12 Temmuz 2021

, ,

Gassân Kenefâni: Devrimci Yazar ve Gazeteci


Gassân Kenefâni, 8 Nisan 1936’da Filistin’in Akka kentinde doğdu. 1948 yılında Nekbe (Felâket) sırasında sürgüne gitmeye zorlanana kadar ailesi ile birlikte Yafa’da yaşadı, nihayetinde Şam’a yerleşti. Bir mülteci kampında yaşadıktan sonra, ailesine katkı sağlamak ve eğitimine devam edebilmek için bir UNRWA (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) mülteci kampında öğretmenlik yapmaya başladı. Burada edindiği tecrübeler, Kenefâni’nin sonraki yazılarında karşılık buldu.

Şam Üniversitesi’nde Arap edebiyatı okurken siyasetle ilgilenmeye başlayan Kenefâni, ardından o dönem Arap Ulusal Hareketi’nin lideri olan Corc Habeş ile tanıştı ve onunla çalışmaya başladı. Kenefâni, ağır seyreden diyabet teşhisinin konduğu Kuveyt’te birkaç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, Habeş’in daveti üzerine Hürriyet dergisinin yazı işleri kadrosuna katılmak için Beyrut’a taşındı.

1961’de Filistinli mültecilerin durumu ile ilgili çalışmalar yapmak için Beyrut’a gelen Danimarkalı öğretmen Anni Hoover ile evlendi. Ertesi yıl ise ilk büyük eseri olan Güneşteki Adamlar’ı yayımladı, eser, tüm Arap dünyasında takdirle karşılandı. Kenefâni, Filistin direnişi ve silahlı mücadelenin tırmanışa geçtiği altmışlı yıllar boyunca gazetecilikte ve edebiyatta çok verimli bir dönem geçirdi.

1967’de kurulan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Arap Ulusal Hareketi’nin yerini aldı. Kenefâni, partinin yayın organı Hedef’in genel yayın yönetmenliğine getirildi. FHKC, açıktan ilân ettiği Marksist yönelimiyle Filistin topraklarının işgaline karşı direnmeyi ve Filistin’de toplumsal adalete dayalı seküler bir devlet kurmayı amaçlıyordu. 1970-72 dönemi politik ve silahlı faaliyetler bakımından yoğun geçerken, Kenefâni, bu süreçte FHKC politbüro üyesi ve partinin sözcüsü oldu.

FHKC, İsrail işgaline karşı mücadeleyi, temelde sömürge karşıtı bir direniş meselesi olarak görüyordu. 1948 ve özellikle 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı yenilgisinden sonra, dağılma ve etnik/kültürel temizlik tehdidi altında olan Filistin ulusal kimliğini yeniden kazanma noktasında, kültürel alandaki mücadele kritik önemdeydi. Bu mücadele, Filistinlilerin ülkelerini kurtaracakları sürecin ilk adımı idi.

8 Temmuz 1972’de Beyrut’ta, Kenefani ile 17 yaşındaki yeğeni Lemis Necim, bindikleri arabaya Mossad tarafından yerleştirilen bombanın infilak etmesi sonucu katledildi. Ayrıca bu suikast için Lübnanlı yetkililerin İsraillilerle gizli anlaşma yaptıkları da iddia edildi.

Kanafani’nin kız kardeşi, bu soğukkanlı cinayet hakkında şunları söylüyor:

“8 Temmuz 1972 Cumartesi sabahı, saat 10:30 sularında, Lemis ve amcası birlikte Beyrut’a gidiyorlardı. Onlar yola çıktıktan bir dakika sonra, tüm binayı sallayan çok büyük bir patlama sesi duyduk. İçimizi büyük bir korku kapladı ama bu korku Lemis değil, Gassân içindi. Çünkü Lemis’in onunla olduğunu unutmuştuk ve patlamanın hedefinin Gassân olduğunu biliyorduk. Dışarı koştuk ve hepimiz Gassân’ı aramaya başladık, hiçbirimiz Lemis’i aramadık. Lemis henüz 17 yaşında bir çocuktu, tüm varlığı yaşama arzusuyla ve hayatla doluydu. Ama bu yolu seçen ve yürüyen kişinin Gassân olduğunu biliyorduk. Daha bir gün önce Lemis, amcasından devrimci faaliyetlerini azaltmasını ve hikâyelerini yazmaya daha fazla yoğunlaşmasını istemişti. Amcasına ‘Hikâyelerin çok güzel’ demiş ve amcası da ‘Hikâye yazmaya geri dönmek mi? İyi yazıyorum, çünkü bir amaca, ilkelere inanıyorum. Bu ilkeleri terk ettiğim gün hikâyelerim boş kalacak. İlkelerimi geride bırakırsam, sen de bana saygı duymazsın’ cevabını vermişti. Gassân, o gün genç kızı, mücadelenin ve ilkeleri savunmanın en nihayetinde onu başarıya götüren şey olduğuna ikna etmeyi başarmıştı.”

Kenefâni’nin cenazesi, yaratıcı direnişin gerçek bir sembolü ve Filistin hareketinin önde gelen isimlerinden olan birine saygısını gösteren binlerce destekçiyi ve sempatizanı bir araya getiren büyük bir olay olarak cereyan etti. Lale Halili, Heroes and Martyrs of Palestine [“Filistin’in Kahramanları ve Şehitleri”] adlı kitabında Kenefâni’den Filistin davasının “örnek şehidi” olarak bahsediyor:

“Kenefani ‘parti şehidi’ olarak kabul edildi, çünkü Filistinliler için ‘Felâket’ anlamına gelen Nekbe’ye yönelik gösterdiği hassasiyet ve edebi duyarlılık, Filistin direnişine ait birçok simgeyi üretmesi, Filistin devrimci diline yerleşen sözleri ve FHKC’nin sözcüsü olması, Kenefâni’de kılıç yerine kalemle savaşan milli aydının ideal örneği olarak bir araya gelmişti.”[1]

Direniş Edebiyatı

Bir refleks gereği Kenefâni, genelde “devrimci yazar ve gazeteci” olarak tanımlanır. İkisi arasına virgül yerine “ve” bağlacının yerleştirilmesi ise asla tesadüf değildir. Bir keresinde kendisi, bu durumu şu şekilde ifade etmiştir:

“Politik duruşum, romancı olmamdan kaynaklanıyor. Bana göre, siyaset ve roman bölünmez bir bütündür ve kategorik olarak şunu söyleyebilirim ki roman yazdığım için siyasete dâhil oldum, tam tersi değil…”

Edebiyat ve gazetecilik çalışmaları konusunda da kafasında hiçbir ayrım yoktur; fakat her şeyin arka planında Filistin ve Filistin davası vardır. Kenefâni, edebiyatın ve genel olarak sanatın bir direniş biçimi olduğu anlayışıyla “direniş edebiyatı” terimini ortaya atar. Bir keresinde, Filistinli yazarların “Filistin için kanlarıyla yazdıklarını” söyler, daha sonra bu ifade, birçok kez şiddet çağrısı yapmak için çarpıtılarak kullanılmıştır.

Yine de Kenefâni’nin hikâyeleri siyasi broşür gibi okunmamaktadır. Onlar, Hollywood kahramanlarını değil, gerçek insanları temel alan, gerçek hikâyelerdir. Romanlarında işgal altındaki hayat ya da genellikle sürgün ve mülteci kamplarındaki sıradan Filistinlilerin trajik hikâyesi anlatılmaktadır. Mülteci kamplarında büyüyen Kenefâni’nin kendi tecrübeleri, ana karakteri sefalet ve geçmişe özlem içerisinde büyüyen ve Filistinli kimliğini arayan Filistinli bir çocuk şeklinde hikâyelere yansımaktadır.[2] Pek çok kısa hikâye ve roman, fedailere katılan gençlere odaklanmıştır. Bu eserler, zayıf iradeli Arap devletlerinin vaatlerini neredeyse yirmi yıl boyunca dinledikten sonra, kendilerine “kampların çocukları” diyen genç kuşağın işgale direnmek için doğrudan harekete geçtiği bir dönemde kaleme alınmışlardır.

Kenefâni’nin en tanınmış eseri, ilk romanı olan “Güneşteki Adamlar’dır. Roman, sürgündeki üç Filistinlinin boş bir su tankerinin arkasında Kuveyt’e kaçırılma hikâyesini anlatır. Fakat kendisi de sürgünde bir Filistinli olan kamyon şoförünün kontrol noktasında tutulması sebebiyle, üç Filistinli, yardım dahi çağıramadan boğularak hayatını kaybetmiştir. Romanın önemine dair Edward Said şunları söylemektedir:

“[…] sürgün edilen, yersiz yurtsuz bırakılan, göçe zorlanan her Filistinli, kendisi için, kardeş Araplar arasında bile hiçbir şekilde ‘verili’ veya istikrarlı bir gerçeklik olmayan varoluşlarında kendilerine bir yol açmalıdır.”[3]

Kenefâni, çoğunlukla edebi eserleri ile tanınırken, aynı zamanda çok sayıda çizim ve resim yapan, başarılı bir ressamdır. Filistin direniş edebiyatı ile Siyonist edebiyat hakkında makaleler yazmış ve Siyonist projenin İngiltere desteğiyle daha açık hâle geldiği 1936-39 arasında Filistin’de İngiliz sömürgeciliğine karşı başlatılan isyanı belgelemiştir.

Onun gözünde kitlelerin eğitimi, toplumsal kurtuluş mücadelesinin zaferi için hayatî önemdedir. Kenefâni’nin çalışmalarını asıl motive eden unsur, yazı ve çizimlerini kitlelerin eğitimi ve bilinç inşasının, dolayısıyla sınıfsal çıkarlarının hizmetine sunma arzusudur. Bir keresinde, bir okulda öğrencilere şunları söyler:

“Eğitimin amacı, tarihi doğru yola oturtmaktır. Bu nedenle, ezilenlerin onları uzun zamandır pençesinde tutan çelişkilerden devrimci şiddet sayesinde özgürleşmesi ve yaşayacağı yeni bir tarihsel çağ inşa etmesi için tarihi incelemeli ve diyalektiğini kavramalıyız.”

Corc Habeş gibi Gassân Kenefâni’nin siyaseti de Nasırcı pan-Arabizmden FHKC’nin Marksizm-Leninizmine doğru gelişme kaydetmiştir. Bu geçiş, pan-Arabizm ideolojisinin ve stratejisinin eksikleri ile açıklanabilir. Her şeyden önce Mısır ile Suriye arasında (bir Birleşik Arap Cumhuriyeti altında) birleşme girişimi 1961’de kesin bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bu olay, ilk Arap Ulusal Hareketi’nin açıklamalarında sosyalizm ve Marksizm’e yönelimi artırdı.

Dahası, 1948 ve 1967 savaşlarının yenilgilerinden, ama aynı zamanda yirmilerde ve otuzlarda, İngiliz idaresi altında olunduğu dönemde yaşanan ilk silahlı ayaklanmalardan sonra, kurtuluşu Arap ülkelerine ve dolayısıyla bir şekilde pan-Arabist ideolojiye emanet etme fikri, kenara atıldı, bu da Marksizme geçişi kolaylaştırdı. Arap Ulusal Hareketi, Filistin sorununu tüm Ortadoğu’nun merkezi olarak tanımlamaya başladı. Toplum analizi bağlamında, Filistin toplumunun homojen görüldüğü ve aynı zamanda Siyonizm tarafından eşit biçimde ezildiği görüşündeki etnik ve milliyetçi bir perspektif yerini, Filistin (ve daha geniş anlamda Arap) burjuvazisinin sorunun bir parçası olarak görüldüğü sınıfsal bir perspektife bıraktı. Bu bağlamda FHKC, ulusal bağımsızlık için sömürge karşıtı mücadele ile sosyal ve ekonomik haklar için mücadeleyi birbiriyle bağlantılı ele almaya başladı. FHKC’yi Fetih’ten ayıran temel ayrım hattı olarak bu vizyon, bugün dahi geçerliliğini muhafaza etmektedir.

FHKC’nin 1969’da yayımladığı Filistin’in Kurtuluş Stratejisi belgesinde Marksist bir perspektifin benimsendiği açıkça görülmektedir:

“Anavatanımızdaki emperyalist müdahaleyi ortadan kaldırmak için kitlelerin yürüttüğü gerçek bir kurtuluş savaşında, devamı emperyalizmin varlığına bağlı olan ve dolayısıyla kitlelerin yanında yer alamayacak olan Arap gericiliği, yalnızca kendi çıkarlarının yanında olabilir.

Arap gericiliğini düşmanlardan biri olarak sınıflandırmak son derece önemlidir, çünkü bu gerçeğin farkına varamamak, önümüzde net bir vizyona sahip olmamak demektir. Bu sınıflandırmanın yokluğu, pratikte düşman kampın aramızda yaşayan, kitleler önünde savaşın gerçeklerini gizleyen ve fırsat ortaya çıktığında devrimi gafil avlayacak ve ona yenilgiye götüren bir darbe indirecek olan gerçek üslerini ve güçlerini hesaba katmada başarısızlık anlamına gelir.”

FHKC’ye göre Arap burjuvazisi, düşman kampında yer almaktadır ve bu nedenle Filistin’in kurtuluş mücadelesinde onun karşıya atılması şarttır. Yukarıdaki açıklama, aynı zamanda Batı emperyalizmine karşı da net bir duruş sergilemektedir. Kanafâni’nin berrak analizi, Batı emperyalizmini kapitalist sistemin gelişiminin doğal bir çıktısı olarak ele almakta ve belli bir noktada sermayenin kârını daha fazla maksimize edemediğine, dolayısıyla, Batı emperyalizmi kendini sömürgecilik ve/veya emperyalizm yoluyla genişleme ve yeni alanlar, pazarlar kazanma ihtiyacı içinde olduğuna işaret etmektedir. Bu bağlamda Kenefâni, dünyadaki anti-emperyalist mücadelelerin birbirine bağlı olduğunu, küçük isyanların dayanışmayı ve köprüleri inşa edeceğini düşünür, zira emperyalist sistem, “vurduğunuz her yerdedir, ona zarar verdikçe dünya devrimine hizmet edersiniz.”

FHKC, bu nedenle Vietnam’daki gibi devrimci hareketleri açıkça destekleyen ve bu düşünceyi Filistin davasına da uygulayan enternasyonalist bir bakış açısını benimsemiştir. Kenefâni bu konuda şunları söylemektedir:

“Filistin davası, yalnızca Filistinlilerin değil, çağımızda sömürülen ve ezilen kitlelerin davası olarak nerede olursa olsun, her devrimcinin davasıdır.”

FHKC’nin Ürdün ve Suudi Arabistan gibi gerici rejimlere yönelik açık eleştirisi ve İsrail işgaline teslimiyet anlamına gelen görüşmelere katılma konusundaki isteksizliği, onu Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altındaki diğer gruplarla ve özellikle Arafat’ın Fetih’iyle karşıt konuma getirir. Kenefâni, bu yorumlarından dolayı, 1971’de Hedef’te yayımlanan yazısında Ürdün ve Suudi krallarına “iftira attığı” gerekçesiyle tutuklanmıştır.

Kenefâni ve FHKC’nin görüşleri, Avustralyalı bir gazeteciyle yapılan bir röportajda oldukça açık bir şekilde ortaya konmaktadır: Kenefâni, Batılı gazetecilerin Filistin davasını sunma şeklinin başından beri yanlış olduğuna, Ürdün devletiyle yaşanan özel bir çatışma (1970, Kara Eylül) ele alınırken dahi İsrail işgalindeki tutumun aynı şekilde geçerli olduğuna dikkat çekmektedir. [Bkz. Söyleşi]

Bir kurtuluş hareketi ile sömürgeci bir işgalci arasında olacak olan görüşmeleri ya da kendi ifadesiyle, “kılıç ile boyun arasındaki bir konuşmayı” reddetmesi de oldukça açık ve nettir.

Kenefâni, ölüm ve sefaleti sona erdirmek için teslim olmanın değip değmeyeceği sorulduğunda ise zerre tereddüt etmeden şunu söyler:

“Bize göre ülkemizi kurtarmak, haysiyetli olmak, saygı duyulmak, insan haklarına sahip olmak, yaşamak kadar önemlidir.”

Oğluna hitaben yazdığı bir mektupta Filistinli olmanın anlamını şu şekilde açıklar:

“Yan odada annene şu soruyu sorduğunu duydum: ‘Anne, ben Filistinli miyim?’ Sana ‘evet’ cevabını verdiğinde, tüm eve ağır bir sessizlik çöktü. Sanki başımızın üzerine yukarıda sarkan bir şey büyük bir gümbürtüyle düşmüştü, sonrası sessizlik. Ardından… Ağladığını duydum. Kıpırdayamadım. Diğer odada senin endişeli hıçkırıklarından doğan, bilincimden daha büyük bir şey vardı. Sanki kutsanmış bir neşter, sineni yarıp asıl sana ait olan kalbi koyuyordu oraya… Neler olup bittiğini görmek için hareket edemedim. Yine de uzak bir vatanın yeniden doğduğunu biliyordum: tepeler, zeytinlikler, ölü insanlar, yırtık ve katlanmış pankartlar, hepsi etten ve kandan bir geleceğe doğru yol alıyor ve başka bir çocuğun kalbinde doğuyor… Sen yoksa insanların büyüdüğüne mi inanıyorsun? Hayır… İnsan aniden doğar, bir kelime, bir an, yeni bir nefesle onun kalbine girer. Tek bir sahne, onu çocukluğunun en yüksek noktasından aşağıya, engebeli yola indirir.”

Şehitler Asla Ölmez

İsrail devletini tanıyıp tanımama konusunda yürüttüğü tartışmada Profesör Esad Ebu Halil[4] İsrail’in yetmiş yıllık varlığının Ortadoğu’nun uzun tarihine nispeten kısa olduğuna dikkat çeker. Dolayısıyla, vakit geldiğinde İsrail, tarih kitaplarında bir dipnottan fazlası olmayacaktır. Kenefâni ise o kitapta bir bölüm ayrılmaya değecek bir isimdir.

Hayatı yarıda kesilmiş olsa da, Gassân Kenefâni, devrimci bir amaç için fedakârlığın anlamı konusunda net bir anlayışa sahiptir:

“Elbette ölüm çok şey ifade eder. Önemli olan, nedenini bilmektir. Devrimci eylem bağlamında kendini feda etmek, en yüksek hayat anlayışının ve insanın hayatı değerli kılma mücadelesinin bir ifadesidir. Bir insanın yaşama sevgisi, halkının insanlarının hayatına olan sevgiye ve onların hayatlarının sürekli sefalet, ıstırap ve zorluklarla dolu olmaya devam etmesinin reddiyesine dönüşür. Bunun sonucu olarak, militan savaşçının hayat anlayışı, kendini feda etmenin halkının hayatının kurtuluşu olduğuna ikna edebilen sosyal bir erdem hâline gelir. Bu, hayata bağlılığın en üst ifadesidir.”

Kenefâni’nin ölüm ilânında, “silahı kalem ve savaş alanı gazete sayfaları olan”, “hiç ateş etmemiş bir komando” olduğu yazılmıştır: “Ama o, düşmana bir komando birliğinden daha fazla zarar vermiştir.” Açık olan şu ki, Kenefâni’nin yazıları ve düşünceleri, bugün de güncelliğini korumaktadır, dünyadaki tüm ilerici ve devrimci hareketler için bir ilham kaynağıdır ve çağımızın en haklı davası olan Filistin’in kurtuluşu için verilen mücadelede bir referans noktasıdır.

“Bu dünyada tek bir şey hariç her şey soyulabilir ve çalınabilir; o da, bir insandan bir inanca veya davaya olan bağlılığa doğru yayılan sevgidir.”

Ricardo Vaz
Raffaele Morgantini

31 Temmuz/5 Ağustos 2017
1.Bölüm / 2.Bölüm

Dipnotlar:
[
1] Laleh Khalili, Heroes and Martyrs of Palestine: The Politics of National Commemoration, Cambridge, 2007, s.133.

[2] “Çocuk Kampa Gidiyor” adlı hikâyede genç anlatıcı, işgalci İsrail ya da başka bir saldırganla doğrudan bir karşılaşma olmamasına rağmen kamptaki sert hayatı “düşmanlıklar çağı” olarak tanımlar.

[3] Edward W. Said, The Question of Palestine, Vintage Books, 1979, s.152. Filistinli bir entelektüel ve eylemci olan Said, dünya çapında ses getiren Şarkiyatçılık adlı eserin de yazarıdır.

[4] Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde siyasi bilimler profesörü ve Angry Arab haber blogu editörü. Yakın zamanda Electronic İntifada için Gassân Kenefâni hakkında çok ilginç bir yazı kaleme aldı. Bkz.: İştirakî.

0 Yorum: