İran sinemasının tüm karakteristik özelliklerini
taşıyan, çok hayatın içinden ve tüm açılardan çok iyi ortaya çıkarılmış bir
film “Leyla’nın Kardeşleri”. Film, İran sosyolojisini anlamak, dolayısıyla
Türkiye sosyolojik yapısından çıkarımlar yapmak için de nitelikli bir alan
açıyor.
Bir yanda kapitalist modernitenin hâkim olduğu, öte
yanda feodal ilişkilerin hâlâ hüküm sürdüğü bir toplumsallık içinde film, bize
kalabalık bir çekirdek ailenin çok daha kalabalık bir geniş aile (kabile/aşiret)
içindeki dramını anlatıyor.
Film bir grevle başlıyor. Direnişe katılmayan,
fabrikadan kaçıp babasının evine dönen Ali Rıza’nın yolculuğuyla. Piyasa içinde
tutunamayan, zaten en çok bu yüzden kabilesinde de küçük ve hor görülen beş
kardeşin, bunun yanında, hem kendi hem de çocuklarının başarısızlığı,
dolayısıyla kabilenin en yaşlısı olmasına rağmen umursanmayan yaşlı bir adamın
hikâyesi bu.
Yaşanan dram, ne tek başına feodal ilişkilerin ne de
modernitenin dramı. Bu dram, her iki sosyolojinin kesiştiği noktada cereyan
ediyor. Hani şu çok söylenen “gelişmekte olan ülke” kavramı var ya, ne
geleneklere bağlı kalmış ne modernleşebilmiş, ne kentlileşmiş ne köylü
kalabilmiş toplulukların yaşadığı yerler.
Buralar, iktidar mücadelelerinin ve sınıf atlama
yarışlarının en yakıcı olduğu alanlar. Çünkü feodal toplumlarda kabile bağları
son derece yaşamsaldır. Özel mülkiyetin zayıf, kabile mülkiyetinin esas olduğu
topluluklarda temelde çekirdek aile veya bireyler değil, kabileler arasında bir
rekabet söz konusudur. Dolayısıyla, geniş ailenin her bir unsuru yaşamsal bir
çıkarla birlikte kendini kabilesine feda eder. Özel mülkiyetin esas olduğu
modern toplumsallık içinde ise insanlar en yakınlarından başlarlar rekabete
girmeye.
Filmde, kabilenin diğer ailelerine göre sınıfsal
olarak geride kalmış yaşlı adamın sınıf atlamak ve önemsenmek için feodal
geleneklerden başka umudu kalmayarak takındığı tutumları ve bu umudun aslında
kendi çekirdek ailesini nasıl hiçe saydığını izliyoruz. Ömrünce gizli saklı
biriktirdiği büyük para, çocuklarının piyasa içindeki çıkmazlarına umarsız
kalması, kızı Leyla’yı kabileden biriyle evlendirmek için sevdiği adama
söylediği hastalık yalanı, aslında hepsi tek bir savaşımın mahsulü. Modernite
ve feodalizm arasındaki sıkışmışlığın ortaya çıkardığı bir ahlâk buharlaşması.
Dört erkek kardeş, piyasadaki tutunamamışlıklarıyla
daha korkak, daha anlayışlı, daha durumu kabullenmeye yatkınlar. Çünkü Ali Rıza
başta olmak üzere hepsi babalarına kızıyorlar, fakat bu ahlaksal çöküntüde
kendi sorumluluklarını yerine getirememiş olmanın ağırlığını taşıyorlar. Leyla
öyle değil ama. O, tüm bu hengamenin içinde ailesinin sorumluluğunu tek başına
almış, ayakta kalmaya ve ayakta tutmaya çalışan tek karakter kardeşler
arasında. Aynı zamanda kardeşlerinin savrulmuşluğunun ve ebeveynlerinin
güçsüzlüğünün tüm yükü Leyla’nın omuzlarında. Bu yük belini bükmüş, canını
acıtmış, fakat oldukça güçlü bir karakter sahibi kılmış onu. Leyla,
kardeşlerinin hayatlarını bir düzene ve refaha erdirecek olan babasının gizli
servetinin feodal gelenekler uğruna çarçur edilmesine karşı bir direniş ortaya
koyuyor.
Ataerkil bir toplumda, Leyla’nın gelenekle olan
savaşımını bir kadın mücadelesi olarak okumak mümkün. Fakat yönetmen, jeep’ten
inen zengin İran dilberlerini bir anda kadraja sokarak kadın mücadelelerinin
bir türlü sormadığı bir soruyu ortaya atıyor gibi geldi bana:
“Hangi Kadın?”
Sınıflı toplum ve kapitalist piyasa içinde avantajlı
bir yer tutmuş kadının mücadelesi ile her gün emeğini satarak ya da emeğini
satan erkeklere hizmet ederek yaşayan kadının mücadelesi, ne feodal ilişkiler
düzeyinde ne de kapitalist modernitenin kent hayatı içerisinde aynı olacaktır.
Zira ataerkinin öznesi olan erkek de bu iki zıt düzlem içinde aynı durumda
değildir. Baba İsmail, Leyla’ya söz geçiremediği gibi kallavi bir tokadı da yer
nihayetinde.
Feodal ilişkilerin tamamen yapı bozumuna uğrayacağı bu
çağın toplumsallığında sermaye sahipleri de bu beş kardeşe çok farklı
davranmayacaktır. Yükselen döviz piyasası karşısında kaybolan gelecek umutları,
Ali Rıza’nın fabrikaya ücretini almak üzere döndüğünde aldığı cevap, Menuçehr’in
bir daha dönmemek üzere yurtdışına kaçması, Baba İsmail’le birlikte ölen feodal
gerçekliğin yerini daha onurlu bir geleceğe bırakmayacağını gösterir gibidir.
Sonlara yakın bir sahnede sınıflı toplumun kendi
feodalitesini modernizm içinde nasıl yeniden ürettiğini anlatır bir bakıma
Leyla:
“ - Tüm zenginlerin birbirini tanıdığını biliyor
muydun?
- Nasıl?
- Çünkü sayıları az. İş yerinden biliyorum.
Yoksullarsa birbirlerini tanımıyorlar, ama kılıklarından ayırt ediyorlar.”
Fatih Yerli
12
Nisan 2023
0 Yorum:
Yorum Gönder