Gassân Kenefâni: Devrimci Yazar ve
Gazeteci
Gassân Kenefâni, 8 Nisan 1936’da Filistin’in Akka
kentinde doğdu. 1948 yılında Nekbe (Felâket) sırasında sürgüne gitmeye
zorlanana kadar ailesi ile birlikte Yafa’da yaşadı, nihayetinde Şam’a yerleşti.
Bir mülteci kampında yaşadıktan sonra, ailesine katkı sağlamak ve eğitimine
devam edebilmek için bir UNRWA (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli
Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) mülteci kampında öğretmenlik yapmaya
başladı. Burada edindiği tecrübeler, Kenefâni’nin sonraki yazılarında karşılık
buldu.
Şam Üniversitesi’nde Arap edebiyatı okurken siyasetle
ilgilenmeye başlayan Kenefâni, ardından o dönem Arap Ulusal Hareketi’nin lideri
olan Corc Habeş ile tanıştı ve onunla çalışmaya başladı. Kenefâni, ağır
seyreden diyabet teşhisinin konduğu Kuveyt’te birkaç yıl öğretmenlik yaptıktan
sonra, Habeş’in daveti üzerine Hürriyet dergisinin yazı işleri kadrosuna
katılmak için Beyrut’a taşındı.
1961’de Filistinli mültecilerin durumu ile ilgili
çalışmalar yapmak için Beyrut’a gelen Danimarkalı öğretmen Anni Hoover ile
evlendi. Ertesi yıl ise ilk büyük eseri olan Güneşteki Adamlar’ı
yayımladı, eser, tüm Arap dünyasında takdirle karşılandı. Kenefâni, Filistin
direnişi ve silahlı mücadelenin tırmanışa geçtiği altmışlı yıllar boyunca
gazetecilikte ve edebiyatta çok verimli bir dönem geçirdi.
1967’de kurulan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Arap
Ulusal Hareketi’nin yerini aldı. Kenefâni, partinin yayın organı Hedef’in
genel yayın yönetmenliğine getirildi. FHKC, açıktan ilân ettiği Marksist
yönelimiyle Filistin topraklarının işgaline karşı direnmeyi ve Filistin’de
toplumsal adalete dayalı seküler bir devlet kurmayı amaçlıyordu. 1970-72 dönemi
politik ve silahlı faaliyetler bakımından yoğun geçerken, Kenefâni, bu süreçte
FHKC politbüro üyesi ve partinin sözcüsü oldu.
FHKC, İsrail işgaline karşı mücadeleyi, temelde
sömürge karşıtı bir direniş meselesi olarak görüyordu. 1948 ve özellikle 1967
yılındaki Altı Gün Savaşı yenilgisinden sonra, dağılma ve etnik/kültürel
temizlik tehdidi altında olan Filistin ulusal kimliğini yeniden kazanma
noktasında, kültürel alandaki mücadele kritik önemdeydi. Bu mücadele,
Filistinlilerin ülkelerini kurtaracakları sürecin ilk adımı idi.
8 Temmuz 1972’de Beyrut’ta, Kenefani ile 17 yaşındaki
yeğeni Lemis Necim, bindikleri arabaya Mossad tarafından yerleştirilen bombanın
infilak etmesi sonucu katledildi. Ayrıca bu suikast için Lübnanlı yetkililerin
İsraillilerle gizli anlaşma yaptıkları da iddia edildi.
Kanafani’nin kız kardeşi, bu soğukkanlı cinayet
hakkında şunları söylüyor:
“8
Temmuz 1972 Cumartesi sabahı, saat 10:30 sularında, Lemis ve amcası birlikte
Beyrut’a gidiyorlardı. Onlar yola çıktıktan bir dakika sonra, tüm binayı
sallayan çok büyük bir patlama sesi duyduk. İçimizi büyük bir korku kapladı ama
bu korku Lemis değil, Gassân içindi. Çünkü Lemis’in onunla olduğunu unutmuştuk
ve patlamanın hedefinin Gassân olduğunu biliyorduk. Dışarı koştuk ve hepimiz
Gassân’ı aramaya başladık, hiçbirimiz Lemis’i aramadık. Lemis henüz 17 yaşında
bir çocuktu, tüm varlığı yaşama arzusuyla ve hayatla doluydu. Ama bu yolu seçen
ve yürüyen kişinin Gassân olduğunu biliyorduk. Daha bir gün önce Lemis,
amcasından devrimci faaliyetlerini azaltmasını ve hikâyelerini yazmaya daha
fazla yoğunlaşmasını istemişti. Amcasına ‘Hikâyelerin çok güzel’ demiş ve
amcası da ‘Hikâye yazmaya geri dönmek mi? İyi yazıyorum, çünkü bir amaca,
ilkelere inanıyorum. Bu ilkeleri terk ettiğim gün hikâyelerim boş kalacak. İlkelerimi
geride bırakırsam, sen de bana saygı duymazsın’ cevabını vermişti. Gassân, o
gün genç kızı, mücadelenin ve ilkeleri savunmanın en nihayetinde onu başarıya
götüren şey olduğuna ikna etmeyi başarmıştı.”
Kenefâni’nin cenazesi, yaratıcı direnişin gerçek bir
sembolü ve Filistin hareketinin önde gelen isimlerinden olan birine saygısını
gösteren binlerce destekçiyi ve sempatizanı bir araya getiren büyük bir olay
olarak cereyan etti. Lale Halili, Heroes and Martyrs of Palestine [“Filistin’in
Kahramanları ve Şehitleri”] adlı kitabında Kenefâni’den Filistin davasının
“örnek şehidi” olarak bahsediyor:
“Kenefani
‘parti şehidi’ olarak kabul edildi, çünkü Filistinliler için ‘Felâket’ anlamına
gelen Nekbe’ye yönelik gösterdiği hassasiyet ve edebi duyarlılık, Filistin
direnişine ait birçok simgeyi üretmesi, Filistin devrimci diline yerleşen
sözleri ve FHKC’nin sözcüsü olması, Kenefâni’de kılıç yerine kalemle savaşan
milli aydının ideal örneği olarak bir araya gelmişti.”[1]
Direniş Edebiyatı
Bir refleks gereği Kenefâni, genelde “devrimci yazar
ve gazeteci” olarak tanımlanır. İkisi arasına virgül yerine “ve” bağlacının
yerleştirilmesi ise asla tesadüf değildir. Bir keresinde kendisi, bu durumu şu
şekilde ifade etmiştir:
“Politik
duruşum, romancı olmamdan kaynaklanıyor. Bana göre, siyaset ve roman bölünmez
bir bütündür ve kategorik olarak şunu söyleyebilirim ki roman yazdığım için siyasete
dâhil oldum, tam tersi değil…”
Edebiyat ve gazetecilik çalışmaları konusunda da
kafasında hiçbir ayrım yoktur; fakat her şeyin arka planında Filistin ve
Filistin davası vardır. Kenefâni, edebiyatın ve genel olarak sanatın bir
direniş biçimi olduğu anlayışıyla “direniş edebiyatı” terimini ortaya atar. Bir
keresinde, Filistinli yazarların “Filistin için kanlarıyla yazdıklarını”
söyler, daha sonra bu ifade, birçok kez şiddet çağrısı yapmak için çarpıtılarak
kullanılmıştır.
Yine de Kenefâni’nin hikâyeleri siyasi broşür gibi
okunmamaktadır. Onlar, Hollywood kahramanlarını değil, gerçek insanları temel
alan, gerçek hikâyelerdir. Romanlarında işgal altındaki hayat ya da genellikle
sürgün ve mülteci kamplarındaki sıradan Filistinlilerin trajik hikâyesi anlatılmaktadır.
Mülteci kamplarında büyüyen Kenefâni’nin kendi tecrübeleri, ana karakteri
sefalet ve geçmişe özlem içerisinde büyüyen ve Filistinli kimliğini arayan
Filistinli bir çocuk şeklinde hikâyelere yansımaktadır.[2]
Pek çok kısa hikâye ve roman, fedailere katılan gençlere odaklanmıştır. Bu
eserler, zayıf iradeli Arap devletlerinin vaatlerini neredeyse yirmi yıl
boyunca dinledikten sonra, kendilerine “kampların çocukları” diyen genç kuşağın
işgale direnmek için doğrudan harekete geçtiği bir dönemde kaleme
alınmışlardır.
Kenefâni’nin en tanınmış eseri, ilk romanı olan “Güneşteki
Adamlar’dır. Roman, sürgündeki üç Filistinlinin boş bir su tankerinin
arkasında Kuveyt’e kaçırılma hikâyesini anlatır. Fakat kendisi de sürgünde bir
Filistinli olan kamyon şoförünün kontrol noktasında tutulması sebebiyle, üç
Filistinli, yardım dahi çağıramadan boğularak hayatını kaybetmiştir. Romanın
önemine dair Edward Said şunları söylemektedir:
“[…]
sürgün edilen, yersiz yurtsuz bırakılan, göçe zorlanan her Filistinli, kendisi
için, kardeş Araplar arasında bile hiçbir şekilde ‘verili’ veya istikrarlı bir
gerçeklik olmayan varoluşlarında kendilerine bir yol açmalıdır.”[3]
Kenefâni, çoğunlukla edebi eserleri ile tanınırken,
aynı zamanda çok sayıda çizim ve resim yapan, başarılı bir ressamdır. Filistin
direniş edebiyatı ile Siyonist edebiyat hakkında makaleler yazmış ve Siyonist
projenin İngiltere desteğiyle daha açık hâle geldiği 1936-39 arasında
Filistin’de İngiliz sömürgeciliğine karşı başlatılan isyanı belgelemiştir.
Onun gözünde kitlelerin eğitimi, toplumsal kurtuluş
mücadelesinin zaferi için hayatî önemdedir. Kenefâni’nin çalışmalarını asıl
motive eden unsur, yazı ve çizimlerini kitlelerin eğitimi ve bilinç inşasının,
dolayısıyla sınıfsal çıkarlarının hizmetine sunma arzusudur. Bir keresinde, bir
okulda öğrencilere şunları söyler:
“Eğitimin
amacı, tarihi doğru yola oturtmaktır. Bu nedenle, ezilenlerin onları uzun
zamandır pençesinde tutan çelişkilerden devrimci şiddet sayesinde özgürleşmesi
ve yaşayacağı yeni bir tarihsel çağ inşa etmesi için tarihi incelemeli ve
diyalektiğini kavramalıyız.”
Corc Habeş gibi Gassân Kenefâni’nin siyaseti de
Nasırcı pan-Arabizmden FHKC’nin Marksizm-Leninizmine doğru gelişme
kaydetmiştir. Bu geçiş, pan-Arabizm ideolojisinin ve stratejisinin eksikleri ile
açıklanabilir. Her şeyden önce Mısır ile Suriye arasında (bir Birleşik Arap
Cumhuriyeti altında) birleşme girişimi 1961’de kesin bir başarısızlıkla
sonuçlandı. Bu olay, ilk Arap Ulusal Hareketi’nin açıklamalarında sosyalizm ve
Marksizm’e yönelimi artırdı.
Dahası, 1948 ve 1967 savaşlarının yenilgilerinden, ama
aynı zamanda yirmilerde ve otuzlarda, İngiliz idaresi altında olunduğu dönemde
yaşanan ilk silahlı ayaklanmalardan sonra, kurtuluşu Arap ülkelerine ve
dolayısıyla bir şekilde pan-Arabist ideolojiye emanet etme fikri, kenara
atıldı, bu da Marksizme geçişi kolaylaştırdı. Arap Ulusal Hareketi, Filistin
sorununu tüm Ortadoğu’nun merkezi olarak tanımlamaya başladı. Toplum analizi
bağlamında, Filistin toplumunun homojen görüldüğü ve aynı zamanda Siyonizm tarafından
eşit biçimde ezildiği görüşündeki etnik ve milliyetçi bir perspektif yerini,
Filistin (ve daha geniş anlamda Arap) burjuvazisinin sorunun bir parçası olarak
görüldüğü sınıfsal bir perspektife bıraktı. Bu bağlamda FHKC, ulusal
bağımsızlık için sömürge karşıtı mücadele ile sosyal ve ekonomik haklar için
mücadeleyi birbiriyle bağlantılı ele almaya başladı. FHKC’yi Fetih’ten ayıran
temel ayrım hattı olarak bu vizyon, bugün dahi geçerliliğini muhafaza
etmektedir.
FHKC’nin 1969’da yayımladığı Filistin’in Kurtuluş
Stratejisi belgesinde Marksist bir perspektifin benimsendiği açıkça
görülmektedir:
“Anavatanımızdaki
emperyalist müdahaleyi ortadan kaldırmak için kitlelerin yürüttüğü gerçek bir
kurtuluş savaşında, devamı emperyalizmin varlığına bağlı olan ve dolayısıyla
kitlelerin yanında yer alamayacak olan Arap gericiliği, yalnızca kendi
çıkarlarının yanında olabilir.
Arap
gericiliğini düşmanlardan biri olarak sınıflandırmak son derece önemlidir,
çünkü bu gerçeğin farkına varamamak, önümüzde net bir vizyona sahip olmamak
demektir. Bu sınıflandırmanın yokluğu, pratikte düşman kampın aramızda yaşayan,
kitleler önünde savaşın gerçeklerini gizleyen ve fırsat ortaya çıktığında
devrimi gafil avlayacak ve ona yenilgiye götüren bir darbe indirecek olan gerçek
üslerini ve güçlerini hesaba katmada başarısızlık anlamına gelir.”
FHKC’ye göre Arap burjuvazisi, düşman kampında yer
almaktadır ve bu nedenle Filistin’in kurtuluş mücadelesinde onun karşıya
atılması şarttır. Yukarıdaki açıklama, aynı zamanda Batı emperyalizmine karşı
da net bir duruş sergilemektedir. Kanafâni’nin berrak analizi, Batı
emperyalizmini kapitalist sistemin gelişiminin doğal bir çıktısı olarak ele
almakta ve belli bir noktada sermayenin kârını daha fazla maksimize
edemediğine, dolayısıyla, Batı emperyalizmi kendini sömürgecilik ve/veya
emperyalizm yoluyla genişleme ve yeni alanlar, pazarlar kazanma ihtiyacı içinde
olduğuna işaret etmektedir. Bu bağlamda Kenefâni, dünyadaki anti-emperyalist
mücadelelerin birbirine bağlı olduğunu, küçük isyanların dayanışmayı ve
köprüleri inşa edeceğini düşünür, zira emperyalist sistem, “vurduğunuz her
yerdedir, ona zarar verdikçe dünya devrimine hizmet edersiniz.”
FHKC, bu nedenle Vietnam’daki gibi devrimci
hareketleri açıkça destekleyen ve bu düşünceyi Filistin davasına da uygulayan
enternasyonalist bir bakış açısını benimsemiştir. Kenefâni bu konuda şunları
söylemektedir:
“Filistin
davası, yalnızca Filistinlilerin değil, çağımızda sömürülen ve ezilen
kitlelerin davası olarak nerede olursa olsun, her devrimcinin davasıdır.”
FHKC’nin Ürdün ve Suudi Arabistan gibi gerici
rejimlere yönelik açık eleştirisi ve İsrail işgaline teslimiyet anlamına gelen
görüşmelere katılma konusundaki isteksizliği, onu Filistin Kurtuluş Örgütü
(FKÖ) çatısı altındaki diğer gruplarla ve özellikle Arafat’ın Fetih’iyle karşıt
konuma getirir. Kenefâni, bu yorumlarından dolayı, 1971’de Hedef’te
yayımlanan yazısında Ürdün ve Suudi krallarına “iftira attığı” gerekçesiyle
tutuklanmıştır.
Kenefâni ve FHKC’nin görüşleri, Avustralyalı bir
gazeteciyle yapılan bir röportajda oldukça açık bir şekilde ortaya konmaktadır:
Kenefâni, Batılı gazetecilerin Filistin davasını sunma şeklinin başından beri
yanlış olduğuna, Ürdün devletiyle yaşanan özel bir çatışma (1970, Kara Eylül)
ele alınırken dahi İsrail işgalindeki tutumun aynı şekilde geçerli olduğuna
dikkat çekmektedir. [Bkz. Söyleşi]
Bir kurtuluş hareketi ile sömürgeci bir işgalci
arasında olacak olan görüşmeleri ya da kendi ifadesiyle, “kılıç ile boyun
arasındaki bir konuşmayı” reddetmesi de oldukça açık ve nettir.
Kenefâni, ölüm ve sefaleti sona erdirmek için teslim
olmanın değip değmeyeceği sorulduğunda ise zerre tereddüt etmeden şunu söyler:
“Bize
göre ülkemizi kurtarmak, haysiyetli olmak, saygı duyulmak, insan haklarına
sahip olmak, yaşamak kadar önemlidir.”
Oğluna hitaben yazdığı bir mektupta Filistinli olmanın
anlamını şu şekilde açıklar:
“Yan
odada annene şu soruyu sorduğunu duydum: ‘Anne, ben Filistinli miyim?’ Sana
‘evet’ cevabını verdiğinde, tüm eve ağır bir sessizlik çöktü. Sanki başımızın
üzerine yukarıda sarkan bir şey büyük bir gümbürtüyle düşmüştü, sonrası
sessizlik. Ardından… Ağladığını duydum. Kıpırdayamadım. Diğer odada senin
endişeli hıçkırıklarından doğan, bilincimden daha büyük bir şey vardı. Sanki
kutsanmış bir neşter, sineni yarıp asıl sana ait olan kalbi koyuyordu oraya…
Neler olup bittiğini görmek için hareket edemedim. Yine de uzak bir vatanın
yeniden doğduğunu biliyordum: tepeler, zeytinlikler, ölü insanlar, yırtık ve
katlanmış pankartlar, hepsi etten ve kandan bir geleceğe doğru yol alıyor ve
başka bir çocuğun kalbinde doğuyor… Sen yoksa insanların büyüdüğüne mi
inanıyorsun? Hayır… İnsan aniden doğar, bir kelime, bir an, yeni bir nefesle
onun kalbine girer. Tek bir sahne, onu çocukluğunun en yüksek noktasından
aşağıya, engebeli yola indirir.”
Şehitler Asla Ölmez
İsrail devletini tanıyıp tanımama konusunda yürüttüğü
tartışmada Profesör Esad Ebu Halil[4] İsrail’in yetmiş yıllık varlığının
Ortadoğu’nun uzun tarihine nispeten kısa olduğuna dikkat çeker. Dolayısıyla,
vakit geldiğinde İsrail, tarih kitaplarında bir dipnottan fazlası olmayacaktır.
Kenefâni ise o kitapta bir bölüm ayrılmaya değecek bir isimdir.
Hayatı yarıda kesilmiş olsa da, Gassân Kenefâni,
devrimci bir amaç için fedakârlığın anlamı konusunda net bir anlayışa sahiptir:
“Elbette
ölüm çok şey ifade eder. Önemli olan, nedenini bilmektir. Devrimci eylem
bağlamında kendini feda etmek, en yüksek hayat anlayışının ve insanın hayatı
değerli kılma mücadelesinin bir ifadesidir. Bir insanın yaşama sevgisi,
halkının insanlarının hayatına olan sevgiye ve onların hayatlarının sürekli
sefalet, ıstırap ve zorluklarla dolu olmaya devam etmesinin reddiyesine
dönüşür. Bunun sonucu olarak, militan savaşçının hayat anlayışı, kendini feda
etmenin halkının hayatının kurtuluşu olduğuna ikna edebilen sosyal bir erdem
hâline gelir. Bu, hayata bağlılığın en üst ifadesidir.”
Kenefâni’nin ölüm ilânında, “silahı kalem ve savaş
alanı gazete sayfaları olan”, “hiç ateş etmemiş bir komando” olduğu
yazılmıştır: “Ama o, düşmana bir komando birliğinden daha fazla zarar
vermiştir.” Açık olan şu ki, Kenefâni’nin yazıları ve düşünceleri, bugün de
güncelliğini korumaktadır, dünyadaki tüm ilerici ve devrimci hareketler için
bir ilham kaynağıdır ve çağımızın en haklı davası olan Filistin’in kurtuluşu
için verilen mücadelede bir referans noktasıdır.
“Bu
dünyada tek bir şey hariç her şey soyulabilir ve çalınabilir; o da, bir
insandan bir inanca veya davaya olan bağlılığa doğru yayılan sevgidir.”
Ricardo Vaz
Raffaele Morgantini
31 Temmuz/5 Ağustos 2017
1.Bölüm / 2.Bölüm
Dipnotlar:
[1] Laleh Khalili, Heroes and Martyrs of Palestine:
The Politics of National Commemoration, Cambridge, 2007, s.133.
[2] “Çocuk Kampa Gidiyor” adlı hikâyede genç anlatıcı,
işgalci İsrail ya da başka bir saldırganla doğrudan bir karşılaşma olmamasına
rağmen kamptaki sert hayatı “düşmanlıklar çağı” olarak tanımlar.
[3] Edward W. Said, The Question of Palestine, Vintage
Books, 1979, s.152. Filistinli bir entelektüel ve eylemci olan Said, dünya
çapında ses getiren Şarkiyatçılık adlı eserin de yazarıdır.
[4] Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde siyasi bilimler
profesörü ve Angry Arab haber blogu editörü. Yakın zamanda Electronic
İntifada için Gassân Kenefâni hakkında çok ilginç bir yazı kaleme aldı. Bkz.:
İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder