli gücü, Dunsterville ile Biçerahov’un askerleriyle çatışmaya girince Bravin, Bolşevik karşıtı Rusların eylemlerini kınayan bir açıklama yayınladı. Bu açıklamasıyla Bravin, bir yandan da İran hükümetini yerine devrik Rus hükümetinin temsilcisini getirmemesi konusunda ikna etmeye çalışıyordu.

Açıklamada Biçerahov’un İngilizlerin maaşlı adamı olduğundan, onun İngilizlerin emperyalist planları hesabına çalıştığından bahsediliyordu. Devamında Bravin, Sovyet hükümetinin İran’da İngilizlerle işbirliği yapan, yoldan çıkmış Ruslarla bir ilişkisinin olamayacağını söylüyordu.[36]

Bu açıklama haricinde Bravin, Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin’e bir telgraf çekti:

“[…] 12 Haziran günü İngiliz birliğinin Reşt ve Enzeli’ye ilerlemesine katkıda bulunan Biçerahov’un askerleri, İran’ın özgürlüğünü savunan devrimci lider Mirza Küçük Han’ın milisleriyle burun buruna geldi. Çatışmaya dair değerlendirmesinde İngiliz diplomatı, Biçerahov’un askerlerinin müttefikleri olduklarını açıktan dile getiriyordu. Bu durumu protesto eden bir açıklama yayınlayarak, Rusya’nın İran’ın toprak bütünlüğüne saygı duyduğunu, İran topraklarında hiçbir askeri operasyon gerçekleştirmeyeceğine dair söz verdiğini söyledim. Biçerahov’un askerleri, İngilizlerin müttefiki değil ama İran’ın özgürlüğünü savunanların azılı düşmanı, nefret edilmesi gereken İngiliz uşaklarıdır.”[37]

Bravin’in Cengelilere sunduğu destek, bir yandan da onun Enzeli’deki Bolşeviklerle çatışma içine girmesine neden oldu. Görebildiğimiz kadarıyla, Bakû’deki politik durum konusunda yeterince bilgi sahibi olamayan Bravin, Enzeli Bolşevik Komitesi’nin yaklaşımını anlamaktan uzaktı. Bolşeviklerin zayıf konumda bulunduğu Bakû’deki siyasetin Cengelilerin devrimci planlarıyla çeliştiğini göremeyen Bravin, Enzeli’deki Bolşeviklerin Cengelilere yönelik tavrı da idrak edemiyordu.

Bravin’in Enzeli’deki Bolşeviklerle ilişkisi, her daim kopukluklarla ve yanlış anlamalarla maluldü. Tahran’a ilk gidişinde Tahran’daki hükümetin tanıdığı Bolşevik karşıtı Rusları tehdit etmek amacıyla, Bolşevik Komitesi’nin sahip olduğu güçten istifade etmeye çalıştı. Komite de bu süreçte Bravin’e destek veren açıklamalar yaptı, Rus elçiliğindeki görevlileri tehdit etti.[38]

Özünde Cengelilerle Bolşevikler arasında kurulan dostluk ilişkisi, Bakû’deki politik durum sebebiyle devrimci bir ittifaka dönüşemedi. Zaman geçtikçe bu ilişki kopmadı ama Cengeliler umutlarını süreç içerisinde yitirdiler, Enzeli’deki Bolşevikler önemlerini belli ölçüde yitirdiler. Cengeli-Bolşevik ittifakının işlemediği, zamanla görüldü. Bunun neticesinde Bravin, Enzeli’deki Bolşeviklere dair inancını ve umudunu yitirdi. Yaşadığı hayal kırıklığı ve hoşnutsuzluk üzerinden Bravin, Mayıs 1918’de tümüyle Enzeli’deki Bolşeviklerin karşısına geçti.

Bu gelişmelerin Bolşeviklerin icra komitesiyle ilişkisiyle bir alakası olmalı. Ancak bu, yeterince ele alınan bir konu değil. İngiltere Savaş Bakanlığı kayıtlarında yer alan, Rusya’nın Tahran’daki elçisi von Etter’in Londra’daki elçiye yazdığı mektup, bize Mayıs 1918’de Bolşeviklerle icra komitesinin birleştiğini söylüyor. Ama bu birleşmenin niteliği ortaya konulmuyor. Bu gelişmeyi haber veren Etter’in ifadelerinde ne bir üzüntüye ne de neşeye yer var. Dolayısıyla, bu birleşmenin hangi tarafın lehine gerçekleştiğini öğrenemiyoruz. Bildiğimiz kadarıyla Bolşevikler, icra komitesinin faaliyetlerine son veriyor, onun istenmeyen vasıflar kazandığını düşünüyor. Bravin ise yeni Bolşevik rejimini temsil eden tarafla geçici hükümetin kalıntısı olan diğer tarafın birleştiğini düşünüyor. Aynı mektupta Etter, Bravin ile Enzeli’deki Bolşevikler arasında kimi farklılıkların açığa çıktığını söylüyor.[39]

İngiliz arşivlerinde bulunan diğer bir belge, Bravin’in Lenin’e yazdığı mektup. Bravin’in Enzeli’deki Bolşeviklerle arasındaki farklılıkları aktaran bu mektubu İngilizlerin Cengeli topraklarına girdiği, Bakû’ye doğru ilerlediği dönemin verili bağlamı içinde ele almak gerekiyor.

Bravin gibi Bakû’deki Bolşevikler de Dunsterville birliklerinin Bakû’ye gitmesini istemiyordu ama Brevin, Bolşeviklerin Biçerahov’a gücünü şehre taşımasına izin verdiğini bilmiyordu. Biçerahov, bu noktada Bolşeviklerden yanaymış gibi yaptı ve onları aynı safta olduklarına ikna etti.[40] Bu sebeple, Enzeli’deki Bolşevikler de aynı tavrı geliştirdiler.

Esasında bu süreçte Bravin, gerçekçi bir değerlendirmede bulunuyordu. Bolşevikler, Bakû’nün savunulmasını istiyor, bu noktada, taktik zemininde Biçerahov’u kente davet ediyorken Bravin, meseleye ideolojik bakıyordu. Tarih, Biçerahov’un Dunsterville’in güvenini bile hak etmeyecek denli gerici bir unsur olduğunu kanıtladı.

Lenin’e yazdığı mektubunda Bravin, kendisinden Enzeli Komitesi ile Rus gücünü dağıtmasını istedi. Lenin’e “her ikisinin de emperyalist İngilizlerin maaşlı elemanları olduğunu, gerçek hedeflerinin Kafkasya’da Bolşevizmle savaşma niyetiyle hareket ettiklerini” söyledi.[42]

Neticede Bravin’in diplomasi ve devrimci ajitasyon konusunda yürüttüğü çalışmalar, İranlıların devrim yapamaması yüzünden, hiçbir sonuç üretmedi. Haziran ayında Bravin, İngilizler ve İran Kazak Tugayı’nı kontrol eden Bolşevik karşıtı Ruslar eliyle yalnızlaştırıldı, mali açıdan iflasa sürüklendi. Kısa bir süre sonra yerini Stepan Şahumyan tarafından Sovyet heyetinin ilk sekreteri olarak atandıktan sonra Tahran’a giden Enzeli Bolşevik Komitesi sekreteri I. O. Kolomitsev’e bıraktı.[43]

Kolomitsev’in yanı sıra Sovyet hükümeti, 1918 sonunda diplomasi alanında yeni bir adım attı ve Babuşkin isimli birini Sovyetler’in Horasan sefiri olarak atadı. Görev yerine geldiğinde Babuşkin, İngilizlerce gözaltına alındı. İngilizler, rehin aldıkları sefir karşılığında Türkistan’da kayıplara karışan İngiliz ajanı Bailey’yi istediler.[44]

Sovyet temsilcilerinin, bilhassa Bravin’in yaptığı yanlışlara İranlıların yanlışları eşlik etti. Bakû sorunu yanında Bolşevik devrimi de İranlılar açısından çelişkili değerlendirmelerle ele alındı. Bolşevik devrimi, İranlıların zihnine iktidarın devrimci yoldan ele geçirilmesi fikrini zerk etti ama aynı zamanda İran sosyal demokrasisinin parçalanma sürecini tamama erdirdi. Bolşevizm, Avrupa sosyal demokrasisini de böldü. İran’daki ayrışma ise istisnai bir gelişmeydi ve tümüyle Bolşeviklerin etkisinin bir sonucu değildi. Sorun, esasında İran sosyal demokrasisinin yerelciliğin ve isyanın el ele ilerlediği Anayasa Devrimi sırasında doğmuş olmasından kaynaklanıyordu.

Parçalı halde, farklı yerelliklerde doğan İran sosyal demokrasisini merkezi hükümetin zayıflığı sebebiyle, zaten dağınık olan İran siyaseti bağlamında ele almak gerekiyor. Anayasa Devrimi sırasında ortada sosyal demokrasiyi tüm İran’ı kucaklayan bir harekete dönüştürebilecek bir güç yoktu. 1909’da kurulan ilk sosyalist parti olarak Demokrat Parti bile ideolojik birliği sınırlı ölçülerde sağlayabilmişti. Örgütün özgürlük alanı ve yerel koşulların önceliği, devrimciler için önemliydi. Sosyal demokratları örgütleme konusunda Demokrat Parti’yle yarışan diğer partilerin işi hiç de kolay değildi.

Sonrasında, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması, İran’ın Rus, İngiliz ve Türk askerlerince işgal edilmesi ile birlikte sosyal demokrasi mücadelesi, milliyetçi kampanyalara teslim edildi. Kuzey İran’da Demokratları Ruslar ezdi, başka yerlerde Demokratlar Osmanlılar eliyle hapse atıldılar ya da sürgüne gönderildiler.

