Mussolini
ve Faşizm
Faşizm
ve Mussolini, mayası aynı olan, dayanışma içindeki iki kelimedir. Mussolini,
faşizme can veren, ona liderlik eden, faşizmin en yüce duçesidir. Faşizmse
Mussolini’nin kürsüsü, sahnesi ve iki tekerlekli savaş arabasıdır. Avrupa
krizinin bu döneminin ilgili bölümünü izah etmek için buradan faşizmin ve
liderinin hikâyesine geçiş yapalım.
Herkesin
de bildiği gibi Mussolini, köken itibarıyla sosyalist olan bir siyasetçidir.
Sosyalizm bahsinde orta yolcu veya itidalli bir konuma sahip olmayan Mussolini,
aşırıya kaçmayı, ateşli konuşmalar yapmayı seven bir isimdir. O, mizacına uygun
bir rol ifa etmiştir. Çünkü Mussolini, ruhuyla da tabiatıyla da aşırılığa
düşkün biridir. O, ancak ya aşırı sağda ya da aşırı solda konumlanabilirdi.
1910-1911
arası dönemde Mussolini, sosyalist solun liderlerindendi. 1912’de bakanla
işbirliği yaptı diye Bonomi, Bissolati, Cabrini ve Podrecca ismindeki dört
vekilin sosyalist partiden atılması talimatını bizzat o vermişti.
Sonrasında
Mussolini, Avanti gazetesinin başına getirildi. 1914’te savaş patlak verdi.
İtalyan sosyalizmi, İtalya’nın savaşa girmemesini istedi. Bu tavır karşısında
rahatsızlığını belirten ve savaştan yana olan Mussolini, yoldaşlarındaki
barışçılığa karşı başkaldırdı ve İtalya’nın savaşa girmesi fikrini savundu. İlk
başta bu fikri, devrim üzerinden gerekçelendiriyordu. Ona göre savaşın patlak
vermesi ve sahasının genişlemesi, nihayetinde Avrupa devrimini besleyecekti.
Oysa gerçekte onun savaşa girilmesini istemesi, Mussolini’deki Tolstoycu tarafsızlıkla
ve barış yanlısı tavırla asla uzlaşmayan o savaşçı psikolojiyle alakalıydı.
Kasım
1914’te Mussolini, Avanti’nin [“İleri”] genel yayın yönetmenliğinden
ayrıldı ve Milano’da Avusturya’ya saldırılması fikrini savunmak amacıyla Il
Popolo d'Italia [“İtalya Halkı”] gazetesini çıkarttı. Savaşa girilmesini
propaganda eden bir isim olarak Mussolini, aynı zamanda o savunduğu savaşın
içinde yer almış olan bir askerdi.
Zaferi
ateşkes, ateşkesi de askerlerin terhis edilmesi süreci takip etti. Tüm bunlar,
savaş yanlılarının işsiz kaldığı bir dönemde gerçekleşti. Mussolini’nin fikir
babası olan Gabriele D'Annunzio, aksiyonun ve kahramanlığın yoğurduğu nostaljik
yaklaşımı üzerinden Fiume macerasına atıldı. Bu süreçte Mussolini, Faşist
Mücadele Birliklerinin İttifakı’nı [fasci di combatimento] kurdu. Oysa
İtalya, devrimci ve sosyalist hareketin yükseldiği bir döneme girmişti. Savaş,
neticede İtalya için pek de iyi sonuçlanmamıştı. İtilaf Devletleri, İtalya’ya yağmadan
çok küçük bir pay ayırmışlardı. İtalya, zafere kendi askerlerinin sunduğu katkıyı
unutmuş, Fiume’nin kendisinde kalması için inatla pazarlık yürütmüştü. Özetle İtalya,
savaştan hoşnutsuzluk ve hayal kırıklığı gibi duygularla çıkmıştı. Seçimler bu koşullarda
yapıldı. Sosyalistler, mecliste 155 koltuk kazandılar. Milano’dan aday olan Mussolini,
sosyalistler karşısında büyük bir hezimete uğradı.
Ülke
genelinde yaşanan hayal kırıklıkları ve bunalımın tetiklediği bu türden
duygular, şiddete eğilimli bir milliyetçilik tepkisine yol açtı. Faşizm, bu
duygulardan kök alıyordu. Bilhassa orta sınıf, o yüceltilmiş vatanseverlik
efsanelerinin alıcısı hâline geldi. Zamanla İtalyan orta sınıfı, sosyalist
proleter sınıftan uzaklaşıp ona karşı husumet beslemeye başlamıştı. O,
proletaryadaki tarafsızlığı asla bağışlamamıştı. Savaş süresince aldığı yüksek
maaşlar, devlet teşvikleri, onunla ilgili çıkartılan toplumsal kanunlar
konusunda proletaryayı suçlayan orta sınıf, savaş sonrasında devrim korkusuna
kapılmıştı. Proletaryanın canını yaktığı, onun yüzünden çile çektiğini düşünen
orta sınıf, proletaryanın tarafsız, hatta yenilgiden yana tutum alan bir sınıf
olduğunu düşünmüş, kendisinin hiç istemediği savaştan en çok da onun istifade
ettiğine kanaat getirmişti. Bu sürecin sonunda orta sınıfa değersizleşmek,
aşağılanmak, hakir görülmek düştü. Orta sınıftaki bu kötü ruh hâli, kendisine
faşizmde bir yer buldu. Mussolini, kurduğu Faşist Mücadele Birliklerinin
İttifakı isimli örgüte orta sınıfı bu sayede örgütleyebildi.
Sosyalist
hareket ve sendikalar içinde yer alan bazı muhalif isimler, faşist harekete katılarak,
deneyimlerini ve becerilerini kitlelerin örgütlenmesine ve harekete
kazanılmasına teksif ettiler. Faşizm, o dönemde henüz belli bir bilinci esas
alan, gerici ve muhafazakâr bir program üzerinden hareket eden bir yapı değildi.
Hatta faşizm, kendisinin devrimci olduğuna inanıyordu. Onun yürüttüğü
propaganda, yıkıcı ve demagojik fikirleri temel alıyordu. Örneğin faşizm, yeni
zenginlere karşı tepkiliydi. Ondaki, cumhuriyetçi ve ruhban karşıtı eğilime
sahip ilkeler, orta sınıftaki zihinsel karmaşada kendisine yer buluyorlardı,
çünkü bu sınıfın duyguları tatmin edilmemişti ve o, burjuvaziden tiksiniyordu. Ama
orta sınıf, aslında proletaryaya düşmandı. İtalyan sosyalistleri, akıllıca
yapılmış bir hamleyle, orta sınıfın duygusal tepkilerini değiştirecek politik
silâhları kullanmadılar, bu sebeple büyük bir yanlış yaptılar. Hatta tam
tersine, gidip proletarya ile küçük burjuvazi arasındaki husumetin açığa
çıkmasını sağladılar, devrimin kitabına bağlı sofu teorisyenlerin ağzından
konuşup bu sınıfa karşı kibirli bir tavır sergilediler.
Bu
süreçte İtalya, iç savaş dönemine girdi. Devrim ihtimali karşısında korkuya
kapılmış olan burjuvazi, büyük bir şevkle faşizmi silâhlandırdı, teçhizatlandırdı
ve onu teşvik etti. Burjuvazinin iteklediği faşizm, sosyalistlere zulmetmeye,
devrimci sendikaları ve kooperatifleri yok etmeye, grevleri kırmaya ve
ayaklanmaları bastırmaya başladı. Böylece faşizm, çok sayıda azılı milisten
oluşan bir güç hâline geldi. Zamanla devletten bile güçlü bir konuma sahip oldu.
Nihayetinde de iktidarı ele geçirdi.
Faşist
tugaylar Roma’ya girdiler. O kara gömleğiyle Mussolini, hükümetin başına geçti,
meclisin büyük çoğunluğunu kendisine bağladı, böylece faşist rejim ve faşist
dönem başlamış oldu.
Hakkında
bolca roman yazılmış olan Mussolini’nin hikâyesinin pek anlatılmadığını söylemeliyiz.
Ondaki politik savaşçılık, Mussolini’nin kişiliği ve cismi hakkında net ve nesnel
bir tarif yapmayı güçleştiriyor. Ona ilişkin bazı tarifler abartılı, bazıları
ise hürmetkârdır. Bazıları, onu büyük bir kinle veya hicivle tarif etmektedir.
Mussolini’nin belirli dönemleri, anekdotlar ve anlık çekilmiş fotoğraflar
üzerinden anlaşılmaya çalışılmaktadır. Örneğin onun faşizmin mimarı olduğundan
bahsedilmektedir. Faşizmi onun imal ettiğine inanılır. Bugün Mussolini,
deneyimli bir ajitatör, yetenekli bir örgütçü, insanın başını döndürecek ölçüde
faal bir adam olarak resmedilir. Faşizm denilen olgu, onun faalliği, dinamizmi,
gerilimlerinin etkisi altındadır. Faşist harekât süresince Mussolini, aynı gün
üç dört şehirde konuşma yapar. Uçağa biner, Roma’ya, oradan Pisa’ya, Pisa’dan
Bolonya’ya, oradan da Milano’ya geçer.
Mussolini,
irade sahibi, dinamik, belâgati kuvvetli biri olarak tipik bir İtalyan’dı. O,
kitleleri coşturma, kalabalıkları galeyana getirme konusunda özel bir yeteneğe
sahipti. Mussolini, faşizmi örgütleyen, ona can veren askerdi. O, faşizmin
yaratıcısı da mimarı da değildi. Kendi aklından bir politik hareket üretmişti. Bu
hareketi kendi görüntüsü ve suretine bakıp oluşturmamıştı. Faşizme bir ruh ve program
kazandıran o değildi. Bilâkis, asıl faşizm ruhunu Mussolini’ye katmıştı.
Mussolini, faşizmle özdeşleşmiş, faşistler kendilerini onunla tanımlamışlardı.
Bu da kendisinin sosyalist olduğu dönemden kalma izleri silmesine, onları tek
tek yok etmesine sebep oldu. Mussolini, orta sınıfı Faşist Mücadele Birliklerinin
İttifakı bünyesinde örgütlemek ve onu bu kalıba sokmak için orta sınıftaki
şovenizmi ve sosyalizm düşmanlığını içselleştirme ve benimseme ihtiyacı duydu.
Ayrıca Mussolini, gerici, sosyalizm ve devrim karşıtı bir siyaset tanımlamak
durumunda kaldı. Bu anlamda Mussolini’nin durumu, Bonomi ve Briand gibi diğer
eski sosyalistlerin durumundan farklıydı.
Ivanoe
Bonomi ve Aristide Briand, hiçbir vakit sosyalist geçmişinden açıktan kopmak zorunda
kalmadı. Aksine bu isimler, ufak ve basit olana vurgu yapan, doğallık üzerinde duran
bir tür sosyalizmle ilişkili olduklarını söylediler. Buna karşılık Mussolini
ise daha da ileri giderek, “yetişkin bir adamın o eski aşk mektuplarını yırtıp
atması gibi ben de artık kâmil biri olarak sosyalist geçmişimi silip attım” dedi.
En aşırı sosyalizm basamağından en aşırı muhafazakârlık basamağına sıçradı.
Onda sosyalizm ne azalmış ne de daralmıştı. Sosyalizm diyarı, tümüyle ve her
yönüyle terk edilmişti. Örneğin ekonomi alanında verdiği talimatlar, devletin
müdahalesine, devletçiliğe ve vergilendirmeye karşı çıkıyorlardı. Mussolini,
ekonomik işlemler üzerine kurulu bir kapitalist ve müteşebbis devlet tipini
benimsemiyordu. Onun ekonomi siyasetinde amaç, vergi toplayan jandarmanın merkezde
durduğu klasik devleti diriltmekti. Geçmişte savunduğu görüşlerin tam zıddını savunan
Mussolini, eskiden olduğu gibi gene düşüncelerini inançla savunuyordu.
Bir
insanın bir öğretiyi terk edip başkasına bağlanma sürecinde mekanizma nasıl
işler? Bu, beyinle alakalı bir olgu değildir. Akılla alakası olmayan bir
süreçtir bu. İdeolojik planda bu değişimin motoru, fikir değil, duygudur.
Mussolini,
sosyalizmi fikir veya anlayış olarak terk etmemişti. Sosyalizm onun için bir
anlayış değil duyguydu, tıpkı faşizm gibi. Bu noktada psikolojisi ve yüz
hatları okunduğunda şu görülür: Mussolini, aklı değil, kalbiyle hareket eden
biridir.
Siyaset
ve basın alanında ortaya koyduğu çalışmalarda Mussolini, karşımıza bir
teorisyen veya felsefeci değil, retorikçi ve lider olarak çıkar. Onun dili,
belirli bir programı temel almaz, ilkesizdir, bilimsel değildir, tutkulu ve
duyguludur. Mussolini’nin en zayıf konuşmaları, geldiği yeri ve faşizm
ideolojisini anlatmaya çalıştığı konuşmaları olmuştur. Faşizmin programı
çetrefillidir, çelişkilidir, heterojendir. Bu program, karmaşık, intizamsız bir
dizi liberal ve sendikacı fikrin çorba edilmiş hâlinden başka bir şey değildir.
Oysa aslında Mussolini, faşizme gerçek bir program dikte etmemiştir. Onun dikte
ettiği şey, bir eylem planıdır.
Mussolini,
sosyalizmden faşizme, devrimden gericiliğe geçiş yapmış bir isimdir. Tüm bu geçişler,
düşünce değil, duygular aracılığıyla gerçekleşmiştir. Tarihteki tüm döneklerde mesele,
belki de ruhtur. Dün aşırı devrimci olan Mussolini bugün aşırı gericidir ve bu
hâliyle bize Roma kralı Mürted Julian’ı anımsatır. Rahatsız, aşırı duygusal,
sanrılar gören, batıl inançları olan, gizeme düşkün biridir. Bu adam Kaderin
kendisini, yeni tanrıya zulmetme ve ölmekte olan eski tanrıları sunağının
huzuruna getirme kararını vermesi için seçtiğine inanmaktadır.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder