31 Temmuz 2021

,

Jaurès ve Üçüncü Cumhuriyet

Jaurès, Üçüncü Cumhuriyet’in en yüce, en asil ve en onurlu simasıdır. Burjuva bir ailenin içinde yetişmiş olan Jaurès, siyaset ve parlamento sahasında ününü radikal hareket saflarında yürüttüğü faaliyetlere borçludur.

Gelgelelim Jaurès, bir süre sonra burjuva partilerindeki ideolojik ve ahlakî ortamdan rahatsız oldu. Sosyalizmdeki o sağlam, baş eğmez ve kavgacı ruha karşı koyamadı. Proletarya saflarına katılan Jaurès, başlarda işbirlikçi bir tutum sergiledi. Onun kanaatine göre sosyalistler, burjuva soluyla işbirliği seçeneğini programlarının dışında tutmamalılardı.

Ne var ki bu tez, İkinci Enternasyonal’in Amsterdam Kongresi’nde sosyalist liderlerce redde tabi tutuldu. Jaurès, bu karara onay vermek zorunda kaldı.

Leon Trostkiy, bu büyük hatibin şahsiyetiyle ilgili makalesinde şunları yazıyordu:

“Jaurès, partiye zaten kemale ermiş bir insan olarak girdi. Partiye katıldığında tüm eksiklerini gidermiş, idealist bir felsefeye sahipti. Ama bu, atletik bir yapıya sahip olduğu için güçlü olan boynunu parti disiplini karşısında eğmesine mani olmadı. Jaurès, komuta etmek kadar boyun eğmeyi de bildiğini birçok kez gösterdi.”

Jaurès, Fransız sosyalizminin meclis denilen savaş sahasında girdiği muharebelere komutanlık etti. Uç konumda bulunan proleter solun teorisyenleri ve ajitatörleri, ondaki bu parlamentarizme ve demokratizme karşı çıktılar.

George Sorel ve sendikalistler, Jaurès’in pratiğini Marksizmin devrimci ruhunun deforme edilmesi olarak görüp eleştirdiler. Ne var ki savaş öncesi dönemde birçok kez dile getirildiği biçimiyle, işçi hareketi, ilhamını Marx’tan değil, Lassalle’dan alıyordu. İşçi hareketi, o dönemde devrimci değil, reformistti. Neticede sosyalizm, demokrasi içerisinde gelişme kaydetmişti. Dolayısıyla onun demokratik zihniyetin nüfuzundan kurtulması pek mümkün değildi.

Bu bağlamda sosyalist liderler, kitlelere hemen atılabilecek somut adımlardan oluşan programlar önerdiler ve bu programları, kitleleri sosyalizm safına katmak ve eğitmek için kullanılabilecek yegâne araç olarak gördüler. Sosyalist liderlerin büyük bir kısmı, söz konusu çalışma dâhilinde devrimci enerjilerini tümüyle yitirdiler. Pratik, teoriyi boğdu.

Fakat şunu söylemek lâzım: Jaurès, bu evcilleştirilmiş devrimcilerle karıştırılmamalı. Onun gibi güçlü bir şahsiyetin demokratik ortamın kendisini yozlaştırmasına, takatten düşürmesine izin vermesi mümkün değildi. O, kendi döneminin sosyalizmi kadar reformistti, ama her zaman reformist çalışmalarını devrimci bir hedef doğrultusunda yürüttü.

Jaurès, kendisindeki o muazzam zekâyı, zengin kültürü ve baş eğmez iradeyi toplumsal devrimin hizmetine sundu. Ömrünü mütevazı bir davaya adadı. Jaurès, tüm kariyeri boyunca kitap, gazete, meclis, miting gibi düşüncesini aktarabileceği tüm imkânları ajitasyon için kullandı. Bugün Komünist Partisi’ne ait olan L'Humanité gazetesini o kurdu ve yönetti. Toplumsal ve tarihsel eleştiriyle yüklü ciltlerce kitap kaleme aldı. Bazı akademisyenlerle birlikte sosyalizmin ve tarihsel köklerinin anlatıldığı Fransız Devrimi’nin Sosyalist Tarihi isimli o muazzam eseri yazdı.

Sekiz ciltlik bu eserde Jaurès ve arkadaşları, Fransız Devrimi’ni ve yaşanan olayları sosyalist bir bakış açısıyla ele aldılar. Devrimi, manevi boyutunu göz ardı etmeden veya kenara itmeden, toplumsal ve ekonomik bir olgu olarak incelediler.

Jaurès, tüm hayatında olduğu gibi bu eserde de idealist tutumu ve konumu muhafaza eder. O, soğuk ve dogmatik materyalizme karşıdır. Jaurès’in eleştirileri, 1789 devrimine yeni bir ışık tutar. Bahsi edilen eserde Fransız Devrimi net bir çerçeveye kavuşur.

Eserde dile getirildiği biçimiyle Fransız Devrimi burjuvazinin devrimidir, proletaryanın devrimi olamaz. Çünkü o günlerde proletarya, örgütlü ve bilinçli bir sınıf değildir. Proleterler ve burjuvalar, halk içerisinde iç içe geçmişlerdir. Proleterler, sınıfsal bir ideolojiden de liderlikten de mahrumdurlar. Buna karşın devrimin en ateşli günlerinde insanlar zenginlerden ve fakirlerden bahsetmektedirler. Jakobenler ve Baböfçüler, pleblerin haklarının verilmesini istemektedirler.

Birçok açıdan devrim, baldırıçıplakların hareketidir. Devrim sırtını, kendisini belirli bir toplumsal kategori olarak ortaya koymayı bilmiş olan köylülere yaslamıştır. Şehirlerde yaşayan proletarya ise küçük burjuva anlayışın hâkim olduğu zanaatkârlar tarafından temsil edilmiştir. Ortalıkta henüz büyük fabrikalar yoktur. Dolayısıyla sosyalist devrim için gerekli araç eksiktir. Ayrıca sosyalizm, henüz yöntemini de belirlemiş değildir. Kafası karışık farklı soyut ütopyaların oluşturduğu bulutsu bir yapıdır. Filizlenmesi, olgunlaşması ancak kapitalizmin geliştiği dönemde mümkün olabilecektir. Burjuva düzeninin feodal düzen denilen rahim içerisinde döllenmesinde olduğu gibi burjuva düzeni de proleter düzene rahim olarak hizmet edecektir. Neticede Fransız Devrimi, ilk komünist öğreti olarak Baböfçülüğün ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Bu anlamda Fransız Devrimi’ne proletaryanın maddi ve manevi varlığı arasına ayrım yapan Jaurès, Fransız sosyalizminin sözcüsü olarak, ütopyacı değilse bile idealist bir tutum sergilemektedir. Bu idealizmin sebeplerini, onun aldığı eğitimde, mizacında ve psikolojisinde aramak gerekir. Şematik ve duygudan arınmış bir materyalist sosyalizmin onun zihniyetini kabul etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Jaurès, Marksistlerle kısmi bir çelişki içerisindedir. Onun demokrasi fikrine samimiyetle gösterdiği bağlılık, Marksizmle çelişir.

Trotskiy, Jaurès konusunda oldukça yerinde bir tanım sunmaktadır:

“Jaurès, siyaset arenasına, sağla geleneklerden mahrum olan, henüz on beş yaşlarında bulunan, güçlü düşmanlarla boğuşmak zorunda kalmış Üçüncü Cumhuriyet’in en karanlık döneminde giriş yapmıştır. Dolayısıyla Jaurès cumhuriyeti, cumhuriyetin muhafaza edilmesi ve arındırılması için verilecek kavgayı fikirlerinin temeli olarak görmüş, tüm eylemine bu kavga ilham vermiştir. Bu sebeple cumhuriyet için gerekli olan en geniş kitle tabanını oluşturmayı görev bilmiş, cumhuriyeti halka taşımak, böylece cumhuriyetçi devleti sosyalist ekonominin bir aracı kılmak istemiştir. Jaurès’e göre sosyalizm, cumhuriyetin pekiştirilip güçlendirilmesi, o cumhuriyetin tamama ve nihayete erdirilmesi için kullanılabilecek yegâne araçtır. O idealist senteze dönük hiç bitmeyen arzusu dâhilinde Jaurès, ilk döneminde sosyalizmi benimsemeye hazır olan bir demokrattır, son döneminde ise o, tüm demokrasinin sorumluluğunu üstüne almış bir sosyalisttir.”

Jaurès’in suikast sonucu katledilmesi, Fransız sosyalizminin tarihinde bir dönemi sona erdirdi. Demokrasi ve parlamento yanlısı sosyalizm büyük liderini yitirdi. Sonrasında patlak veren savaş ve bu savaşı takip eden kriz dönemi, parlamento denilen yöntemi hükümsüz ve itibarsız kıldı. Jaurès ile birlikte sosyalizmin tüm bir dönemi, o dönemde ulaştığı aşama sona erdi.

Savaş süresince Jaurès, mücadeledeki yerini terk etmedi. Son anına kadar tüm gücüyle barış davası için çalıştı. O kibar, ama düşmanlarını suçlayan sesini ancak ölüm susturabildi.

Yaşanan trajedinin ilk kurbanı olmak, Jaurès’e düştü. Fransız Aksiyonu denilen sağcı gücü ve gerici basını kuşanmış olan yoz milliyetçilik, Üçüncü Cumhuriyet’in en güzel insanını yere serdi. Sonrasında katilini suçsuz çıkartarak Üçüncü Cumhuriyet, kendi evladını reddettiğini ortaya koymuş oldu.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: