06 Nisan 2023

,

Adi Sol ve Kovid

Liberal sol paradigma içerisinde otoriter bir akım açığa çıktı: Adi sol.

Bu adi solcular, kendilerini duyarcılardaki duyar kasmalardan muaf zannediyorlar. “Irkçılık, toplumun yüzleştiği en büyük tehlikedir” deyip duran çomarlara karşı sınıf bilincinden söz eden, kendisini bu kesimden daha akıllı, daha hassas biri kabul eden adi solcular, kendilerini öyle bağımsız kişiler olarak görüyorlar ki bu hâlin kendilerini daha “makul” gösterdiğine inanıyorlar. Eleştirel teorinin sunduğu imkânlarla daha akıllı olduklarını zannediyorlar.

Bu adi solcular, Kovid döneminde herkese yönelik aşı kampanyasında temel hak ve özgürlüklerin ihlalini ve bedensel bütünlüğün devlete teslim edilmesini açıktan savundular. Burjuva özgürlükleri sırf burjuva diye çöpe atmaya hazır olduklarını ortaya koydular, bu özgürlükleri insanın özgürleşme sürecinin önemli bir köşe taşı olarak görmediler.

Adi solcu, Alexandria Ocasio-Cortez’i eleştirmekle övünüyor, ama Fauci gibi “uzmanların” düzenine tek bir eleştiri bile yöneltmiyor. Bu anlamda, Duyarcılık karşıtları ile “sıfır Kovid” diyen kesim arasında bir bağ var.

Kovid dönemi başladığından beri bu adi solcularla çok tartıştım. Bir konuda anlaşsanız bile bir başka konuda aramızda illaki bir anlaşmazlık çıkıyordu. Toplumsal cinsiyet alanında çalışan eleştirel teorisyenlerin sokak lambalarına veya ağaçlara asılması gerektiğini düşünen akademisyenlere denk geldim.

Adi solcular, solcuların sosyal medyada takipçi peşine düştüğü dünyayı iyi tanıyorlar. Toplumsal cinsiyeti özcü bir yerden ele alanları eleştiriyorlar, ama bir yandan da “toplumsal cinsiyet kimliği” fikrini benimsiyorlar ya da “devlete ve kurumsal iktidara karşı mücadele” ettiklerini iddia ediyorlar, ama bir yandan da genel kanaate saygısızlık edenleri ihbar ediyorlar (bu kişiler, genelde antifaşist hareket içindeki bebeler arasından çıkıyor.) Adi solcular, rasyonel her türden insanda görülen kafa karışıklıklarını alaya alıp küçük görüyorlar.

Ama nedense kendilerindeki çelişkileri görmüyorlar. Tipik bir adi solcu, Siyahların Hayatı Önemlidir hareketini eleştirirken, Avrupalı solcuların bu hareketi kullanmasındaki akıl dışılığa odaklanıyor. ABD’deki ırkçılığın ve polis şiddetinin Helsinki veya Berlin’e aktarılamayacağını söylüyor. Ama bir yandan da ırkçılığın bir sorun olduğunu söyleyip, Helsinki ve Berlin polisinin de insanları ırklarına göre fişlediği üzerinde duruyor.

Adi solcu, açık sınır politikasına destek sunuyor, “millet de devlet de olmasın” diyor, Frontex (Avrupa Birliği Üye Ülkelerinin Dış Sınırlarının Yönetimi İçin Operasyonel İşbirliği Ajansı) veya ICE (ABD Gümrük Muhafaza Kolluk Kuvvetleri) gibi örgütleri görünce öfkeden deliye dönüyor. Ama bir yandan da devletin sağlıkla ilgili risk neticesinde yaşanan göç tehdidi üzerinden sınırları kapatmasını istiyor.[1]

Adi solcu, hemşirelerin pandemi sürecinde insanlara yönelik kötü muamelesi üzerinde durmuyor, bedensel bütünlüğün ihlalini dert etmiyor, sadece ABD’de yüz binlerce hemşirenin ve sağlık çalışanının istifa etmesine neden olan zorunlu aşı kampanyasına dair tek laf etmiyor. Bu hemşirelere yüksek ücret ödenmesi fikrine karşı çıkıyor.

Adi solcu, duyarcılığın dile getirdiği tüm senaryodaki çelişkileri görüyor, ama kendi çelişkileri söz konusu olduğunda ağaçlardan ormanı göremiyor. Beni bu noktada asıl ilgilendiren husus, toplumsal nefretin bir sonraki aşamada kamuoyunun politik işleyişine yöneltilecek olması. Bu nefretin aklı allak bullak ettiği görülmüyor.

Adi solcu, bu kafa karışıklığıyla, Ukrayna savaşının başladığı günlerde Ruslara yönelik nefreti görünce şaşırıyor. O, Rusların haklarının ellerinden alındığı süreçle “aşısızlar”a yönelik ayrımcılık arasındaki bağı göremiyor. Adi sol, Ruslara ve aşısızlara yönelik nefrete destek oluyor.

Sıfır Kovid fikrini tezgâhlarında satanlar, Ruslara yönelik ayrımcılıkta ve onların toplumsal hayattan dışlanmasına dönük adımlarda önemli bir rol oynadılar. Adi solculara, “aşısızlar toplumsal hayattan dışlandı. Aşısız olan anne babalara çocuklarını hastanede üç ay boyunca görmelerine izin verilmedi. Siz bu duruma hiç kızmadınız” dediğinizde, şunu söylüyorlar: “En azından orada tıbbi gerekçeler vardı!”

Ortalama bir adi solcu, “aşılar harika şeyler. Onlar olmasaydı, ölmüştüm ben!” derken kendilerini methediyorlar. Oysa siyasetçilerin, lobicilerin ve ilâç şirketlerinin bir araya gelip insanların hayatını kurmak istediklerini düşünmek için aptal bir narsist olmanız gerek.

Nihayetinde adi solcu, biyopolitik totalitarizme doğru ilerleyen son ekonomik, politik ve toplumsal gelişme konusunda zerre bilgisi olmayan bir sosyal demokrat kuyrukçusudur. Onun dünyasında duvarda sadece 2019 yılının takvimi asılıdır. Birikim süreci, doğası gereği krizler üretir, ama adi solcu, bu krizlerin neden olduğuna, nasıl olduğuna ve ne zaman olduğuna dair tek bir açıklama getiremez.

Son süreçte sadece 2021 yılı içerisinde Pfizer 480 milyon dolar kazandı. Bu eşi benzeri görülmemiş ölçüde cereyan eden, ilâç piyasasındaki gelişme üzerinden aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen, ilâç sektörünün teknoloji ve medya sektörüyle birlikte birikimlerini artırdığı servet transferinden söz ettiğinizde adi solcu, sadece omuz silkmekle yetinir. O, bu tür konularla hiç ilgilenmez. Sadece kültür savaşına dikkat kesilir. Mesela, “gene bir kadın patron geçmiş sol partinin başına” der. Hiç kitap okumadığı için, bu tür fikirlerle doldurur Instagram hesabını, orada bu tür fikirleri pazarlar.

Adi sol, dükkânların ve kuaförlerin kapanma döneminde gelir kaybedeceğinin elbette ki farkındadır, ama bunu küçük burjuvanın sorunu olarak görür. Onun görüşünü idrak ettikçe yavaş yavaş onun işçi sınıfından nefret eden bir sol liberal olduğunu fark edersiniz.

“Günümüz Solu İşçi Sınıfından Neden Nefret Ediyor” başlıklı bir yazı kaleme almış olan Paul Embery gibi kimi yorumcular, solun işçileri küçümseyen yaklaşımına dikkat çekiyorlar. Ta 1937’de George Orwell, orta sınıf içerisinde bir kesimin bağrından işçi sınıfından nefret eden sosyalistleri çıkarttığından söz ediyordu. Bu kesim, “sosyalizmin en gelişmiş biçiminin tümüyle orta sınıfla sınırlı olan teori” olduğunu düşünüyordu.[2] Buradan da şu türden doğal sonuçlara ulaşılıyordu: “Tüm samimiyetiyle bir sosyalist, bir işçiden daha yoksul olduğunu ispatlamak için onlarca yola başvuracaktır. Onun gözünde işçiler, aslında köle olan bir ırk değilse de kendisini, dostlarını ve ailesini boğmak, tüm kültürü ve görgü kurallarını ortadan kaldırmak için sinsi sinsi yukarı doğru akan bir seldir.”[3] Jacobin dergisi, Kanada’da eylem yapan kamyoncuları tam da bu şekilde tarif ediyordu.

Adi solun ideolojisi, sınıfta ısrar ediyormuş gibi görünmesine karşın, cehaletin o rafa kaldırılmış hâlinden türemiş bir şey. Bugünkü adi solun net bir tarifine ulaşmak için Orwell’ın 1937’de söylediklerine bakılabilir:

“O, ya beş yıl içerisinde zengin biriyle evlenmiş, Katolik olmuş genç ve snop bir Bolşevik ya da vejetaryenliğe meyilli, kurallara karşı geldiği geçmişini geride bırakmış, mahrumiyet yaşamak gibi bir niyeti bulunmayan biri. Bu kişi, İngiltere’de gördüğümüz türden, ‘doğa her şeyi tedavi eder’ diyen bir şarlatan, barış yanlısı ve feminist, meyve suyu içip çıplak resimlere bakan, ayağına sandalet geçiren, seks düşkünü bir Sarsıcı gibi ilgilenir sosyalizmle ve komünizmle.”[4]

Orwell, burada otuzlarda Letchworth’da katıldığı sosyalistlerin düzenlediği yaz kampından bahsediyor. Bu sosyalistler, bugün Amerikalı Demokratik Sosyalistler örgütünün atası. Aralarındaki tek fark şu: otuzlardaki kampa katılanlara “beslenme rejiminiz sıradan mı yoksa vejetaryen mi” diye soruluyordu, bugün Amerikalı Demokratik Sosyalistler (DSA), toplantılarına katılanlardan kullandıkları zamirleri bildirmelerini istiyor. Otuzlardaki kampı düzenleyenlerle DSA, belirli konularda ortaklaşıyor. Bu anlamda sosyalist zihin dünyası pek değişmemiş. Hâlen daha az eğitimli olanlara bir baba ve hoca gibi yaklaşıyor. “Aralarına gerçek bir işçi, üstü başı kirli biri karıştığında şaşırıyorlar, öfkeleniyorlardı, bu durum, onları epey rahatsız ediyordu. Hatta bazıları, burunlarını tıkayıp ortamı terk ediyordu.”[5] Orwell’ın bu cümlelerini ilk okuduğumda, gözümün önüne Jacobin dergisi editörü Meagan Day geldi.

Kapanma döneminde kamyoncular, sağlık işçileri, bakkallarda çalışan emekçiler türünden insanların somuta taşıdığı işçi protestoları, küçük mülk sahiplerinin protestosu veya en iyi hâliyle, sağcı küçük burjuvaların protestosu olarak görüldü. DSA’in Starbucks ve Amazon’un sendikalı işçilerine dair hayallerindeki imaja uymayan somut mücadele biçimleriyle sosyalistlerin dayanışma ilişkisi kurması beklenemezdi.

Adi sol, o vesayetçi ve tepeden bakan hâliyle, işçilere “neden sendika kurmuyorsunuz?” dediler. Zira işçi protestosu, DSA üyelerinin hayalini kurdukları türden olmalı, öyle görünmeliydi. İşçi, hep zayıf durumda kalmalı, hiçbir zaman güçlü kudretli bir çoğunluk hâline gelmemeliydi. İşçi eylemleri hep başarılı olmalıydı ki desteklenebilsin.

Adi sol, liberallerle el ele tutuşup bizden karbon ayak izimizi azaltmamızı istemekte bir beis görmüyor. “Gezegenin hâliyle ilgilenmenin kimseye zararı olmaz” diyor ve bizim yaşam standartlarımızı zenginlerin hayrına olacak şekilde azaltmak istiyor. “Gezegen, beyaz olmayan işçiler, zarar gören hassas gruplar için haklarınızdan mahrum kalın” diyor.

Kısa süre önce İsviçre’de bazı devlete ait yüzme havuzları, havuz suyunu ısıtmayacağını açıkladı. Çocukların iklim adaletinin tesis edilmesi noktasında biraz çile çekmesini istiyorlar. “Putin’in de canı yanarsa hassas kesimler adil bir paya kavuşacak” diye düşünüyorlar.

Her türden taassupla mücadele eden Demokratik Sosyalistler, egemen sınıfın ideolojisinin biçimlendiği sürece başarıyla katkıda bulundu. “Faşizmle mücadele” sloganları, bugün elitlerin yürürlüğe koydukları ajandanın bir simgesi hâline geldi. Bu anlamda, son dönemde rejim, “faşizmle mücadele” sloganını “Kovidle mücadele” sloganı ile birleştirdi ve bu politik projeyi en tepeye yerleştirdi. Toplumsal hijyen ile tıbbi hijyen yan yana getirildi, buradan da “doğru insanların” iktidarda olması gerektiği düşüncesi belirli bir zemine kavuşturuldu. İşçi düşmanlarının meydana getirdiği antifaşist birliğin ideolojik meşalesini de DSA türü örgütler aldılar ellerine. Böylelikle işçi sınıfı, komplo teorisyenleriyle, kötü beslenenlerle, aksanı kötü olanlarla, sola dair zerre sevgisi olmayanlarla, kendisine maddi hiçbir hayrı olmayan, ama belirli bir güç eliyle onay alan her şeyle ilişkilendirildi.

Bugün kilise bile Antifa hareketinin kızıl-siyah renklerine bürünüp “Antifaşist bir kilise” hâline geldiğini söyleyebiliyor.

Buna karşın, adi sol, elitlerin ideolojisi konusunda öncü rol oynadığını, artık iktidara ait olduğunu kabule yanaşmıyor. Gerçeğe karşı gelen adi sol, size hep “mazlum” olduğunu söylüyor.

Adi sol, Kovid rejiminin nefretiyle karşı karşıya olan normal insanın çilesine alaycı bir tutumla yaklaşıyor ya da onunla hiç ilgilenmiyor. Minima Moralia’da geçen “Bulaşık teknesiyle bardak taşımak” tabirine atıfla, adi solcu, biraz salak bir tip. Gözündeki ışıltı, aslında modern tarihte medeniyet bağlamında yaşanan en büyük kopuşa dair. Tam da bu kopuş sebebiyle, Kovid döneminde tüm dünyanın yeniden yapılandırıldığı koşullarda, adi solun neoliberalizme yönelik isyanı temelde konformist.

Adi solcu, aslında son iki yıl içerisinde Kovid’e verilen tepkiler dâhilinde, yurttaş denilen öznenin haklarından mahrum kaldığı ve insanlıktan çıktığı gerçeklik bağlamında konuşuyor. O çerçevenin dışına çıkmıyor. Ne yaptığını bilmiyor ama gene de yapıyor. Dolayısıyla bir aptalla tartışamazsınız, ona ancak acıyabilirsiniz.

Elena Louisa Lange
16 Mayıs 2022
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Her türden bilimsel gerekçeden azade olan bir yaklaşım bu. Dünya genelinde Avustralya, Yeni Zelanda, Çin ve Japonya en katı sınır politikasını uyguladılar. Ama Delta, Omikron ve diğer varyantlarla uğraşmak zorunda kaldılar.

[2] George Orwell, The Road to Wigan Pier (Londra: Penguin Modern Classics, 1937/1986), s. 167.

[3] A.g.e., s. 128.

[4] A.g.e., s. 167-8.

[5] A.g.e., s. 169.

0 Yorum: