02 Temmuz 2021

,

Devlet ve Sosyalizm


Mayıs 1919’da 1917 Rus Devrimi’nden ilham alan İtalyan Sosyalist Partisi sempatizanları L’Ordine Nuovo [“Yeni Düzen] isminde haftalık bir gazete çıkartmaya başladılar.

Gazetenin 28 Haziran-5 Temmuz 1919 tarihli sayısında sosyalist hareketin yöntemleri ve hedeflerine ilişkin sohbetlere yer verildi. Bu bağlamda gazetede For Ever müstear adıyla yazılar kaleme alan Massimo Fovel’in “Anarşi Savunusu” başlıklı yazısına ve bu yazıya yönelik Antonio Gramsci’nin yazdığı “Devlet ve Sosyalizm” başlıklı cevaba yer verildi.

Sonrasında Gramsci, 1921’de kurulacak olan İtalya Komünist Partisi’nin liderlerinden biri hâline geldi. 1924’te başlayan parti yöneticiliği faaliyetleri, 1926’da Mussolini’ye bağlı faşist polis tarafından tutuklanana dek sürdü. —Roderic Day

* * *

For Ever’ın kaleme aldığı bu makale, alabildiğine saçma ve anlamsız bir jargonun meydana getirdiği, tatsız tuzsuz bir çorba. Buna karşın ilgili yazıyı gene de gazetemizde yayınlıyoruz.

Yazarın kanaatine göre Weimar devleti Marksist bir devletmiş, Yeni Düzen gazetesinde çalışan insanlar olarak biz ise devletin ebedi olarak varolmasını isteyen, ona tapan kişilermişiz.

For Ever, sosyalist devletin devlet sosyalizmiyle aynı şey olduğunu düşünüyor. Hristiyan devletten, ayrıca “Kayus Grakus liderliğindeki plebyen devletten” söz ediyor. Yazar ayrıca, Saratov’daki sovyetin üretimi ve devrimci savunmaya yönelik faaliyetlerini Rusya’daki sovyetlerin teşkil ettikleri genel sistemin gerçekleştirdiği üretim ve ortaya koyduğu faaliyetlerle koordineli hâle getirme ihtiyacı duymadan hayatta kalabileceğini iddia ediyor.

Tüm bu iddialar, onca saçma sapan, ipe sapa gelmez laf, esasen anarşi fikrini savunmak için dile dolanıyor. Ama biz gene de For Ever’ın makalesini yayınlayabiliyoruz.

O tek başına bir şahıs değil, toplumsal bir tip. Bu açıdan bakıldığında onu göz ardı etmemeliyiz. For Ever, tanımlanmalı, incelenmeli, tartışılmalı ve geride bırakılmalı. Bu noktada sadakat ve dostluk ruhuyla hareket edilmelidir. Zira dostluk denilen şey, hakikatten ve onun yol açtığı acılardan kopartılamaz.

For Ever, sahte devrimcidir. Tüm faaliyetleri abartılı bir retoriğe, coşkulu nutuklara ve romantik bir şevke dayanıyorsa, o kişi devrimci değil basit bir demagogdur.

Devrim aklı başında, ölçülü insanlara ihtiyaç duyar. Devrimde insanlar bakkalda ekmek bulabilmeli, trenlerin vaktinde geldiğini, hammaddelerin fabrikalara ulaştığını görmeli, endüstriyel ve tarımsal ürünlerin değiş tokuş edildiği süreci düzenleyebilmeli, halkın güvenliğini garanti altına almalı, suç işlenmesi durumunda kişilerin hürriyetini korumalı, toplumsal hizmetlerin o karmaşık yapısının verimli bir biçimde işlemesini sağlamalı, halkın çaresizliğe kapılmasına, ölümlerle sonuçlanacak, derin ihtilaflar içine düşmesine izin vermemelidir. Yüz kişinin yaşadığı bir köyde bile bu bahsini ettiğimiz sorunlardan birini çözerken ortaya atılan boş laflar, haddini ölçüsünü bilmeyen vaazlar, yalnızca insanların gülmesine veya ağlamasına sebep olacaktır.

Başlı başına toplumsal bir tip olmasına rağmen, For Ever tabii ki tüm liberterleri temsil etmiyor. Yeni Düzen gazetesinin yayın kurulunda bulunan Carlo Petri, komünist bir liberter. Petri söz konusu olduğunda yürüttüğümüz tartışma seviye atlıyor. Petri türünden komünist liberterlerle çalışmaktan başka bir seçeneğimiz yok. Onlar da devrim için çalışan gücün parçası.

Petri’nin son sayıda yer alan makalesini ve For Ever’ın makalesini liberter düşüncenin olmak-olmamak üzerine kurulu diyalektiğini belirlemek amacıyla okuduğumuzda, şu türden gözlemler yapabiliyoruz.

Bu arada belirtmem gerek ki, doğrudan Petri’yi ifade eden Empedokles Yoldaş ve Sezar Yoldaş, doğal olarak kendi adlarına cevap verecek durumda değil.

I

Komünizm, proleter Enternasyonal’de mücessemdir. Komünizm, beynelmilel bir nitelik arz ettiği, beynelmilel olabildiği ölçüde varolabilir. Bu anlamda sosyalist proleter hareket devlete karşıdır, çünkü o, ulusal kapitalist devletlere ve ulus devletten kaynaklanan, onun koşulladığı ulusal ekonomilere karşıdır.

Gelgelelim, ulus devletlerin Komünist Enternasyonal dâhilinde ortadan kalkacak olması, devletin de ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Devlet, insanlığın teşkil ettiği toplumun somut bir “biçim”idir. Bu hâliyle toplum, saf anlamda bir soyutlamadır.

Tarihte, insanlığın meydana getirdiği, gelişip duran medeniyetin etten kandan oluşan canlı gerçekliğinde toplum her daim bir devletler sistemidir ve devletlerarası dengeden ibarettir. Bir sistem olarak toplum, somut kurumlar arası dengedir. O kurumlar dâhilinde toplum, kendi varoluşuna, gelişimine dair bir bilinç geliştirir. Toplum, o sistem, o kurumlar olmaksızın varolamaz, gelişemez.

İnsanlığın kurduğu medeniyet, fetihlerle ilerliyor. Bu fetihlerse devlet formu kazandığında, bir kurum dâhilinde cisimleştiğinde, ancak o vakit kalıcı hâle gelebiliyor, ancak bu sayede yüzeysel ve geçici bir hikâye olmaktan çıkıp gerçek tarihe karışıyor.

Sosyalizm fikri, örgütlü proletaryanın savunma ve saldırı amacıyla inşa ettiği kurumlarda vücut bulana, sosyalist proleter hareket şahsında cisimleşene dek belirli bireylerin hayal gücünün ürünü olan basit ve geçici bir heves, bir efsane, kısa süreli bir kuruntudan ibaretti. Sosyalizm fikri, bu kurumlar içerisinde gelişti, bu kurumlar sayesinde tarihsel bir çehreye kavuşup ilerledi. Bu kurumlar üzerinden sosyalizm fikri, ulusal sosyalist devleti var edebildi ve bu devlet, diğer sosyalist devletlerle bütünleşmesine imkân verecek bir yol üzerinden inşa edilip örgütlendi.

Bu devlet, hayatta kalıp gelişmek için başka sosyalist devletlerle birlikte çalışmaya muhtaçtır. Bunun için, her bir devletin, her bir kurumun ve her bir bireyin hayata ve özgürlüğe dair tüm potansiyelini açığa çıkartacağı Komünist Enternasyonal’i meydana getirmesi gereklidir.

Bu anlamda komünizm, “devlete karşı” değildir. Bilâkis o, anarşistler ve sendikacı anarşistler gibi devlet düşmanları karşısında saf tutar. Komünist hareket, bu çevrelerin yürüttüğü propagandayı proleter devrim için tehlikeli görür, ütopik addeder, onu ağır bir dille eleştirir.

Kimilerine göre önceden hazırlanmış bir program yürürlüktedir ve bu programa göre sosyalizm anarşizme uzanan köprüden başka bir şey değildir. Oysa bu, aptallara has bir önyargıdır, geleceği bugünden keyfi bir tutumla ipotek altına almaktır.

Fikirlerin diyalektiği dâhilinde anarşi, esasında sosyalizmin değil liberalizmin devamı, uzantısıdır. Tarihin diyalektiği dâhilinde ise anarşi, toplumsal gerçeklik denilen sahadan liberalizmle birlikte sökülüp atılacaktır.

Maddi emtia üretimi giderek sanayileştikçe ve sermayedeki yoğunlaşmaya emekçi kitlelerdeki yoğunlaşma eşlik ettikçe liberterizm denilen fikir, giderek daha az yandaş bulacaktır.

Bugün liberter hareket, zanaat ekonomisinin ve toprak mülkiyetini esas alan feodal sistemin hâkim olduğu alanlarda hâlen daha yaygındır. Sanayi şehirlerinde ve tarımın makineleştiği kırsal alanlarda anarşizm, ideolojik maya olarak varlığını sürdürmesine karşın, politik hareket olarak ortadan kaybolma eğilimi içerisindedir.

Bu anlamda liberter fikir, ancak belirli bir süre oynayabileceği bir role sahip olacaktır. O liberter gelenek, kapitalizmle birlikte son bulmayacak olan, insanlık adına yapılan fetihlerin altına imza attığı, o fetihleri gerçekleştirdiği sürece, liberal geleneği devam ettirecektir.

Bugünkü toplumsal karışıklık, savaşın eseridir. Dolayısıyla görebildiğimiz kadarıyla liberter fikrin taraftarları giderek çoğalmıştır. Bizim kanaatimize göre bu gelişme, söz konusu fikrin bir mahareti değildir. Neticede ilgili fikri besleyecek bir süreç içerisine girilmiştir: yeni unsurlar şehirlere göç etmiş, politik kültürden mahrum olan bu kitleler, sanayideki gelişmeyle birlikte sınıf mücadelesinin kazandığı karmaşık biçimden uzak durmuşlardır. Bu da anarşist ajitatörlerdeki kelime tüccarlığının, dürtüler ve ilkel bilinci kolaylıkla kontrol altına alabilmesini sağlamıştır. Neticede devrimci pozu kesen jargonun, kapsamlı veya kalıcı herhangi bir şey üretmesi mümkün değildir.

Bize yolu açacak olan, tarihteki ilerlemenin ritmini tutan, komünist medeniyetin sağa sola sapmadan yürüdüğü o mutlak hattı çizen, “sokaklardaki çocuklar”, lümpen proletarya, bohemler, zevk sahibi ekâbir veya uzun saçlı ve heyecanlı romantikler değildir. Tüm bunları, işçi sınıfının teşkil ettiği, safını bilen kitleler, politik bilince sahip, disiplinli proletaryanın meydana getirdiği, gerekli silâhları kuşanmış müfrezeler yapacaktır.

II

Tüm liberal gelenek, devlet karşıtıdır.

Liberalizmin ortaya koyduğu tüm literatür, esasen devletle yürütülmüş, bitmek bilmeyen bir polemikten ibarettir. Bu literatüre göre kapitalizmin politik tarihinin ana niteliğini, yurttaş ile devlet arasında yaşanan şiddetli ve hiç bitmeyen mücadele teşkil eder. Parlamento, bu mücadeleye ait bir organdır. Tam da bu sebeple parlamento, devletin tüm işlevlerini soğurma eğilimindedir. Başka bir ifadeyle, parlamento devleti her türde etkili yetkiden ve kudretten mahrum bırakarak ondan kurtulmaya çalışır. Zira yasama yetkisinin halkın eline teslim edilmesinde amaç, ülkedeki kurumları ve bireyleri merkezî iktidarın kontrolünden veya bu iktidara teslimiyetten kurtarmaktır.

Liberalizmin savunduğu bu eylem, kapitalizmin genelde yürüttüğü faaliyetin bir parçasıdır, çünkü kapitalizmin amacı, rekabet koşullarının mümkün olduğu ölçüde somut ve güvenilir bir nitelik arz etmesini güvence altına almaktır.

Rekabet, devletin en amansız düşmanıdır. Bu anlamda Enternasyonal’in savunduğu fikir, köken itibarıyla liberal bir fikirdir. Marx bu fikri Cobden okulundan almış, serbest ticaret lehine yürütülen propaganda ile birlikte bu fikri eleştirel bir biçimde edinmiştir.

Liberallerin barışı tesis etmeleri ve enternasyonali kurmaları mümkün değildir, çünkü özel ve ulusal mülkiyet, ayrışmaları doğurur, sınırları çizer, savaşlara yol açar, birbiriyle sürekli çatışan ulus devletlerin kurulmasını sağlar.

Ulus devlet, bir rekabet organıdır. O, rekabet ortadan kalkıp yeni bir ekonomi pratiği sosyalist devletin somut deneyimleri üzerinden tesis edildiğinde yok olacaktır.

Proletarya diktatörlüğü, hem bir ulusal devlet hem de sınıfsal bir devlettir. Rekabete ve sınıf mücadelesine ait parametreler değişmiştir, lâkin rekabet ve sınıflar varlığını hâlen daha sürdürmektedirler.

Proletarya diktatörlüğü de tıpkı burjuva devleti gibi içerinin ve dışarının savunulması türünden benzer sorunları çözmek zorunda kalacaktır. Bunlar, dikkate alınması gereken somut ve nesnel koşullardır. Bu anlamda Komünist Enternasyonal varmış gibi konuşup hareket etmek, sosyalist devletlerle burjuva devletler arasındaki mücadele döneminin, komünist ve kapitalist ulusal ekonomiler arasında süren o acımasız rekabetin sona erdiğini düşünmek, proleter devrim için felâketlere yol açabilecek bir hata olarak görülmelidir.

Bugün insanlık, burjuva devletin çözülme sürecine denk düşen, her şeyin hızla çözülüp dağıldığı bir sürecin içinden geçmektedir. Proletarya diktatörlüğünün içerisinde hareket etmek zorunda kalacağı bu somut ve nesnel koşullar, alabildiğine düzensizliği, korkunç düzeylere ulaşacak bir disiplinsizliği dayatmaktadır.

Dolayısıyla bugün, söz konusu çözülmeye ve düzensizliğe mümkün olduğu ölçüde en kısa sürede mani olabilen, dışarıdan gelebilecek saldırılara ve içteki isyanlara karşı devrimi savunabilecek toplumsal yapıyı kendi iç uyumunu tesis etmek suretiyle yeniden biçimlendirebilecek, kaya gibi sağlam bir sosyalist devlet kurulmalıdır.

Hayatta kalıp gelişme imkânı bulacaksa proletarya diktatörlüğü, askerî bir nitelik edinmelidir. Dolayısıyla sosyalist ordu, en önemli ve en hayatî mesele hâline gelecektir.

Devrim öncesinde burjuvazinin tüm hâkimiyet biçimlerine karşı yürütülmüş olan sosyalist propagandanın geride bıraktığı tortudan kurtulmak şarttır.

Bu noktada proletaryayı yeniden eğitmeli, proletarya, Enternasyonal içerisinde devleti ortadan kaldırabilmek için bizim bu hedefe ulaşmak amacıyla inşa edilmiş bir devlete, ayrıca militarizme son vermek için yeni bir orduya muhtaç olduğumuz fikrine alıştırılmalıdır.

Bu da proletaryayı özyönetim ve diktatörlük pratiği konusunda eğitmek zorunda olduğumuz anlamına gelir. Bu süreçte aşılması gereken birçok güçlükle yüzleşilecek, bu güçlükler uzun süre varlığını koruyacak, epey bir vakit bizim için tehlikeli olmayı sürdürecektir. Proleter devlet sadece bir gün bile yaşayacak olsa, biz gene de bugün ileride oluşacak koşulların, özel mülkiyetin ve sınıfların ortadan kaldırılması görevini yerine getirmemizde elimizi rahatlatacak olan koşulların güvence altına alınması için çalışmalıyız.

Proletarya, yönetim ve idare konusunda gerekli eğitimden yoksundur. Devrim olduktan sonra burjuvazi, sosyalist devlete karşı muhalefetini açıktan veya gizli yollardan, şiddet araçlarıyla veya onlarsız, yürütmeye devam edecektir. Yalnızca yüzleştiği başarısızlıklar karşısında hayal kırıklığı yaşamayan, demoralize olmayan, politik eğitimden geçmiş bir proletarya, devlete sadakatini ve bağlılığını yitirmeyecek, tekil bireyler hatalar yapsa da, üretimin somut koşulları geri adım atmayı zaruri kılsa da o yolundan vazgeçmeyecektir. Ancak bu tür bir proletarya, diktatörlüğü pratiğe dökebilecek, kapitalizmin ve savaşın kötü mirasını tasfiye edebilecek, Komünist Enternasyonal’i ancak o, kuvveden fiile geçirebilecektir.

Genel niteliği itibarıyla sosyalist devlet, burjuva devletin ihtiyaç duyduğu sadakat ve disiplinden farklı, hatta onlara karşıt bir sadakat ve disiplin talep eder. Ülke içerisinde ve dışında daha güçlü olan burjuva devletten farklı olarak sosyalist devlet, tüm yoldaşlarının kurumların pratiğinde aktif ve sürekli katılımına ihtiyaç duyar.

Şu husus asla unutulmamalıdır: sosyalist devlet, radikal değişiklikleri gerçekleştirmek için gerekli bir araçtır. Bir devleti bir hükümeti değiştirir gibi, rahatça ve kolaylıkla değiştiremezsiniz.

Geçmişin kurumlarına geri dönmek, kitlesel ölümlere yol açacak, kan göllerine sebep olan beyaz terörün dizginlerinden boşanmasına neden olacaktır. Savaşın sebep olduğu koşullarda çalışan nüfusun dörtte üçünün yok olması, burjuva sınıfının çıkarınadır. Bu sayede burjuva sınıfı gıda piyasasında sahip olduğu esnekliğe yeniden kavuşacak, eskiden alışkın olduğu rahat hayatı için verdiği mücadelede güçlü bir konuma kavuşacaktır. Bu sayede burjuva sınıfı, ne olursa olsun asla tereddüt yaşamayacaktır.

Bugünden itibaren sorumluluklarımızın bilincine varmalı, bilincimiz cellâdın kılıcı gibi keskin ve acımasız olmalıdır. Devrim, zevk sahibi ekâbirin veya romantik maceracıların oynayacağı bir oyun değil, düşmanının yüreğine korku salan muhteşem bir aksiyondur.

Kapitalizm sınıflar mücadelesi dâhilinde mağlup edildiği vakit geride hiçbir yaraya merhem olmayacak, devlet karşıtı düşüncelere ait o tortu kalacaktır. Devlet karşıtlığını etiket gibi taşımaya devam edecek olan duygu ve düşünceler varlığını sürdürecektir, zira kimi bireyler ve gruplar, devrimin başarısı için gerekli olan iş ve disiplinden kendilerini muaf tutmak isteyeceklerdir.

Sevgili yoldaş Petri, izin verin de biz işimizi yapalım, yıkıcı hizipler arasında yaşanan kanlı çatışmalardan uzak duralım, sosyalist devleti silâhlı gücüyle disiplin ve sadakat dayatmak denilen o ağır zorunluluktan kurtaralım, toplumsal yapıyı çürüme ve yozlaşmadan uzak tutmak için bir kolu kesebilelim. Kültür alanında üstlendiğimiz görev dâhilinde, proletaryanın kendi özgürlüğü ve kurtuluşu adına ifa etmek zorunda olduğu görevler silsilesi içerisinde sosyalist devletin zorunlu bir halka olduğunu ortaya koyalım.

Antonio Gramsci
1919
Kaynak

0 Yorum: