10 Şubat 2025

,

Kaba Brecht

Bertolt Brecht’in asarı, iki açıdan kaba bulunur. İlki, onun toplumsal gerçekliği sahnede tüm açıklığıyla aktarırken alt sınıfların dilini kullanmasıyla alakalıdır. İkincisi ise Marksizmi estetik ve incelikli yorumlar değil, basit ve kaba sorular üzerinden dile dökmesiyle bağlantılıdır. Brecht, “Kimler neye sahip?”, “Kimlerin faydasına?”, “Bedeli kim ödüyor?” gibi sorular sorar.

Brecht, Pozitivizm ve Frankfurt Okulu

Batı Marksizminin genel anlatısında Brecht, sadece tiyatro eserleriyle değil, radikal pozitivizmin destekçisi olarak da önemli bir yer işgal eder. Brecht, her şeyin bilinebileceği konusunda zerre şüpheye sahip değildir. Sosyal adalet, sömürü ve savaşlardan istifade edenler, kendilerini ortaya koydukları vakit gözle görülür olan şeylerdir. Bu anlamda, Brecht’in asarının didaktik bir işlevi vardır.

Brecht, ürettiği eserlerle aydınlatma işine ortak olmak istiyordu. Onun “epik” veya “diyalektik” tiyatrosunda amaç, seyirciyi analize teşvik etmekti. Özdeşleşmeye, karakterlerle fazla empati kurulmasına mani olmak adına yabancılaştırma efektlerine başvuruluyordu. Oyunun içeriği ile kişinin hayatının içeriği arasındaki duvar kaldırılıyordu ki hem izleyiciler hem de karakterler için alternatif yollar dile dökülebilsin.

Bu pozitivizm spektrumunun diğer ucunda ise Frankfurt Okulu duruyordu. Okula göre, tüm bilginin üzerini mevcut koşullar örtmüştü. Buradan da okul mensupları, burada ve şimdide olan üzerinden burayı ve şimdiyi nasıl aşacağız sorusunu soruyorlardı.

Solcu, eleştirel, hatta devrimci oyunlarda bile Adorno, çoğunlukla şeyleşmenin ve yabancılaşmanın yeniden üretildiğini görüyordu. İzleyen kişi, bir eseri tükettiğinde gündelik tüketimci ideoloji yaşama imkânı buluyordu. Bu anlamda, kapitalist bütünlük kendi düşmanlarını kucaklamaktaydı. Sadece kendi temellerinin bilincinde olan bir toplumu değiştiren pratik içerisinde özgürlük için mücadele edilebilirdi.

Brecht, Frankfurt Okulu’na hiçbir zaman dost olmadı. Sırdaşı olan Walter Benjamin bile kafası karışık biri olarak görülüyordu. Zira eleştirel teori denilen şey, öğrettiklerinden daha çoğunu gizleyen bir teorik faaliyetti.

Frankfurt Okulu, sanatın araçsallığını onun kültür endüstrisinin bir kopyası hâline gelmesi üzerinden eleştirirken, Brecht araçlara değinme ihtiyacı duymuyordu. Onun derdi başkaydı. O, sanatı sıradan insanlara taşımak istiyordu.

Brecht’in Mirası

Sanatı sıradan insanlara taşıma iradesi, Brecht’in mirasını bugün de özel kılan ana husustur. Tarihçi Todd Cronan’ın da dile getirdiği biçimiyle, bugün sol, Adorno’dan çok Brecht’e ihtiyaç duymaktadır.

Cronan’a göre, Adorno ve Horkheimer, Alman solunun Holokost öncesi Hitler faşizminin merkezinde duran antisemitizme dair yanlış değerlendirmesinin ekmeğini fazlasıyla yedi. Bu yazarlar, somut teorik yanlışlarına eğilmek yerine başkalarının idrak etme becerisini sorguladılar. Belirgin bir kibirle hareket etme imkânı buldular.

Brecht ise sağlam bir faşizm teorisi ortaya koyamasa da antisemitizmin ve ırkçılığın temel niteliğini, kitleleri sınıf mücadelesinden uzaklaştıran yönlerini görmeyi bildi.

Rethinking Marxism dergisinde çıkan yazısında Neil Levi, bu değerlendirmeye katılmıyor. Adorno’nun yanında Brecht’e de şu soruyu soruyor: “Bir kişi sahnede öğretmen gibi dururken seyircinin pasif kalmasına nasıl mani olacak?”

Brecht, sporu çok severdi. Taraftarların kendilerini atletlerle veya takımlarla özdeşleşmesine önem verirdi. Aynı duygunun sahneye de taşınmasını isterdi. İnsanların boks maçındaki gibi tiyatroda sigara içmesine ses etmezdi. Duygu ve dürtülerin değerini görürdü.

Futboldaki durum, atletizmdeki durumdan farklı. Maçı izleyen, durumunun farkındadır. Bağırır, öfkeli bir kalabalık olarak hareket eder. Maçın ardından günlerce maçla ilgili yorumda bulunur. Futbolcuları ve teknik direktörü eleştirir.

Levi, Brecht’in büyük bir dava için bireyin kendisini feda etmesi fikrini fetişleştirdiğini söyler. Bu noktada 1930 tarihli Karar isimli didaktik oyunundan bahseder. Oyunda devrimci komitenin bir yoldaşın kötü davranışı konusunda yürüttüğü yargılama sürecine yer verilir. Çile çeken halkla empati kurulur ama yoldaşlar ve üstlenilen görevin başarısı bir biçimde tehlikeye atılır. Neticede yargılanan yoldaş idam edilir.

Oyunun amacı, kişinin yüce bir ideal uğruna kişisel duygularını bir kenara koyması fikrini aktarmaktır. Oysa Marx, büyük bir dava için bireyin kendisini feda etmesini hiçbir vakit istememişti. Ona göre, devrimci dönemlerde feda olağan bir şeydi. Vakit geldiğinde, her gün sömürülen işçilerden kendilerini feda etmeleri tabii ki talep edilebilirdi.

Kaba Düşünme Pratiği

Brecht, genelde kaba düşünme pratiği üzerinden eleştirilir. Örneğin Frederic Jameson, bu düşünme pratiğinin maddi çıkarlar üzerinden hâkim ideolojiyi sorgularken başvurduğu yabancılaştırma tekniğinin bir başka biçimi olduğunu söyler.

Alain Badiou de “Acemi Düşünme Biçimi” başlıklı yazısında maddi çıkarları sorgulama pratiklerinin “kaba” olduğunu söyler. Brecht’in Okumuş Bir İşçi Soruyor şiiri buna örnek verilebilir:

Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil'i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima'nın?
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?
Yüce Roma'da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimler acaba bu anıtları diken?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans'ta?

Atlantis’te, o masallar diyarında bile,
boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan'ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalıları Sezar?
Bir ahçı olsun yok muydu yanında onun?
İspanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası acaba ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşını İkinci Frederik kazanmış ha?
Yok muydu ondan başka kazanan?

Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kimler zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
Ama ödeyen kimler harcanan paraları?

İşte bir sürü olay sana.
Ve bir sürü soru.

[“Okumuş İşçinin Soruları” -1935/1936, Çeviri: A. Kadir]

Burada şair, basit sorular sorarak, büyük insanları ve savaşlardan zaferle çıkanları odağa yerleştiren, işçilerin rolünü görmeyen tarihyazımını ifşa ediyor ve zenginliği esas üretenlerin bilince çıkartılmasını sağlıyor. Okuldaki ve toplumdaki tarih algısıyla okumuş işçinin tarih algısı farklı. İşte tam da bu farklılık, basit sorularla açığa çıkartılmalı.

Brecht’in şiirinde ve düzyazılarında karşılık bulan “kaba düşünme pratiği”nin asıl kaynağı, esasında Walter Benjamin. “Tarih Anlayışı Üzerine” (1940) isimli makalesinde Benjamin, Marksistlerin geleneksel kabullere karşı gelip tarihin üzerindeki örtüyü kaldırmaları gerektiğini söylüyor. Ona göre, hâkim tarihyazımının gizlediği gerçekleri belirlemek için öncelikle Marksist yöntem ve içerik bilince çıkartılmalı. Brecht ise tarihteki çelişkilere dair nükteli sözler sarf ederek veya o çelişkilere dair sorular sorarak okurlarına ve seyircisine açık kapılar bırakıyor.

Benjamin, “kaba düşünme pratiği”ne dair fikriyatı isimsiz yayınladığı bir eleştirisiyle biçimlendiren isim. 1934 tarihli Üç Kuruşluk Roman’ı için yazdığı yazıda şunu söylüyordu: “Bugün asıl mesele, acemice, hoyratça düşünmeyi öğrenmektir.”

Benjamin’e göre, bu hoyratça ve acemice düşünme pratiği, teoriden pratiğe hızla geçişin yolu. Pratik, maddi dünyayı, dolayısıyla bilinci değiştiriyor. Ardından kendisini eksik teoriye hâkim bilinç olarak dayatıyor. İşte tam da bu yüzden “hoyratça düşünme” bu denli etkili.

Spectrum of Communism
16 Kasım 2023
Kaynak

0 Yorum: