18 Şubat 2019

,

Narkoz


Kolombiyalı mafya lideri Pablo Escobar ile ilgili bir film çekiliyor. Film, Türkiye’de de gösterime giriyor. Javier Bardem’in oynadığı Escobar, seyircinin ilgi ve sevgisine mazhar oluyor. Hemen bu ilgi ve sevgiye neşter atmak gerekiyor. Bu noktada Yeni Yaşam yazarı M. Ender Öndeş devreye giriyor.[1]

Öndeş yazısında gençlere, “Escobar’da sevilecek bir yan yok, roman okuyun, gidin Gabriel Garcia Marquez’i sevin veya FARC lideri Marulanda’ya hayran olun” diyor.

Bu Türk solundan gelip Kürt hareketine bordalayan isimler, her zaman daha fazlasını verme ihtiyacı duyuyorlar. Yaranma psikolojisi, gerçeklikte karşılığı bulunmayan bir mite, efsaneci bir dile bağlanıyor. Çünkü Öndeş, Marulanda derken aslında Öcalan’ı kastediyor. Marquez’in karşılığı da muhtemelen Temo ve Demirtaş olmalı!

Ortalığı temizlemek, sakinleştirmek gibi bir işlevleri var bu tür yazarların. Escobar ilgisinin ve sevgisinin neden kaynaklandığını çok iyi biliyorlar. Bir hendek savaşında şehirde sıkışmış yüz kadar insan adına biri, Kürt hareketinin TV’sine bağlanıyor ve ağlamaklı bir sesle, “yardım edin, hepimizi öldürecekler!” diye bağırıyor, ama tam o sırada telefon bağlantısı kesiliveriyor. TV, kendi insanına sansür uyguluyor.

Belki de Escobar, o yüz kişiye yardım etmeyi bildiği, olmadı, hesabını sorabildiği için seviliyor. Öndeş gibiler, bu ruh hâlini düzeltmek, ıslah etmek için varlar. Tabandaki öfkeyi dindirmek için herkese topluca narkoz veriyorlar. Yapılan, bir operasyon, ameliyat sonuçta.

Ölüm orucu sürecinde bir örgütün üyesi, eylemlere katılmadığı için örgütünü eleştiriyor ve “demek ki biz hapse girsek, bize selam bile vermeyecek” diyor o örgütü için. Bu sahipsizlik hissi, tepedeki küçük burjuva şefleri zerre ilgilendirmiyor.

Aynı şekilde, bir tür Müslümanlık varsa, bu halka, ümmete sahip çıkmakla ilgiliydi. Dergâhlar, tarikatlar, dernekler bunun içindi. Bugün AKP ile zenginleşen, orta sınıflaşan kesimler, İslam’ı yoksuldan kurtarma gayreti içerisindeler. O nedenle dinden uzaklaşma, dinin halktan uzaklaşması meselesini hiç dert edinmiyorlar. Çünkü İslam’ın yoksullukla anılmasını hiç istemiyorlar. Kendi bireylikleriyle yaşadıkları bir tür İslam var nasılsa, gerisi onları hiç ilgilendirmiyor. Hayatın tozunun, kirinin değmediği bir İslam inşa ediyorlar. Laiklik, AKP içine sığınan Müslüman kesimleri dirhem dirhem çürütüyor.

Aynı laiklik müdahalesi, esasında sosyalist hareketi de vuruyor. Asıl görülmeyen bu. Küçük burjuva bir rekabet ve mülkiyet anlayışı üzerinden İslamcı harekete bakılıyor, perde gerisinde olan biten incelenmiyor. Aynı laiklik, sosyalist hareketi halktan, hakikatten ve mücadeleden uzaklaştırıyor, onu bireyle tanrısı arasında, özel alana hapsediyor. Bugün sol laikleşiyor, bireyle tanrısı (o neyse artık!) arasındaki bir muhabbete indirgeniyor, bireysel olana doğru kapatılıyor. İslam’ı özel alana kovduğunuzda, sosyalizme alan açılmış olmuyor. Devlet, kendi sınıfsal ihtiyaçlarına uygun olarak hareket ediyor.

Kolombiya’daki barış süreci de böylesi bir ihtiyacın ürünü. Muhtemelen Escobar tartışması da çözüm süreciyle ilgili. Kolombiya, her kritik momentte bu türden bir barış sürecine tanıklık etmiş. Son süreç, anlaşmayla ve bu uzlaşmaya direnenlerin tek tek öldürülmesiyle birlikte gerçekleşme imkânı buldu. Buradaki çözüm sürecinin Suriye ile alakası varsa Kolombiya’daki sürecin de Venezuela’yla, oraya çekilmesi düşünülen operasyonla alakası var.

Ama çözüm süreci hiçbir şeyi kesmiyor. Halk, özelde gençlik, yaşanan baskı ve zulme karşı susmanın sancılarını yaşıyor. N’apsın, Escobar’ı severek bir mesaj veriyor, ama o mesaj da Öndeş eliyle yapılan müdahaleyle dilsizleştiriliyor. Öndeş gibilerin işi bu.

Benzer bir dilsizleşme, sol sosyalist örgütler bağlamında da geçerli. Başörtülü bir kadına polis tacizde bulunuyor, kimsenin, tek bir feministin bile, gıkı çıkmıyor. Kimi “başörtülüymüş oh olsun”, kimi “malum örgüttenmiş oh olsun” diyor.

Bir örgüt üyesini polis gözaltına alıyor, hemen kişisel özellikler taranıyor, Facebook sayfası inceleniyor, mağdur olarak takdim edilmesini sağlayacak malzemeler toplanıyor. “Evet, tiyatrocuymuş o zaman gerici yobazlar tiyatroya saldırıyor diyelim” deniliyor. Ya da okuduğu kitaplar, akademisyenliği vs. gündeme getiriliyor.

En fazla öne çıkartılan kutsal meslekse, gazetecilik. Gezi’den beri tüm örgütler, militanlarını birer gazeteci ve muhabir yaptılar. Hiçbir bir militan, örgüt üyesi, bir hareketin ve örgütün mensubu olarak savunulamıyor artık. Hareket de örgüt de savunmasız. Örgüt ve hareket o noktada dilsizleşiyor, özne ve fail olmaktan çıkıveriyor. Devletle birey karşı karşıya getirilerek, liberal rüzgârla yelken şişirilmeye çalışılıyor. Sol sosyalist hareket, sosyal medyaya örgütleniyor.

Çünkü ortada örgüt ve hareket diye bir şey kalmadı. Bireye güzellemeler yapmak dışında bir iş yapılmıyor. Gezi döneminin o afili örgütlerini bugün kimse, sokakta dahi göremiyor. Dolayısıyla, topyekûn kolektif saldırıya topyekûn kolektif bir karşı koyuş gerçekleştirilemiyor. Köylülüğü küçük gördüğü için ambleminden orağı çıkartan, onca “yıldır köylüler işçileşsin de memleket ilerlesin” diyen, AB’ye uyum sürecine ses çıkartmayan parti, köylülüğün tasfiyesinden, tanzim satışlardan dem vuruyor bugün.[2] Gelin görün ki bu dalaverenin kimseye faydası bulunmuyor.

Bu topyekûn saldırı ortamında, en azından, “işimi geri istiyorum” değil, “işimizi geri istiyoruz” demek gerekiyor. Bireysel, tekil, kişisel olan bir maraz veya musibetten değil, bilinçli, kararlı, ezileni-sömürüleni hedef alan, bütünsel bir saldırıdan söz edilmeli. Örgütler, sosyal medyada daha fazla “like” almak için değil, ezilenin-sömürülenin daha fazla mevzi elde etmesi için uğraşmalılar.

Escobar’a yönelik tabandaki hayranlığın sebeplerini buralarda aramak lazım. Basit bir mesele için ülkeyi yangın yerine çeviren, yoksulları gören, onların öfkesini örgütlemesini bilen birinden bahsediyoruz sonuçta.

Brezilyalı devrimci Carlos Marighella, farkı şu şekilde tespit ediyor:

“Şehir gerillası, adi suçludan temelden farklıdır. Adi suçlu, kendi eylemlerinin ekmeğini yer, sömürenle sömürülen arasında ayrım gözetmeksizin saldırır, bu sebeple, birçok sıradan insan, onun eylemleri yüzünden mağdur olur. Oysa şehir gerillası, politik bir hedefe uygun olarak hareket eder ve sadece devlete, patronlara ve yabancı emperyalist güçlere saldırır.”[3]

Lenin ise Sol Komünizm’de sol doktrinerizm konusunda şu uyarıyı yapıyor:

“Sol doktrinerizm, ısrarla, belirli eski mücadele formlarını kayıtsız şartsız redde tabi tutuyor, mücadelenin yeni içeriğinin tüm biçimleri üzerinden kendi yolunu açtığını, komünistler olarak görevimizin tüm o biçimlere hâkim olmak, bir biçimi diğer bir biçimle en hızlı şekilde tamamlamayı, birini diğerine ikame etmeyi, taktiklerimizin bizim çabamızın ürünü olmayan veya bizim sınıfımızdan kaynaklanmayan her türden değişime uyarlamayı öğrenmek olduğunu göremiyor.”[4]

Mücadelenin tüm biçimlerini elbette görmek gerekiyor, ama devletin-sermayenin saldırısının içeriği pek değişmiyor.

Escobar’ın dizisinde onu canlandıran Wagner Moura, Şehir Gerillasının El Kitabı’nın yazarı Carlos Marighella’nın hayatını sinemaya aktarıyor. Moura, film ile ilgili basın toplantısında şu tespiti yapıyor:

“Brezilya devleti ırkçıdır. Marighella solcuydu, devrimciydi ve siyahtı. Elli yıl önce bir otomobilin içinde devlet tarafından katledildi. Marighella’dan elli yıl sonra solcu, insan hakları savunucusu, aynı zamanda siyah olan bir kadın, bir otomobil içinde, muhtemelen devletin istihbarat ajanları tarafından, katledildi. Bu açıdan, devletin altmışlarda devrimcilere karşı uyguladığı şiddetle bugün favelalarda siyahlara karşı uygulanan şiddet aynıdır. İkisi de aynı, işkence yapıyorlar, öldürüyorlar. Sonuçta Brezilya’da polis, yurttaşları değil, devleti korumak için eğitiliyor.”

Yani asıl üzerinde durulması gereken, bu süreklilik. O saldırı varsa, ortada bir öfke var demektir. Bugün birey, kimlik gibi başlıklarda asıl laikleştirilen şey, bu öfkedir. Laikleşme meselesi, hem bu dünyanın ötesine uzanan iradenin temizlenmesi, irade denilen şeyin buranın ihtiyaçlarına bağlanması hem de geçmişin bugün karşısında hükümsüz kılınmasıdır. Tek bir militanının kılına zarar geldiğinde o saldırıyı üzerine alıp, gerektiğinde, dünyayı ateşe vermeyen örgüt, gariplerin örgütü olamaz!

Eren Balkır
18 Şubat 2019

Dipnotlar:
[1] M. Ender Öndeş, “Pablo Escobar: Evlat Olsa Sevilmez!”, Yeni Yaşam.

[2] Kadir Sev, “Tarımda Kapitalistleşme Kök Salıyor”, 13 Şubat 2019, Sol.

[3] Carlos Marighella, Minimanual of the Urban Guerilla, Haziran 1969, MIA.

[4] V. I. Lenin, “Left Wing” Communism: an Infantile Disorder, Nisan-Mayıs 1920, MIA.

0 Yorum: