04 Temmuz 2021

,

İşmar


Entegrasyon

Sol örgütler ve İnsan Hakları Derneği ile AKP kanallarına çıkan isimler, Grup Yorum içi tartışma ve grup üyesi (Dilan Ekin) ile ilgili açıklama konusunda aynı cümleleri kuruyorlar. Efendilere hoş gösterilen, zararsız bir şey olarak takdim edilen, “obeziteli birey” ifadesine benzer biçimde “sosyalist birey” olmanın gereğini yerine getiren solcular, Grup Yorum’a saldırma fırsatını kaçırmıyorlar.[1] Kadın bireylere dokunulmamasını istiyorlar. Aslında dokunulmasını istemediği şey kadın değil, birey, yani burjuvazi!

Bu bağlamda İnsan Hakları Derneği, ismini değiştiriyor, Birey Hakları Derneği olarak sahneye çıkıp “müzik, militarist amaçlar için kullanılmasın!” diyor. Muhtemelen İHD, 1945’te olsaydı, faşizmi ezip Berlin’e giren Sovyet askerinin elindeki gitara çok sinirlenirdi! Neticede dernek, kültür merkezlerine baskın düzenleyen, enstrümanları kıran polis gibi konuştuğunun farkında değil, belki de farkında!


Bunlar, aslında işçi sınıfının değil, burjuvazinin dişine uygun “işçi bireyler”in 1 Mayıs’ını kutluyorlar. Bireyden fazlasına, bireyin dışına, bireyin ötesine tahammül bile edemiyorlar. Kendilerini yüceltiyorlar. Etha’nın ifadesiyle, bu bireycilik için “ajatasyon kunuşmaları” yapıyorlar. “1 Mayıs, uzlaşmacılık değil direniş günüdür” diyenler, yasak savmak adına, dostlar alışverişte görsün diye güya sokağa çıkanlar, patronların üniversiteleri için tanıtım filmleri, reklâmlar çekiyorlar. İşçileri aşağılık; “iş sahibi bireyler”i yüce kabul ediyorlar. Mafyayı, mafyayla ilişkili kişileri “iş insanı” diyerek aklıyorlar. “Burjuva” diye aşağılanmaması, hor görülmemesi gereken kişiler olarak o “iş insanı bireyler”in çıkarlarına hizmet ediyorlar.

Sol örgütler içerisinde seksenleri, doksanları görmüş herkes, kimi örgütlerin mafyöz ilişkiler içine girdiğini, akçeli işlerin altına imza attıklarını biliyor, ama Omerta kanunları gereği, susmayı tercih ediyor. Susmak, devrimcilik sanılıyor.

Bir örgütün üyesi, doksanlarda birkaç kişinin kooperatif kurma projesinden, bu proje için toplanan paralardan bahsediyor. O zaman genç olan kişinin anlatımına göre parayı toplayan adam, Avrupa’ya kaçıyor, parayı cebe indiriyor, sonra Türkiye’ye geliyor, tuğla fabrikası ve zeytinlik alıyor. Bu genç, anlattığı işin arkasında bizzat kendi örgütünün olduğunu bilmiyor. O adamın elini kolunu sallaya sallaya ülkeye nasıl dönebildiğini sorgulamıyor. Madem örgütle alakası yok, örgütün bu adama neden bir şey yapmadığını sormuyor.

Neticede devlette ne oluyorsa, sol örgütlerde de o oluyor. Makro alandaki dönüşüm, mikro alanı biçimlendiriyor.

Eskiden yaşamak için akçeli işlere bulaşmış örgütler, iki binlerle birlikte başka rant ilişkilerine yöneliyorlar. STK’cılık ve AB’cilik, bu düzlemde gündeme geliyor. Halktan, sınıftan beslenmeyen, bunu aşağılık bir şey olarak gören, zul kabul eden şefler, başka tecimsel kapıları zorluyorlar. “Halka gebe kalacağımıza, devlet ve sermaye içi güçlere bağlanırız daha iyi” diye düşünüyorlar. Geçmişin “kirli” ilişkilerinin yerlerini başka ilişkiler alıyor. Bu yeni ilişkiler de mafyatik yöntemler ve araçlar üzerinden işliyor.

Çünkü “merkezsizmiş gibi görünen hareketler; STK’lar ve destek grupları eliyle, sermayenin solcularınca örgütleniyorlar ve neticede burjuva partisine entegre ediliyorlar.”[2] O entegrasyon ile varolacağını iyi bilen şefler, örgütleri kendi kariyerist tutumlarına kurban ediyorlar. Entegrasyon, bir açıdan, Marx ve Lenin öncesine çekilerek gerçekleştiriliyor. Gevrekleşme süreci, bu değişimi emrediyor.

Likidasyon

Tam kapanma öncesinde alınan kararı bir pazarcı gence soruyorlar. Genç, “o bakanlar kurulunda bizim gibi emeğiyle geçinen kimse yok, o yüzden bu karar alınıyor” diyor. Tam kapanmayı en çok da sol örgütler ve STK’lar istiyor. Çünkü onların içinde de emekçi yok. Hepsinin yönetim kurulu toplantılarında aşağıdakine benzer görüntüler ortaya çıkıyor. Onca esarete, onca zorbalığa, servet transferine, yasağa tek laf etmeyen sol, ancak alkol yasağına öfkelenebiliyor. Bireysel canını, bireysel çıkarını koruma altına almayı politiklik zannediyor. Devrim ve sosyalizm, o can ve çıkar önünde diz çöktürülüyor.


Pandemi sürecini Dünya Sağlık Örgütü ve yerli işbirlikçileri yönetiyor. İstanbul’daki DSÖ “ayrık ofis”ine dokunulmazlık bahşeden kanunun altında CHP’nin ve HDP’nin de imzası var. O ofis, merkezden gelen emir dolayısıyla, hastalığın tedavisine mani oluyor diye, alkol tüketimine sınırlama getirilmesi kararı alıyor.[3] Hükümet, gerekli vergi hesaplamalarını yapıp, orta sınıfın raflara hücum edeceğini de bilerek, alkole yasak getiriyor. Ramazan’da Yılbaşı’ndan daha fazla para topluyor. Ama birileri, “öff harikayız ya, şeriata gene mani olduk!” naraları atıyor, içkilerini kafaya dikip kendilerinden geçiyorlar.

Aynı durum, Avrupa Birliği kararıyla marketlerde poşetin parayla satılmasında da yaşandı. DSÖ ve AB’den başka tanrı bilmeyen solcular, önceden haber aldıkları bu gelişmeler için hemen flama/döviz hazırlığına başladılar ve hükümete yüklendiler. Oysa o talimatı kendi efendileri vermişti. Bugün anlaşılıyor ki patent konusunda da haberi önceden bir yerden almışlar. Efendilerinin patenti herkese açma kararını önceden duydular, bunun için eylem yaptılar. Vicdan rahatlatıp, siyaset yaptıklarını zannederek başlarını yastığa koydular.

Sol, AB talimatıyla yaya geçitlerinde geçiş önceliğinin yayalara verilmesinden istifade ederek, yol kesme eylemini o yaya geçidinde yapar hâle geldi. Tüm teorisi, ideolojisi ve politikası emperyalist odakların güdümündeydi ve bu hâli de AKP ile kılıflandırıyordu. Likidasyon, bu düzlemde gerçekleşti. Örgütler birer STK; kadrolar, “sosyal düşünceli bireyler” hâline getirildi. Dolayısıyla, geçmişin devrimci isimlerinin ve eylemlerinin bugünde istismar edilmesinin bir anlamı yok. Onlar, hep birlikte, emekçi halka ve davasına ait.

Rehabilitasyon

Halkla, sınıfla varolmayan sol örgütler, başka ilişkilere kul köle olmaya mecbur. Bu ilişkiler, sol örgütleri her yeni döneme uygun kılıyor. Rehabilite ediyor. Rehabilitasyon, “eskiden olduğu gibi kolayca yönetebilme, uyumlu kılma” anlamına geliyor. Bunun için çapaklar alınıyor, sivri ve keskin yerler törpüleniyor. Bireysel derdine esir edilen kişi de mecburen tecimsel ilişkilere, çıkar ilişkilerine teslim oluyor. Hiçbir şeye ses etmiyor.

Bu anlamda, başta değindiğimiz, Grup Yorum ile ilişkili eleştiriler, bu birey adına konuşanlar için birer bahaneden ibaret. Yorum’a saldırı üzerinden bir yerlere işmar ediyorlar. “Beni sev, desteğini esirgeme” diye yalvarıyorlar.

“Müzik, militarist amaçlar için kullanılmasın” diyen kişi, Yorum’a müzik yapmayı ve beraberinde devrimci olmayı yasaklamak istiyor. TEM polisinin yanı başına oturuyor, oradan konuşuyor. Böylece bir yerlere “benden zarar gelmez” mesajı veriyor.

Neticede bugün devrime ve sosyalizme dair imkânları, yürünecek yolu, bahsi edilen entegrasyonun, likidasyonun ve rehabilitasyonun dışında inatla durabilen kolektif kavgada aramak gerekiyor. Bu hattın öbür tarafı, bataklık.

Eren Balkır
2 Haziran 2021

Dipnotlar:
[1] Yorum’un açıklamasıyla ilgili olarak KESK, “kadının yaşama hakkı”nı savunduğunu söylüyor, meseleyi devrimci ve politik bir yerden değil, burjuva bir cinsiyetçilik ideolojisi üzerinden ele alıyor. Yakın geçmişte iki kadın direnişçiyi merdivenlerden sürükleyerek atan, tartaklayan KESK, kadının yaşama hakkını savunduğu yalanına sarılıyor. DİSK binasında çalışan emekçi kadını kovmak için sendikalardan adam toplayan DİSK yönetimi, kadını ve emekçiyi savunduğunu iddia edebiliyor. Herkes, kendisine verilen görevi ifa ediyor.

[2] Nora Moreau, “Solun Yavan Tüketimciliği”, 1 Nisan 2021, İştiraki.

[3] World Health Organization, “Alcohol and Covid-19” WHO.

0 Yorum: