02 Şubat 2019

,

Yürüyüş de Yol Öğretir


Metin Çulhaoğlu, dâhiyane, yepyeni, daha ambalajı açılmamış bir fikirle tekrar çıkıyor karşımıza ve “Türkiye’de siyasetin ittihatçılarla itilafçılar arasındaki mücadeleyle şekilleneceğini”[1] söylüyor. İkincisinin başını-sonunu tayin ediyor, ama ilkinin başını ve sonunu belirsiz bırakıyor, çünkü kendi öznelliğini ve iradesini o başa ve sona, ittihatçılığa göre tanımlıyor. Özetle Çulhaoğlu, eskinin ittihatçılığını kendince kalıba döktüğü kemalizmden başlatıyor ve kendi kalıbına dökeceği yeni ittihatçılıkla bitiriyor. Buradan da modernliği ve laikliği, sosyalist çerçeveye oturtacağına dair o muştuyu dile döküyor.

Ama ölse de gitse de Reis’in baki kalacağına ilişkin üzücü bir kehanetle devam ediyor yazısına. Bunu da karşıtıyla kaim olabilmek için söylüyor aslında. Sürekli, kesintisiz, tek boyutlu bir itilafçılık tarif ediyor, oradan da sürekliliğin ve boyutun kendisinde kurulacağını zannediyor. Çünkü aydınımız, burjuvazinin kendisinden de devrimlerinden de memnun görünüyor. Kendisini ancak Yılmaz Özdil’e karşı kurabiliyor, oradan yol alabileceği umudunu hep sıcak tutuyor. Bu amaçla, “liberal burjuva değerleri sosyalizme soğurmaktan” söz ediyor. Dikkat edilirse burada sınıf, sınıfsallık veya devrim, devrimcilik namına hiçbir söze, tespite yer verilmiyor. Sanki aynı türde iki malzemeyle yapılan bir yemeğin tarifini veriyor. Sanki beyimiz, rakı mezesi hazırlıyor! Geçmişte en azından “kültür gerillacılığından” dem vuran yazarımız, bugün en fazla küçük burjuva gurme olmayı içine sindiriyor.

Tabii itilafçı-ittihatçı kavgasına iştirakçi olarak müdahale etmeyi, adsız-adressiz, ezeli-ebedi kavgaya iştirak edip ait olmayı aklı hiç kesmiyor. Sosyalizmi ittihatçıların eksik ve yarım bıraktıklarını tamamlamak olarak tarif edince eli epey rahatlıyor. Aydın cenahını örgütlemiş ittihatçı bir paşa olarak konuşan Çulhaoğlu, burjuva devrimi konusunda görevler tevdi ediyor herkese. “Sosyalizme düşen görev, burjuva siyaseti yapmaktır” buyuruyor al tolgalı beylerbeyi. Son dönemdeki ittihatçı siyasetin emrinin nereden geldiği şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Azeri komünist Ruhullah Ahundof ise “burjuva uşaklarının kurdukları siyaset felsefeleri ve felsefî siyasetleri beş para etmez” diyor.[2] Suphilerin katli üzerinden de şu tespiti yapıyor: “Bu kanlı sayfa, bir kez daha emekçi hükümetle burjuva hükümeti arasına kırmızıçizgi çekmiştir.”[3]

İşte bugün Çulhaoğlu gibi sosyalistlerde görüldüğü üzere, söz konusu kırmızıçizgi hükmünü yitirmiş, burjuva uşaklarının siyaset felsefesi ve felsefî siyaseti yüksek fiyatlara alıcı bulmuş. Çünkü fark şurada: Ahundof kendisini, sosyalizm mücadelesini Ekim’e; bugünkü sosyalistler, kâh Kemalist devrime kâh 1908 devrimine kâh Fransız Devrimi’ne göre inşa ediyorlar. Aradaki “önemsiz” fark, burada. Ekim ayracını da bu sebeple tasfiye etmek istiyorlar, onca teorik taklanın sebebi de burada.

