12 Nisan 2023

, ,

Büyük Gıda Sıfırlaması Başladı

Hollandalı çiftçiler, hükümetin azot politikasını protesto etmek adına, “hiçbir yere gitmediklerini” söylemek için traktörleriyle “Kalıyoruz” yazdılar.

Fransa alevler içinde. İsrail, kendi içinde infilak ediyor. Amerika, ikinci 6 Ocak vakasıyla (kongre baskınıyla) yüzleşiyor. Hollanda ise dünya düzenini istikrarsızlaştırmakla tehdit eden, bugün başka yerlerde yaşanan protestolardan farklı tipte bir protesto sebebiyle, politik yapının sarsılışına tanıklık ediyor. Son seçimlerde Çiftçi Yurttaş Hareketi (BBB) kurulalı sadece üç yıl olmuş olan, düzen karşıtı bir parti için oldukça yüksek bir oy aldı. Bu anlamda, sıradan bir dönemden geçtiğimizi kimse söyleyemez.

BBB denilen hareket, hükümetin ülkedeki tarım sektöründe 2030 yılı itibarıyla azot salınımlarının yüzde elli oranında kesilmesi önerisine karşı gelişen kitlesel gösterilerin bağrında doğdu. Hükümetin belirlediği bu hedef, Avrupa Birliği’nin getirdiği salınımları azaltma ile ilgili kurallara uyum zorunluluğu üzerinden belirlenmişti. Büyük tarım şirketleri, bu hedefe ulaşacak araçlara sahipler. Daha az azotlu gübre kullanabiliyorlar, büyükbaş hayvan sayısını aşağıya çekebiliyorlar. Ama küçük çiftlik sahipleri, mülklerini ya satmak ya da kapısına kilit vurmak zorunda. Aslında sık sık yeniden düzenlenen Avrupa Komisyonu raporuna göre, bu tür kuralların belirlenmesindeki asıl stratejik hedef, “tarımsal faaliyetin ekstansif kılınması, bunun için de çiftliklerin satın alınması veya faaliyetlerinin sonlandırılması, böylece büyükbaş hayvan sayısının aşağı çekilmesi. Bugün bu süreç gönüllülük esası üzerinden işliyor, ama yarın gerekirse zorunlu satışlar gündeme gelebilir.”

Dolayısıyla, bu tür planların çiftçilerin gösterilerinin fitilini ateşlemesinde şaşılacak bir yan yok. Çiftçiler, bu planları geçim imkânlarına yönelik bir saldırı olarak görüyorlar. BBB, bu sebeple “Çiftlik Yoksa Ekmek de Yok” sloganını atıyor. Bu slogan, tam da bu sebeple seçmende bir karşılık buluyor. Fakat alınan bu tedbirin ülkenin gıda güvenliği ve Hollanda’nın ulusal kimliğinin ayrılmaz parçası olan yüzlerce yıllık köylü yaşam tarzını etkilemesinin yanında, bu ağır tedbirin uygulanması için başvurulan gerekçenin de sorgulanması gerekiyor.

Tarım, bugün ülkedeki karbondioksit çıktısının neredeyse yarısından sorumlu, buna karşılık, Hollanda’nın dünyadaki salınımlarda sahip olduğu sorumluluk binde 4’ten az. Bu sebeple birçok Hollandalı, ülkedeki çiftçilik sektörünün denetim altına alınmasını bu türden ihmal edilebilir rakamlar üzerinden meşrulaştırmanın mümkün olmadığını düşünüyor. Son yirmi yıl içerisinde önemli ürünlerin suya bağımlılık düzeyi yüzde 90 oranında azaldı, tüm seralarda kimyasal böcek ilâçlarının kullanımına yasak getirildi.

Çiftçiler, ayrıca azot kesintisinin Hollanda haricinde başka ülkeleri de etkileyeceğini söylüyorlar. Nihayetinde Hollanda, Avrupa’nın en büyük et ihracatçısı, aynı zamanda ABD’den sonra dünyadaki en büyük ikinci tarım ihracatçısı. Dolayısıyla önerilen plan, gıda ihracatının dünyanın gıda ve kaynak kıtlığı sorunu ile yüzleştiği bir dönemde dibe vurmasına neden olacak. Bunun ne tür bir sonuca yol açacağını zaten biliyoruz. Geçen yıl Sri Lanka’da azot gübresine benzer türde bir yasak getirildi ve korkunç sonuçlara yol açtı: ülkede yaklaşık iki milyon insanın gıda kıtlığı ile yüzleşmesine ve yoksullaşmasına neden oldu. Bunun sonucunda hükümetin devrilmesiyle neticelenen bir ayaklanmaya şahit olundu.

Uygulanan politikanın akıl dışı olduğunu gören çiftçiler, sadece kentlerde yaşayan ve Hollanda hükümetini yöneten “çevreci elitler”in suçlanamayacağını düşünüyorlar. Onlar, bu hamlenin asıl sebeplerinden birinin küçük çiftlik sahiplerini piyasadan çekmek, ülke toprağının değerini gören devasa çokuluslu zirai işletme şirketlerinin bu çiftlikleri satın almasını sağlamak olduğunu söylüyorlar. Çiftçilere göre bu şirketler, oldukça verimli olan, aynı zamanda Kuzey Atlantik sahiline kolayca erişilmesine imkân veren (ki Rotterdam, Avrupa’daki en büyük limandır) stratejik bir konumda bulunan ülke toprağının sahip olduğu muazzam değeri görüyorlar. Çiftçiler, aynı zamanda Başbakan Rutte’nin şirketlerin yönettiği Dünya Ekonomi Forumu’na ajandalar konusunda katkı sunan üyesi olduğu gerçeğine işaret ediyorlar. Dediklerine göre, maliye bakanı ile toplumsal işler ve istihdam bakanı da aynı kuruluşa bağlı.

Görünen o ki Hollanda’da sürmekte olan mücadele, uluslararası gıda sistemini “sıfırlamaya” çalışan büyük bir oyunun parçası. Bugün Belçika, Almanya, İrlanda ve (hükümetin geleneksel çiftçileri yeni ve “sürdürülebilir” çiftçilere alan açmak için ilgili sektörü terk etmeye zorladığı) İngiltere’de benzer tedbirlere başvuruluyor. Enerji sektöründen sonra sera gazı salınımlarına en fazla katkıyı sunan sektör olarak tarım, doğalında Sıfır Sera Gazı fikrini savunanların, yani büyük uluslararası ve küresel örgütlerin ilgi odağı hâline geliyor. Bu örgütler, bize yegâne çözümün “sürdürülebilir tarım” olduğunu söylüyorlar. Birleşmiş Milletler’in belirlediği 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi, 2030 Ajandası’nı meydana getiriyor.

Bu mesele, küresel ajandanın en başına yerleştiriliyor. Geçen Kasım ayında Bali’de düzenlenen G20 toplantısında, “gıda sistemlerinin iklim değişikliğinin zararlarını azaltma ve ona uyum sağlama sürecine katkıda bulunmasını sağlamak amacıyla sürecin sürdürülebilir ve dirençli tarım ve gıda sistemlerine doğru dönüştürülmesi çağrısı”nda bulunuldu. Birkaç gün sonra, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 27. Oturumu Yeşil Ajanda İklim Zirvesi Mısır’da düzenlendi. Burada “sürdürülebilir, iklim değişikliğine dirençli, sağlıklı beslenme alışkanlıkları”nın teşvik edilmesine karar verildi. Bir yıl içerisinde kuruma bağlı Gıda ve Tarım Örgütü, tarım sektöründe sera gazı salınımlarını azaltmak için bir yol haritası hazırlayıp uygulamaya koymayı amaçlıyor.

Birleşmiş Milletler’in hazırladığı bir dizi belgede sürecin asli hedefleri bir bir aktarılıyor: azot kullanımının ve dünya genelinde büyükbaş hayvan üretiminin azaltılması, et tüketiminin düşürülmesi, bitki temelli veya laboratuvarda üretilmiş ürünler, hatta böcekler türünden daha “sürdürülebilir” olan protein kaynaklarının teşvik edilmesi.

Örneğin Birleşmiş Milletler Çevre Programı, küresel et ve süt ürünleri tüketiminin 2050 yılı itibarıyla yarı yarıya azalması gerektiğini söylüyor. Küresel gıda sisteminin dönüştürülmesi konusunda başka uluslararası ve çok taraflı örgütler de kendi planlarını gündeme getirdiler.

Avrupa Birliği’nin geliştirdiği “Tarladan Sofraya Stratejisi”nde amaç, sürdürülebilir gıda sistemine geçiş sürecini hızlandırmak. Dünya Bankası ise hazırladığı 2021-2025 dönemiyle ilgili iklim değişikliği eylem planında bankanın yardım amaçlı dağıttığı paranın yüzde 35’inin iklim değişikliği meselesinin çözüme kavuşturulması amacıyla tarım ve diğer önemli sistemlerin dönüştürülmesi işine teksif edileceğini söylüyor.

Bu farklı hükümetleri ve kurumları içeren yapıların yanında, bugün geniş bir “hissedar” ağı da tarımın ve gıda üretiminin “yeşillendirilmesi” işine odaklanıyor. Özel vakıflar, özel-kamu ortaklıkları, STK’lar ve şirketler bu alana eğiliyorlar. 2020’de Rockefeller Vakfı’nın hazırladığı “Masayı Sıfırla” isimli raporda, “hissedar gelirlerinin azami düzeye çekilmesi yerine, tüm paydaşlara adil kazanç ve fayda getiren eşitlikçi sistemlere odaklanılması gerektiğinden” söz ediliyor. Bu fikir, ilk duyunca kulağa hoş geliyor, ama bilinmeli ki bu “paydaş kapitalizmi” denilen fikrin arkasında, dünyadaki en büyük ve en güçlü şirketlerin çıkarlarını savunan Dünya Ekonomi Forumu var.

Rockefeller Vakfı’nın Dünya Ekonomi Forumu (WEF) ile sıkı bağları mevcut. Forum, 2030 yılı itibarıyla sıfır sera gazı aşamasına ve doğaya zararsız gıda sistemlerine geçişi sağlamak için “iklim dostu” yöntemleri benimsemeleri konusunda çiftçileri teşvik ediyor. WEF, aynı zamanda büyükbaş hayvan üretiminin ve et tüketiminin azaltılmasının şart olduğuna, alternatif protein kaynaklarına geçişin zaruri olduğuna inanıyor.

Küresel gıda sistemimizi dönüştürme işine kendisini adamış en etkili özel-kamusal örgütlerden biri de Davos’ta geliştirilmiş olan “çok paydaşlılık” yaklaşımını temel alan EAT-Lancet Komisyonu. Bu komisyon, akademik kurumlar ve çok uluslu şirketler gibi hükümetlerle birlikte çalışan, seçimle işbaşına gelmemiş olan “paydaşlar”ca biçimlendirilmiş politikaların uygulanmasını istiyor. Wellcome Vakfı’nın teşkil ettiği bu ağ, BM kurumları, dünyanın önde gelen üniversiteleri ve Google ve Nestle gibi şirketlerden oluşuyor. EAT denilen yapının kurucusu ve başkanı olan Gunhild Stordalen, Norveç’in en zenginlerinden biriyle evli. Yardım faaliyetleri içinde yer alan bu isim, asıl niyetinin “Gıda İçin Davos Zirvesi”ni örgütlemek olduğunu söylüyor.

EAT’in çalışmalarına ilk başta Dünya Sağlık Örgütü destek sunuyordu, fakat 2019’da örgüt, İtalya elçisi ve Cenevre’deki daimi BM temsilcisi Gian Lorenzo Cornado’nun EAT’in bitki temelli gıdalara odaklanan, eti ve diğer hayvan kaynaklı gıdaları dışlayan beslenme rejimine odaklanan beslenme anlayışının bilimsel temelini sorgulaması ardından, desteğini çekti. Cornado, cinsiyeti, yaşı, sağlığı ve yeme alışkanlıklarını görmezden gelen standart bir beslenme tarzının tüm gezegene önerilmesinin bilimsel bir zemini olmadığını, birçok ülkede kültürel mirasın ve toplumsal uyumun parçası olan, bin yıllık sağlıklı geleneksel beslenme tarzlarının yok olmasına neden olacağını söyledi.

Cornado’ya göre asıl önemli olan, komisyonun tavsiye ettiği beslenme rejiminin “besleyicilik açısından yetersiz, dolayısıyla insan sağlığına zararlı olması, neticede bilhassa gelişmekte olan ülkelerde ekonomik buhrana yol açacak olması.” Cornado’nun üzerinde durduğu diğer bir konu da “hayvan kaynaklı gıdaların tümüyle veya büyük ölçüde yok edilecek olması.” Ona göre bu türden bir işlem, büyükbaş hayvan yetiştiren çiftlikleri ve et-süt ürünleri üretimiyle alakalı diğer faaliyetleri ortadan kaldıracak.

Dünyanın en önemli kamusal sağlık kurumunun önde gelen üyelerinden birinin dillendirdiği, 81 ülkede 200 milyon küçük mülk sahibi çiftçiyi temsil eden ağın da paylaştığı bu türden endişelere rağmen, EAT, gıda sistemlerinin kökten dönüştürülmesi ile ilgili ajandanın tüm dünyaya dayatılmasına dönük çalışmaların merkezinde durmaya devam ediyor.

2021’de WEF ile BM Genel Sekreteri Stordalen arasında kurulmuş olan ortaklığın örgütlediği Birleşmiş Milletler Gıda Sistemleri Zirvesi’ne bu süreçte öncü rolü bahşedildi.

Zamanla tarım sektöründe ve gıda sektöründe kamu kuruluşları ile özel-şirketlere ait alan arasındaki sınırlar tümüyle kaldırıldı. Bill Gates’in merkezinde durduğu bu dönüşüm süreci dâhilinde başka alanlarda da sınırlar silindi.

Sağlık hizmetleri yanında tarım da Bill ve Melinde Gates Vakfı’nın en çok ilgilendiği alanlardan. Birçok girişimi finanse eden vakıf amacının gıda güvenliğini artırmak ve Gates Ag One, CGIAR ve Afrika’da Yeşil Devrim İttifakı gibi araçlar üzerinden sürdürülebilir çiftçilik çalışmalarını teşvik etmek olduğunu söylüyor.

Buna karşılık, sivil toplum örgütleri, vakfı nüfuzunu çok uluslu şirketlerin çıkarlarını küresel güneyin yoksul ülkelerinde savunmak ve küresel gıda üretiminin artırılmasına hiçbir katkı sunmayan etkisiz (çok kâr getiren) yüksek teknoloji temelli çözümleri dayatmak için kullandığını söylüyorlar. Dahası, Gates’in “sürdürülebilir tarımsal faaliyetleri”, sadece gelişmekte olan ülkelerle sınırlı değil. Etin Ötesinde ve İmkânsız Gıdalar gibi bitki temelli protein şirketlerine yatırım yapan Gates, ABD’de büyük miktarlarda çiftlik arazileri satın aldı, hatta öyle ki ülkedeki en büyük çiftlik arazisi sahibi hâline geldi.

Gates’te cisimleşen küreselci eğilimde mevcut olan sorun, inkâr edilemeyecek bir gerçeklik: Nihayetinde küçük ve orta ölçekli tarım faaliyeti, geniş biyolojik çeşitlilik ve doğal unsurların korunmasıyla bağlantılı bir faaliyet olması sebebiyle, geniş ölçekli endüstriyel tarıma kıyasla daha fazla sürdürülebilir. Ayrıca küçük çiftlikler, diğer türde kamusal ürünlerin neredeyse tamamını üretiyor. Tarımsal alanların ve uzak bölgelerin canlı kalmasına katkıda bulunuyor, bölgelerin kimliklerini muhafaza ediyor, bunun yanında, daha az iş imkânı sunan bölgelerde istihdamın artmasını sağlıyor. Daha da önemlisi, küçük çiftlikler dünyanın karnını doyuyorlar. 2017 tarihli bir çalışmada dile getirildiği biçimiyle, büyük tarım şirketleriyle bağlantısı olmayan, küçük ölçekli üreticilerin oluşturduğu, “köylülerin gıda ağı” dünyadaki tarımsal kaynakların sadece yüzde 25’ini kullanarak dünyanın yarısından fazlasının karnını doyuruyor.

Geleneksel çiftçilik, daha önce hiç tanık olmadığı bir saldırıyla karşı karşıya. Küçük ve orta ölçekli çiftlik sahipleri, hayatta kalmalarını imkânsız kılacak ağır toplumsal ve ekonomik koşullara maruz kalıyorlar. Avrupa ve diğer bölgelerde çiftlikler alarm verecek bir hızda ortadan kayboluyor. Bu, dünyadaki gıda oligarkları lehine işleyen bir süreç dâhilinde gerçekleşiyor. Üstelik her şey, “sürdürülebilirlik” adına yapılıyor. Dünya genelinde bir milyara yakın insanın açlığın pençesinde olduğu bir dönemde Hollandalı çiftçilerin verdiği ders acilen edinilmeli. Bu dersten daha acil ve daha ilham verici başka bir ders yok. Zira en azından şimdilik, Büyük Gıda Sıfırlaması’na direnmek için hâlen daha vakit var.

Thomas Fazi
28 Mart 2023
Kaynak

0 Yorum: