Komünizm heyulası karşında dili tutulanların iftira ve
manipülasyonlarının anatomisi.
İdeolojiler ve sahiplerine göre devrimci komünistler
kimdir, nedir?
Sağcı, milliyetçi, şovenistlere göre, vatan haini,
terörist ve yediği kaba pisleyenleriz!
Muhafazakâr, dincilere göre, dinsiz, imansız,
hayasızız!
Liberallere göre, doğaya ve insanın doğasına uymayan
bir ideoloji olarak mülkiyet düşmanıyız!
Feministlere göre, eril, ahlak bekçisi, cins körü,
indirgemeci vs.
Reformistlere göre, maceracı, sekter, demokratik
mücadeleyi yok sayanız!
Yukarıda saydığımız yalanın, dolanın, iftiranın ve
manipülasyonların eksiği vardır, fazlası yoktur. Bunları artırabiliriz, zira
egemenler ve onun sadık bekçileri, kadrolu elemanları, sistemin bütün
aygıtları, imkânları, argümanları, gazetesi/dergisi, internet, sanatı, eğitim
sistemi vs. ile üzerinde zevk-i sefa sürdükleri ülkemiz ve dünyamızı daha fazla
sömürmeleri, daha fazla kâr ile ceplerini doldurmaları ve tüm bunlar olup
biterken asıl düşmanın kim olduğunu, açlığın sefaletin, işsizliğin, savaşların,
ölümlerin kimlerin eseri olduğunu, bu sonuçları kimin yarattığını, bu sonuçları
doğuran sistemi ve politikalarını gizlemek, hakikati örtbas etmek için tüm
imkânlarını seferber etmekte, onların emrinde, “hazır ol”da bekleyen
kapıkullarının ürettikleri burjuva akademisine ait teorilerle gerici feodal
söylem ve pratikleri ile kokuşmuş, çürümüş emperyalist/kapitalist sistemi ve
onun yarattığı pis kokuları oda spreyleri gibi gizlemek, dikkatleri başka yere
çekmek, suni dengeler yaratmak için kullanıyor.
Tüm bunlar, bugüne has şeyler değil. Ne vakit o ilk
kazık çakıldı, “burası artık benim” dendi, işte o gün bugündür birileri, kazık
çaktığı yeri kaybetmemek, hatta o yeri büyütmek, genişletmek için iftira ve
manipülasyonlarına devam ediyor.
Çeşitli milletlerden oluşan işçi-köylü, emekçi
halkımız, ezilenin ezileni kadınlar, gençler, Dünya işçi sınıfı, Dünya
halkları, eğer olur da tüm bu yalanlara, dolanlara, iftiralara, hakikati örtbas
eden manipülasyonlara bir süreliğine kulaklarını tıkar da devrimci komünistler
için, devrim ve komünizm için egemenlerin ne diye bu kadar yalana ihtiyacı
duyduğunu öğrenmek adına “bunlara ne sebep oldu?” diye sorarsa o sebebi idrak
edecektir:
Biz, burjuvazinin mülkünü yok etme niyetimiz sebebiyle
eleştiriliyoruz. Evet, kesinlikle öyle. Niyetimiz tam da budur.
Evet, bütün tarihsel ve güncel yalanın, dolanın,
iftiranın sebebi, bu kısa cümlede ifade edilen niyetimiz, o niyet uyarınca
ortaya koyduğumuz pratiktir.
Feodalizmin bağrında büyüyen, eşitlik, kardeşlik,
özgürlük vaat eden burjuvazinin/kapitalistlerin, 1848’de yayımlanan Komünist
Manifesto ile egemenlerin kalbine hançer saplayan Marks ve Engels
yoldaşların birkaç cümlelik söylemi, onların heyulası olmuştur. Ve bu heyula
tüm dünyayı sarmıştır.
Bu heyula öyle bir heyuladır ki onu defetmek için,
Burjuvazi bizzat kendisinin tasfiye ettiği din adamlarını bile yardıma
çağırmıştır. Lâkin bu sefer egemen olan ve üstünlüğü elinde tutan,
burjuvazidir, kapitalistlerdir. Din adamları kurumu, sadece bu heyula
karşısında sermayeye, özel mülkiyete zarar gelmemesi için vaaz veren bir
kapıkuludur.
En ilerici isimler bile toplumsal çelişkileri kadere
bağlayıp özel mülkiyete bir zarar gelmemesini sağlamak için uğraşmıştır. Çünkü
herkesin ilahiyattan, skolastik fikirlerden beslenmesi mümkün değildir. Bazı
insanlar da bilimsel, akla mantığa uygun şeyler duymak isterler. İşte bu
ihtiyacı ilericiler, akıl ve bilime dayandırdıkları tezlerle karşılarlar.
Akıl ise burjuvazinin aklıdır, bilim sermayenin
tekelinde olan bilimdir. Bunun bir önemi yoktur. Burjuvazinin reyonlarında
herkesin duymak, okumak, inanmak, secde etmek istediği her şey bulunmaktadır.
Kader, bilim, akıl, deney, tecrübe… seçenekler mebzul miktardadır!
Artık burjuvaziye, pazarda tezgâh açmış pazarcı, az
ileride lokanta işleten esnaf gibi, “Ne vereyim abime” diye sormak düşer.
Konjonktüre göre en basit olanı, güzel bir karışım hazırlayıp herkese
sunmaktır. Bu karışımın içindeki seçenekler konusunda tek şartsa onların, özel
mülkiyeti, üretim ilişkilerini, ezilen yoksulları, işçileri, emekçi halkları
sınıfsal ve toplumsal çelişkiler konusunda bilinçlendirmemeleridir.
Akıl ve bilimi seçenler, kaderci anlayış üzerinden
halka küfredecek; kaderi seçenlerse akıl ve bilim üzerinden, bilimin “kâfir
icadı” olduğunu söyleyip, her şeyi kadere bağlayacaktır. Bu sayede burjuvazi
büyük bir yükten kurtulacaktır. Bu seçenekler, öyle rastgele kullanılabilecek
yöntemler değildir. Hepsi de burjuvazinin günahlarından arındırılması için
kullanılan soyut kavramlardan ibarettir.
Konumuza dönecek olursak: Bilimsel sosyalizmin
tarihsel ve siyasal haklılığı karşısında yalana ve iftiraya başvurmaktan başka
çaresi olmayan egemenlerin ilk iftirası, komünistlerin bahsini ettikleri
ortaklığın eş olarak “kadınlar”ı da içerdiği ile ilgilidir.
Bu iftiranın altında yatan şey, burjuvazinin özel
mülkiyetine karşı gelişebilecek ortak mülkiyet, ortak kullanım, hak istemi
korkusudur. Nihayetinde ustalarında dile getirdiği biçimiyle burjuvanın gözünde
karısı, bir üretim aracından başka bir şey değildir. Dolayısıyla üretim
araçlarının ortaklaşa kullanılacağını duyar duymaz burjuva tek bir sonuca
ulaşır ve komünizmde kadınların da ortaklaşa kullanılacağı tespitinde bulunur.
Esasen bu iftiralar, iki uzlaşmaz sınıf arasında
yaşanan toplumsal çatışmanın bir sonucudur. Azınlık olan ama örgütlü devlet
aygıtını elinde bulunduran burjuvazi, tüm toplumsal çelişkileri silikleştirmek
için tarih boyu sürekli bu tür argümanlarla saldırılar gerçekleştirmiştir.
İnançlı bir emekçiye “bunlar senin dinini yok edecek”,
ülkesini seven bir gence “bunlar senin ülkeni bölecek”, yıllarca çalışıp
üzerine bir de kredi çekerek güç bela ev sahibi olmuş emekçiye “bunlar mülkiyet
düşmanı, evini elinden alacaklar”, işçi-emekçi kadınlara “bunlar sizi ortak
kullanacak” diyor.
Yani burjuvazi herkese anlayacağı dilden konuşuyor,
herkesi en zayıf yerinden vurup asıl düşmanın kim olduğunu unutturmak adına,
söylemediği söz, yapmadığı iş kalmıyor.
Komünistlerin kuramı tek bir tümcede özetlenebilir:
“Özel mülkiyetin ortadan kaldırılması!”
Evet bu kuram, burjuvazi/kapitalistler, ağalar-beyler,
egemenler, dünyanın tüm nimetleri üzerinde tepinen mutlu azınlık için büyük bir
felâket, büyük bir yıkım demektir.
Biz işçi sınıfı ve ezilen halklar içinse zincirlerden
başka kaybedecek bir şeyimiz bulunmamaktadır. Kazanacağımız bir dünya vardır.
Her siyasi-ekonomik krizde krizin faturasını işçi
sınıfına kesen, bu faturayı da gizlemek, görünmez kılmak, sorgulatmamak için
halklar arasına suni düşmanlık tohumları atan emperyalist haydutlar ve yerli
işbirlikçileri, Covid-19 salgını ile ekonomik krizi en az hasarla atlatmanın,
yeni ekonomi politikaları oluşturmanın, dünyayı resetleyip yeni bir dünya
düzeni kurmanın telâşı içerisindeler.
Eski dünyada olduğu gibi, bu eskisinin üzerine kurulan
ve ona göre şekil alan yeni dünya düzeninde de bizim yerimiz olmayacak. Zira
eski dünyayı da, eski dünya üzerinden şekillenen yeni dünya düzenini de
siyasi-ekonomik iktidarı elinde bulunduran egemenler, kendi menfaatleri
doğrultusunda işçi sınıfını ve halkları ezmek, sömürmek, köle gibi çalıştırmak
için kuracaklar. Sonra da bu kurduklarına “medeniyet” diyecekler, herkese
refah, özgürlük ve adalet bahşedeceklerini söyleyecekler.
Özgürlük, adalet ve ballandırarak anlattıkları refah,
işçi sınıfı için “onun yaşayabilmesi ve soyunu sürdürülebilmesi noktasında
ihtiyaç duyduğu geçim imkânlarıyla sınırlıdır”, bu imkânlardan ibarettir,
fazlası değil. Onların proletaryaya vaat ettikleri refah budur.
Madem vaat edilen şeyler bunlar, madem işçi sınıfının
ve halkların payına yine açlık, yoksulluk, sefalet, kölelik, acı ve gözyaşı
düşmüştür, varsın o vakit “egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla
titresinler!”
Serkan Yıldırım
15 Aralık 2020
0 Yorum:
Yorum Gönder