21 Temmuz 2021

,

Paris Komünü’nün Kısa Tarihi


Çok da uzun olmayan bir zaman önce, bugünkü Paris’in Montmartre tepesinin üstündeki “mermerden düğün pastası” olarak da bilinen Sacré-Coeur bazilikasının civarı, proleterlere, seks işçilerine, gündelik işçilere ev sahipliği yapan bir kenar mahalleydi. Bu mahalle, aynı zamanda Karl Marx’ın gelecekte olacakların habercisi olarak gördüğü Paris Komünü’nün de doğduğu yerdi. Yüz elli yıl önce, tam da bu tepede halk, kendisini Prusya ordusunun kuşatmasına karşı korumak için topladığı paralarla aldıkları topları konuşlandırmıştı. Fransız hükûmetinin halkını silahsızlandırma girişimleri, işçi sınıfı mahallelerinde direnişlere yol açmıştı. Hükümet Versay’a kaçmıştı; şehrin savunmasını, olağan yaşamını ve yepyeni bir toplumsal yapının temellerini düzenlemek ise şehirdeki aydınlara, işçilere ve gündelikçilere kalmıştı.

İşte burada, 1871'in baharında insanlık, kendi kurtuluşuna yönelik dönüşü olmayan bir adım attı. Parisli komünarların yaşadığı deneyimler, hem Enternasyonal’in sözlerine, hem de Bolşeviklerin Rusya’da uyguladığı siyasi pratiğe yansıdı. Bu olayların ibret ve ilham alınacak yönleri de, devlet sosyalistlerinin hâkimiyetini meşrulaştırmak için kullanıldı. Paris Komünü’nün yirmi birinci yüzyılın siyasi hareketi için de önem arz eden tarihinden dersler çıkarabilmek için önce bu tarih süregelen önemi de göz önünde bulundurularak anlaşılmalı ve eleştirilmelidir. Bu anlayışla, “komünarların göz önüne serdiği deneyimleri yeni bir açıdan görebilmek ve bize iletmek istediklerini anlayabilmek oldukça önemlidir” diyebiliriz.

Komün’ün Arka Planı

Paris Komünü 18 Mart 1871'de kurulmuş olsa da kökenleri Fransa’dan başlayan bir demokratik devrimler dalgasının tüm Avrupa’yı etkilediği; Viyana’da, Varşova’da, Roma’da, Berlin’de insanların gösteriler için sokaklara döküldüğü 1848 senesine kadar dayandırılabilir.

Fransa’da demokratik devrim, ülke genelinde fabrikaların kapanmasını protesto eden işçi ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasıyla sona erdi ve birkaç ayda yenildi. Buna karşın, o dönemin sokak çatışmaları, orta yolcu burjuva partilerinden ayrı davranan bağımsız bir Fransız işçi hareketinin ortaya çıkmasını sağladı ki bu hareketin oluşumu, 1871'de 72 günlük İşçi Cumhuriyeti’nin kurulabilmesinin en önemli nedenlerindendir.

Ancak bu ayaklanmanın bastırılmasından sonra ülkenin denetimi askeri bir diktatörlüğün eline geçti, bu diktatörlük, birkaç ay sonra dizginleri Üçüncü Napolyon’a devredecekti. Marx’ın Fransa’da İç Savaş kitabında belirttiği üzere, Napolyon Bonapart’ın yeğenine taç giydirilmesi, kapitalist hegemonyanın bir zaferinden çok burjuvazinin güçlenen işçi sınıfı hareketini bastırmak için otoriter bir rejimin kuruluşuna başvurmak zorunda kaldığının deliliydi.

Öte yandan, parçalanmış hâlde bulunan Almanya’da, Ren Nehri’nin doğusunda monarşist güçler, devrimci çabaları bastırıp demokratik hareketi yenmeyi başarmışlardı. Demokratik hareketin Alman ulusal birliği hedefine, sonrasında Prusya önderliğindeki monarşistler tarafından el konulmuş, yeniden tanımlanmış ve kendi hedeflerine uygun hale getirilmişti.

Prusya tahtının güttüğü siyaset, hem monarşinin gücünü korumaya hem de Almanya’yı birleştirmeye yönelikti. Özellikle Güney Almanya devletçiklerinin bu plan dâhilinde Almanya’ya dahil edilmesi, haliyle birleşmiş ve güçlenmiş bir Almanya görmek istemeyen Fransa’nın direnişiyle karşılaşmaya mahkûmdu. “Alman Birliği Savaşları” denen mücadelelerde Prusyalılar önderliğindeki birliklerin zaferini takiben Fransız ve Alman çıkarlarının arasındaki gerilim, bir kez daha iki ülke politikasının da merkezinde yer edinmişti ve bundan sonra söz konusu gerilim azalmak şöyle dursun giderek tırmandı. Gerilim, esasen hem yurt içinde hem de yurt dışında etki alanlarını büyütmek isteyen ve dolayısıyla hâlihazırda keskin bir ihtilaf içinde olan iki rakip gücün arasında yaşanıyordu. 1870 yazında Prusya şansölyesi Otto von Bismarck, Prusya’daki Fransız büyükelçisi ve Prusya kralı arasındaki görüşmenin ustaca çarpıtılmış bir kaydını (Ems Telgrafı) yayımlayarak Paris’teki hükûmete savaş ilân ettirmeyi başardı, böylece savaşı başlatma sorumluluğunu karşı tarafın üzerine attı.[1]

Kısa bir zaman sonra, Ağustos ayında Fransa-Prusya savaşının ilk çatışmaları, Fransızların Saarbrücken’a saldırmasıyla başladı. Birkaç gün sonra, Prusya birlikleri Ren Nehri’ni aştı. Eylül’ün başına ise Fransa’nın savaşa hazır son kara birliklerinin ve Üçüncü Napolyon’un esir alınmasıyla sonuçlanan Sedan Savaşı damga vurdu. Bu ani yenilgi, İkinci Fransız İmparatorluğu’nun sonunu getirmişti ama savaşın sonunu değil, Prusya birlikleri Paris’i ele geçirmek için yürüyordu.

Sedan Savaşı’ndaki yenilginin ardından hiçbir demokratik meşruiyeti olmamasına karşın, Üçüncü Fransız Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edildi. İmparatorluk, siyasi ve askeri yenilgilerinin doğal bir sonucu olarak gözden düşmüş olsa da “Cumhuriyet” monarşiyi yıkmak için harekete geçmedi. Marx’a göre bu hükümetin aldığı kararlar, “İmparatorluk’tan sadece Fransa’nın harabelerini değil işçi sınıfı korkusunu da miras aldıklarını” gösteriyordu.

Paris içinde ve çevresinde süregelen durum, özgür bir cumhuriyet kurmak isteyenler için de umut verici değildi. 1870'in Ekim ayına girilirken Paris bütünüyle kuşatma altındaydı, çevresi Prusya birlikleriyle çevrilmişti ve eyaletlerden gelen askerlerle kuşatma hattını yarma girişimleri de başarısız olmuştu. 1871'in Ocak ayında Geçici Ulusal Savunma Yönetimi’nin dışişleri bakanı Jules Favre, Versay’ın Aynalar Salonu’nda daha on gün önce kurulmuş olan yeni Alman İmparatorluğu ile bir ateşkes imzaladı. Ateşkes anlaşması, yalnızca yeni seçilmiş ulusal bir meclisin daha sonradan bir barış antlaşması imzalayıp bu savaşı bitirebileceğini öngörüyordu. Meclis ilk olarak 12 Şubat’ta Bordo’da, hâlâ Alman birliklerinin kuşatması altında olan başkentten çok çok uzakta toplandı ve bir anayasal monarşi savunucusu olan Adolphe Thiers’i başkan olarak seçti. Ateşkese aracılık eden Favre ise dışişleri bakanı olarak görevine devam etmekteydi.

Paris’te ise hem bu yeni meclisin kuruluşu, hem de toplandığı yer aylarca başkenti kuşatmaya karşı koruyanlar tarafından birer ihanet olarak görüldü. Mart’ın başlarında Prusya birlikleri, Paris’ten çekilmeye ve yeni yönetim Paris’teki Ulusal Muhafızları silahsızlandırmaya girişince bu hareketlere karşı direniş güçlenmeye başladı, direniş 18 Mart 1871'de ise doruk noktasına ulaştı.

“Halkın Topları”: 18 Mart 1871

Paris’i Almanlara karşı korumak için Eylül 1870'te Thiers hükümeti Ulusal Muhafızları tekrar kurmuş ve işsiz erkekleri bu alaylarda silah altına almıştı. Bu olaylar, ordunun demografik karakterinde bir değişime neden oldu. Ulusal Muhafızlar subaylarını azlettiler, kendi aralarından yeni komutanlar seçtiler, hatta kendilerine Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi adında yeni bir komuta merkezi kurdular. Bu komite, Paris’te bir halk ordusunun kuruluşunun temellerini attı ve çift başlılığı sağladı; bir yanda Fransız hükümeti, öteki yandaysa Ulusal Muhafızlar duruyordu.

17 Mart akşamı Fransız hükümeti, kendi güçlerini arttırıp Muhafızlarınkini azaltmak için Muhafızların ellerindeki toplara el koymaya karar verdi. Bu plana uygun olarak Fransız hükumeti Merkez Komite’yi kötüleyen ve genç Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’ne bir tehdit olarak gösteren bir demeç yayınladı. Sadece bu demece güvenmek istemedikleri için de 18 Mart sabahı birliklerine Paris’e yürüyüp Ulusal Muhafızlara beklenmedik bir hücum düzenlemelerini ve hükümet cephanesi için top bataryalarını ele geçirmelerini emrettiler. Sabah olduğunda mahallelerdeki insanlar uyanmaya ve önlerindeki sokakta neler olduğuna şahit olmaya başladılar. Olaylara tanık olan biri şöyle yazıyor: “Diğer büyük olaylardaki gibi kadınlar en öndeydiler. 18 Mart’ta orada olan kadınlar… kocalarını beklemediler. Mitralyözlerin etrafını çevirdiler ve bağırdılar: ‘Ne yapıyorsunuz? Yazıklar olsun size!’ Askerler cevap vermedi.” Zaman geçtikçe büyük Ulusal Muhafız birlikleri alana geldi. Montmartre Tepesi’nin üstünde General Lecomte hükümet askerlerine oradaki kadınlara ve erkeklere ateş açmalarını emretti. Askerlerse emirleri dinlemek yerine Ulusal Muhafızlara katıldılar ve General’i tutukladılar. Kentin öteki bölgelerinde de Ulusal Muhafızlar ve yerel halk topların ele geçirilmesini önledi. Böylece o sabah Paris halkı saldırıyı savuşturdu, neredeyse tüm topları korudu ve binlerce fazladan silah elde etmiş oldu.

Topları ele geçirmeyi başaramayan ve işçilerin azmi karşısında şaşkınlığa uğrayan Thiers, kendisine sadık birliklerle ve hükümetiyle başkentteki kampını terk edip Versay’a gitmeye karar verdi. Şehirden böyle kolayca kaçabilmelerinin sebebi, hükümet güçlerinden yeni bir saldırı bekleyen Ulusal Muhafız birliklerinin, mahallelerindeki savunmaya elverişli noktalarda kurdukları barikatlarda konuşlanmış ve düşmanla karşılaşmamaya çabalamış olmalarıydı.

O akşam Paris üzerinde güneş batarken Fransız başkentinin denetimi sokaklara aitti. Bu koşullarda Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi geçici bir hükümet kurmaya karar verdi. Paris halkının ekseriyeti, kentlerinde yaşanan değişimi ertesi sabah Merkez Komitesi Belediye Sarayı’nı ele geçirip kızıl bayrağı dalgalandırınca ve halka ilk beyannameleriyle seslenince öğrendi.

“Siz bizi Paris’in savunması ve haklarınızın korunması için görevlendirdiniz.

Sizin cömert cesaretiniz ve hayranlık duyulası sükûnetiniz sayesinde bu görevi yerine getirdik, bize ihanet eden hükumeti kovduk.

Artık bize verdiğiniz vekâletin süresi doldu ve biz de buna razıyız, dolayısıyla devrimci rüzgârın henüz yeni devirdiklerinin yerini almaya hevesli değiliz.

O yüzden Komün seçimlerini hazırlayıp düzenleyin ve bize istediğimiz yegâne ödülü verin, gerçek bir cumhuriyeti kurmanızı görmemizi sağlayın.

Bu süre boyunca, halk adına Belediye Sarayı’nda bulunuyor olacağız.”

Komün’ün Sosyal Demokrasisi

Geçici hükümetin ilk hareketi, Komün Konseyi’ni kimin oluşturacağını belirleyecek seçimler için bir çağrı yayınlamak oldu. Bir gün önce yapılmış olan devrim, “istilalar ve iç savaşlar çağına kalıcı bir son getirecek” Fransız Cumhuriyeti’nin temellerini atacaktı. Ayrıca Merkez Komite kendisini, Paris’i korumuş olan ve şimdi de idaresini konsey seçimleri yoluyla halkına geri iade edecek olan bir güç olarak görüyordu.

Seçim bunun üzerinden on gün geçmeden 26 Mart’ta yapıldı ve yalnızca iki gün sonra Paris Komünü resmen oluşmuştu. O kadar kısa bir sürede alelacele seçim yapması sebebiyle ilk birkaç gün Komün’ün asıl siyasi programı yönünde kısıtlı tartışmalar yaşandı. O sebeple, kendisi de bir komünar olan Prosper Lissagaray’a göre oylar, genel olarak adayların tanınırlığına göre verilmişti. Dolayısıyla Komün Konseyi, Jakobenlerden, sosyalistlerden, anarşistlerden, romantiklerden ve Üçüncü Napolyon’a karşı oluşan burjuva muhalefetin üyelerinden oluşan çok renkli bir yapı olarak biçimlendi. Yani komünün içinde 1789'daki burjuva devriminden ilham alan güçlü grupların yanı sıra ön-sosyalistler, anarşistler ve Marksistler de vardı. Bu çeşitlilik, komünün kurulmasından önceki yüzyılın sınıf mücadelesinin içindeki çeşitli siyasal konumları yansıtıyordu.[2]

Versay’dan yayılan düşmanlığın yanı sıra işçi bölgelerinin net ve özel konuları hedef alan taleplerine bağlı olarak Konsey’in yalnızca ilk toplantısında bir şehir meclisinden, yüksek bir rol almak isteyen bir komite yapısının parçası olmak istemeyen on altı seçilmiş temsilci istifa etti. Bu çekilmeler ve 16 Nisan’daki ikincil seçimler, Komün’ün içindeki sosyalist ajandanın güçlenmesini sağladı. Buna rağmen konsey, çeşitli ideolojik pozisyonlardan insanlar tarafından şekillendirilen bir oluşum olarak kaldı ve bu durum bazı tartışmalara neden oldu. Dolayısıyla Komün’ün pek çok konuyla ilgili konumu ve siyaseti muğlak kaldı.

Ancak aynı zamanda Paris’in yeni kurulmuş düzenini korumak için harcanan toplu çabanın kolektif doğası Komün’ün güçlü yanlarından biriydi. Bu noktada Komün Konseyi konusunda değerlendirmeler, Konsey’in iki aydan kısa bir süre (28 Mart’tan 25 Mayıs’a kadar) varlığını koruduğu dikkate alındığı takdirde, üyelerinin politik ajandalarını gerçekleştirmek için oldukça kısıtlı bir zamana sahip olduğu gerçeğini asla göz ardı etmemelidir.

2 Nisan’da hükumet güçleri, Versay’dan başkente bir saldırı düzenleyerek Komün’ü savaşa zorladı. Durumun acilliğine rağmen Komün Konseyi, güçlü toplumsal değişimleri sağlayabilecek bazı önemli kararlar vermeyi başarabildi. Aşağıdaki siyasi adımlara özellikle değinmek gerekir:

- Ekim 1870'ten Nisan 1871'e kadar kira muafiyeti;

- Yurttaşların kuşatma sırasında bağışladıkları mülklerin satılmasına dair yasak;

- Düzenli ordunun dağıtılması ve bunun yerine halkın silahlandırılması;

- Ücretsiz eğitim;

- Memur maaşlarının ortalama işçi maaşını yansıtacak şekilde düzenlenmesi;

- Terk edilmiş fabrikaların işçi kooperatifleri tarafından işletilmesi;

- Kimsenin yaşamadığı evlere el konulup bunların insanlara paylaştırılması;

- Para ve maaşa el koyma cezalarının yasaklanması;

- Fırıncı çıraklarını geceleri çalıştırılmasına yasak getirilmesi;

- Ekmek fiyatlarının sabitlenmesi.

Bu kararlar, özellikle Paris’teki yaşam şartlarına bir tepki olarak alınmıştı. Ancak bu acil gereksinimleri karşılamanın ötesinde bu kararların işçiler ve zanaatkârlar tarafından şekillendirilmiş ve onların çıkarlarını önde tutan sosyal bir cumhuriyete giden yolu açması tasarlanıyordu.

Hepsinden önemlisi de Konsey’in attığı devrimci adımların büyük bir kısmını kentin yapısının demokratikleştirmeye yönelik olarak alınan kararların teşkil ediyor olmasıydı. Bu kararlar, temsilcilerin ve memurların maaşlarını sınırlamayı ve kamu personelinin herhangi bir zamanda azledilip yerine başka birinin seçilebileceği sözünü içeriyordu. Tabii Komün’ün nasıl kuşatma ve savaş koşulları altında çalıştığını düşününce bu kararların kimileri “taslak yasalar ya da gelecek için dile getirilmiş niyetlerden” öteye geçemedi.[3] Ancak aynı zamanda bir toplumun nasıl açıkça demokratik ilkeler etrafında, mümkün olduğunca çok insanın yaşadıkları toplumun şartlarını değiştirebileceği biçimde düzenlenebileceğini göstermiş oldular. Bu açıdan Paris Komünü’nün verdiği en önemli karar, bizzat var olmasına yol açandı.

Komün’ün Kadınları

Komün’ün politik pratiğinin büyük kısmı hepsi de Komün Konseyi üzerinde büyük etki sahibi olan sayılı siyasi kulüpler, bölge komiteleri ve Ulusal Muhafız birlikleri tarafından ama bunun yanı sıra da Komün’ün şekillendirilmesinde ve korunmasında aktif rol alan, toplumsal yaşama eşit düzeyde katılma savaşımı veren Paris kadınlarının kurduğu örgütler tarafından belirleniyordu.[4]

Ünlü komünar Louise Michel hatıratında Komün’ün günlük hayatını tasvir ediyordu. Onun yazıları aynı zamanda, kendi deyimiyle, “erkeklerden bunun her şart altında böyle olacağını ispat edecek kadar daha becerikli olan, içten içe sallantılar yaşasalar da dışarıya durgun gözüken, bu durum kalplerini kanatmasına rağmen ısrarla kendilerine ya da başkalarına yönelik nefret, öfke ve olumlu ayrımdan yoksun” Komün kadınları için bir zafer türküsüydü.[5] Michel, kentin düşmanları kadınların içinde erkeklerin içinde olduğu kadar işbirlikçi bulabilse Paris’i ele geçirmenin çok daha kolay olacağına inanıyordu.

Michel’in betimlemeleri bile kentin kadınlarının Komün’ün biçimlendirilmesinde ve korunmasında oynadığı büyük rolü yeteri kadar vurgulayamamıştır. Bu rolün bu kadar büyük olmasının en önemli nedenlerinden biri, genelde kadınların üstüne düşen kaynak tedariki görevlerinin Prusya kuşatması altında gündelik yaşamın sürdürülmesi için devasa önem sahibi olmasıydı. Bu durum da yerel topluluklarda daha sonra Paris kadınlarının politize olmasını sağlayacak noktalar olan kadın örgütlerinin kurulmasına yol açmıştı. Başka bir deyişle kentin kadınları, savaşın zorluklarından doğrudan etkilenmekle beraber, komünün yasalarından da epey istifade etmişlerdi. O yüzden onların süregiden siyasal projeye olan bağlılıkları, soyut teorik düşüncelerden ziyade kendi somut sıkıntılarından kaynaklanmıştı.

Bu süreçte bilhassa Montmartre Tepesi’nde yaşayan, mücadele eden kadınlar belirli bir üne kavuşmuşlardı. Bunun en büyük sebebi ise kendilerinin hazırlayıp politik kulüplerde sundukları kadın haklarına dair konuşmalardı. Bunun yanı sıra gündelik işlerle ve Komün savunmasıyla da ilgileniyorlardı, üstelik bu işlerdeki aksaklıkları da büyük bir şevkle eleştiriyorlardı. Örneğin Ulusal Muhafızların üst düzeylerinin kadınları sağlıkçı veya asker olarak savaş alanlarına sokmama kararı, kadınlar arasında sert bir muhalefetle karşılanmıştı. Haklı olarak bu durumu ayrımcılık ve Komün ilkelerine ihanet, dolayısıyla tüm tasarıları tehlikeye düşüren bir davranış ilan etmişlerdi.[6]

Çeşitli iç sorunlarda aldıkları konumlardan bağımsız olarak Komün’ün kadınları, bütün Paris’te ve ötesinde dayanışmaya ve cinsiyet eşitliğine dayanan bir Komün düzeninin hayata geçmesi için çabalamışlardı. Komün’ün saflarında bu amacı tartıştılar ve bu amaç için canlarını verdiler. Onların işleri elbette kadın komünarları şirretlikle itham edip gözden düşürmeye çalışan eski düzenin savunucularını rahatsız etmişti. Ama erkek komünarların bir kısmı da bu güçlü kadınların toplumun kurulu cinsiyet rollerini sallamalarından rahatsız olmuştu, bu rahatsızlık, kadınlara Komün seçimlerinde oy hakkı verilmemesine de yansımıştı. Paris Komünü’ndeki kadınların git gide artan etkinliği ve görünürlüğü kadın özgürleşmesi için önemli bir adımdı. Erkek komünarlar kadınları ortak davalarında yoldaşları olarak kabul etmeyi, kadın komünarlar ise toplumun onları sınırlayan cinsiyete dair klişeleri aşmayı öğrenmek durumunda kalmıştı.

Bütün olarak bakınca şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Paris Komünü, Fransız cumhuriyetçi hareketinin içindeki çeşitli grupları içeren ortak bir duruştu, bu gruplardan en büyüğü olmasa da biri de sosyalist işçi hareketiydi. Komün Konseyi’ndeki en çok temsil edilen grup, kendisini 1789'da faal olan grupların devamı olarak gören erkeklerdi. Bu durum doğal olarak, Paris’te kararların acilen verilmesine ilişkin gerçeklik dikkate alındığında, şiddetle patlayan krizlere yol açmıştı. Her şeye rağmen Komün’ün en güçlü yanlarından biri, bu krizlerin asla komünarları ortak hedeflerinden, sosyal ve demokratik bir cumhuriyetin kurulması hedefinden uzaklaştıracak düzeye gelmemiş olmasıydı.[7] Paris’teki çeşitli devrimci güçleri birbirine bağlayan bu temel ortaklık bağlamında geleneksel siyasi kavramların dayanıklılığı toplumsal gerçeklik içerisinde sınanma imkânı buldu ve bu kavramlar gerektiğinde değiştirilebilmiş ya da kenara atılabilmişti, yine bu bağlamda kapitalizmi yıkıp dayanışma üzerine kurulu bir toplum kurabilecek bir çerçeve oluşturan yeni siyasi fikirler ortaya çıkarılmıştı.

Komünün Yıkılışı

2 Nisan’da hükümet Paris’e saldırmaya başladığında Komün, kendisini bütün Fransa’dan Paris’e getirilmiş yeni birliklere ve Almanların yeni serbest bıraktığı tutsak düşmüş askerlere karşı her gün savunmak zorunda kalmıştı. Ağır bir savaş ortamı süresince Paris çevresindeki yerleşim yerlerinin, binaların ve savunma yapılarının denetimi pek çok kez el değiştirmişti. Ancak 21 Nisan’da Versay birlikleri Paris’e doğru nihai bir hücum başlattı. Haftalar süren ağır top bombardımanından dolayı kentin etrafındaki savunma noktaları boştu ve Komün’ün düşmanları kente girerken neredeyse hiç direnişle karşılaşmadı. Bu istiladan sonra kalan komünar birlikleri mahallelerindeki barikatlarda siper aldılar ve Versay birliklerinin ilerlemesine ellerinden gelen en sert biçimde direndiler. Bu direniş biçimi, çoğu Ulusal Muhafız’ın kendi mahallelerini ve ailelerini düşman saldırısından koruması şeklinde gerçekleşse de aynı zamanda Komün’ün koordinasyon içerisinde hareket eden bir liderliğe sahip olmadığının deliliydi.

Bundan sonraki yedi günde Versay birlikleri Paris’i istila etti. Siperlerindeki komünarlarla sokak sokak, barikat barikat çarpıştılar. Her ele geçirdikleri komünar pozisyonunda ölüm mangaları hayatta kalan komünarları tek tek katletti. Komünar Prosper Lissagaray, Versay ordusunun istilasını birkaç saat içerisinde boyutu Aziz Bartalmay Yortusu’ndakini aşan bir katliam olarak tanımlıyordu. Bir hafta sonra 28 Mayıs’ta komüne ait bir top son kez bir atış yaptı. “Çifte doldurulmuş top mermisi korkunç bir gürültüyle Paris Komünü’nün son nefesini verdi. Mayıs günlerinin son barikatı Ramponeau caddesindeydi. Burayı on beş dakika boyunca tek bir cumhuriyetçi tuttu. Saat on bir olduğunda her şey bitmişti.”

29 Mayıs’ta Adolphe Thiers, Paris’te tekrar asayişin sağlandığını duyurdu. Ama komünar direnişinin bitmesi katliamları bitirmemişti. Haziran’ın ortasına kadar yenik komünarların idam edilmesi her gün görülebilecek bir olaydı. Bütün bunlar olurken, Tanık Lissagaray’ın anlattığı üzere, zengin Parisliler denetimlerini “şehirlerine” tekrar kurma fırsatını bulmuştu.

“Perşembe’den beri bu aşırı nazik kitle esirleri takip ediyor, jandarmalara tezahürat yapıyor, kanla kaplı arabaları görür görmez alkışlamaya başlıyordu. Siviller zalimlikte askerleri geçmeye kararlıydı. Zarif ve neşeli kadınlar seyir gezisine çıkmış gibi cesetlerin arasında dolanıyor ve şanlı ölülere bakarak keyifleniyorlardı.”

Bu katliamda tam olarak kaç kişinin öldüğü, ölülerin pek çoğu alelacele gömüldüğü ya da yakıldığı için bilinmiyor. Ancak Mayıs ayındaki “kanlı haftada” en az otuz bin komünarın öldürüldüğü açıktır.

Fransız devletinin Komün’e karşı tavrından bahsederken kitlesel idamlar bittikten sonra bile dokuz bin komünarın hapse ya da sürgüne gönderildiğini söylemek gerekir. Fransa’nın Atlantik kıyısındaki kalelerde ve özellikle “kansız giyotin” olarak bilinen Yeni Kaledonya kolonisinde çok büyük sayıda komünar direnişi üyesi öldürüldü, ta ki 1880'de sağ kalanların ülkeye dönmesine izin veren bir karar çıkarılana kadar.

Bu izin onların affedildiği anlamına gelmiyordu. Komünarların aldığı cezalar hâlâ yasal olarak geçerliydi ve Fransız otoriteleri bugüne kadar bile bu cezaları geri çekmedi, komünarlar hâlâ politik suçlular sayılıyorlardı. Burada amaç açıktı: Paris Komünü’nün meşruiyetine saldırmak. Bu açıdan 1881'de, devrimin onuncu yılında bir anma olarak Alman Der Sozialdemokrat dergisinde yayınlanan bu olaylara dair yazılar bugün de eskisi kadar geçerlidir. İki dünyayı ayıran bir kan denizi vardır. Bir tarafında daha farklı, daha iyi bir dünya için mücadele edenler; öbür tarafındaysa eski düzeni korumak için uğraşanlar.[8]

Komün Hâlen Daha Geçerli

Paris’te Komün’ü savunmak için süren savaş hâlâ devam ederken August Babel, Alman radikal sosyal demokratlarından direnişçilere dayanışma mesajı göndermişti. O günlerde Alman meclisinde “tüm Avrupa işçi sınıfının ve hâlâ  bağımsızlık ve özgürlüğün önemine inanan herkesin” gözünün Paris’te olduğunu duyurmuştu. Babel, Paris Komünü’nü tüm yüreğiyle destekliyordu ve “Avrupa’nın tarihindeki en önemli olayların gelecekte yaşanacak olanlar olduğunu, birkaç on yıl sonra Parislilerin “Saraylarla savaş, kulübelerle barış, kahrolsun uyuşukluk ve yoksulluk!” sloganının tüm Avrupa işçilerinin sloganı olacağını söylüyordu.[9] Komün, Avrupa’nın diğer pek çok kısmında da benzer şekilde olumlu tepkiler almıştı.

Ama sosyal demokrat hareket sırtını zaman içerisinde devrimci kökenlerine döndükçe, komün anmaları da geri plana düştü. Buna karşın Ekim Devrimi’yle Rusya’da ortaya çıkan komünist hareket, Paris Komünü’nü tarihinin bir parçası olarak gördü ve onun anısını hep hayatta tutmaya çalıştı. Yaygın bir söylentiye göre Vladimir Lenin, Bolşevik devriminin yetmiş üçüncü gününde Paris Komünü’nün ömrünü aşmanın sevinciyle kar üstünde dans etmişti. Nitekim aynı zamanda Ekim Devrimi ve yol açtığı sonuçlar, dünya sahnesine yeni ve görünüşte daha başarılı bir sosyalist modelin doğmasını sağladı, dünya genelinde komünistler odak noktasını Komün’den “Kızıl Ekim’e” kaydırdı.

Avrupa’da devlet sosyalizminin çöküşünün ardından kapitalist toplumsal ilişkileri devrimle yıkmaya yönelik önceki hareketlerin değeri pek bilinmemiştir. Komünistlerin Paris Komünü’nden aldığı en büyük derslerden biri, komünarların yaptığı gibi gücü ve kuvveti hafife almamaktı. Ancak bu kez de bunun karşısındaki hatayı yaptılar, tamamen gücü ellerinde tutmaya odaklandılar.

Sovyet örneğinden ders alarak şunu diyebiliriz ki bugün sosyalizmi kuracak olursak bu, ancak halkın demokratik katılımıyla mümkün olacaktır. Demokratik yapılar ve denetim yolları, ancak karar alma mekanizmasının meşruiyeti en temel anlamda demokratik süreçlere dayanırsa başarılı olabilir. Bu süreçlerin bir örneği 1871'de komünarların yaptığı gibi kamu görevlilerini seçimlere bağlamaktır.[10] Dolayısıyla dayanışmaya ve sosyalist ilkelere dayanan bir toplum kurmaya yönelik her girişim, illaki Paris komünarlarının deneyimlerini bilince çıkartmak zorunda kalacaktır. Onların amacı, “sosyal ve demokratik bir cumhuriyet kurmak”tı, bugün bu amaç, hâlâ daha gerçekleştirilmeyi bekliyor.

Florian Grams
Kaynak

Dipnotlar
[1] Bu konuda Rosa Luxemburg Tarih grubunun Eylül 2020’de hazırladığı “Von Bismarck zum Treuhandtechno” başlıklı dijital ses dosyasının ikinci kısmına bakılabilir: Soundcloud.

[2] Bu konuya dair derinlikli bir tartışma için bkz.: Grams, Florian: Die Pariser Kommune – Basiswissen. 3. Baskı. Köln 2021, s. 45 ve sonrası.

[3] Haupt, Heinz-Gerhard ve Hausen, Karin, Die Pariser Kommune – Erfolg und Scheitern einer Revolution. Frankfurt/M. 1979, s. 172.

[4] Bkz.: Hartmann, Detlef ve Wimmer, Christopher, Die Kommunen vor der Kommune 1870/71. Hamburg 2021, s. 121.

[5] Michel, Louise, Memoiren – Erinnerungen einer Kommunardin. Münster 2017, s. 135.

[6] Bkz.: Schrupp, Antje, Nicht Marxistin und auch nicht Anarchistin – Frauen in der Ersten Internationale. Frankfurt/M. 1999, s. 177.

[7] Bkz.: ‘Erklärung der Minorität des Kommune-Rats vom 15. Mai 1871’, aktaran: Swoboda, Die Pariser Kommune, a.g.e., s. 243.

[8] Bkz.: ‘Gedenktage des Proletariats: Die blutige Maiwoche’, Der Sozialdemokrat, Sayı 21, 22 Mayıs 1881, s.1.

[9] Bebel, August, ‘Die Pariser Kommune – Vorpostengefecht des europäischen Proletariats’. 25 Mayıs 1871’de Alsak-Loren’in ilhakına muhalefet ettiği meclis konuşmasından, Ausgewählte Reden und Schriften Bd. 1: 1863-1878. Berlin, 1970, s. 150.

[10] Bkz.: Sohn, Manfred, Der dritte Anlauf – Alle Macht den Räten. Köln, 2012, s. 110.

0 Yorum: