İsrail,
Seyyid Hasan Nasrallah'ı öldürdü çünkü Seyyid, İsrailliler Filistinlilere
yönelik soykırıma son verene kadar İsrail’in kuzeyine yönelik saldırıları
durdurmayı reddetti. Nasrallah’ın örgütü Hizbullah, İsrail’in kısa süreli
ateşkesi sırasında saldırılarına ara verdi. İsrailliler, savaşa yeniden
başladığında ise Hizbullah da saldırılarına devam etti.
Nasrallah
öldürüldü çünkü Filistin’e sunduğu destekten taviz vermiyordu. Diğer tüm Arap
liderlerinn aksine Nasrallah, İsrail’e karşı iki kez savaş açmış ve İsrail’i
mağlup etmişti: ilki İsrail’in 2000 yılında Lübnan’dan çekilmek zorunda
kalması, ikincisi ise 2006 yılında İsrail’in Hizbullah’ı yok edememesi şeklinde
gerçekleşti. İsrail’i mağlup eden adam, en sonunda 27 Eylül 2024’te binlerce
Lübnanlı yoldaşıyla birlikte öldürüldü.
2013
yılında, Suriye’deki savaş tırmanırken, bir arkadaşımla birlikte Lübnan’ın
başkenti Beyrut’un bir mahallesi olan Dahiye’de kalabalık bir alana girdik.
Nasrallah’ın yapacağı bir konuşmayı dinlemeye gelmiştik. Nasrallah’ın, Lübnan’da
siyasi bir parti ve Lübnan’ı düzenli İsrail saldırılarına karşı savunmak için
kurulmuş askeri bir örgüt olan Hizbullah’ın neden Suriye’ye müdahil olmaya
karar verdiğini açıklayacağını öğrendim. Açık alana büyük bir televizyon ekranı
kurulmuştu ve sonunda Nasrallah ekrana çıktı. Yüksek sesli tezahüratlarla
karşılanmıştı. Benzer sahneler, Lübnan’ın diğer bölgelerinde de yaşanacak ve
Nasrallah, televizyon ekranlarına çıkarak bu önemli karar hakkında halka
seslenecekti.
Nasrallah,
bizzat orada bulunmadı çünkü 1992 yılında 32 yaşındayken Hizbullah’ın
liderliğine getirilmesinden bu yana İsrail, kendisine suikast düzenlemeyi
hedefliyordu. Şahsen katılması onun için intihar olurdu. Bu yüzden tam olarak
nerede olduğu belirsizdi ama insanların onu dinlemek için nerede toplanacağı
belliydi.
Konuşma,
Nasrallah’ın Suriye’deki savaşın karmaşık durumunu ve sınıra yakın Kaide’ye
bağlı Nusret Cephesi’nin Lübnan halkına yönelik tehditlerini anlatmasıyla yavaş
yavaş başladı. Nasrallah, Nusret Cephesi’nin Lübnan’a girmesi halinde sadece
Şii toplumuna değil, Hıristiyanlara ve diğerlerine de saldıracağı uyarısında
bulundu. Hizbullah savaşçılarının Lübnan’ı korumak için sınırı geçip Suriye’nin
Kalamun Dağları’nda çatışmaya girmeleri gerektiğini belirtti.
Sonraları
başka bir gazeteciyi yanıma alıp Hizbullah savaşçıları ile Nusret Cephesi
savaşçıları arasındaki çatışmaları gözlemlemek için o dağlara gittim. Hizbullah
savaşçılarının Nasrallah’a gösterdikleri hürmet etkileyiciydi, Lübnan’ı Nusret
Cephesi’nden koruma misyonlarına duydukları güçlü inanç da. Eğer Seyyid bunun
yapılması gerektiğini söylemişse, onlar bunu yapacaklardı. Toprak kazanma
ihtiyacından ziyade şehitlik motivasyonuyla hareket ediyorlardı ve oradaydılar,
evlerinden uzakta Nusret savaşçılarıyla zorlu çatışmalara girdiler. Eğer
Hizbullah üyeleri ve aileleri arasında bir anket yapılsaydı, Nasrallah genel olarak
en yüksek onay oranına sahip olurdu.
Nasrallah,
konuşmasında Hizbullah’ın Şam yakınlarında bulunan Seyyide Zeynep Camii’ni
korumasının hayati önem taşıdığını vurguladı. Bu caminin Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın
kızı ve dolayısıyla Hz. Muhammed’in torunu Zeyneb bint Ali’nin istirahatgâhı
olduğu söyleniyor. Türbenin Şii toplumu tarafından saygı görmesi ve Kaide
gruplarının Suriye’deki Şiileri ve türbelerini terörize eden tehditleri nedeniyle
Nasrallah’ın endişeleri destekçileri arasında büyük yankı uyandırdı.
Nasrallah’ın
röportaj üstüne röportaj vererek mezhepsel bölünmelerin haram olduğunu ve bir
arada yaşamanın esas olduğunu söylediğini anlamak çok önemlidir. Hizbullah’ın
Suriye'ye girmesi kısmen Nusret’i Lübnan’dan uzak tutmak, kısmen de Suriye’deki
Şii toplumunu ve Şii türbelerini korumak içindi. Bu, Hizbullah’ın Lübnan’da hem
Lübnanlı ulusal bir güç hem de İslami (Şii değil) direniş olarak durduğu
yerdir. Nasrallah, Hizbullah liderliği boyunca örgütün bu iki yönü arasında
ustalıkla hareket etmiştir.
Lübnan’ın
güney şehirlerinden geçerken Hizbullah’a verilen desteğin derinliği ve
sarsılmaz gücü açıkça görülüyor. Bunun nedeni, İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal
etmesiyle başlayan ve 2000 yılında ülkenin büyük bir bölümünü zorla ele geçiren
İsrail işgaline son verilmesini sağlayan şeyin Hizbullah’ın askeri becerisi
olmasıdır. Hizbullah, bu çatışma sırasında doğdu ve hem askeri hüner hem de
siyasi zekâ ve baskı karşısında cesaret gösterdi.
Nasrallah,
1989’dan 1991’e kadar İran’da bulunmuş ve Kum’daki Şii ilahiyat okulunda eğitim
görmüştü. 1991’de Lübnan’a döndüğünde kendini Hizbullah’a adadı ve ertesi yıl,
Hizbullah lideri Abbas Musevi’nin ABD tarafından öldürülmesinden sonra
Nasrallah örgütün lideri oldu.
Nasrallah,
derhal, suikasta uğrayana kadar yürürlükte kalacak bir politika başlattı: Hizbullah,
sadece İsrail askeri hedeflerini vuracaktı, ancak İsrail Lübnanlı sivilleri
vurursa Hizbullah da İsrailli sivillere misilleme yapacaktı. İsrail 2000
yılında yenilgiyle geri çekildiğinde, Hizbullah Lübnan’da İsrail işgaliyle
işbirliği yapan hiç kimseyi hedef almayacağını kamuoyuna açıkladı. Lübnanlılar
iyileşmek ve bir ulus olmak zorundaydı…
Nasrallah
ve antisemitizm hakkındaki tüm anlatılara rağmen, Beyrut’taki Maghen Abraham
Sinagogu’nun yeniden inşasına yardım edenin Nasrallah yönetimindeki Hizbullah
olduğunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Arab News, Nasrallah’ın
“Sinagog dinî bir ibadet yeridir” ve “Restorasyonu memnuniyetle karşılanır”
dediğini aktarıyordu. Nasrallah, 2012 yılında Filistin'le ilgili bir tartışma
sırasında Julian Assange’a şunu söylemişti:
“Bize göre tek çözüm,
Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin barış içinde bir arada
yaşayacakları, Filistin toprağı üzerinde kurulacak demokratik bir devlettir.
Bunun dışındaki çözümler asla geçerli olmayacaktır.” [Bkz.: Mülakat]
İsrail,
ABD’nin desteğiyle 2006 yılında Lübnan’ı bombalamaya başladığında, Hizbullah’ın
yok edileceği kesin gibi görünüyordu. Ancak Hizbullah saldırıya direndi ve
İsrail’e karşı atağa geçti. Yıllar önce Arap ülkelerindeki dostlarım bana,
“Neden bir Hugo Chavez çıkaramıyoruz?” diyerek Batı’nın müdahalesine ve İsrail’in
Filistinlileri işgaline karşı duracak bir lider çıkaramamalarının sebebini
sorarlardı. 2006 Savaşı sırasında aynı kişiler Nasrallah’ın Arapların Chavez’i
olduğunu, Cemal Abdünnâsır’ın vücut bulmuş hali olduğunu söylemeye başladılar. Hizbullah'ın
yok edilmemesi ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi, Arap dünyasının geniş
kesimlerine İsrail’in bu savaşı kaybettiğini kanıtladı.
Bu
zafer, kısmen Nasrallah’ın Hizbullah’ı askeri bir güçten Lübnan’ın büyük
bölümündeki “direniş toplumunun” (müctemaü’l mukavemet) ayrılmaz bir
parçası haline getirme becerisine atfedilir. Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi’ndeki
insanların dünya görüşünü şekillendiren, bu direniş toplumudur. Bu insanlar,
kendilerini İsrail’in Filistin’i işgaline ve İsrail’in Güney Lübnan’daki
eylemlerine karşı devam eden mücadeleye adadılar. Hizbullah’ın dayanıklılığının
anlamı, Lübnan’ın güney bölgesindeki tünellerde sakladığı binlerce füze değil,
işte bu direniş toplumudur.
İsrailliler,
2006 yılı boyunca ve sonrasında Nasrallah’ı birçok kez öldürmeye çalıştı ama
başarılı olamadılar. Nasrallah, konuşmalarının son konuşması olabileceğinden sıkça
bahsederdi çünkü İsraillilerin ne zaman başarılı olacağı belli değildi.
Nasrallah’ın öldürülmesi Lübnan'da şok etkisi yarattı, zira Nasrallah’ın
öldürülemeyeceğine dair bir kanı oluşmaya başlamıştı. Ancak Nasrallah da bir
insandı ve insanlar öyle ya da böyle ölürler.
Robert
Fisk, 2001 yılında yazdığı bir makalede, Nasrallah’tan şehitliğe hazırlanmanın
ne anlama geldiğini açıklamasını istemiş, Seyyid, buna şu cevabı vermişti:
“Bir saunada olduğunuzu
düşünün. Çok sıcak ama siz, yan odada klimanın, bir koltuğun, klasik müziğin ve
bir kokteylin olduğunu biliyorsunuz.”
Muhtemelen
İsrail bombaları düştüğünde Nasrallah’ın tavrı buydu.
1997’de
en büyük oğlu Muhammed Hadi, Melik’te bir İsrail pususunda öldürüldü. Bu,
Nasrallah için kişisel bir kayıptı. Nasrallah’ın ölümünden bir gün sonra oğlu
Cevad Nasrallah, İsrail uçakları tarafından atılan 85 adet 2 bin 500 kiloluk
bombalar sonucu oluşan korkunç kraterin bulunduğu yere gitti ve yok olan
cesetlere bakarak acı içinde çığlıklar attı. İsrail’in devam eden
bombardımanı şu ana kadar Lübnan’da binden fazla insanın hayatına mal oldu ve
yarım milyondan fazla insanı da yerinden etti. Savaş beklentisiyle yaşayan bir
toplum, şimdi Filistinlilere yönelik soykırımını Lübnan’a ve nihayetinde İran’a
karşı bir savaşa dönüştürmek isteyen İsrail’deki çaresiz liderliğin kendisine
bahşettiği acımasızlıkla mücadele ediyor.
İsrail,
bu eylemleriyle cehennemin kapılarını ağzına kadar açmıştır.
Bu
esnada, İran’ın Meşhed kentindeki İmam Rıza türbesi ve Suriye’nin başkenti Şam’ın
dışındaki Seyyide Zeynep türbesinde siyah bayraklar dalgalanıyor.
Bu,
çok az kişiye nasip olacak bir onurdur; Ayetullah Ruhullah Humeyni (1902-1989)
bile bu onura sahip olmamıştır.
Şu
anda Arap dünyasını saran şok yakında dağılacak. Hizbullah toparlanmaya
çalışacak. Ancak İsrail’i meşru bir şekilde mağlup eden tek Arap lider Seyyid
Hasan Nasrallah’ın yeri kolay kolay dolamayacaktır.
Vicay Praşad
2 Ekim 2024
Kaynak
Çeviri: Medyaşafak
0 Yorum:
Yorum Gönder