Ayrıca, Türklerin işgaliyle birlikte İran Azerbaycanı’nda etnisiteler arasında çatışmalar yaşandı. Bu da sosyal demokrat faaliyetleri anlamsız kıldı. Güney’de Rus ordusunun Tahran kapılarına dayandığı koşullarda Demokratlar muhafazakârlarla birleştiler, şehri terk ettiler, böylece sınıfsal tabanlarını ve toplumsal desteklerini geride bıraktılar. Neticede Rus ordusuyla savaşan askeri bir güce dönüştüler. Bu birlikler, Türklerin yardımıyla savaştı ama nihayetinde Irak’a çekildi. Burada bir süre Türk ordusuyla aynı kaderi paylaştı, neticede tümüyle dağıldı.

1917’e uzanan süreçte Tahran’a az sayıda devrimci dönebildi. Ancak şehir, devrimci hareketin örgütsel omurgasını teşkil edecek sayıda devrimciye sahip değildi. Milliyetçi ordunun yok olması üzerine sosyal demokrat unsurlar, dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Bu isimler, Berlin’e, İstanbul’a, Moskova’ya, Petrograd’a, Taşkent’e, Aşkabad’a, Tiflis’e ve tabii İran komünizminin doğduğu Bakû’ye yerleştiler. (İran’da kalanlar, Gilan ve İran Azerbaycanı gibi yerlerde yaşamlarını sürdürülenler, diğerlerinden bağımsız olan ama milliyetçiliğin gölgesinde gelişen başka bir hareketi demlediler.)

Esasında bu parçalanmanın dayandığı ideolojik zemin, 1917’de İran komünizminin, bilhassa Bolşevik Devrimi sonrası oluşmasının bir sonucuydu. Şubat Devrimi sonrası kurulan Adalet Partisi, eski sosyal demokrasideki teslimiyetçiliği reddederek öne çıkmıştı ama o da 1917 sonrası süreçte burjuva demokratik devrimi savundu.

Ekim Devrimi sonrası, Rusya’daki devrimci unsurların Adalet Partilileri radikalleştirmesiyle birlikte eski sosyal demokrasi, partinin varlığının temel koşulu haline geldi. Tahranlı radikallerin yokluğu ve sosyal demokrat hareketteki ayrışma sebebiyle İran devrimi başarısız oldu, neticede Bravin’i bu başarısızlığıyla yanılttı. Ayrışmada en radikal unsurlar Bakû’de kaldılar, bunlar, İran’ın iç meseleleriyle pek ilgilenmediler.

İran Sosyal Demokrat İşçi Partisi (Adalet) geri planda faaliyetlerini sürdürdü. Bakû’de, tüm kaynaklarını ve destek kuvvetlerini devreye sokmak zorunda kalan Bolşevikler güçsüzdü. Bu güçsüzlük, Adaletçileri Bolşeviklere verilecek desteği temel ilke olarak görmelerine neden oldu.[45] Neticede Adalet, Gilan’da kalıcı hiçbir örgüt kuramadı. Ama gene de 1918’in ilk yarısında önemli bir imkânla yüzleştiler. O günlerde Bolşevik Komitesi’nin varlığından ve bölgeyi kontrol eden Cengelilerin korumasından istifade eden parti, Gilan’da örgütler kurma şansını yakaladı. Cengelilerdeki halkçılık ve demokratlık, komünistleri kucaklıyordu. Neticede Cengeli hareketi, Bolşevikleri ve komünistleri İngiltere’ye karşı mücadelelerinde müttefik olarak gören antiemperyalist bir güçtü.

Enzeli Bolşevik Komitesi’nin varlığı Bakû Komünü’nün varlığına bağlıydı. 1918 yazında Bakû’deki Bolşevik olmayan güçler, şehrin savunması için İngiliz askerlerini davet etmeye karar verdiler. Bolşevikler, bu karara cevap olarak, Bakû Sovyeti’nden ayrıldılar, bu da komünün çökmesine neden oldu.[46] Ardından, o dönemde Gilan’da konuşlu olan İngiliz askerleri Enzeli Komitesi üyelerini gözaltına aldı ve onları Irak’a sürgün etti.[47] Dunsterville’in tespitine göre (ayrıca İngiliz Savaş Bakanlığı’nın kayıtlarının da teyit ettiği biçimiyle) Çelyabin ile yoldaşlarının Cengelilerle işbirliği içerisinde hareket ettiğine dair elde kimi deliller mevcuttu.[48]

Adalet Partisi Gilan’da yoktu. Ama gene de Cengeli topraklarında komünist hücreler kuruldu. O dönemde komünistlerin veya Bolşeviklerin şahıs olarak bölgede ajitasyon çalışması yürüttüklerini biliyoruz. Aynı günlerde aslen Alman olan Gaug ismindeki bir Rus, İngiliz askerlerince gözaltına alındı ve savaş tutsakları kampına gönderildi. Sonrasında Gaug, Bolşeviklerin gelişinden dört gün sonra, 22 Mayıs 1920 günü Gilan’a Bolşevik heyetinin bir üyesi olarak döndü. İngiliz askeri istihbaratı raporları, bu kişinin önemli bir konumda olduğunu söylüyordu.[49] Gilan Cumhuriyeti’nin ayakta kaldığı süreçte zamanla Bolşeviklerden uzaklaşan Gaug, Küçük Han’ın dostu haline geldi ve Halhal dağlarında birlikte ölene dek onun yanında kaldı.[50]

Bir de elimizde Sovyet yorumcu İrandust’un söyledikleri var. Bu kişiye göre, Gilan’da sovyetin kurulmasını teşvik eden, Enzeli’deki Bolşevik Komitesi’ydi.[51] Oysa Enzeli’den Hamedan’a uzanan hat boyunca kurulmuş olan, “maksimalist askerler”ce yönetilen Rus askeri komiteleri[52] haricinde Gilan’da sovyet olarak tanımlayabileceğimiz bir yapıya rastlanmıyordu. Ama komünist hücreler vardı.

Dunsterville birlikleriyle ilgili istihbarat günlüklerinde denildiğine göre, bölgede devrimci ajitasyon çalışması yürüten, Ruslardan ve Alman kökenli Ruslardan oluşan gizli bir dernek gözaltına alıp sınır dışı edilmişti. Belgede aktarıldığı kadarıyla bu örgüt, Cengelilerle çalışıyor, Olga Zots (Villia), Margot Bauman, Loskaya ve Zenya gibi üyeleri içeriyordu. Zenya, Cengelilere hizmet ederken hayatını kaybetmişti.[53]

Alman Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde yer alan, ünlü İranlı komünist lider Haydar Emmioğlu’nun (Tariverdiyev) yazdığı mektuplar, onun o dönemde Gilan’daki devrimci eylemcilerle bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. Petrograd’daki kardeşi Musa’ya yazdığı mektupta Haydar Emmioğlu, akrabası olan bir kadınla ilgili duygusal ifadelere yer veriyor. Mektup, 1917 başında Lozan’da, Haydar’ın Lenin ve yoldaşlarını Şubat Devrimi öncesi Rusya’ya götüren trenin ardından aynı yolu takip edip bu ülkeye gitmesinden kısa bir süre önce yazılmış. Kadının adı Zenya.[54] Bu kanıt, şüpheleri ortadan kaldıracak cinsten olmasa da Haydar’ın Zenya’sının Gilan’da mektup yazıldıktan 18-19 ay sonra öldürülen kadın olmasının yüksek ihtimal olduğunu ortaya koyuyor.

Haydar’ın devrimci faaliyetleri başlı başına ele alınmayı hak eden bir hikâye. Burada sadece 1919’da Adalet Partisi’nin bir şubesinin bulunduğu Petrograd şehrinde toplanan, farklı milletlerden isimlerin katıldığı bir toplantıda Haydar’ın 1920’de İran Komünist Partisi ile birleşen İran Devrimci Partisi’ni temsil ettiğini söylemekle yetinelim.

Lozan’dan Bakû’ye mektuplar gönderen Haydar, Adalet Partisi’nin kuruluş hazırlıklarına dair bir şeyler işitmese bile Şubat Devrimi’nin gerçekleştiğini kesin olarak biliyordu. Bu sebeple, Rusya’ya Alman pasaportuyla gitmenin yollarını araştırdı. Bu süreçte kardeşleri Musa ve Abbas yanında, Himmet partisinden eski yoldaşı, zamanla milliyetçileşip ünlü Azerbaycan milliyetçi partisi Musavat’ın lideri olan Mehmet Emin Resulzade’ye mektuplar yazdı.

Eski sosyal demokratlarda görülen kaçamaklı yaklaşım üzerinden Haydar, mektuplarında Bakû’deki petrol sahalarına yatırım yapmanın gerekliliği üzerinde duruyordu. Musa’ya yazdığı mektubunda şunları söylüyordu:

“Petrol meselesi, özellikle bizim için çok önemli, bizimki gibi büyük bir ailenin yaşaması için en az iki petrol sahasına ihtiyaç var. Bu konuyu ciddiyetle ele almalıyız. Elimizdeki arazileri kimseye satamayız, kiralayamayız.”[55]

Resulzade’ye de benzer şeyler söylüyor:

“Kiralamak da satmak da bize gelmez. Petrol çıkartma fırsatımız var, bu işi kendimiz yapmalıyız, bu iki buçuk yıl içerisinde hiçbir şey yapılamamış olması ne acı.”[56]

Anayasa Devrimi sırasında sosyal demokratların faaliyetlerini bilenler, Haydar’ın bu ifadelerini, onun Şubat Devrimi’nin yaşandığı dönemde alternatif bir komünist teşkilât kurmak istediğinin delili olarak ele alırlar. Dolayısıyla, iki Zenya’nın bir ve aynı kişi olduğunu söyleyebiliriz. Ekim sonrası dönemde Gilan siyaseti yeni bir unsuru içermektedir.

Haydar Emmioğlu’nun İran Devrimci Partisi, Berlin’de faal olan Demokrat Parti’nin sol kanadından arta kalanlarla (Takizade grubuyla) birlikte kuruldu. Demokrat Parti’yle kurulan temas ve Jöntürklerin sürece katılımı ile birlikte parti, faaliyet alanını İstanbul’a doğru genişletti. Bu şehirde 1919 başlarında Gilan’la temas kurmaya başlayan parti temsilcileri, politik komiteler oluşturdular.[57]

Tahran’da devrimcilerin politik faaliyetleri konusunda elimizde yeterince delil yok. Bravin’in mektubunu Lenin’e götürürken Bakû’de gözaltına alınan Avusturyalı askeri ajan Von Tischolds dışında pek bir şey bilmiyoruz. İngiliz arşivinde yer alan evrakı içerisinde Tahran’daki Bolşeviklerin yazdığı bir açık mektup da bulunuyor. Buradan Tischolds’un özel bir görevle, Mazandaran ve Türkistan üzerinden Moskova’ya gittiğini, tüm Bolşevik komitelerinden kendisine yardım etmesini istediğini öğreniyoruz.[58] Büyük ihtimal bu Bolşevikler İranlıydı, çünkü Sovyet temsilcisi olarak Bravin, bunlar Rus olsaydı, ayrıca bir tavsiyede bulunma ihtiyacı duymazdı.

Elimizde ayrıca Tahran’daki sosyalist devrimci komitesine dair belgeler de var. İngiliz belgelerine göre bu komite propaganda çalışması yürütüyormuş.[59]

Bakû Komünü’nün çöküşü ve Enzeli Bolşevik Komitesi’nin tasfiyesiyle birlikte Gilan’da, esas olarak tüm İran’da komünist faaliyet, 12 ay sürecek bir çöküş sürecine girdi. Cengelilere hizmet eden tek tek Bolşevikler çalışmalarına devam ettiler, lakin Cengeli hareketi de “Bakû’de Bolşeviklerin iktidarı kaybetmesi neticesinde aynı akıbetle yüzleşti.”[60]

Tahran’da Kolomitsev çalışmalarını ümitsizce sürdürdü, Babuşkin, Sovyet sefiri olarak, Horasan’da faaliyetlerine devam etti. Kolomitsev’in çalışmaları, sonrasında İran’daki Bolşevik karşıtlarının ve İngilizlerin öfkelenmesine neden oldu. Kolomitsev’in yaptığı açıklamayla Rusya’da kurulmuş olan karşı-devrimci Ufa hükümetini eleştirmesi bardağı taşırdı.[61]

Sonrasında, 3 Kasım 1918 günü Sovyet elçiliği basıldı, Kolomitsev haricinde herkes gözaltına alınıp Irak’a sürgün edildi. Bu operasyonda İngiliz güçlerine İran Kazak Tugayı eşlik etti.[62] Ardından Kolomitsev, Rusya’ya dönmek zorunda kaldı. 1919 yazına dek İran, Bolşevik faaliyetlerine ev sahipliği yapamadı. Tüm İran genelinde Bolşevik faaliyetinin en yoğun yaşandığı yer, Gilan’dı.

Azerbaycan’ın Lenkeran kentinde politik hücre kurulunca Bolşeviklerin faaliyetleri yeniden başladı. Bu komünist grubu Mirza Küçük Han’la temasa geçti. Ona sundukları mesajın ne olduğu hâlâ bilinmiyor, ama genel kanıya göre, Lenkeranlı devrimcilerden mektup aldıktan hemen sonra Küçük Han, onlarla bir araya gelip devrimle alakalı meseleleri tartıştı. Ama artık Cengeli lideri, Bolşeviklerin belirlediği hedefe ulaşmıştı.[61]

Bu dönemde Transkafkasya’da önemli değişiklikler yaşandı. En önemlisi de merkezileşme fikrinden yana olan komünist güçlerin yeniden örgütlenmesiydi. Bu dönemde Adalet Partisi liderleri, Himmet’in kontrolündeydi. Bu, komünistleri Mart 1919’da Bakû’de bir araya getiren gizli konferansın bir neticesiydi. Adaletçiler, sonrasında hükmünü yitirecek olan yeni bir merkez komitesi seçtiler. Politik güç, beş kişilik bir gruba teslim edildi. Grup, merkez komitesi üyelerinden oluşuyordu ve zamanla “Dış Büro” adını aldı. Bu Dış Büro’nun başında Himmet’in önde gelen liderlerinden Dadaş Bünyatzade bulunuyordu. Bu sayede Adalet Partisi tümüyle Himmet’e tabi kılındı.

Ama aynı zamanda bu Dış Büro’nun kurulması, İran konusunda yeni bir yönelimin açığa çıktığını ortaya koyuyordu.[64] Büroya Rusya’daki partiyi yönetme görevi verildi. Bu görevin verilmesiyle birlikte, aslında Adalet’in faaliyet yürütmesi gereken yerin İran olduğu söyleniyordu.

Bu dönemde Sovyetler’in tüm diplomatik çabaları sonuçsuz kaldı. İlk iki temsilci, Bravin ve Kolomitsev, tüm gayretlerine karşın, İran hükümetiyle Sovyet hükümeti arasında ilişki kurulmasını sağlayamadı.

İran’da asıl mücadele, Bolşevik karşıtı Ruslarla işbirliği içerisinde olan İngilizlerle Sovyetler arasında cereyan etmekteydi. Temmuz 1919’da Kolomitsev, İran’a giderken suikasta uğradı, kısa bir süre sonra İran başbakanı Vussukü’d Devlet, İngiliz hükümetiyle Ağustos 1919 tarihli, halkta hiçbir karşılığı olmayan anlaşmayı imzaladı. Tam da bu düzlemde Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin, en doğrusunun İran hükümetini tanımamak olduğunu düşündü, hatta 28 Ağustos 1919 günü yaptığı açıklamada, Sovyetler’in İran’a çıkartma yapabileceği imasında bulundu.

Sovyetler’in diplomatik çabalarına bir yandan da 1918’den başlayan, özellikle 1919’da hararetlenen bir tartışma eşlik etti. Bu tartışma, Doğu’da devrimin niteliği ve bu devrimin dünya devrimiyle ilişkisiyle alakalıydı. Bu bağlam dâhilinde, Bolşevik devrimine bağlı olup Cengeli hareketini “halkçı-milliyetçi” bir hareket olarak tarif eden kimi Doğulu isimler, bu hareketin Bolşevik desteğini hak ettiğini düşünüyorlardı. Himmet partisinin önde gelen liderlerinden S. M. Efendiyev, Bolşevik liderlerden İran’daki devrimci dalgaya dikkat kesilmelerini istedi. Efendiyev, övgülerle bezeli Küçük Han değerlendirmesinde, onun arkasındaki kitle desteğinin giderek büyüyeceğini söylüyordu. Ona göre Cengeliler, Doğu devriminin öncüsüydü ve hareket, sosyalizme oldukça yakın bir hareket olarak görülmeliydi.[65]

Bu sebeple, Küçük Han görüşme sonrası çok beklemeden Bolşeviklerle temas kurdu. 1919 yılının Temmuz ayının sonunda veya Ağustos başında Gilan’a Stepan Afonyan isminde bir Bolşevik geldi. Yanında getirdiği iki önemli belge, Bolşeviklerin Cengeli hareketiyle ilgilendiğini, aynı zamanda Adalet Partisi’nin Gilan’da örgütlenmeye hevesli olduğunu ortaya koyuyordu. Bu belgeler, ikna edici, şüpheleri dağıtıcı nitelikleriyle, komünistlerle Cengeliler arasında herhangi bir çatışma olmadığını ispatlıyorlardı. İlk belge, Lenkeranlı devrimcilerin Küçük Han’a hitaben kaleme aldıkları mektuptu. Mektup, şu tür ifadeleri içermekteydi:

“Bizi Lenkeran’daki komünistler görevlendirdiler. Bakû’ye özel bir görev için gönderildik. Lenkeran’a geri döneceğiz, bu yüzden sizin yanınıza gelemedik. Bizim yerimize tüm gerekli konuşmaları yapabileceğimiz dostumuz Afonyan’ı gönderiyoruz. Bakû’deki işleri yoluna koyup Lenkeran’a döneceğiz, en kısa sürede Enzeli’ye gelip sizi ziyaret edeceğiz. Dostumuz, tüm fikirlerimizi size aktaracak. Bir araya geleceğimiz güne kadar sizi dostane duygularımızla selamlıyoruz.”

“Sovyet iktidarı, özgürlüğün, hakikatin ve eşitliğin yol göstericisidir.” [Kızıl Doğu propaganda treni, 1920]

Afonyan’ın yanında, İranlı komünistlerden aldığı ilginç bir belge bulunuyordu. Belgenin sol tarafında “İran İşçilerinin Komünist Partisi, Adalet, Sayı. 293, 17 Temmuz 1919, Bakû Komitesi” yazılıydı. Altında ise şu ibareye yer verilmişti:

“İmza ve mührümüzün de gösterdiği üzere, bu İran Komünist Partisi’ni (Adalet) İran’da örgütleme görevi, bizzat bu partinin belirlediği Stepan Afonyan’a verilmiştir.”

Belgeyi başkan olarak Ahundzade, sekreter olarak N. Turani imzalamıştı.[66] 1918’de Adalet’e katılan Ahundzade, sonrasında epey ünlü bir komünist haline geldi. 1919’da Adalet, onun liderliğinde Lenkeran şehrinde küçük bir hücre kurdu. Ama Ahundzade, Adalet Partisi’nin lideri değildi.[67]

Afonyan’ın Gilan’da İran Komünist Partisi’ni örgütleme çalışmaları konusunda pek fazla şey bilinmiyor. Elimizde sadece onun faaliyetlerinin anlatıldığı, Gönüllü Ordusu temsilcisine imzasız iletilmiş bir mektup var. Mektubun başında Afonyan’ın Enzeli’deki bir tarak gemisinde kılavuz olarak çalıştığından, liman kenti Kazyan’da makine üretimi için bir atölye açtığından bahsediliyor. Mektubun yazarı devamında, Afyonyan’ın “Küçük Han’la ve Bakû’deki işçi komitesiyle ilişkili olduğunu” söylüyor. Bolşevik ajitasyon çalışmaları için bu komiteden para alıyor. Birçok kişiye Küçük Han’ın hizmetinde eğitimci olarak çalışması tavsiyesinde bulunuyor, 120 kişinin bu görevi üstlendiğini söylüyor. Mektuba göre Afonyan, Gilan, Bakû ve Tiflis arasında bağ kuran kişi. Mektubun yazarı, sık sık işçi komitesinin toplantı yaptığı kulübe uğrayan Afonyan konusunda şu soruları soruyor:

“Akşamları neden farklı teknelerde saklanıyor? Komiteden ne kadar para aldı ve bu para kendisine niçin verildi? Hiç birilerine Küçük Han’ın hizmetine girmesini söyledi mi? Hiç birilerinden Bolşevik ajanı olmasını istedi mi? […] Eylül ayında Enzeli’den Bakû’ye niye gitti, Samuel ismiyle Tiflis’e gitme iznini niye aldı, yirmi gün sonra niye döndü? O Eylül ayında farklı teknelerde saklandı mı? [...] Tüm işlerini aşırı bir dikkat ve zekâyla yürütüyor, gerçek işlerini yaparken onu yakalamak güç. Bu işlerinde kendisine eşi Belagaya yardım ediyor. Kadın, ilişkide olduğu az sayıda İranlıdan aldığı bilgileri Bakû’deki eşine iletiyor. Kanaatimce atölyede çalışmakta olan Varanof da Afonyan’ın suç ortağı.”[68]

Muhtemelen Afonyan, bu mektubun ele geçirilmesi sebebiyle İngilizlerin eline geçti. Ama Afonyan, Gilan’daki tek Bolşevik ajanı değildi. Süreç içerisinde Kızıl Ordu’nun elde ettiği zaferler, Gilan’daki durumu iyice kırılganlaştırıp ve huzursuzluğu hâkim kıldı. Bölgede Bolşeviklerce yürütülen faaliyetler, Haziran 1919’da iyice yoğunlaştı. Bunun üzerine İngilizler, 1918’de yürürlüğe koydukları sıkıyönetimin kapsamını genişletmeye karar verdiler.

Kasım 1919’da İngiliz bakan Percy Cox, Curzon’a yazdığı mektupta Gilan’daki durumun hiç de tatmin edici olmadığını söylüyordu. Raporunda Cox, dışişlerini Cengeli hareketinin Bakû’deki Bolşevik ve Türk unsurlarıyla ayaklanma tertiplediği konusunda uyardı.[70]

O dönemde Bolşeviklerin elçileri de sık sık Gilan’a ziyaretler düzenliyorlardı. Bu ziyaretlerin belki de en önemlisi, Şubat 1920 sonunda Bakû’den gelen Muharrem Ağayev’in gerçekleştirdiği ziyaretti. Ağayev, Adalet Partisi’ne üye ünlü Ağayev kardeşlerden biriydi. Komünist örgütlere liderlik etsin diye İran’a gönderilen Ağayev, Astara’da gözaltına alındı.[71] İngiliz Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde yer alan bir dizi belge, Gilan’daki Bolşevik faaliyetlerinin yoğunlaştığından bahsediyor.

Bu dönemde Bolşeviklerin Gilan’a gelmesinde şaşılacak bir yan yoktu. Bolşeviklerin Gilan’a gelmeleri gayet doğal bir gelişmeydi, zira burada önemli bir müttefike sahiplerdi. 1915’ten itibaren radikalleşen Cengeli hareketi, kurulduğu günden beri Bolşeviklerle işbirliği içerisindeydi. Cengelilerin Anayasa Devrimi sırasında radikal bir toplumsal hareket oluşturmasıyla birlikte Bolşevikler ilişkilerini daha da yoğunlaştırdılar. Bu hikâye, hareketin sol kanadın pratik radikalizmi sebebiyle oluşmuş meseleler üzerinden bölündüğü 1919’da daha da ilginç bir hal aldı.

Hareketin sağ kanadı koptu, İran ve İngiliz güçlerine teslim oldu. Geride kalanlar, o öfkenin ve kafa karışıklığının tanımladığı süreçte, hareketin önüne farklı seçenekler sundular. Neticede solcu Cengeliler, Bolşevik programını benimsediler. Hatta daha da ileri giderek, 1919 yılının başlarında Bolşevik Komitesi meydana getirdiler.[72] Küçük Han gibi isimlerse bu Bolşevik programına onay vermediler. Ama Küçük Han dâhil tüm sol kanat, Sosyalist Komite bayrağı altında birleşti.[73] Böylelikle Cengeli Bolşevikler, hareketin lider kadrosu içerisinde önemli bir güç haline geldiler.

Gilan’daki İngiliz ajanlarının eline geçen propaganda metinlerinin İranlı ve Azerbaycanlı Bolşeviklere ait olduklarına hiç şüphe yok. Bu metinlerin birkaçı, bugün hâlâ İngiliz arşivlerinde bulunuyor. İçlerinde Adalet Partisi bildirileri ve Himmet partisine ait yayınlar var. En ilginci, Bolşeviklerin 1919 tarihli programlarının Azerbaycanca hali.

Bu noktada Türkistanlı Bolşeviklerin de Cengelilerle temas kurmaya çalıştıklarını not etmek gerekiyor. Gilan’a ulaşma umuduyla Astarabad’a gelen Bolşevik sayısı 400’ü buluyordu.[74] Esasında Bakû’de Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesinden önce İran’a yönelik Sovyet müdahalesinin ana üssü olarak Türkistan belirlenmişti. Türkistan kaynaklı propaganda metinleri Gilan’a ulaştı.

1919 ve 1920’de Bolşevikler, Batılı işçilerin mücadeleleriyle Doğulu devrimcilerin mücadelelerini birbirine bağlamaya karar verdiler. Bu politikanın simgesi de “Kızıl Doğu” ismini taşıyan trendi. Bu trende görevli personel içerisinde Anayasa Devrimi döneminde faaliyet yürütmüş, deneyimli sosyal demokrat ve komünist hareketin lideri Haydar Han Emmioğlu’nun başını çektiği İranlı grubu da bulunuyordu. “Kızıl Doğu”nun politik sorumlusu ise Lenin’in kişisel elçisi olarak Türkistan’a gönderilmiş olan G. Safarov’du. Türkistan’ı dolaşan tren, Batı’da Rostov’a kadar gitti. Bu tren üzerinden propaganda metinleri, İran’ın kuzey bölgelerine ulaştı.[75]

Bu dönemde Türkistan’dan gelen bir bildiride İranlılara şu söyleniyordu:

“İstibdat karşısında İran milletine bahşedilmiş olan hürriyet, iki hükümet eliyle yok edildi. Bu hükümetlerden biri Çar, diğeri İngiliz hükümeti. İngilizler, bugün hâlâ kurbanlarının yüreklerindeki kanı emmek için büyük bir iştahla çaba sarf ediyor. Yeni Rus hükümeti, 1907’den beri sizin bu zulme karşı sergilediğimiz muhalefeti övgüyle karşılıyor. Hükümet, o cesaretle yaptığınız eylemlerin ve bugünkü fedakârlıklarınızın boşa gitmeyeceği güvencesini veriyor. [...] Tüm dünya, Rusya’yı ve diğer ülkeleri çizmeleri altında ezmeye çalışan düşmana karşı yürüttüğü savaşında Rus hükümetinin her gün ortaya koyduğu çabayı büyük bir dikkatle izliyor.”

Bildiride halkların kardeşliği vurgulandıktan sonra İranlılar, Afganistanlılarla, Hintlilerle ve Türklerle birlikte Bolşeviklere katılıp “o büyük savaşa hazırlanmaya, İngiltere’yi mağlup edecek cepheyi meydana getirmeye” çağrılıyor. Bildirinin sonunda “İran devrimi” selamlanıyor.[76]

1919’da ve 1920 başlarında komünist hareket yanlısı bireylerin faaliyetlerini arttırdığını görüyoruz. Örneğin Ağustos 1919 başlarında Adalet Partisi’nin gazetesi Hürmet, “Tahran’daki parti komitesi”nin bir mektubunu yayınladı. Mektupta komite, halkın kendilerini sıcak karşıladığını söylüyordu.[77]

Eldeki kanıtlar, ayrıca Horasan eyaletinin başkenti Meşhed’de gizli bir komünist örgütün varolduğunu ortaya koyuyor. Görünüşe göre parti, komünistlerden ve eski Demokrat Parti üyelerinden oluşuyordu. Bu hücreler, Türkistan’daki komünistlerin İranlıları örgütleme çabalarını yoğunlaştırdıkları 1919 yılının sonlarında oluşturulmuşlardı.

Haydar Han, Meşhed’deki komünistlerle temas kurdu ve onlara politik eylemlerle ilgili talimatlarını iletti.[78] Fakat Sovyet arşivlerinde araştırma yapan İbrahimov’un yerinde tespitiyle, İran’daki parti şubeleriyle Bakû ve Türkistan’daki merkezi yapı arasında fazla bağ kurulamadı.[79]

1920 yılının başlarında muhtemelen bu şubeler kendiliğinden kurulup gelişmişlerdi. Bu gelişme, merkez komitenin bilinçli müdahalesinin bir sonucu değildi.

İran Azerbaycanı’nda komünist faaliyet daha yoğundu. Bakû’ye yakın oluşu önemli bir avantajdı. Savaş süresince Rus ve Türk ordularının işgaliyle yüzleşmişti. Gilan bağlamında Şubat ve Ekim devrimleri sayesinde bölgedeki politik güçler açığa çıkma ve güçlenme imkânı buldular.

Ruslarla İranlılar arasındaki işbirliğinin zeminini ilkin Şubat Devrimi tesis etti. Bildiğimiz kadarıyla, 1917’de Tebriz’de “Asker ve Yurttaş Sovyeti İcra Komitesi” oluşturuldu. Hatta bu komite, Adalet Partisi’nin yayın organı Bayrak-ı Adalet’e aşağıdaki ifadeleri içeren bir mesaj gönderdi:

“İran ve Rusya halklarının kardeşçe el sıkışıp tüm dünya emekçilerinin beklediği nihai hedefe doğru adımlar atma fırsatı bulacakları o çok beklediğimiz, arzuladığımız an gelip çattı.”[80]

Ekim Devrimi ardından sık sık toplantılar ve gösteriler düzenlendi. Askerler paltolarına kırmızı kurdeleler takınca Rus komutanlar kaçmak zorunda kaldılar.[81] Tebriz’de bulunan Bolşevik askerlere bir süre Saltıkov ismindeki bir bahriyeli liderlik etti.[82] Ayrıca 1917’de Tebriz’de küçük bir grup, ilk komünist hücresini kurdu. Sonrasında bu grup, Bakû’ye Adalet Partisi liderleriyle buluşmaları için birkaç temsilci gönderse de burada gerekli temasları kuramadı.[83] Bu kişiler sosyal demokrattı, ama eski sosyal demokrasiden kopmuşlardı. Bu kopuş, temelde 1917 yılında sosyal demokratların programının yayınlanmasına karşı çıkan Demokrat Partililerin kararına itiraz neticesinde gerçekleşmişti. Demokrat Partililer, o süreçte Teceddüd [“Yenilenme”] ismindeki gazetelerinde bu programın yayınlanmasına karşı çıktılar. Sonrasında, sosyal demokratların lideri Rızazade, politik bir toplantı örgütledikten sonra gözaltına alındı.[84]

Ancak bu eski sosyal demokrasiden kopuş süreci henüz tamamlanmış değildi. Bazıları, iki taraf arasında orta yolcu bir çizgiyi benimsediler. Fakat Kızıl Ordu’nun iç savaşta kazandığı zaferler neticesinde politik durum radikalleşince bu kişiler Bolşeviklerin safına geçtiler.

Ardından, Gilan yanında Azerbaycan’a da elçiler gönderildi. Bu kişiler parti örgütleri kurmakla görevlendirilmişlerdi, fakat önemli bir kısmı tutuklanıp hapse atıldı. İbrahimov’un araştırmalarında bulduğu belgeler, bu dönemde Adalet Partisi’nin Tebriz’e iki heyet gönderdiğini ortaya koyuyor. 1920 başlarında örgütlenen bu hücrelerin sonrasında pek bir başarı elde edemedikleri görülüyor.[85]

Ama bu noktada Sovyet arşivlerinin araştırmacıları yanılttığını, İngiliz arşivlerinin daha faydalı olabileceğini söylemek gerekiyor. 1920’de İngiliz istihbaratının eline geçen, Tebrizli komünistlerin Adalet Partisi merkez komitesine gönderdiği mektuplar, bu şehrin Bolşeviklerin Gilan’a gelmesine dek açığa çıkmamış olan, nispeten büyük bir komünist örgüte ev sahipliği yaptığını ortaya koyuyor. O dönemde Tebriz’deki çalışmaya başında Şeyh Muhammed Hıyabani’nin liderlik ettiği Azerbaycanlı Demokratlar grubu bulunuyor.

Hıyabani, Anayasa Devrimi’nin gerçekleştiği dönemde mecliste vekildi. Babası gibi tüccar olan Hıyabani, Tebriz’de epey takipçisi olan bir mollaydı. Gençliğini Petrovski’de geçirdi. Bu şehirde Kafkas ötesinde oluşan politik ve düşünsel aydınlanmadan beslendi. Anayasa Devrimi’nin bastırılması sonrası yoldaşları ile birlikte 1916’de Demokrat Parti’nin dağılışına, partinin hızla büyümeye başladığı 1918 yılına dek İran Azerbaycanı’nın Rus ve Osmanlı ordularınca işgal edilişine tanıklık etti. Teceddüd isminde gazete çıkartan Hıyabani, İran Azerbaycanı’na hâkim olmak için merkezi hükümetin zayıf yanlarından istifade etmeye çalıştı.[86] Demokrat Parti’den ayrılanlar da bu dönemde Tenkidiyun (“Eleştiri”) ve Tahran’daki başbakanı destekleyen Ammiyun (“Demokratlar”) isminde bir gazete çıkarttı.

Sosyal demokratlar bu süreçte daha radikaldi. Tebriz’deki İngiliz ajanının aktardığına göre bu parti Bolşevik yanlısıydı. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu parti, sonrasında İran ve Rus Bolşeviklerine katıldı. Bolşeviklerin başında 1917’de kurulan “İran-Rus Sovyeti”nin cumhurbaşkanı Timovyev vardı. 14 Nisan 1920 günü Tebriz’den Tiflis’e geçen Timovyev, Sovyet büyükelçisi olarak geri döneceğini söyledi. Timovyev, İngiliz ajanının “terörist” olarak nitelediği birkaç şakirdin ve birkaç İranlı vekilin desteğini arkasına almıştı.[87]

Yukarıda bahsini ettiğimiz, 20 Temmuz 1920 günü ele geçirilen mektuplar, Rus ve İranlı Bolşeviklerin Tebriz’deki faaliyetlerine ışık tutuyor. Mektuplar, Bolşevik temsilcileri yanında Adalet Partisi ajanlarına ait birçok ilginç belgeyi içeriyor.[88] Mektupların biri, Adalet Partisi’nin üst düzey yöneticilerinden biri olduğunu düşündüğümüz Abdullah Sadıkzade tarafından Musevi’ye yazılmış. Mektuptan anladığımız kadarıyla Sadıkzade, Adalet Partisi tarafından Tebrizli komünistlerle temas kurmakla görevlendirilmiş. Sadıkzade mektupta, “Tebriz’e varmadan önce şehirde zaten güçlü bir örgüt vardı” diyor. Devamında şunları söylüyor:

“Tüm masraflarımızı Tebriz’deki Bolşevik komitesi karşılıyor. Bolşevizm adına çalışma yürüten, İngilizler Bolşeviklere karşı gelsin ve onları ezsin diye uğraşan Demokrat Partililerin çalışmalarına rağmen faaliyetlerine devam eden insanlar, çok iyi iş çıkarıyorlar, Kafkasya’da böyle bir sonuç ortaya çıkamazdı. Komite, bu mektubu getirecek kişiyle detaylı bir rapor gönderiyor. Burada yoldaşlar yoğun baskı görüyorlar. Birçok Bolşevik, ya hapiste ya da sınır dışı edildi. Bir kısmımız, Alman konsolosluğuna yakın bir evde sıkışıp kaldık. Bazımız özgür ve çalışmalara devam ediyor. Parti üyeleri, tüm güçlüklere rağmen bir saat gibi gece gündüz çalışıyorlar. Dün Demokratlar partinin matbaasını bastılar, biz de bozuk bir makineyi tamir edip birkaç bildiri yayımladık.”[89]

Sadıkzade’nin mektubu, bir yandan da Tebriz’i fiilen yöneten Demokratların Bolşeviklere yönelik yaklaşımlarına ışık tutuyor. İlginç olan şu ki 1915-1921 döneminde İran’da farklı türde milliyetçi akımlar gelişti. Gilanlılar, Bolşeviklerle işbirliğine giderken, Tebrizliler onlara kati surette karşı çıktı, hatta onları ezmeye çalıştı.[90]

Ele geçirilen diğer bir belge, Tebrizli devrimcilerin İran Komünist Partisi’ne gönderdikleri mektup. Belgenin başına şu not düşülmüş: “Tebriz, İran Bolşevikleri temsilcisi, şube vekili Sayı. 36, 2 Haziran 1920.” Mektubun başında Tebriz’e giden Sadıkzade’ye Biller isminde bir Rus’un eşlik ettiği söyleniyor. Adalet Partisi’nin Biller ve Sadıkzade için hazırladığı referans mektupları 12 Mayıs 1920’ye, yani Bolşeviklerin Enzeli’ye gelmelerinden altı gün öncesine tarihli. İki ajanın geldiği bilgisini veren mektupta şu söyleniyor: “Saygın toplumunuzu örgütleyecek örgütü kurmanız sebebiyle sizi tebrik eder, İran’a gösterdiğiniz ilgi için teşekkürlerimizi sunarız.” Mektup, ayrıca Tebrizlilerle Adaletçiler arasında daha önce hiçbir temas kurulmadığını söylüyor.

“Temsilcilerimizin Bakû’ye üç ay önce gittikleri konusunda sizi bilgilendirmek isterim. Bahsini ettiğiniz temsilcilerinizin geldikleri ana dek sizden herhangi bir talimat gelmemiştir. İran’daki Bolşevik teşkilâtın üyeleri, aşağıda aktardığım onca baskı ve zulme rağmen övgüye değer bir adanmışlıkla önemli faaliyetler yürütmüşlerdir. İngilizlerin yoğun muhalefetine rağmen İran’ın her yerinde, özellikle Azerbaycan eyaletinde Bolşevik politikasının tanıtılması için gerekli zemini hazırladık. Artık bize sadece Bolşevik güçlerinin gelip kitleleri ayaklandıracağı, hükümet binalarını ele geçireceği, onları yoldaşlarımız olarak sizin talimat ve planlarınız uyarınca organize edeceği günü beklemek düşüyor.”[91]

Tebrizli komünistler, yolu açmak için çok çalıştılar ama o Bolşevikler şehre hiç girmediler. Bolşeviklerin geleceğine dair beklentileri öyle yüksekti ki Tebrizli komünistler bölgedeki kabile liderlerini uyaran bildiriler hazırladılar ve onları Bolşeviklerin karşısına dikilmemeleri konusunda uyardılar. Mektuplar, bize bu belgenin bir kopyasını sunuyor:

“İranlı Bolşevikler, Rusyalı Bolşeviklerle ve Türkiyeli Bolşeviklerle birer kardeş gibi kucaklaştılar. Amaçları, Bolşeviklerin kutsal sistemini her yana yaymak. İran’a buranın Bolşeviklerinin izniyle geldiler. Davet edilmelerindeki amaç, İngilizleri İran toprağından atmak, her türden müdahaleci gücü ezmekti. Bu sebeple, size dört bir yandan, İran’ın batı, kuzey ve doğu cephelerinden İngilizlere karşı koymak için milli Bolşevik ordusunun İran topraklarına gireceğini duyururuz. Saygıdeğer hanlara ve bölgenizdeki tüm insanlara Bolşevik ordularına dostlukla ve kardeşçe duygularla yaklaşmaları, onları hoş karşılamaları talimatını vermeniz gerekiyor. İranlı Bolşevikler sayesinde zafere ulaşacaksak, bu kusursuz arkadaşlık ilişkisinin korunması şart. Tebriz, İranlı Bolşeviklerin bölge temsilcisi.”[92]

Biller’ı Tebriz’e gönderen Kızıl Ordu 11. Bölüğü’nün asli görevi Rus Azerbaycanı’nı işgal etmekti. İran Azerbaycanı’nda ikamet edecek bir kişiymiş gibi bölgeye gelen Biller, Bakû’ye Bolşeviklerin İran’a gireceği beklentisini içeren askeri ve politik raporlar gönderiyordu.[93] Tebrizli devrimcilerin Adalet Partisi’ne gönderdikleri raporlar, ayrıca Azerbaycan yanında Gilan, Kazvin ve Tahran’daki ajanların listesini içeriyordu. Devrimciler, aynı zamanda Demokratların “zulmettiği eylemcilerin listesini göndermişlerdi. Her iki liste bir miktar abartılı bilgiler içerse de o kritik günlerde sosyal demokratların Bolşeviklerin safına katılmayı kararlaştırdıklarını, hatta ellerindeki güçleri komünistlerin emrine verdiklerini göstermesi bakımından önemli.”[94]

Toplumsal çelişkinin Gilan kadar keskin olmadığı Tebriz’de komünist örgütlerin daha sağlam bir yapıya sahip olmaları kimilerine şaşırtıcı gelebilir. Bunun sebebi, Tebriz’deki siyasetin özel yanlarında aranmalı. Tebriz, o dönemde komünizmin bağımsız bir güç olarak ortaya çıkmasını gerekli kılan koşullara sahipti. Gilan’dan farklı olarak, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, İran Azerbaycanı’nda politik mücadelenin mevcut tarzını hiç değiştirmedi. Ayrıca bölgedeki siyasetin bileşenlerin ana niteliğinden de önemli bir değişiklik yaşanmadı. Anayasa Devrimi’nde görüldüğü üzere, savaş ve kıtlığa rağmen köylülük politik bir güç haline gelemedi. Demokratlar, toplumsal zemini olmayan saf bir milliyetçilik türü geliştirdiler ve Tebriz’e uç bir radikalizm türünü taşıması muhtemel sosyal demokrasinin hiçbir kolunun varlık imkânı bulmasına izin vermediler. Bu nedenle, kaçınılmaz olarak radikal güçlerin her biri kendisine özel bir örgüt kurmak zorunda kaldı.

Gilan’da ise yeni milliyetçi yükseliş neticesinde oluşan yeni bağlam dâhilinde yeni mücadele yöntemleri benimsendi. İlk başta kent ve kasabalardaki Rus işgali Cengelileri taşrada konuşlanmak zorunda bıraktı. Hareket, bir sınıf meydana getiren köylülüğün şikâyetleri üzerinden örgütlenmeyi bildi. Cengelilerin kentten getirdikleri liberalizme eşlik eden popülizm ve antiemperyalizm, onların farklı politik görüşleri birlikte benimsediklerinin kanıtıydı. Buna ek olarak, Cengelilere Gilan hareketinin öncüsü olma imkânı sunan pratik radikalizm, onun nispeten daha radikal olan eğilimleri soğurmasını, hareket bünyesine katmasını sağladı. Ancak bu radikalizm, salt antiemperyalizmle sınırlı bir şey değildi. O, aynı zamanda hareketin toplumsal yönüyle de bağlantılı bir pratikti. İlgili dönemde İran’da faal olan diğer hareketlerden farklı olarak Cengeliler, Gilan’da bir sınıf mücadelesi de verdiler. İran bağlamında bu sınıf mücadelesi, eksik ve ideolojik açıdan ham olmasına karşın, eşi benzeri görülmemiş biçimde radikaldi. Bu radikalizm sayesinde Gilan, radikal sosyal demokrasi ihtiyacını gerektiği şekliyle karşılamayı bildi. Cengeliler, bu tür bir radikalizme hiçbir şekilde itiraz etmediler. Bazen muhtelif unsurlar, Bakû’deki radikalizmi Gilan’a taşımaya çalışsalar da başarılı olamadılar.

Hareketin toplumsal boyutuna dair inceleme, bu makalenin sınırlarını ve kapsamını aşıyor. Ancak Küçük Han konusunda şunu söylemek mümkün: Küçük Han, Anayasa Devrimi’nden beri sosyal demokrat olan, 1918 sonlarında sosyalizmin ilkelerini temel alan bir cumhuriyeti kurma niyeti olduğunu açıktan dile getiren bir isimdir.[95]

Cengeli hareketinin Bolşevik Devrimi’ne borçlu olduğu, inkâr edilemeyecek bir gerçekliktir. İnkâr etmek şöyle dursun, bu gerçeklik ısrarla vurgulanmalıdır. Öte yandan, Gilan’daki devrimin sahip olduğu milli niteliğinin tarihsel düzlemde meşru olduğu da inkâr edilemeyecek bir gerçekliktir. Bolşevikler bu gerçeği kabul etmiş, Ekim Devrimi’nden itibaren sürekli dile getirmişlerdir.

Gilan’daki hareketi Transkafkasya ve Orta Asya’daki hareketlerle kıyasladığımızda, Bolşeviklerle kurulan ilişkiler açısından Gilan’daki hareketin içsel mantığının farklı olduğu görülür ama bu farklılık, Bolşevizmin reddedildiği anlamına gelmez. Burada asıl mesele, Bolşevizmle kurulan ilişkilerin niteliğiyle ilgilidir. Cengeliler açısından Bolşeviklerle kurulan ilişkinin niteliğini sadece onlardaki milliyetçilik değil, toplumsal radikalizm düzeyi de tayin etmiştir.

Bolşevizmle doğrudan temas halinde olan Cengelilerin daha radikal bir harekete dönüşme ihtimallerinin bulunmadığı, sosyal demokrasiyle onu radikalizm yoluna sokacak komünizm arasında bir köprü kurup kurmadığı halen daha tartışılan sorulardır. Bolşeviklerin İran topraklarına ayak basması sonrası Gilan, bu soruların cevaplarının arandığı bir zemin haline gelmiştir. Eldeki delillerin de gösterdiği üzere Cengeliler, Bolşeviklerle anlaşmaya hazırdırlar. Dolayısıyla, Gilan Cumhuriyeti’nin edindiği deneyim, esasında sadece Cengelilerin Bolşevizme yönelik itirazları değil, kimi komünistlerin makul olmayan aşırı radikal beklentileriyle ilgili bir meseledir.

O toz dumanın içerisinde gelişmiş ham fikirlerin gezindiği bölgeye gelen Bolşevikler, Tebrizli Demokratlarla anlaşma konusunda hayal kırıklığı yaşadılar. Tam da bu kesimden gördükleri itiraz sebebiyle İran Azerbaycanı’na yönelemediler. Buna karşın, Gilanlılar farklı bir tavır geliştirdiler. Bu döneme ait bir belge, Bolşeviklerin kafasının epey karışık olduğunu ortaya koyuyor. Bu mektup, Lenkeran’daki Bolşeviklerce, muhtemelen Bakû’nün Bolşeviklerin eline geçmesiyle Enzeli’ye girişleri arasındaki dönemde, yani 28 Nisan-18 Mayıs 1920 arası bir tarihte yazılmış olmalı.

Mektubun başında Lenkeran işçilerinin ve köylülerinin, Rus askerlerinin ve Sovyet Azerbaycanı’nın “Küçük Han Yoldaş”a selamları iletiliyor. Ardından, İranlı işçi ve köylülerin İngiliz kapitalistlerce sömürüldüğünden bahseden mektup, İngiliz burjuvazisinin İran hükümetini kontrol ettiğini, İran halkını Rus halkı iki buçuk yıldır karşı-devrimcilerle savaşmakla meşgul olduğu, bu sebeple, İranlılara dayanışmacı desteğini sunamadığı gerekçesiyle zincirlediğini söylüyor.

Mektup, barışın ancak İngiliz emperyalizminin Sovyetlerle ve Doğu halklarıyla kurulacak ittifak neticesinde gerçekleşebilecek olan Doğu devrimiyle mağlup edilebileceği üzerinde duruyor. Sovyetler’in iç savaştan zaferle çıkmasıyla birlikte İngiltere’nin barış talep etmek zorunda kaldığını söyleyen mektupta şu ifadeye yer veriliyor: “Fakat bizim tek fikrimiz, tek dileğimiz var, o da Doğu’daki ülkelerin İngiliz burjuvazisinin zulmünden kurtarılmasına dairdir.” İngiltere’nin ancak bu sayede zararsız bir güce dönüştürüleceğini söyleyen mektup, aşağıdaki ifadelerle son buluyor:

“Küçük Han Yoldaş, siz İngiliz idaresine karşı ayaklanmış tek kişisiniz. Ülkenizi İngiliz hırsızlarının elinden kurtarmak için İngiltere’ye savaş ilan ettiniz. Tüm ezilen İran halkı umutla baktığı size hayranlık duyuyor, yabancıların elinden kurtulmak için gerekli yolu sizin bulmanızı istiyor. Azerbaycanlı işçiler ve köylüler olarak size şunu söylüyoruz: ‘İran işçilerinin lideri, biz İran milletinin ilk daveti üzerine size yardım için koşmaya, İngiliz hâkimiyetine son vermeye hazırız. Biz, yardım ve kardeşçe ilişkiler kurmak için elimizi İranlı kardeşlerimize uzatmaya her an hazırız. Samimiyetimizin bir nişanesi olarak size Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin bir madalyasını ve bir tabancayı gönderiyoruz. Küçük Han, umarız ki o maharetli ellerinizle İran’daki son zalimin yüreğini dağlamayı bilirsiniz. Aramızdaki bağ hiçbir zaman kopmamalı, birbirimize her daim yardım etmeliyiz.”

Bu mektubu alan Cengeli temsilcileri, şehirdeki Bolşeviklerle buluşmak için Lenkeran’a gittiler. Bu ziyaretin asıl amacı konusunda birçok hikâye anlatıldı, sayısız yazı yazıldı. Bazıları ziyaretin amacının Bolşeviklerle işbirliği kurmak, bazıları da Bolşeviklerin Gilan’a gelmelerini engellemek olduğunu iddia ettiler.

Neticede Bolşevikler, Gilan’a 18 Mayıs 1920 günü geldiler. Birkaç gün sonra, 5 Haziran akşamı Küçük Han ve yoldaşları, bir süre önce İngiliz ve İranlı güçlerin kovdukları Reşt’e yürüyüşe geçtiler. Köylülerin ve şehir sakinlerinin toplaştığı kent meydanında, Küçük Han, popülizmin omuzlarına binen ağırlığıyla Gilan halkına şunları söyledi:

“Rusya’da ışıl ışıl bir fener yakıldı, bu fener ışığıyla bizim de gözlerimizi aldı, öyle ki ona sırtımızı dönmek zorunda kaldık. O parlak ışığın büyüklüğünü işte o an anladık. Eğer bu fener sönecek olursa İran halkı, onu yakacak ateşten mahrum kalacaktır.”

O günlere hâkim olan dayanışmacı ruha teslim olan Adalet Partililer de bir Kızıl Ordu’nun Küçük Han komutasında örgütlenmesi için harekete geçtiler. Sovyet iktidarını selamlayan Adaletçiler, Küçük Han’ı İran’ın “özgürlük savaşçısı” olarak tarif ettiler.[98]

Cengelilerin İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurmaları ardından Adaletçiler, kongre toplama fırsatını yakaladılar. Kongre, 22 Haziran 1920 günü toplandı. Partinin isminin “İran Komünist Partisi” yapılması ve Bolşevik programının benimsenmesi kararları alındı. Aslında kongre, 1919’da zaten alınmış olan bu kararların onaylanması için formaliteden gerçekleştirilmişti. Buna karşın kongre, partinin İran topraklarında kurulması, farklı kollarının faaliyetlerinin koordine edilmesi, buradan, tüm İran’ı kucaklayan bir hareketin oluşturulması konusunda atılmış ilk adımı temsil ediyordu.

İran Komünist Partisi’nin ilk kongresinin yayımlanmış olan oturumları, bize farklı bölgelerden temsilcilerin kongrede bulunup bulunmadığı konusunda çok fazla şey söylemiyor. Ancak gene de kongrede ülkenin kuzey bölgelerinin ve Tahran’ın temsil edildiğini biliyoruz.[99]

Peyman Deylemi

[Kaynak: “The Bolshevik Revolution and the Genesis of Communism in Iran, 1917–1920”, Central Asian Survey, 1992, Yıl. 11, Sayı. 3, s. 51-82.]

Dipnotlar:
[1] Ja'far Pishevari, Tarikhche-ye Hezb-e Edalat (Tahran: Elm, 1981), s. 28-30.

[2] A.g.e., s. 25-26.

[3] Takizade’nin Petrograd Sovyeti’ne gönderdiği telgraf, 27 Aralık 1917, Politisches Archiv des Auswärtigen Amts, Bonn (bundan sonra “AA” olarak anılacak). Görebildiğimiz kadarıyla Takizade Sovyet hükümetiyle müzakere yürütmeye bile çalışıyor. Bu müzakere sürecine Almanlar aracılık ediyor ama hiçbir sonuca varılmıyor. Bkz.: Movarrekh-od-Dowleh Sepehr, Iran dar Jang-e Bozorg (Tahran: Adib, 1983), s. 470.

[4] Küçük Han’ın Ubeydullah Efendi’ye gönderdiği mektup, 21 Şubat 1918, FO 248/1203, Public Records Office, Londra (bundan sonra “PRO” olarak anılacak).

[5] Pezhman Dailami, “The Bolsheviks and the Jangali Revolutionary Movement, 1915-1920”, Cahiers du Monde russe et soviétique, XXXI (1), Ocak-Mart 1990, s. 44-45. Bu makale, Cengelilerin Bolşeviklerle ilişkisine dair daha detaylı bir analiz sunuyor.

[6] Jangal, Sayı. 17, 24 Kasım 1917 (8 Safer 1335), s. 7.

[7] Jangal, Sayı. 23, 23 Ocak 1918 (10 Rabbitüssani, 1336), s. 1-5; Rapor No. 6, 14 Şubat 1918, FO 248/1203 (PRO).

[8] T. A. Ibrahimov (Taqi Shahin), Peidayesh-e Hezb-e Kommonist-e Iran (Tahran: Gunesh, 1981), s. 137 [Bu “Iran Kommunist Partiasının Yaranması” isimli çalışmanın Farsça çevirisidir (Bakû: Elm, 1963)].

[9] R. G. Suny, The Baku Commune, 1917-1918: Class and Nationality in the Russian Revolution (Princeton: Princeton U.P., 1972), s. 171-214.

[10] Rapor No. 48 ve 52, ilkinin tarihi 17, ikincisinin tarihi 18 Şubat 1918, FO 248/1203 (PRO).

[11] Suny, s. 214-222.

[12] Dunsterforce İstihbarat Bölümü Savaş Günlüğü’nde (Dunsterforce İstihbarat Günlüğü’nde) 9 Ağustos 1918 tarihli kayda bakınız.

[13] A. H. Arslanian, “Dunsterville’s Adventure: a Reappraisal”, International Journal of Middle East Studies, Cilt. 12 (1980), s. 209-210.

[14] B. Nikitin, Khaterat va Safarnameh (2. Baskı, Tahran: Ma'refat, 1976), s. 306.

[15] A.g.e.

[16] Mir Hamid Madani konusunda onun henüz yayımlanmamış olan hatıratına bakılabilir.

[17] Dunsterforce İstihbarat Günlüğü’ndeki 26 Temmuz 1918 tarihli kayıt.

[18] R. MacDonell, “…And Nothing Long” (Londra: Edward Arnold, 1938), s. 205-206.

[19] G. Eghikian, “Sar’anjam-e Saran-e Enqelab-e Roussieh”, Yayına Hz.: B. Dehgan, Showravi va Jonbesh-e Jangal (Tahran: Novin, 1984), s. 415.

[20] A.g.e., s. 417.

[21] Eğikyan’ın Tahran’daki İngiliz bakana gönderdiği mektup, 14 Ekim 1918, FO 248/1212 (PRO).

[22] MacDonell’ın Cox’a yazdığı 2 Kasım 1918 tarihli mektubu, a.g.e.

[23] Kargozar, 31 Mayıs 1918, FO 248/1202 (PRO).

[24] Dunsterville’ın to C.I.G.S.’e mektupları, 26, 27 Şubat ve 7, 15 Mart 1918, Hindistan Kütüphane ve Arşiv Bürosu, Londra (bundan sonra “IOL” olarak anılacak).

[25] Maclaren, deşifre 78, 8/9 Mayıs 1918, FO 248/1212; a.g.e., 21/22 Mayıs 1918; G.O.C. Kuzey İran Gücü’nün Küçük Han’a mektubu, 9 Kasım 1918, FO 248/1203 (PRO).

[26] Pishevari, s. 44.

[27] A. M. Manshur-Garakani, Siasat-e Dowlat-e Showravi dar Iran az 1296 ta 1306 (Tahran: Mazaheri, 1947), s. 54.

[28] Pishevari, s. 44-46.

[29] Irandust, “Klassy i partii sovremennoi Persii”, Mirovoe Khoziaistvo i Mirovoia Politika, Sayı. 2 (1926), s. 85.

[30] Pravda, 15 Aralık 1925. Sovyet tarihçilerinin de İrandust’un üzerinde durduğu hususu ciddiye almamaları gerçekten ilginç.

[31] Ibrahimov, s. 157.

[32] Bravin’in 28 Mart 1918 tarihli telgrafı Wustrow’un 6 Haziran 1918 tarihli raporunda yer alıyor: A24145 (AA); ayrıca bkz.: Werner Ziirrer, Persien zwischen England und Russland 1918-1925, Grossmachteinfliisse und nationaler Wiederaufstieg am Beispiel des Iran (Bern: Peter Lang, 1978), s. 56.

[33] Bkz.: Muhammed Ali Musevi’nin İttihad-ı İslam Komitesi’ne gönderdiği mektup ve Hüseyin’in Küçük Han’a yazdığı mektup, FO 248/1202 (PRO).

[34] Muhammed Ali’nin İttihad-ı İslam’a yazdığı mektup, a.g.e.

[35] Bravin’in 32. dipnotta bahsi edilen telgrafı.

[36] Sepehr, s. 496-497.

[37] Bravinin Çiçerin’e telgrafı, 19 Haziran 1918, FO248/1213 (PRO).

[38] Abdolhossein Mas'ud Ansari, Zendegani-ye Man va Negahi be Tarikh-e Mo'aser-e Iran va Jahan (Tahran: Ebn-e Sina, 1972), Cilt. I, s. 250-251; Sepehr, s. 494.

[39] Von Etter’in Londra’daki “Rus elçisi”ne gönderdiği, sonradan ele geçirilen tarihsiz (muhtemelen Mayıs veya Haziran 1918’de kaleme alınmış) mektubu, WO106/55 (PRO).

[40] Arslanian, s. 206.

[41] Bravin burada “Baratov’un gücü”nden bahsediyor. Burada onun artık Baratov’un komutasında olmayan Rus gücünü kastettiği açık.

[42] 26 Temmuz 1918 tarihli madde, özet no. 21, Dunsterforce İstihbarat Günlüğü.

[43] X. J. Eudin ve R. C. North, Soviet Russia and the East, 1920-1927 (Stanford: California U.P., 1964), s. 94.

[44] Babuşkin’in Meşhed’de gözaltına alınışının hikâyesi, G. Uloth’un annesine yazdığı, Ulusal Ordu Müzesi’nde bulunan, mektuplarını içeren çalışmada yer verilen mektupta anlatılıyor. Bu mektubun daktilo edilmiş halinde tarih yanlışlıkla 27 Mayıs 1918 olarak verilmiş. Babuşkin Meşhed’e Ekim’de gelmiş. Ayrıca bkz.: Balfour (Londra), 9 Ekim 1918; Grey (Meşhed), deşifre no. 264, 28/29 Ekim 1918; Percy Cox’un Etter’e mektubu, 18 Ekim 1918; Grey (Meşhed), 18 Ekim 1918; Malmiss (Meşhed), 26 Ekim 1918; Grey (Meşhed), 28 Ekim 1918, FO248/1213 ve Grey (Meşhed), deşifre no. 81, 19/20 Mart 1919, FO248/1261 (PRO). F. M. Bailey kısa süreliğine ev hapsinde kaldı. Hatıratı için bkz.: Mission to Tashkent (Londra: Jonathan Cape, 1946), s. 69-81.

[45] Solmaz Rostamova-Towhidi, Matbu'at-e Kommonisti-ye Iran dar Mohajerat (dar Salhaye 1917-1932) (n.p.: Ruzname-ye Azarbaijan, 1985), s. 13.

[46] Arslanian, s. 207.

[47] L. C. Dunsterville, Adventures of Dunsterforce (2. Baskı, Londra: Edward Arftoid, 1932), s. 209-210.

[48] Dunsterforce Intelligence Diary, 1-31 Ağustos 1918.

[49] 36. Hint (Karma) Tugayı’nın Savaş Günlükleri’nin 22 Mayıs 1920 tarihli bölümü.

[50] Gaug’un geçmişi konusunda bkz.: G. Eghikian, “Yaddashthaye Gaug”, Yayına Hz.: B. Dehgan, s. 363-364.

[51] Trudy instituta istorii partii pri TsK KP Azerbaidzhana (Bakû, 1967), s. 56, Stephen Blank, “Soviet politics and the Iranian revolution of 1919-1921”, Cahiers du Monde russe et soviétique, XXI (2), 1980, s. 175. Türkçesi: İştiraki.

[52] Marling (Tahran), 17 Aralık 1917, Sayı. 449 (IOL).

[53] Dunsterforce Intelligence Diary, No. 25 ve 26.

[54] Haydar Emmioğlu’nun kardeşi Musa’ya yazdığı mektup (1917 başları), A565917 (AA).

[55] A.g.e.

[56] Haydar Emmioğlu’nun Memmed Ali Resulzade’ye yazdığı mektup, 8 Şubat 1917, a.g.e. (AA).

[57] Hacı Mirza Muhammed Rıza’nın Vussukü’d Devlet’e yazdığı mektup, 15 Mart 1919, FO248/1243 (PRO).

[58] Dunsterforce İstihbarat Günlükleri, 26 Temmuz 1918, özet no. 21.

[59] Norperforce İstihbarat Günlükleri, 6 Eylül 1918’de biten hafta, No. 27.

[60] Dailami, s. 50-51.

[61] Norperforce’un General Baghdad’a yazdığı mektup, Sayı. 257M, 29 Ekim 1918, FO248/1213 (PRO).

[62] Norperforce (Kazvin), deşifre hali, No. 9858, 31 Ekim 1918, a.g.e.

[63] Esma'il Jangali, Qiam-e Jangal (Tahran: Javidan, 1980), s. 133; Ebrahim Fakhraii, Sardar-e Jangal (10. Baskı, Tahran, Javidan, 1983), s. 227-230.

[64] Ibrahimov, s. 153-154.

[65] Zhizn’ Natsional’nostei, Sayı. 20(28), 1 Haziran 1919, Sayı. 30 (38), 10 Ağustos 1919, Sayı. 39 (47), 12 Ekim 1919, Sayı. 2 (59), 11 Ocak 1920.

[66] İngilizce çevirileri şu dosyada: FO248/1244 (PRO).

[67] “Khaterat-e Rafiq Sirus Bahram (Mirza Muhammed Ahundzade)”, Donya, Cilt. IV, Sayı. 1(1973), s. 73.

[68] Mektup 8 Kasım 1919 tarihli. Tüm metin şurada: Dailami, s. 52, 58.

[69] “Political Resht”, 27/28 Haziran 1919, FO248/1260 (PRO).

[70] Aktaran: Mahmud Ketabi, Kucek Han Und die "Uangali Bewegung", Darstellung und Analyse der Persischen Bewegung Gangal (1915-1921), Tez (Heidelberg: 1972), s. 96.

[71] Kazvin Bölüğü’nün Nisan 1920 tarihli raporu.

[72] Eldrid, gizli deşifre, Sayı. 21, 17 Şubat 1919, FO248/1243 ve “Resht Situation Report”, Sayı. 2, Şubat 1919, FO248/1260 (PRO).

[73] “Resht Situation Report”, Sayı. 4, 27 Şubat 1919, FO248/1260 (PRO).

[74] Cox’un Dışişleri’ne yazdığı mektup, 19 Ağustos 1919, FO248/1261 (PRO).

[75] Sharif Ogla, “Poezd Krasnogo Vostoka”, Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 4 (61), 1 Şubat 1920, s. 2; Ali Shamida, Azadliq Qahramani, Haidar Amu-oghlu (Bakû: Yashar, 1972), s. 72; Rahim Re'isnia, Haidar Amu-oghly dar Gozar az Toufanha (Tahran: Donya, 1981), s. 225.

[76] İlanın tam metni: Dailami, s. 53.

[77] Rostamova-Towhidi, s. 37-38.

[78] Ibrahimov, s. 160-161.

[79] A.g.e., s. 160.

[80] Rostamova-Towhidi, s. 27.

[81] Nikitin, s. 244.

[82] A.g.e., s. 238.

[83] Ibrahimov, s. 159.

[84] Ali Azari, Sheikh Mohammad Khiabani (Tahran: Safialishah, 1975), s. 111, 178.

[85] Ibrahimov, s. 158-159.

[86] Mohammad Ali Badamchi, Sharh-e Hal va Eqdamat-e Sheikh Mohammad Khiabani (Berlin: Iranshahr, 1926), s. 23-39; Ahmad Kasravi, Tarikh-e Hijdah Sale-ye Azarbaijan ya Sarnevesht-e Gordon va Daliran (Tahran: Amir Kabir, 1978), Cilt. II, s. 842-850, 858-896; Rahim Re'isnia, Abdolhossein Nahid, Do Mobarez-e Jonbesh-e Mashruteh (Tebriz: Ebn-e Sina, 1970), s. 277-323; Sh. A. Tagieva, “Sheikh Mokhammad Khiabani i natsional' no-osvoboditel'noe dvizhenie v Iranskom Azerbaidzhane v 1917-1920 gg.”, Yayına Hz.: N. A. Nuznetsova, Iran, istoriia i sovremennost' (Moskova: Nauka, 1983), s. 107-120.

[87] “Precis of political situation in Persian Azerbaijan”, FO248/1278 (PRO).

[88] C. J. Edmonds’ın genelkurmaya yazdığı mektup, 36. Hint (Karma) Tugayı, Sayı. B.4/1237, 20 Temmuz 1920, a.g.e.

[89] Sadıkzade’nin Musevi’ye mektubu, a.g.e.

[90] Tebrizli Demokrat Partililerin İranlı komünistleri pratikte ezdiklerine dair birkaç belge için bkz.: FO248/1278 (PRO).

[91] İran Bolşevik Komiserliği’nin Adalet Partisi Merkez Komitesi’ne mektubu, 2 Haziran 1920, a.g.e.

[92] Tebriz Bolşevik Komiseri’nin raporuna ikinci ek, a.g.e.

[93] Biller’ın Taraskin’e mektubu, 28 Mayıs 1920 ve İran Bolşevik Komiserliği’nin Bakû’ye mektubu, a.g.e.

[94] İran Bolşevik Komiserliği… a.g.e.

[95] Jangali, s. 125.

[96] Bu mektubun doğruluğu kesin olan Farsça versiyonu için bkz.: A.g.e., s. 128-132.

[97] Rosta, 13 Haziran 1920.

[98] Baimq-e Edalat, 23 Mayıs 1920.

[99] “Pervyi Sezd Persidskikh Kommunistov Partii “Adaliat”, Kommunisticheskii Internatsional, Sayı. 14 (Kasım 1920), sütun. 2889-2892; Sultanzade, “Ob Iranskoi Kommunisticheskoi Partii”, A.g.e., Sayı. 13 (Eylül 1920), sütun. 2551-2552; Ibrahimov, s. 189-203.