Alper Taş, devrim yapacak, sosyalizmi kuracak, özgürlüğü ve dayanışmayı tesis edecek asli öznenin, ÖDP’nin başkanı iken bu ülkenin kurucu devlet partisine yedekleniyor ve parti içi oyunların figüranı olmayı içine sindiriyor. CHP’de Kadıköy adaylığı konusunda kopan fırtınayı, Canan Kaftancıoğlu’nun gece yarısı istifasını örtbas etmek adına Kemal Kılıçdaroğlu, her zaman elinin altındaki Alper kartını masaya sürüyor, böylelikle CHP’ye eklemlenmiş sosyalistleri küstürmeme imkânı buluyor. Üstelik aday yapılacağı yer de solcuların çıkartılıp Arap zenginlerin ve esnafın yerleştirildiği Beyoğlu, solcuların cennet mekânı Kadıköy değil. Elli yıllık pratiğin ardından sosyalistlerin CHP çizgisine dayatabilecekleri tek bir muhtar adayı bile bulunmuyor. O yol boşa yürünmüş, şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Bu hamleyle ve Yol isimli derginin çevresine dönüşmekle ÖDP ve Devyol’un ana bloğu, kendisini siyaseten tasfiye ve lağv etmiş oluyor. Bu yol, yürüyüş de öğretmiyor, ayak bağlarını birbirine düğüm ettikleri için ilk adımda tökezliyorlar.

Reklâm sloganı olarak belirledikleri dizenin tersi de doğru olmalı: “yürüyüş de yol öğretir.” Gösterir. Yürümeden, eylem içinde olmadan bir yol da görülmüyor. Ancak başkalarının yoluna revan olunabiliyor, oradaki fırsatlar kollanıyor, burjuva siyasetin özneleri olarak ancak burjuva devrim, burjuva çıkarlar, küçük burjuva beklentiler ve burjuvazinin yolu görülebiliyor. Burjuva gibi düşünülüyor ve doğru yol, ona göre çiziliyor. Bugün resmi TKP’nin hafi TKP’ye göre daha makbul ve daha baskın olduğunu görmek gerekiyor. İlkine ait kadrolar, dışarıdakilerle birlikte, siyasete galebe çalıyorlar. Şimdilerde onların borusu ötüyor.

Ham, ucu açık, geniş, sınır ve sınıf dışı, kendinden menkul, her kepçe sallayanın gıdasını alacağı bir CHP kitlesi var zannediyorlar. Esasen her dönemeçte CHP, sosyalist kadrolar içerisindeki üyelerini sinesine çağırıyor. O yardımla tekrar dirilme imkânı buluyor. Başka dünya mümkünden, mümkünlerin dünyasına esir olunuyor.

Doksanlarda en azından bağımsız adaylar çıkar, az çok Devyol’la bağlantılı kasaba ve ilçelerde kazanılan belediye başkanlıklarına sevinilirdi. O yerlerin hepsi birer birer düştü. Düzen siyaseti, kapitalist burjuva ilişkileri, siyasi-ideolojik ricat, kale duvarlarını yıkıp attı. Bugün CHP pusulasıyla sandığa girmeye utanmıyorlar.

Tarihsel açıdan daha köklü, gerçek, gelecek bağlamında daha somut, daha ileriye dönük olunmasına karşın, geri, köksüz, gerçek dışı ve soyut olana biat ediyorlar. Kavgayı burjuva siyasetinin iki kanadına mahkûm ediyorlar, dolayısıyla ezilene, işçiye, halka siyaset kapısını kapatıyorlar. Bunun için varlar. Halkı ve işçi sınıfını hiç sevmiyorlar.

Muhayyel ve müstakbel bir “parti”yle düşünüp hareket edemiyorlar. Her yürüyüşte onun yolu üzerindeki toz toprak kalkar, bunu görmüyorlar. İlk elden, hemen sonuç alınacak, küçük burjuva tercihlere yöneliyorlar. Çünkü sosyalizmi zorunluluk ve ihtiyaç olarak görüp siyasetlerini buradan kurmuyorlar. Sadece tercihte bulunmayı siyaset zannediyorlar. Yürüyüş yoksa yolun önemi de bulunmuyor.

Eren Balkır
2 Şubat 2019

Dipnotlar:
[1] Metin Çulhaoğlu, “Sosyalistlere Düşen Görev”, 1 Şubat 2019, İleri.

[2] Ruhullah Ahundof, “Şark Kızılca Arifesinde”, 28 Nisan 1922, İştirakî.

[3] Ruhullah Ahundof, “Biz ve Onlar”, 4 Şubat 1923, İştirakî.

0 Yorum: