19 Şubat 2025

,

Papaz Gapon


Çözüm süreciyle başlayan yeni aşamada her gün yeni bir gözaltı furyası yaşanıyor. Bugün içinde reformistlerin de bulunduğu bir gözaltı dalgası gündeme geldi. İçlerinde EMEP’in eski başkanı Ercüment Akdeniz de var. Bu durumda soruşturma gerekçesi geçmişe dayanıyor, vekilleri İskender Bayhan ise altı bin kişilik bir soruşturma olacağı iddiasında bulunuyor ve HDK bileşenlerinin gözaltına alındığını vurguluyor. Bu, bir kenara yazılabilir.

İkinci nokta, çözüm sürecine rağmen bu gündemin yaşanması ve kayyumların atanmasıdır.

Her iki nokta da birbiriyle bağlantılıdır. Dikkat edilirse, soruşturma süreçleri son üç aya dayanıyor. Öncelikle bu sürecin kabul ettirilmesi yönünde bir hamle yapılıyor fakat bu hamle, Kürt milliyetçilerinin peşinden giden solun ve radikal demokrasi hareketinin sürece uygun duruma getirilmesi. Zaten eleştiremezler, çünkü onlara vekillik ve sendika yönetimi veren de peşlerinden gittikleridir ama bu çevrelerin taban denilen insanlarının yeni kıvama getirilmesi söz konusu. Bu bağlamda solun itilmek istendiği yer, Eğitim Sen olağan genel kongresinde dağıtılan broşürün atıf yaptığı kişinin yanıdır ki o kişi de Türk solunun başıboş bırakılmaması gerektiğini söyleyendir. Bu bağlamda, atanan kayyumlar yeni kıvamın tarifini açığa çıkarır.

Tarihe düşmek istediğimiz notlar arasında, solun peşinden gittiği politik çevrenin kendisini eritip bitireceğiydi, öyle de oluyor. Bu gelişmeler yaşanırken Suriye’nin kuzeyindeki yapının yeni Suriye ordusuna katılma kararı aldığı bilgisi gündeme geliyor. Bu gelişmelerden bağımsız düşünülemez. Eski IŞİD’lilerle aynı orduda yer almak çarpıtılan tarihin ve Kürd'ün nasıl bir zemine çekildiğinin kanıtıdır.

Bugün yaşanan gözaltıların nedeni sınıf mücadelesi değil. HDK bileşeni olduğu iddia edilen parti ve çevrelerin bugünkü mağduriyetinin, sınıf mücadelesinin verdiği meşruluğa sahip olduğu söylenemez. Zincir market ve enerji giderlerine yönelik yapmadıkları boykot, uyuşturucu ve yozlaştırmaya karşı yürütmedikleri mücadele, barınma krizine karşı örülemeyen çalışma, deprem bölgesinde halka seçimden sonra sırt dönme, geliştiremedikleri genel grev, sınıf mücadelesinin meşruiyet zeminini kaybettiklerinin göstergesidir. Evet, tarihsel ve nesnel olarak bir bedel ödeniyor fakat bu bedel kimlik mücadelesinin gereğidir.

Tokatköy’de, Fetihtepe’de, Tozkoparan’da, depremlerde, göçüklerde, fabrikalarda, tarlalarda, üniversitelerde ve yaşamın her alanında yanında yer almadıkları halk sınıfları da bu bedeli sahiplenmeyecektir. Bu bedelin diğer yönü de delegesiz ve kitlesiz şekilde sendika yönetimlerini ve vekilliği almanın gereğidir. Kürd’ün iradesiyle verilen köşelerin bedelidir.

Bugün madalyonun iki yüzü vardır: Ümit Özdağ’ın tutuklanmasıyla HDK gözaltıları madalyonun yüzleridir. Bu gerçeği kabul etmeyenler varsa Mayıs seçimlerinde Ümit Özdağ ile aynı ittifakta yer aldıklarını hatırlayabilirler. Sınıf için ödenmeyen bedele sınıfın ortak olması söz konusu olamaz. İskender Bayhan’ın iddiası doğruysa son on yıldır Papaz Gapon rolünü yeniden üstlenen reformistler gün yüzüne çıkacaktır. Bu rolün gereği olarak emekçiler, kimlik temelli grevlere çağrılıp ihraç ettirildi, sendikalar, pasifize edilip tabela ve dernek hâline getirildi, işçi, grev yaparken belediye yönetimiyle sendikalar anlaşmaya vardı, salgın döneminde yerli aşının bilimselliği tartışılırken Alman aşısının getirilmesi için propaganda yapıldı, bugün oluşan Suriye için 6-8 Ekim’de insanlar sokağa döküldü.

Tarih, fermente bir yapıya sahiptir. Erken davranıp günün çıkarlarına uygun hareket edenler, zaman ilerledikçe keskin sirkeye maruz kalırlar. Son on yıldır yaşanan her gerilemenin nedeni, HDK bileşeni solun oportünizmi ve üstlendiği Papaz Gapon rolüdür.

On yıl önce bu çevrelerin insanlarına, bu rahatlığın ve sorumsuzluğun normal olmadığını söylediğimizde alaycı yaklaşımlara ve aforoz girişimlerine maruz kalıyorduk. Bugün ise yeni çözüm sürecinin on yıl önce sahip olduğu alanı tanımaması karşısında şok geçirenler, dönüp on yıl önceki “rahatlıklarını” ideolojik politik olarak çözümlerse bugün yaşadıkları süreci anlamlandırabilirler.

Evet, solun değil on yıllık, on aylık bir programı, mücadele örgüsü ve öngörüsü yok. Buradan emekçiler olarak çıkaracağımız ders ise kurtuluşumuzun bu politikalar, sendikalar ve çevreler ile olmayıp kendi meşru mücadelemiz olan sınıf gerçeğinde olduğudur. Gerisi marjinalliğe sürüklenen, halkını yüzüstü bırakan, mücadeleyi kapı kapı dolaşarak, evlere girerek, insanlara değerek, işyerlerine nüfuz ederek örmeyen solun sorunudur.

S. Adalı
19 Şubat 2025

0 Yorum: