02 Nisan 2023

, ,

Lenin ve Çar’ın Meclisi


August Nimtz’in Lenin’in seçim stratejisi ile ilgili iki ciltlik eseri, devrim öncesi dönemde Rus meclisinde Bolşeviklerin yürüttükleri çalışmaya dair gayet çarpıcı ve detaylı bir değerlendirme sunuyor. Bu hâliyle kitap, Rus Devrimi tarihinin büyüleyici, ama sıklıkla ihmal edilmiş bir kesitine ışık tutuyor.

Mutlakiyetçi devleti sarsan meclisin açılması, 1905 devriminin bir kazanımıydı. 1905’te gerçekleşen ayaklanma, çarı devirmeyi ve Rusya’daki hayatın dayandığı yarı feodal ilişkileri dönüştürmeyi beceremese de devrim, Çar II. Nikola’yı yasama meclisi türünden sınırlı kimi anayasal reformları yapmaya mecbur etti.

Fakat kurulduğu günden itibaren bu devlet meclisi, alabildiğine gayri demokratik bir kurumdu. Tek kişinin tek oy kullandığı bir seçim üzerinden belirlenmeyen mecliste vekiller toplumsal sınıfa göre belirleniyorlardı. Toprak sahipleri, zengin şehirliler, işçiler ve köylüler belirli sayıda temsilci yolluyordu. Vekillerin ağırlıklı bir kısmı zengin kesimden gelmekteydi. Her 2.000 toprak sahibine bir, her 30.000 köylüye bir, her 90.000 işçiye bir vekil düşüyordu. Ayrıca o dönemde Lenin’in başında bulunduğu Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi yasadışı bir örgüttü ve Çar’ın devleti, bu partiyi sürekli baskı altında tutuyordu.

Demokrasinin en berbat karikatürüyle karşı karşıya olan Lenin, seçimlere katılım konusunda Rus radikalleri örgütleme meselesiyle yüzleşti. Çarlık rejimine karşı verilecek mücadelenin terörizm aracılığıyla yürütülmesi gerektiğine inanan Sosyalist Devrimciler gibi örgütlerin yanında, bizzat Lenin’in partisindeki yoldaşları da seçimlere katılma meselesine alaycı bir üslupla yaklaşıyorlardı.

Seçimleri çözüm olarak görmeyen Lenin, seçimlere katılmanın partiye gerçek fırsatlar sunabileceğini gördü. Seçimlerde çevrilen hilelerdi aslında, onları gayri demokrat kılan. 

Her bir toplumsal sınıf, meclise kendi vekillerini gönderdiği için işçi vekillerinin büyük sanayi bölgelerindeki tüm belli başlı fabrikalarda gerçekleştirilecek toplantılarda belirlenmesi gerekiyordu. RSDİP, her bir önemli işyerinde gerçekleşecek kitlesel toplantılarda kendi seçim programını takdim etme imkânını bulabilir, kendi adaylarını Batı Avrupa’daki Marksist partilerin rüyasında bile göremeyeceği bir imkân dâhilinde, her bir işçinin tercihini görerek belirleyebilirdi. Sosyalistler meclise girdiklerinde meclis, politik tartışma sürecinin polis takibi, devletin şiddeti ve Sibirya’ya sürgün tehdidi yüzünden sekteye uğradığı bir toplumda, Marksist fikirler için hayati önemde olan bir kürsünün sosyalistlerin eline geçmesini sağlayabilirdi.

İlk başta Lenin, RSDİP’teki Bolşevik kesimi aday çıkartma konusunda ikna edemedi. Ama çok geçmeden seçimle ilgili tespitini yeniden dillendirme imkânını buldu ve yoldaşlarının aklını çelmeyi bildi. 

İlk meclis, 1906’da, birkaç ay içerisinde ıskartaya çıkartıldı. Koltukların üçte birinden fazlasını ele geçirmiş olan burjuva liberal Kadet Partisi’ne darbe indirmenin yolunu arayan Çar, meclisi feshetti ve eskisine nazaran daha da fazla gayri demokratik olan kurallarla yeni seçimlerin yapılmasını istedi.

Nimtz’in açıklamasına göre, Lenin, Çar’ın ani ve otokratik bir müdahaleyle ilk seçimle belirlenen meclise son vermesinin, Çarlık toplumunun temel yönleri konusunda herkesi bilinçlendiren bir gelişme olduğu düşüncesindeydi. Bu sebeple Lenin, 1915’te Birinci Dünya Savaşı’na karşı ajitasyon faaliyeti yürüttüğü için RSDİP’in meclis grubu yasa dışı ilân edilene dek Bolşevik vekillere bu temel yönleri tekrar tekrar dillendirmesi çağrısında bulundu.

Kapitalist sınıfın ana partisi olan Kadetler, ilk meclisi savunamadılar, sadece kendi gruplarında tumturaklı lafların edildiği konuşmalar yapmakla yetindiler. Lenin ise meclisin kapatılmasının sunduğu iki önemli derse işaret etti:

1. Bu gelişme, Lenin’in Karl Marx’tan ödünç aldığı ifadeyle, “parlamentarist ahmaklığın” (kretinizmin) tehlikeli olduğunu ispatlamaktaydı. Bu ahmaklık, meclislerin devlet gibi gerçek toplumsal güçler üzerindeki kontrolü sebebiyle edindikleri yasal veya anayasal statüleri üzerinden belirli bir güce sahip olduklarına inanmaktaydı.

2. Bu gelişme, Lenin’in Rus burjuva sınıfının on yedinci ve on sekizinci yüzyılda İngiliz ve Fransız burjuva sınıflarının feodalizmi yok edip eski aristokratik egemen sınıfların iktidarını yıktıkları burjuva devrimlerine benzer bir devrime öncülük edemeyeceğine dair tezini doğrulamaktaydı. Liberal kapitalistler ve onların politik kolu olan Kadetler, Rusya’daki politik ve ekonomik gelişim önünde büyük bir engel olarak duruyor olmasına rağmen, Çar ve toprak sahibi asillere karşı gelişen harekete öncülük edemiyorlardı, zira onlar, işçi sınıfının ayaklanma ihtimalinden korkuyorlardı. Bu sebeple, devrimci sınıf rolü kesen burjuvazi yerine Lenin, işçi sınıfının Çarlık rejimini yıkmak için köylülerle ittifak yapmak suretiyle dizginleri eline alması gerektiğini düşünüyordu.

August Nimtz’in Lenin’in Seçim Stratejisi isimli kitabı, köylülerle politik ittifak kurma stratejisinin bir parçası olarak, mecliste RSDİP vekillerinin nasıl bir çalışma yürüttükleri konusunda oldukça etkili görüşler sunuyor. Trudovikler ve Sosyalist Devrimciler gibi köylü partilerinin meclisteki grupları, Rus halkının büyük bir kısmını meydana getiren bu devasa büyüklükteki dağınık sınıfı temsil eden az sayıda örgüt arasında yer alıyorlardı. Bir işçi partisinin köylülükle teması ister istemez sınırlı kalıyordu, bu sebeple Lenin, meclisteki tartışmaları aristokrasiyle mücadelede liberallerin gösterdikleri isteksizliği ifşa etmek için kullandı. Bu tür bir çalışma ile Lenin, ancak işçi sınıfıyla kurulacak bir devrimci ittifakın kendisine toprağın kontrolünü ele geçirme imkânı sunacağı konusunda köylülüğü ikna etmeyi umut ediyordu.

Marx ve Engels’in politik aktörler olarak inşa ettikleri kariyerlerini inceleyen bir önceki çalışması, Marx and Engels: Their Contribution to the Democratic Breakthrough (“Marx ve Engels’in Demokratik Atılıma Katkıları”, -SUNY, 2000) isimli çalışmasını temel alan Nimtz, Lenin’in Rus kapitalist sınıfındaki muhafazakârlığa ve sonuçta ortaya çıkan, feodalizmi yıkmak için işçi-köylü ittifakı ihtiyacına dair değerlendirmesinin Marksizmin iki kurucu babasının çalışmalarından kaynak aldığını ortaya koyuyor. Lenin, Marx ve Engels’in bizzat iştirak ettikleri 1848 Alman Devrimi’nin sunduğu derslerle alakalı olarak kaleme aldıkları özete kalben bağlı bir isimdi. 

1850 tarihli “Komünist Birlik Merkez Komitesi’ne Hitap” isimli yazıda Marx ve Engels, Alman kapitalist sınıfının Almanya’daki küçük krallıklardan oluşan, artık arkaikleşmiş yamalı bohçayı ortadan kaldıramayışı ve modern bir burjuva ulus-devlet inşa edemeyişi üzerinde duruyordu. Aristokrasi, işçi ve köylü hareketinden, ayrıca sokaklarda eylemde olan, halka mensup diğer kesimlerden ürken kapitalist sınıfı, anayasal krallık rejimlerini tesis etmek için eski düzenle işbirliğine gidebilecekleri fikrine ikna etti.

Gelgelelim krallar ve prensler sadece zamana oynuyorlardı. Bu güçler, büyük çoğunluğu profesörlerden ve aydınlardan oluşan meclisin tüm enerjisini yeni yazılan anayasanın detaylarını tartışmaya teksif etmesini sağladılar. Bu “parlamentocu ahmaklık”la birlikte meclisteki vekillerin gücünün kaynağı olan halk hareketi, ortadan kayboldu. Prusya Kralı fırsatını bulunca meclisin otoritesini kabul etmediğini söyledi. Bunun üzerine meclisin temelleri un ufak oldu. Marx ve Engels’e göre bu gelişme, gayet net bir ders sunmaktaydı: devrime liberal kapitalistler değil, işçi sınıfı öncülük etmeliydi. Devrim için işçilerin toplumdaki diğer ezilen kesimler üzerinde hegemonya tesis etmelerini sağlayacak bağımsız bir partiyi örgütlemeleri gerekmekteydi.

Lenin’e göre, Almanya’daki gelişmelerle Rusya’daki gelişmeler arasında kimi çarpıcı benzerlikler mevcuttu. Rus meclisi, 1905’teki kitlesel ayaklanmaların bir ürünüydü. Fakat zamanla bu mücadeleler mevzi kaybetse de liberaller, politik modernizasyonu meclis içi manevralarla gerçekleştirebileceklerine inanıyorlar, bu sebeple, kitlelerin isyan etme ihtimali üzerinde hiç durmuyorlardı. Kadetlerin meclisin kutsallığı ve otoritesine ilişkin vehimlerine karşın eski rejim, her türden anlamlı politik ve ekonomik değişime daha fazla dirençli hâle geldi. 1905-1917 arası dönemde yapılan dört meclis seçiminin her birinde toprak sahibi sınıfın gayri demokratik yollardan edindiği ağırlık, bu direnci artırdı.

Lenin, Marx’tan sadece liberal burjuvazinin omurgasızlığına ve ondaki meclisle ilgili vehimlere dönük eleştirisini almadı. Ayrıca Almanya Sosyal Demokrat Partisi gibi Batı Avrupa’da kurulan Marksist partilerin reformizmini analiz etmek için Marx ve Engels’in yazılarından istifade etti. Birinci Dünya Savaşı’nın başında kendi ülkelerindeki egemen sınıflara destek sunması üzerine bu Marksist partilerden kopmazdan önce Lenin, bu partilerin bazılarını etkisi altına alan “parlamentocu ahmaklık” türünü tanımladı. Ona göre bu ahmaklık, Marksist partilerin, meclisin komünist ajitasyon ve propaganda için gerekli zemin olarak kullanılması gerektiğini söyleyen fikre değil de meclis içindeki politik manevralara öncelik tanımalarına neden olmaktaydı. Nimtz, bu değerlendirmenin Lenin’in Marx ve Engels’in on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin sergilediği reformizme ait kimi semptomlara dönük eleştirisinden edinilmiş görüşleri temel aldığına dair ilginç kimi deliller sunuyor.

Lenin’in reformizme yönelik olarak geliştirdiği eleştirinin ana kaynağının Marx ve Engels olduğunu ortaya koyma çabası gerçekten ilginç bir çaba, zira bu değerlendirmelerde Lenin biyografisi epey ünlü olan Lars Lih’in ulaştığı sonuçlardan farklı sonuçlara ulaşılıyor.

Lih, çalışmasında Lenin’i Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin fikri lideri Karl Kautsky’nin takipçisi olan bir isim olarak takdim etmekteydi. Ona göre Lenin, Alman partisinin örgütünü ve stratejisini Rusya koşullarına uyarlamak istiyordu. Dolayısıyla, 1914’te Kayzer’in savaşa girişine destek vermezden önce partinin reformizmini eleştirmemişti. Nimtz, çalışmasında Lenin’in Kautsky’nin onu hiç eleştirmekten imtina eden bir öğrencisi olarak görülemeyeceğini söylüyor ve buna ilişkin delillerini ortaya koyuyor. Ona göre, Lenin, Marx ve Engels okuması temelinde, Batı Avrupa’daki sosyalist partilerin meclislerdeki gruplarına teslim olmalarının reformizmi beslediğini söylüyor.

Nimtz’in kitabı, aynı zamanda sağın elitist veya despot biri olarak gördüğü Lenin’in demokrasiye bağlı olduğunu ortaya koyuyor. Bolşevikler, meclisin çürümüşlüğüne rağmen seçimlere katılma fırsatını değerlendirmekle kalmıyorlar, ayrıca vekillerinin parti tabanına hesap vermesini sağlama konusunda önemli, ama bir yandan da tehlikeli olan kimi adımlar atıyorlar. Politik her türden toplantının ve eylemin büyük bir şiddetle ezildiği ülkede, parti demokrasisine bu düzeyde bir bağlılık, hapis veya sürgün anlamına geliyor.

Nimtz’in çalışması, Lenin’in seçimler ve meclislerin niteliği ile ilgili yazılarının kapsamlı ve okunmaya değer bir özetini sunuyor. Kitap, Lenin’in devrimci vekillerin nasıl bir faaliyet yürütecekleri, kendi konumlarını anayasadan kaynaklanan yanılsamaları ifşa etmek ve mücadele eden işçilerin sesine ses katmak için nasıl kullanacakları konusunda berrak bir anlayışa sahip olduğu gerçeğinin altını çiziyor.

Nimtz, Lenin’in sürekli geri dönüp Marx ve Engels’in eserlerine baktığını söylüyor. Bu hâliyle, onu orta yolcu Kautsky’nin bilinçli bir taklitçisi olarak tarif eden yaklaşımlara karşı çıkmak için gerekli zemini örüyor. Fakat öte yandan kitap, meclis grubu içindeki faaliyetlerle sınırlı. Bu açıdan, Bolşevik vekillerin işçi mücadelelerine nasıl iştirak ettikleri ve bu mücadelelerle nasıl ilişki kurdukları konusunda o dönemi bizzat yaşayan birinin değerlendirmelerini okumak isteyenler, Aleksey Badayev’in klasikleşmiş olan hatıratı Bolşevikler Çar’ın Meclisinde kitabına bakabilirler.

Richard Donnelly
9 Ocak 2018
Kaynak

0 Yorum: