Entegrasyon
Sol örgütler ve İnsan Hakları Derneği ile AKP
kanallarına çıkan isimler, Grup Yorum içi tartışma ve grup üyesi (Dilan Ekin)
ile ilgili açıklama konusunda aynı cümleleri kuruyorlar. Efendilere hoş
gösterilen, zararsız bir şey olarak takdim edilen, “obeziteli birey” ifadesine
benzer biçimde “sosyalist birey” olmanın gereğini yerine getiren solcular, Grup
Yorum’a saldırma fırsatını kaçırmıyorlar.[1] Kadın bireylere dokunulmamasını
istiyorlar. Aslında dokunulmasını istemediği şey kadın değil, birey, yani
burjuvazi!
Bu bağlamda İnsan Hakları Derneği, ismini
değiştiriyor, Birey Hakları Derneği olarak sahneye çıkıp “müzik, militarist
amaçlar için kullanılmasın!” diyor. Muhtemelen İHD, 1945’te olsaydı, faşizmi
ezip Berlin’e giren Sovyet askerinin elindeki gitara çok sinirlenirdi! Neticede
dernek, kültür merkezlerine baskın düzenleyen, enstrümanları kıran polis gibi
konuştuğunun farkında değil, belki de farkında!
Bunlar, aslında işçi sınıfının değil, burjuvazinin
dişine uygun “işçi bireyler”in 1 Mayıs’ını kutluyorlar. Bireyden fazlasına,
bireyin dışına, bireyin ötesine tahammül bile edemiyorlar. Kendilerini
yüceltiyorlar. Etha’nın ifadesiyle, bu bireycilik için “ajatasyon
kunuşmaları” yapıyorlar. “1 Mayıs, uzlaşmacılık değil direniş günüdür”
diyenler, yasak savmak adına, dostlar alışverişte görsün diye güya sokağa
çıkanlar, patronların üniversiteleri için tanıtım filmleri, reklâmlar
çekiyorlar. İşçileri aşağılık; “iş sahibi bireyler”i yüce kabul ediyorlar.
Mafyayı, mafyayla ilişkili kişileri “iş insanı” diyerek aklıyorlar. “Burjuva”
diye aşağılanmaması, hor görülmemesi gereken kişiler olarak o “iş insanı
bireyler”in çıkarlarına hizmet ediyorlar.
Sol örgütler içerisinde seksenleri, doksanları görmüş
herkes, kimi örgütlerin mafyöz ilişkiler içine girdiğini, akçeli işlerin altına
imza attıklarını biliyor, ama Omerta kanunları gereği, susmayı tercih ediyor.
Susmak, devrimcilik sanılıyor.
Bir örgütün üyesi, doksanlarda birkaç kişinin
kooperatif kurma projesinden, bu proje için toplanan paralardan bahsediyor. O
zaman genç olan kişinin anlatımına göre parayı toplayan adam, Avrupa’ya
kaçıyor, parayı cebe indiriyor, sonra Türkiye’ye geliyor, tuğla fabrikası ve
zeytinlik alıyor. Bu genç, anlattığı işin arkasında bizzat kendi örgütünün
olduğunu bilmiyor. O adamın elini kolunu sallaya sallaya ülkeye nasıl
dönebildiğini sorgulamıyor. Madem örgütle alakası yok, örgütün bu adama neden
bir şey yapmadığını sormuyor.
Neticede devlette ne oluyorsa, sol örgütlerde de o
oluyor. Makro alandaki dönüşüm, mikro alanı biçimlendiriyor.
Eskiden yaşamak için akçeli işlere bulaşmış örgütler,
iki binlerle birlikte başka rant ilişkilerine yöneliyorlar. STK’cılık ve
AB’cilik, bu düzlemde gündeme geliyor. Halktan, sınıftan beslenmeyen, bunu
aşağılık bir şey olarak gören, zul kabul eden şefler, başka tecimsel kapıları
zorluyorlar. “Halka gebe kalacağımıza, devlet ve sermaye içi güçlere bağlanırız
daha iyi” diye düşünüyorlar. Geçmişin “kirli” ilişkilerinin yerlerini başka
ilişkiler alıyor. Bu yeni ilişkiler de mafyatik yöntemler ve araçlar üzerinden
işliyor.
Çünkü “merkezsizmiş gibi görünen hareketler; STK’lar
ve destek grupları eliyle, sermayenin solcularınca örgütleniyorlar ve neticede
burjuva partisine entegre ediliyorlar.”[2] O entegrasyon ile varolacağını iyi
bilen şefler, örgütleri kendi kariyerist tutumlarına kurban ediyorlar.
Entegrasyon, bir açıdan, Marx ve Lenin öncesine çekilerek gerçekleştiriliyor.
Gevrekleşme süreci, bu değişimi emrediyor.
Likidasyon
Tam kapanma öncesinde alınan kararı bir pazarcı gence
soruyorlar. Genç, “o bakanlar kurulunda bizim gibi emeğiyle geçinen kimse yok,
o yüzden bu karar alınıyor” diyor. Tam kapanmayı en çok da sol örgütler ve
STK’lar istiyor. Çünkü onların içinde de emekçi yok. Hepsinin yönetim kurulu
toplantılarında aşağıdakine benzer görüntüler ortaya çıkıyor. Onca esarete,
onca zorbalığa, servet transferine, yasağa tek laf etmeyen sol, ancak alkol
yasağına öfkelenebiliyor. Bireysel canını, bireysel çıkarını koruma altına
almayı politiklik zannediyor. Devrim ve sosyalizm, o can ve çıkar önünde diz
çöktürülüyor.
Pandemi sürecini Dünya Sağlık Örgütü ve yerli
işbirlikçileri yönetiyor. İstanbul’daki DSÖ “ayrık ofis”ine dokunulmazlık
bahşeden kanunun altında CHP’nin ve HDP’nin de imzası var. O ofis, merkezden
gelen emir dolayısıyla, hastalığın tedavisine mani oluyor diye, alkol
tüketimine sınırlama getirilmesi kararı alıyor.[3] Hükümet, gerekli vergi
hesaplamalarını yapıp, orta sınıfın raflara hücum edeceğini de bilerek, alkole
yasak getiriyor. Ramazan’da Yılbaşı’ndan daha fazla para topluyor. Ama
birileri, “öff harikayız ya, şeriata gene mani olduk!” naraları atıyor,
içkilerini kafaya dikip kendilerinden geçiyorlar.
Aynı durum, Avrupa Birliği kararıyla marketlerde
poşetin parayla satılmasında da yaşandı. DSÖ ve AB’den başka tanrı bilmeyen
solcular, önceden haber aldıkları bu gelişmeler için hemen flama/döviz
hazırlığına başladılar ve hükümete yüklendiler. Oysa o talimatı kendi
efendileri vermişti. Bugün anlaşılıyor ki patent konusunda da haberi önceden
bir yerden almışlar. Efendilerinin patenti herkese açma kararını önceden
duydular, bunun için eylem yaptılar. Vicdan rahatlatıp, siyaset yaptıklarını
zannederek başlarını yastığa koydular.
Sol, AB talimatıyla yaya geçitlerinde geçiş
önceliğinin yayalara verilmesinden istifade ederek, yol kesme eylemini o yaya
geçidinde yapar hâle geldi. Tüm teorisi, ideolojisi ve politikası emperyalist
odakların güdümündeydi ve bu hâli de AKP ile kılıflandırıyordu. Likidasyon, bu
düzlemde gerçekleşti. Örgütler birer STK; kadrolar, “sosyal düşünceli bireyler”
hâline getirildi. Dolayısıyla, geçmişin devrimci isimlerinin ve eylemlerinin
bugünde istismar edilmesinin bir anlamı yok. Onlar, hep birlikte, emekçi halka
ve davasına ait.
Rehabilitasyon
Halkla, sınıfla varolmayan sol örgütler, başka
ilişkilere kul köle olmaya mecbur. Bu ilişkiler, sol örgütleri her yeni döneme
uygun kılıyor. Rehabilite ediyor. Rehabilitasyon, “eskiden olduğu gibi kolayca
yönetebilme, uyumlu kılma” anlamına geliyor. Bunun için çapaklar alınıyor,
sivri ve keskin yerler törpüleniyor. Bireysel derdine esir edilen kişi de
mecburen tecimsel ilişkilere, çıkar ilişkilerine teslim oluyor. Hiçbir şeye ses
etmiyor.
Bu anlamda, başta değindiğimiz, Grup Yorum ile
ilişkili eleştiriler, bu birey adına konuşanlar için birer bahaneden ibaret.
Yorum’a saldırı üzerinden bir yerlere işmar ediyorlar. “Beni sev, desteğini
esirgeme” diye yalvarıyorlar.
“Müzik, militarist amaçlar için kullanılmasın” diyen
kişi, Yorum’a müzik yapmayı ve beraberinde devrimci olmayı yasaklamak istiyor.
TEM polisinin yanı başına oturuyor, oradan konuşuyor. Böylece bir yerlere “benden
zarar gelmez” mesajı veriyor.
Neticede bugün devrime ve sosyalizme dair imkânları,
yürünecek yolu, bahsi edilen entegrasyonun, likidasyonun ve rehabilitasyonun
dışında inatla durabilen kolektif kavgada aramak gerekiyor. Bu hattın öbür
tarafı, bataklık.
Eren Balkır
2 Haziran 2021
Dipnotlar:
[1] Yorum’un açıklamasıyla ilgili olarak KESK, “kadının yaşama hakkı”nı
savunduğunu söylüyor, meseleyi devrimci ve politik bir yerden değil, burjuva
bir cinsiyetçilik ideolojisi üzerinden ele alıyor. Yakın geçmişte iki kadın
direnişçiyi merdivenlerden sürükleyerek atan, tartaklayan KESK, kadının yaşama
hakkını savunduğu yalanına sarılıyor. DİSK binasında çalışan emekçi kadını
kovmak için sendikalardan adam toplayan DİSK yönetimi, kadını ve emekçiyi
savunduğunu iddia edebiliyor. Herkes, kendisine verilen görevi ifa ediyor.
[2] Nora Moreau, “Solun Yavan Tüketimciliği”, 1 Nisan
2021, İştiraki.
[3] World Health Organization, “Alcohol and Covid-19” WHO.
0 Yorum:
Yorum Gönder