Esasen
köylülüğe ve köylünün mücadelesine yönelik küçümseme, solun iliklerine işlemiş
bir meseledir. Burada kerteriz noktası şehirdir veya İsmet Özel’in ifadesiyle,
kaypak ilgiler, zarif ihanetler, bozuk paralar, pahalı zevkler ve ucuz
cesaretlerdir. Taşra, şehrin üzerinde sallanan sopadır.
Bu
anlamda son günlerde dillendirilen sarılı morlu ve nohutlu fasulyeli lafları
yan yana düşünmek gerekir. İkisi de yan yanadır. Sosyalistlerin bu düşük seviye
karşısında dikkatli olması şarttır. Bu seviyeye gerilemenin bir sebebi de AKP
ile birlikte edinilen alışkanlıklardır. AKP ve tabanına yönelik aşağılama
pratiği, artık yüzünü sol içerisine çevirmiştir.
Bayramdır,
seyrandır; TKP, “sarılı morlu” lafını biraz da Dersim’de ittifak kurduğu
ortağını yabancılaştırmak için söylemiştir. Ondaki “köylülük”, arınılması
gereken bir kirdir. Kendi bayrağını bir süreliğine taşımak yetmez, kırk suda
tövbe edip yıkanılması gerekir. TKP şahsında burjuva siyaset, çapaklarından
arınma gayreti içerisindedir. Sarı ve mora karşı çıkartılan “kızıl”, resmîdir,
düzleme amaçlıdır.
Nohut-fasulye
esprisi yapanlarsa (demek ki) karnı tok olanlardır. Bu eleştirinin “Ama
Kürtler...” diye karşılanması, başta Kürt’e küfürdür. Bireysel kaçışların
bahanesi veya bireysel hezeyanların gerekçesi olduğundan haberi var mıdır Kürt
milletinin? Sonuçta nohudu, fasulyeyi küçümseyen, nereye seslendiğini, kime
seslendiğini iyi bilmektedir.
Bu
sisli havada herkes, CHP’nin ilerici vekillerinin Avrupa Parlamentosu’nda
verdiği oya kilitlenir ama kimse Ertuğrul Kürkçü’nün ne oy kullandığını
sorgulamaz bile. Kürkçü “kooptasyon”dan söz eder bir tvitinde, anlamını
öğretense, onlardır. Kürt milletine bir saldırı ve eleştiri burada da söz
konusu değildir!
Taşlanacak
bir şeytan, illaki bulunur. Renkler mecazîdir. “Sarı ve mora karşı kızıl”
edebiyatı, düzleme pratiği yanında, kendisini HDP dışılıkla kurmakla ilgili bir
meseledir. TKP, içerisini HDP’yle konsolide etmek derdindedir. Sağla ittifak
hâlindeki CHP pratiğinden arta kalanlar dışında HDP’den boşalan alana da göz
kırpmaktadır. O her şeyi istemekte ama hiçbir şey elde edememektedir.[1]
Herkes,
TKP bildirisinde ve tvitinde renklere takılmıştır. Asıl mesele,
sosyalist partinin sınıf ve sınır bağlamında bir ayrım gözetmeksizin 57 milyon
seçmene sesleniyor olmasıdır.
Bir
komünist parti için “seçmen” diye politik bir kategori yoktur. Bir komünist
parti, her karış toprağa ve her tekil şahsa seslenemez. İşi bu değildir.
Tam
da bu tür ayrımlar görülmediği için “cumhuriyet fikri” ile “devlet olarak
cumhuriyet”[2] ayrımı üzerinde durulmakta, burjuva siyasetine örgütlenme
talimatı buradan verilmektedir. Solun CHP konusunda kendisini kandırmak için
gerekli teorik çalışmayı tamamladığı görülmektedir. Şimdi sıra ideolojik ve
politik çalışmadadır. Sosyalistler, CHP’ye devrim yaptırıp sosyalizmi
kurdurtmadan rahat etmeyeceklerdir.
Buradaki
işlem, esasen çocukça ve basittir: burjuva devrimleri sonuna dek gidememiştir,
burjuvazinin yerini halk almalıdır. Ama halk tanımsızdır. Ne idüğü belirsiz
halk, burjuvazinin yarım kalan işlerini yapacaktır. Çünkü halk, biraz halk
biraz özne olabilmişse, burjuvazi sayesindedir. Çünkü solun kerteriz noktası,
her daim burjuvazidir. Okumaları, pratiği, fikriyatı hep ona göre inşa
edilmektedir. Gördüğü, bildiği, sadece onun varlığı, onun sesi, onun
iradesidir. Tarih burjuvaziden önce yoktur, toplum burjuvaziden önce yoktur.
Kelimeleri seslendiren, ezen, boğan ve ifade edip anlamlandıran tanrı,
burjuvazidir. Bu sebeple teorik âlemin dışına çıkmadan, burjuva iktidarına
karşı mücadele edilemez.
Burjuvazi
de halkın kalan işleri, kontrollü şekilde yapmasını ister. Orduda silâh dağıtan
da oy pusulalarını dağıtan da odur. Bu ikisi, birbiriyle bağlantılıdır. İç
savaşı, sınıflar mücadelesini görmeyen her siyaset, egemenlere hizmet eder.
Dolayısıyla
“halka (güya) siyaset alanını açan cumhuriyet” fikri de sınıfsal-devrimci
politik açıdan eleştirilmeyi beklemektedir. Bu ülkenin bağrından bir CHP-ML
çıkmayacaktır. Bir zamanlar espri olarak ifade edilen bu kelime, artık birçok
örgütü kendisine örgütlemiştir.
Sonuçta
burjuvazi kerteriz noktası alınmakta, oradan geleceğe bir çizgi çekilmekte,
herkesin o hattı takip etmesi istenmektedir. Eskiden halk adına halksız siyaset
yapanlar, mecazen, halkın yerinde burjuvazinin olduğunu bugün artık kabul
etmişlerdir. Burjuva adına burjuvasız siyasettir onların ki. Onların halk
dediği, köylü ya da işçi değil, burjuvazidir. Kendisini bilen, bildiğini yapan,
yüzü geleceğe dönük, kudretli özne. (Semi’nâ ve eta’nâ!)
Bu
açıdan TKP’nin CHP eleştirisi, parti CHP’nin varlık zemininde durduğundan, ona
hizmet etmektedir. 57 milyon seçmene hitap eden parti ile CHP aynı düzlemdedir.
Mesele sanki kişilerin beceriksizliği, bilgisizliğidir. Sosyalist siyasete alan
açmak yerine, burjuva siyaseti sosyalist hareketin dar alanını istila
etmektedir. Mesele şahıslarla başlayıp onlarla biten bir şey değildir. Kişileri
aşan, yapısal, sınıfsal, politik hususlar geri plana atılmakta, böylelikle CHP
pratiği beslenmektedir. Onun kendisini eleştiren bir vicdana ve akla da
ihtiyacı vardır. Ezilenlerin aklı ve vicdanı olması gereken örgütlülük, bu
ortamda kendisine alan bulamaz. Geçişin kolayca, pürüzsüz gerçekleşmesi için
dualar edilmektedir. Dolayısıyla aradaki kavga, bir biçimde silikleşmektedir.
Canan Kaftancıoğlu’yu CHP İstanbul başkanı seçtirdiklerini ikrar eden Alper
Taş’ın gördüğü rüya da budur.[3] Sonuçta ülkede, şehirde ve ilçede sosyalist
hareket açısından ne tür bir mevzi kazandırmıştır bu il başkanlığı, açık
değildir. Bununla övünülemez, bu hâl karşısında utanılır.
Kartal'da
seçim çalışması yapan CHP'liler, TKP’lilere denk gelirler ve onlardan oy
isterler. TKP’liler, “komünist olduklarını ve KP’ye oy vereceklerini”
söylerler. Bunun üzerine CHP’liler, “Bu sefer CHP'ye verin” derler. TKP’liler
de cevaben, “Siz bu sefer TKP'ye verin” deyince, CHP’li “Bir kerecik daha ya!”
der.
Bu
kaygan zemin ve kolay geçişler konusunda Celal Doğan’ın macerası, herkese küpe
olmalıdır. Hepsinin siyaset algısı ve bilgisi, onunki kadardır. Sınıflar
mücadelesinde hiçbir şey sanıldığı kadar basit değildir.
Esasta
mevkilere, yüksek siyasete değil, işçilerin, köylülerin, tüm ezilenlerin kendi
mevzilerine kilitlenmek gerekmektedir. Yukarıdaki geçişlere değil, aşağıdaki iç
içe geçişlere, kolektifleşen dinamiklere bakmak şarttır.
Eren Balkır
4 Şubat 2019
Dipnotlar:
[1] Kemal Okuyan, “Sarıgül Sorununu Çözemiyorlar”, 4 Şubat 2019, Sol.
[2]
Yunus Yücel ve Dinçer Demirkent, “Cumhuriyet ve CHP”, Ayrıntı.
[3]
“Alper Taş CHP Adaylığını Anlattı”, 04 Şubat 2019, Duvar.
0 Yorum:
Yorum Gönder