Liberalizmin çıkış noktası, insanların birbirlerinden
tecrit edilmiş bireyler olduklarına dair anlayıştır. Bu özgürlük anlayışı,
liberal felsefenin temelini teşkil eder. Burada insan denilen özne, özerk ve
rasyonel bir fail olarak görülmektedir.
Marksizmin çıkış noktası ise insanların bireyleşme
serüvenini sınıf mücadelesi üzerinden ele alan anlayıştır.
Grundrisse’de Marx,
“birey” türünden liberal kavramların esasen geçmişe yansıtılmış burjuva faillik
anlayışlarına dayandığını söyler.
Marx’ın aslında liberal olduğunu iddia eden
“Marksistler”in, Marx’ın kolektif içerisinde kabul gören gerçek bireylikle
ilgili, geçerken dile getirdiği sözlerini temel aldıklarını söyleyebiliriz.
Grundrisse’de Marx,
meselesini daha net bir biçimde ifade ediyor: Marx, Aristo’dan alınan
bireyleşme anlayışını Aristo’daki “insan politik hayvandır” tespitinden, ondaki
sosyal şovenizmden kopartıyor.
Aslında Marx, liberalizmin özünü teşkil eden, tecrit
edilmiş bireylik, doğal hâller, mülkiyetin kutsallığı gibi anlayışlarla kavgalı
bir isimdir. Proudhon, Marx’ın aşina olduğu radikal liberal bir isimdir. Marx,
onu Felsefenin Sefaleti’nde yerin dibine sokmuştur.
Marx’ın “liberal” olduğunu söyleyen “Marksistler”,
Marx’ı Engels’ten ayırırlar. Onlara Anti-Dühring’de Engels’in liberal
ahlaka saldırdığını söylediğinizde size hemen “onları söyleyen Marx değil,
Engels’ti” cevabını verirler. Ama öte yandan, Anti-Dühring’i yayına
hazırlayanın Marx olduğunu, kitabı “tarihsel materyalizmin en iyi özeti” olarak
tarif ettiğini hiç dikkate almazlar.
Bertell Ollman’ın ifadesiyle, Marx ve Engels
arasındaki yazışmaların hiçbir yerinde bir fikir ayrılığına rastlanmaz. Bunlar,
liberalizmi meşru gören, “Marksizm”le liberalizmin bir arada yaşamasını mümkün
kılan “saf Marx” arayışı içerisinde olan insanlardır. Bu kişiler, Kapital’in
yazıldığı dönemde Engels’in yazdıklarını görmezden geldikleri gibi, bir yandan
da Adiller Birliği içerisinde yer alan Marx ve Engels’in mücadele hattını da
silikleştirirler.
Marksist olmanın tek uygun yolu, sınıf devrimini
merkeze almaktır. Marx ve Engels’te merkezî olan reform değil, sınıf
devrimidir. Dünya oradan değişir. Dolayısıyla, devrim yapma meselesini kenara
iten her tür Marksizm, sahtedir.
Bu devrimci vasfıyla Marksizm, liberalizmin teorik
sınırlarının dışına çıkar. Bu noktada Mill’in başvurduğu mısır taciri
analojisine bakılabilir. Buna göre, bireyin zengin olma hakkına halel
getirmediği sürece sosyalist düşüncelerin yayımlanmasında ve tartışılmasında
bir sorun yoktur.
Liberalizm, Marksizmin temel görüşlerine karşıdır.
Bazı “Marksistler”in Marksizmin ve liberalizmin aynı olduğunu söylemesinin
sebebi, bu kişilerin burjuva devletle uzlaşması, bir yandan da Marksizmi
düşünceler pazarında yerden yere vurmak istemesidir. Austin ve Bentham’ın
dediği gibi: “Özgürce sansürleyin, her an itaat edin: liberal hukuk teorisinin
temeli budur.”
Lenin’in Devlet ve Devrim’in başlarında
söyledikleri hâlen daha geçerlidir:
“Bugün
Marx’ın teorisinin başına gelenleri, devrimci düşünürlerin ve özgürlük için
mücadele eden ezilen sınıfların liderlerinin teorileri bizzat tekrar tekrar
yaşamıştır. Büyük devrimciler, hayatları boyunca ezen sınıflarca takip edilmiş,
teorileri en büyük kötülük olarak görülmüş, bu teoriler, büyük bir öfke ve
nefretle karşılanmış, en ahlaksız yalan ve iftira kampanyalarına maruz
kalmıştır. Devrimciler öldükten sonra onlar kutsanmak adına zararsız birer puta
dönüştürülmeye, o devrimcilerin isimleri ezilen sınıflar belli ölçüde
‘avunsunlar’, böylelikle kandırılsınlar diye yüceltilmeye çalışılmış, aynı
zamanda devrimci teori özünden arındırılmış, devrimci yanları törpülenmiş ve
teori kabalaştırılmıştır. Bugün burjuvazi ve işçi hareketi içerisindeki oportünistler,
Marksizmi kendi çıkarlarına uygun biçimde değiştirme hususunda birlikte hareket
etmektedirler. Bu kişiler, Marksizmin devrimci yönünü, devrimci ruhunu yok
etmekte, örtmekte veya bozmaktadır. Onlar, burjuvazinin kabul edeceği,
edeceğini düşündükleri şeyleri öne çıkartıp yüceltmektedirler.”
Marksizmlerini liberalizmin kurallarıyla uzlaştırmak
isteyen kişilerin asıl niyeti, “özgürce sansürlemek, her an itaat etmek”tir.
Bunlar, Marksist düşünceleri sadece düşünce pazarının birer parçası olarak ele
alan Mill’e bağlı, iyi huylu, saygın liberallerdir.
Devrimle alakaları olmamalarına karşın kendilerine
“Marksist” diyen bu kişiler, “Marksizmin devrimci yönünü yok etmekte, örtmekte
veya bozmaktadırlar.” Bu “Marksistler”, Marksizmi liberalizm ölçüsüne vurma
çabası içerisindedirler. Marx’ta buldukları, bu ölçüye uygun unsurları seçip
almaktadırlar. Marx’ın kendilerine ters gelen tespitlerini görmezden gelirler,
Engels’i kenara atarlar, Marksizmi gelişme kaydeden devrimci bir bilim olarak
anlamazlar.
Bu da Marksizmi liberalizmin bir türü, hatta daha da
kötüsü, Platoncu bir düşünce deneyi hâline getirir. Fakat günün sonunda
Marksizm, Aydınlanma’nın hâkim diline ait bir ifadeye doğru kapanır. Marksizmin
temel anlamı, burjuva ideolojisi eliyle tahrif edilir.
Bu bağlamda Mao’nun Liberalizmle Mücadele yazısı, gayet
öğreticidir. Bazı eleştirmenler, yazının hiçbir yerinde liberal teorinin
tartışılmadığını, dolayısıyla, onun liberalizmle mücadeleyle bir alakası
bulunmadığını söylerler, lâkin bu, gerçeklikten uzak bir değerlendirmedir.
Mao, yazıda liberal felsefecilerle uğraşmaz, “liberalizm”
kavramını ele almaz, bu eleştirmenlerin görmek istedikleri şeyler üzerinde
durmaz. Fakat yazı, örgütsel düzeyde komünistlerin liberal birer özne olmaması
gerektiğine ilişkin örneklere yer verir.
Liberal özne, burjuva ideolojisinin aile, okul, medya,
iş vs. üzerinden toplumsallaştırdığı özel varlıktır. Liberalizm, bu varlığı
birey olarak kodlar. Bu anlayışa göre hepimiz, birbirinden kopartılmış, tecrit
edilmiş bireyleriz, her birimizin özgürlüğü diğerlerinin özgürlüğü ile çelişir,
hepimiz, kendi çıkarını düşünen, rasyonel varlıklarız. Bu anlayış, Hobbes’un
toplumu görmeyen doğal hâl anlayışında, Mill’in zarar ilkesini meşrulaştıran
teorisinde, Kant’ın kategorik buyruğunda, Rawls’un cehalet perdesi olarak iş
gören düşünce deneyi yaklaşımında karşımıza çıkar.
Burjuva ideolojisi gibi liberalizmin de çıkış noktası,
başka bireylere karşı konumlanmış, yalnız bireydir. Marx bu anlayışı Grundrisse’nin
giriş bölümünde alaya alır. Liberal felsefe, aynı çıkış noktasından hareket
ettiği için o, burjuva ideolojisinin felsefedeki aksidir.
Esasında feminist teori, ırkçılık karşıtı politik
felsefe, eleştirel hukuk teorisi, eleştirel engelli çalışmaları vs. (bu alanda
faaliyet yürüten ve Marksizmden istifade eden düşünürler) liberal öznenin, yani
kendi çıkarını düşünen rasyonel fail anlayışının, eleştirdikleri hâkim liberal
geleneklerin çıkış noktası olduğu konusunda belirli bir anlaşma içerisindedir.
Bu anlamda, Mao’nun liberalizm konusunda verdiği,
mücadele edilmesi gerektiğini söylediği örnekler, bu türden bir öznelliğin
somut ifadeleridirler. Dolayısıyla, belirli bir ayrım çizgisi çekilmeli,
komünist hareketin liberal failliği temel alamayacağı tespiti üzerinde
durulmalıdır. Bir ikiye bölünmelidir: komünist öznellik, liberal öznellikten
kopuştur. Bu bağlamda, kendisine “liberal” diyen her “Marksist”, düşman kampa
mensuptur.
Joshua Moufawad-Paul
28 Nisan 2020
Kaynak