August
Nimtz’in Lenin’in seçim stratejisi ile ilgili iki ciltlik eseri, devrim öncesi
dönemde Rus meclisinde Bolşeviklerin yürüttükleri çalışmaya dair gayet çarpıcı
ve detaylı bir değerlendirme sunuyor. Bu hâliyle kitap, Rus Devrimi tarihinin büyüleyici,
ama sıklıkla ihmal edilmiş bir kesitine ışık tutuyor.
Mutlakiyetçi
devleti sarsan meclisin açılması, 1905 devriminin bir kazanımıydı. 1905’te
gerçekleşen ayaklanma, çarı devirmeyi ve Rusya’daki hayatın dayandığı yarı
feodal ilişkileri dönüştürmeyi beceremese de devrim, Çar II. Nikola’yı yasama
meclisi türünden sınırlı kimi anayasal reformları yapmaya mecbur etti.
Fakat
kurulduğu günden itibaren bu devlet meclisi, alabildiğine gayri demokratik bir
kurumdu. Tek kişinin tek oy kullandığı bir seçim üzerinden belirlenmeyen mecliste
vekiller toplumsal sınıfa göre belirleniyorlardı. Toprak sahipleri, zengin
şehirliler, işçiler ve köylüler belirli sayıda temsilci yolluyordu. Vekillerin ağırlıklı
bir kısmı zengin kesimden gelmekteydi. Her 2.000 toprak sahibine bir, her
30.000 köylüye bir, her 90.000 işçiye bir vekil düşüyordu. Ayrıca o dönemde
Lenin’in başında bulunduğu Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi yasadışı bir
örgüttü ve Çar’ın devleti, bu partiyi sürekli baskı altında tutuyordu.
Demokrasinin
en berbat karikatürüyle karşı karşıya olan Lenin, seçimlere katılım konusunda
Rus radikalleri örgütleme meselesiyle yüzleşti. Çarlık rejimine karşı verilecek
mücadelenin terörizm aracılığıyla yürütülmesi gerektiğine inanan Sosyalist
Devrimciler gibi örgütlerin yanında, bizzat Lenin’in partisindeki yoldaşları da
seçimlere katılma meselesine alaycı bir üslupla yaklaşıyorlardı.
Seçimleri çözüm olarak görmeyen Lenin, seçimlere katılmanın partiye gerçek fırsatlar sunabileceğini gördü. Seçimlerde çevrilen hilelerdi aslında, onları gayri demokrat kılan.
Her bir toplumsal sınıf, meclise kendi vekillerini gönderdiği için işçi
vekillerinin büyük sanayi bölgelerindeki tüm belli başlı fabrikalarda
gerçekleştirilecek toplantılarda belirlenmesi gerekiyordu. RSDİP, her bir
önemli işyerinde gerçekleşecek kitlesel toplantılarda kendi seçim programını
takdim etme imkânını bulabilir, kendi adaylarını Batı Avrupa’daki Marksist
partilerin rüyasında bile göremeyeceği bir imkân dâhilinde, her bir işçinin
tercihini görerek belirleyebilirdi. Sosyalistler meclise girdiklerinde meclis, politik
tartışma sürecinin polis takibi, devletin şiddeti ve Sibirya’ya sürgün tehdidi
yüzünden sekteye uğradığı bir toplumda, Marksist fikirler için hayati önemde
olan bir kürsünün sosyalistlerin eline geçmesini sağlayabilirdi.
İlk başta Lenin, RSDİP’teki Bolşevik kesimi aday çıkartma konusunda ikna edemedi. Ama çok geçmeden seçimle ilgili tespitini yeniden dillendirme imkânını buldu ve yoldaşlarının aklını çelmeyi bildi.
İlk meclis, 1906’da, birkaç ay içerisinde
ıskartaya çıkartıldı. Koltukların üçte birinden fazlasını ele geçirmiş olan
burjuva liberal Kadet Partisi’ne darbe indirmenin yolunu arayan Çar, meclisi feshetti
ve eskisine nazaran daha da fazla gayri demokratik olan kurallarla yeni seçimlerin yapılmasını
istedi.
Nimtz’in
açıklamasına göre, Lenin, Çar’ın ani ve otokratik bir müdahaleyle ilk seçimle
belirlenen meclise son vermesinin, Çarlık toplumunun temel yönleri konusunda
herkesi bilinçlendiren bir gelişme olduğu düşüncesindeydi. Bu sebeple Lenin,
1915’te Birinci Dünya Savaşı’na karşı ajitasyon faaliyeti yürüttüğü için RSDİP’in
meclis grubu yasa dışı ilân edilene dek Bolşevik vekillere bu temel yönleri
tekrar tekrar dillendirmesi çağrısında bulundu.
Kapitalist
sınıfın ana partisi olan Kadetler, ilk meclisi savunamadılar, sadece kendi
gruplarında tumturaklı lafların edildiği konuşmalar yapmakla yetindiler. Lenin
ise meclisin kapatılmasının sunduğu iki önemli derse işaret etti:
1.
Bu gelişme, Lenin’in Karl Marx’tan ödünç aldığı ifadeyle, “parlamentarist ahmaklığın” (kretinizmin) tehlikeli olduğunu ispatlamaktaydı. Bu ahmaklık, meclislerin devlet gibi gerçek
toplumsal güçler üzerindeki kontrolü sebebiyle edindikleri yasal veya anayasal statüleri üzerinden belirli bir güce sahip olduklarına inanmaktaydı.
2.
Bu gelişme, Lenin’in Rus burjuva sınıfının on yedinci ve on sekizinci yüzyılda
İngiliz ve Fransız burjuva sınıflarının feodalizmi yok edip eski aristokratik
egemen sınıfların iktidarını yıktıkları burjuva devrimlerine benzer bir devrime
öncülük edemeyeceğine dair tezini doğrulamaktaydı. Liberal kapitalistler ve
onların politik kolu olan Kadetler, Rusya’daki politik ve ekonomik gelişim
önünde büyük bir engel olarak duruyor olmasına rağmen, Çar ve toprak sahibi
asillere karşı gelişen harekete öncülük edemiyorlardı, zira onlar, işçi
sınıfının ayaklanma ihtimalinden korkuyorlardı. Bu sebeple, devrimci sınıf rolü
kesen burjuvazi yerine Lenin, işçi sınıfının Çarlık rejimini yıkmak için
köylülerle ittifak yapmak suretiyle dizginleri eline alması gerektiğini
düşünüyordu.
August
Nimtz’in Lenin’in Seçim Stratejisi isimli kitabı, köylülerle politik ittifak
kurma stratejisinin bir parçası olarak, mecliste RSDİP vekillerinin nasıl bir
çalışma yürüttükleri konusunda oldukça etkili görüşler sunuyor. Trudovikler ve
Sosyalist Devrimciler gibi köylü partilerinin meclisteki grupları, Rus halkının
büyük bir kısmını meydana getiren bu devasa büyüklükteki dağınık sınıfı temsil
eden az sayıda örgüt arasında yer alıyorlardı. Bir işçi partisinin köylülükle teması
ister istemez sınırlı kalıyordu, bu sebeple Lenin, meclisteki tartışmaları
aristokrasiyle mücadelede liberallerin gösterdikleri isteksizliği ifşa etmek
için kullandı. Bu tür bir çalışma ile Lenin, ancak işçi sınıfıyla kurulacak bir
devrimci ittifakın kendisine toprağın kontrolünü ele geçirme imkânı sunacağı
konusunda köylülüğü ikna etmeyi umut ediyordu.
Marx ve Engels’in politik aktörler olarak inşa ettikleri kariyerlerini inceleyen bir önceki çalışması, Marx and Engels: Their Contribution to the Democratic Breakthrough (“Marx ve Engels’in Demokratik Atılıma Katkıları”, -SUNY, 2000) isimli çalışmasını temel alan Nimtz, Lenin’in Rus kapitalist sınıfındaki muhafazakârlığa ve sonuçta ortaya çıkan, feodalizmi yıkmak için işçi-köylü ittifakı ihtiyacına dair değerlendirmesinin Marksizmin iki kurucu babasının çalışmalarından kaynak aldığını ortaya koyuyor. Lenin, Marx ve Engels’in bizzat iştirak ettikleri 1848 Alman Devrimi’nin sunduğu derslerle alakalı olarak kaleme aldıkları özete kalben bağlı bir isimdi.
1850 tarihli “Komünist Birlik
Merkez Komitesi’ne Hitap” isimli yazıda Marx ve Engels, Alman kapitalist
sınıfının Almanya’daki küçük krallıklardan oluşan, artık arkaikleşmiş yamalı
bohçayı ortadan kaldıramayışı ve modern bir burjuva ulus-devlet inşa edemeyişi
üzerinde duruyordu. Aristokrasi, işçi ve köylü hareketinden, ayrıca sokaklarda
eylemde olan, halka mensup diğer kesimlerden ürken kapitalist sınıfı, anayasal
krallık rejimlerini tesis etmek için eski düzenle işbirliğine gidebilecekleri
fikrine ikna etti.
Gelgelelim
krallar ve prensler sadece zamana oynuyorlardı. Bu güçler, büyük çoğunluğu profesörlerden
ve aydınlardan oluşan meclisin tüm enerjisini yeni yazılan anayasanın
detaylarını tartışmaya teksif etmesini sağladılar. Bu “parlamentocu ahmaklık”la
birlikte meclisteki vekillerin gücünün kaynağı olan halk hareketi, ortadan kayboldu.
Prusya Kralı fırsatını bulunca meclisin otoritesini kabul etmediğini söyledi. Bunun
üzerine meclisin temelleri un ufak oldu. Marx ve Engels’e göre bu gelişme,
gayet net bir ders sunmaktaydı: devrime liberal kapitalistler değil, işçi
sınıfı öncülük etmeliydi. Devrim için işçilerin toplumdaki diğer ezilen
kesimler üzerinde hegemonya tesis etmelerini sağlayacak bağımsız bir partiyi
örgütlemeleri gerekmekteydi.
Lenin’e
göre, Almanya’daki gelişmelerle Rusya’daki gelişmeler arasında kimi çarpıcı
benzerlikler mevcuttu. Rus meclisi, 1905’teki kitlesel ayaklanmaların bir
ürünüydü. Fakat zamanla bu mücadeleler mevzi kaybetse de liberaller, politik
modernizasyonu meclis içi manevralarla gerçekleştirebileceklerine inanıyorlar,
bu sebeple, kitlelerin isyan etme ihtimali üzerinde hiç durmuyorlardı. Kadetlerin
meclisin kutsallığı ve otoritesine ilişkin vehimlerine karşın eski rejim, her
türden anlamlı politik ve ekonomik değişime daha fazla dirençli hâle geldi. 1905-1917
arası dönemde yapılan dört meclis seçiminin her birinde toprak sahibi sınıfın gayri
demokratik yollardan edindiği ağırlık, bu direnci artırdı.
Lenin,
Marx’tan sadece liberal burjuvazinin omurgasızlığına ve ondaki meclisle ilgili
vehimlere dönük eleştirisini almadı. Ayrıca Almanya Sosyal Demokrat Partisi gibi Batı
Avrupa’da kurulan Marksist partilerin reformizmini analiz etmek için Marx ve
Engels’in yazılarından istifade etti. Birinci Dünya Savaşı’nın başında kendi
ülkelerindeki egemen sınıflara destek sunması üzerine bu Marksist partilerden kopmazdan
önce Lenin, bu partilerin bazılarını etkisi altına alan “parlamentocu ahmaklık”
türünü tanımladı. Ona göre bu ahmaklık, Marksist partilerin, meclisin komünist ajitasyon
ve propaganda için gerekli zemin olarak kullanılması gerektiğini söyleyen fikre değil de meclis
içindeki politik manevralara öncelik tanımalarına neden olmaktaydı. Nimtz, bu
değerlendirmenin Lenin’in Marx ve Engels’in on dokuzuncu yüzyıl sonlarında
Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin sergilediği reformizme ait kimi semptomlara dönük
eleştirisinden edinilmiş görüşleri temel aldığına dair ilginç kimi deliller
sunuyor.
Lenin’in
reformizme yönelik olarak geliştirdiği eleştirinin ana kaynağının Marx ve
Engels olduğunu ortaya koyma çabası gerçekten ilginç bir çaba, zira bu
değerlendirmelerde Lenin biyografisi epey ünlü olan Lars Lih’in ulaştığı
sonuçlardan farklı sonuçlara ulaşılıyor.
Lih,
çalışmasında Lenin’i Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin fikri lideri Karl Kautsky’nin
takipçisi olan bir isim olarak takdim etmekteydi. Ona göre Lenin, Alman
partisinin örgütünü ve stratejisini Rusya koşullarına uyarlamak istiyordu. Dolayısıyla,
1914’te Kayzer’in savaşa girişine destek vermezden önce partinin reformizmini
eleştirmemişti. Nimtz, çalışmasında Lenin’in Kautsky’nin onu hiç eleştirmekten
imtina eden bir öğrencisi olarak görülemeyeceğini söylüyor ve buna ilişkin
delillerini ortaya koyuyor. Ona göre, Lenin, Marx ve Engels okuması temelinde,
Batı Avrupa’daki sosyalist partilerin meclislerdeki gruplarına teslim olmalarının
reformizmi beslediğini söylüyor.
Nimtz’in
kitabı, aynı zamanda sağın elitist veya despot biri olarak gördüğü Lenin’in demokrasiye
bağlı olduğunu ortaya koyuyor. Bolşevikler, meclisin çürümüşlüğüne rağmen
seçimlere katılma fırsatını değerlendirmekle kalmıyorlar, ayrıca vekillerinin
parti tabanına hesap vermesini sağlama konusunda önemli, ama bir yandan da
tehlikeli olan kimi adımlar atıyorlar. Politik her türden toplantının ve
eylemin büyük bir şiddetle ezildiği ülkede, parti demokrasisine bu düzeyde bir
bağlılık, hapis veya sürgün anlamına geliyor.
Nimtz’in
çalışması, Lenin’in seçimler ve meclislerin niteliği ile ilgili yazılarının
kapsamlı ve okunmaya değer bir özetini sunuyor. Kitap, Lenin’in devrimci
vekillerin nasıl bir faaliyet yürütecekleri, kendi konumlarını anayasadan
kaynaklanan yanılsamaları ifşa etmek ve mücadele eden işçilerin sesine ses
katmak için nasıl kullanacakları konusunda berrak bir anlayışa sahip olduğu gerçeğinin
altını çiziyor.
Nimtz,
Lenin’in sürekli geri dönüp Marx ve Engels’in eserlerine baktığını söylüyor. Bu
hâliyle, onu orta yolcu Kautsky’nin bilinçli bir taklitçisi olarak tarif eden
yaklaşımlara karşı çıkmak için gerekli zemini örüyor. Fakat öte yandan kitap,
meclis grubu içindeki faaliyetlerle sınırlı. Bu açıdan, Bolşevik vekillerin işçi
mücadelelerine nasıl iştirak ettikleri ve bu mücadelelerle nasıl ilişki
kurdukları konusunda o dönemi bizzat yaşayan birinin değerlendirmelerini okumak
isteyenler, Aleksey Badayev’in klasikleşmiş olan hatıratı Bolşevikler Çar’ın
Meclisinde kitabına bakabilirler.
Richard Donnelly
9
Ocak 2018
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder