Bertolt
Brecht’in asarı, iki açıdan kaba bulunur. İlki, onun toplumsal gerçekliği sahnede
tüm açıklığıyla aktarırken alt sınıfların dilini kullanmasıyla alakalıdır. İkincisi
ise Marksizmi estetik ve incelikli yorumlar değil, basit ve kaba sorular
üzerinden dile dökmesiyle bağlantılıdır. Brecht, “Kimler neye sahip?”, “Kimlerin
faydasına?”, “Bedeli kim ödüyor?” gibi sorular sorar.
Brecht,
Pozitivizm ve Frankfurt Okulu
Batı
Marksizminin genel anlatısında Brecht, sadece tiyatro eserleriyle değil, radikal
pozitivizmin destekçisi olarak da önemli bir yer işgal eder. Brecht, her şeyin
bilinebileceği konusunda zerre şüpheye sahip değildir. Sosyal adalet, sömürü ve
savaşlardan istifade edenler, kendilerini ortaya koydukları vakit gözle görülür
olan şeylerdir. Bu anlamda, Brecht’in asarının didaktik bir işlevi vardır.
Brecht,
ürettiği eserlerle aydınlatma işine ortak olmak istiyordu. Onun “epik” veya “diyalektik”
tiyatrosunda amaç, seyirciyi analize teşvik etmekti. Özdeşleşmeye,
karakterlerle fazla empati kurulmasına mani olmak adına yabancılaştırma
efektlerine başvuruluyordu. Oyunun içeriği ile kişinin hayatının içeriği
arasındaki duvar kaldırılıyordu ki hem izleyiciler hem de karakterler için
alternatif yollar dile dökülebilsin.
Bu
pozitivizm spektrumunun diğer ucunda ise Frankfurt Okulu duruyordu. Okula göre,
tüm bilginin üzerini mevcut koşullar örtmüştü. Buradan da okul mensupları,
burada ve şimdide olan üzerinden burayı ve şimdiyi nasıl aşacağız sorusunu
soruyorlardı.
Solcu,
eleştirel, hatta devrimci oyunlarda bile Adorno, çoğunlukla şeyleşmenin ve
yabancılaşmanın yeniden üretildiğini görüyordu. İzleyen kişi, bir eseri
tükettiğinde gündelik tüketimci ideoloji yaşama imkânı buluyordu. Bu anlamda,
kapitalist bütünlük kendi düşmanlarını kucaklamaktaydı. Sadece kendi temellerinin
bilincinde olan bir toplumu değiştiren pratik içerisinde özgürlük için mücadele
edilebilirdi.
Brecht,
Frankfurt Okulu’na hiçbir zaman dost olmadı. Sırdaşı olan Walter Benjamin bile
kafası karışık biri olarak görülüyordu. Zira eleştirel teori denilen şey, öğrettiklerinden
daha çoğunu gizleyen bir teorik faaliyetti.
Frankfurt
Okulu, sanatın araçsallığını onun kültür endüstrisinin bir kopyası hâline
gelmesi üzerinden eleştirirken, Brecht araçlara değinme ihtiyacı duymuyordu. Onun
derdi başkaydı. O, sanatı sıradan insanlara taşımak istiyordu.
Brecht’in
Mirası
Sanatı
sıradan insanlara taşıma iradesi, Brecht’in mirasını bugün de özel kılan ana
husustur. Tarihçi Todd Cronan’ın da dile getirdiği biçimiyle, bugün sol, Adorno’dan
çok Brecht’e ihtiyaç duymaktadır.
Cronan’a
göre, Adorno ve Horkheimer, Alman solunun Holokost öncesi Hitler faşizminin
merkezinde duran antisemitizme dair yanlış değerlendirmesinin ekmeğini fazlasıyla
yedi. Bu yazarlar, somut teorik yanlışlarına eğilmek yerine başkalarının idrak
etme becerisini sorguladılar. Belirgin bir kibirle hareket etme imkânı
buldular.
Brecht
ise sağlam bir faşizm teorisi ortaya koyamasa da antisemitizmin ve ırkçılığın temel
niteliğini, kitleleri sınıf mücadelesinden uzaklaştıran yönlerini görmeyi
bildi.
Rethinking
Marxism dergisinde çıkan yazısında Neil Levi, bu değerlendirmeye
katılmıyor. Adorno’nun yanında Brecht’e de şu soruyu soruyor: “Bir kişi sahnede
öğretmen gibi dururken seyircinin pasif kalmasına nasıl mani olacak?”
Brecht,
sporu çok severdi. Taraftarların kendilerini atletlerle veya takımlarla
özdeşleşmesine önem verirdi. Aynı duygunun sahneye de taşınmasını isterdi. İnsanların
boks maçındaki gibi tiyatroda sigara içmesine ses etmezdi. Duygu ve dürtülerin
değerini görürdü.
Futboldaki
durum, atletizmdeki durumdan farklı. Maçı izleyen, durumunun farkındadır. Bağırır,
öfkeli bir kalabalık olarak hareket eder. Maçın ardından günlerce maçla ilgili
yorumda bulunur. Futbolcuları ve teknik direktörü eleştirir.
Levi,
Brecht’in büyük bir dava için bireyin kendisini feda etmesi fikrini fetişleştirdiğini
söyler. Bu noktada 1930 tarihli Karar isimli didaktik oyunundan
bahseder. Oyunda devrimci komitenin bir yoldaşın kötü davranışı konusunda yürüttüğü
yargılama sürecine yer verilir. Çile çeken halkla empati kurulur ama yoldaşlar ve
üstlenilen görevin başarısı bir biçimde tehlikeye atılır. Neticede yargılanan
yoldaş idam edilir.
Oyunun
amacı, kişinin yüce bir ideal uğruna kişisel duygularını bir kenara koyması
fikrini aktarmaktır. Oysa Marx, büyük bir dava için bireyin kendisini feda
etmesini hiçbir vakit istememişti. Ona göre, devrimci dönemlerde feda olağan
bir şeydi. Vakit geldiğinde, her gün sömürülen işçilerden kendilerini feda
etmeleri tabii ki talep edilebilirdi.
Kaba
Düşünme Pratiği
Brecht,
genelde kaba düşünme pratiği üzerinden eleştirilir. Örneğin Frederic Jameson, bu
düşünme pratiğinin maddi çıkarlar üzerinden hâkim ideolojiyi sorgularken başvurduğu
yabancılaştırma tekniğinin bir başka biçimi olduğunu söyler.
Alain
Badiou de “Acemi Düşünme Biçimi” başlıklı yazısında maddi çıkarları sorgulama
pratiklerinin “kaba” olduğunu söyler. Brecht’in Okumuş Bir İşçi Soruyor şiiri
buna örnek verilebilir:
Yedi
kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil'i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima'nın?
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?
Yüce Roma'da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimler acaba bu anıtları diken?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans'ta?
Atlantis’te,
o masallar diyarında bile,
boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan'ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalıları Sezar?
Bir ahçı olsun yok muydu yanında onun?
İspanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası acaba ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşını İkinci Frederik kazanmış ha?
Yok muydu ondan başka kazanan?
Kitapların
her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kimler zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
Ama ödeyen kimler harcanan paraları?
İşte bir
sürü olay sana.
Ve bir sürü soru.
[“Okumuş İşçinin Soruları” -1935/1936, Çeviri: A. Kadir]
Burada
şair, basit sorular sorarak, büyük insanları ve savaşlardan zaferle çıkanları
odağa yerleştiren, işçilerin rolünü görmeyen tarihyazımını ifşa ediyor ve
zenginliği esas üretenlerin bilince çıkartılmasını sağlıyor. Okuldaki ve
toplumdaki tarih algısıyla okumuş işçinin tarih algısı farklı. İşte tam da bu
farklılık, basit sorularla açığa çıkartılmalı.
Brecht’in
şiirinde ve düzyazılarında karşılık bulan “kaba düşünme pratiği”nin asıl
kaynağı, esasında Walter Benjamin. “Tarih Anlayışı Üzerine” (1940) isimli
makalesinde Benjamin, Marksistlerin geleneksel kabullere karşı gelip tarihin üzerindeki
örtüyü kaldırmaları gerektiğini söylüyor. Ona göre, hâkim tarihyazımının
gizlediği gerçekleri belirlemek için öncelikle Marksist yöntem ve içerik
bilince çıkartılmalı. Brecht ise tarihteki çelişkilere dair nükteli sözler sarf
ederek veya o çelişkilere dair sorular sorarak okurlarına ve seyircisine açık
kapılar bırakıyor.
Benjamin,
“kaba düşünme pratiği”ne dair fikriyatı isimsiz yayınladığı bir eleştirisiyle
biçimlendiren isim. 1934 tarihli Üç Kuruşluk Roman’ı için yazdığı yazıda
şunu söylüyordu: “Bugün asıl mesele, acemice, hoyratça düşünmeyi öğrenmektir.”
Benjamin’e
göre, bu hoyratça ve acemice düşünme pratiği, teoriden pratiğe hızla geçişin
yolu. Pratik, maddi dünyayı, dolayısıyla bilinci değiştiriyor. Ardından
kendisini eksik teoriye hâkim bilinç olarak dayatıyor. İşte tam da bu yüzden “hoyratça
düşünme” bu denli etkili.
Spectrum of Communism
16
Kasım 2023
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder