Ölenler, Filistinliler için canlarını veren Rachel
Corrie’nin, Tom Hurndall’un ve James Miller’ın yanına gitti. Bu genç kadın ve
erkeklerin hiçbirisi o gemiye ölmek için, ölmeyi istiyorlar ya da ölümü
kabulleniyor diye binmedi. Hepsi de tek tek ve müştereken, güvende olduklarına,
hukukun sınırlarına riayet ettiklerine, medeniyetin diyarında bulunduklarına
inanıyorlardı. Onlara göre, İsrail’in o sınırları ihlal etmesi mümkün değildi.
Yanıldılar. Yanıldıklarını anladıklarında İsrail bir kez daha gerçek yüzünü tüm
dünyaya göstermiş oldu.
Bu yüzü Filistinliler çok iyi tanıyorlar. Onu
kendilerini aşağılarcasına sakız çiğneyip duran genç işgal askerlerinde,
Filistinlileri vurup tek ceza almayan yerleşimcilerde ve göstericilerin başına
gaz kapsülleri sıkan askerlerde her gün görüyorlar. Dünya ise o yüzle geçen
sene İsrail kudretli hava kuvvetlerini Gazze üzerine saldığında tanıştı. Modern
savaş tarihinde ilk kez bir sivil halkın üzerine bombalar atıldı, bir kent
herkesin gözü önünde topa tutuldu. Bugünse İsrail, açık denizde başka
milletlere mensup insanları katlediyor. O yüze artık o insanlar da aşina.
Demek ki milyonlarca dolar akıtılan halkla
ilişkiler kampanyalarını boşverin. Eylemin sesi sözün sesinden daha gür. Bu
barış aktivistlerinin katli, İsrail’in tüm dünyaya verdiği bir mesaj. Mark
Regev veya başka herhangi bir İsrailli sözcünün ne dediğinin bir önemi yok.
İsrail devletinin bu gerçeği çarpıtmak için ne tür taklalar attığı kimin
umurunda. Zira İsrail’in ağzından çıkan sözler ve ortaya koyduğu eylemler
arasındaki yegâne bağ şu: İsrail, kelimeleri, eylemlerini gizlemek adına, bir
tür tuzak, perde ve kılıf olarak kullanıyor. Başka milletlere mensup bu
insanlar artık öldüler, katledildiler. O insanlar, bu gerçeği görmeyenlerin
kendilerini bile isteye kör ettiklerini ortaya koydular.
Batı devletleri İsrail’i desteklemeye
bayılıyorlar, onun Ortadoğu’daki yegâne demokrasi olduğuna inanıyorlar. Öte
yandan İsrail halkının da devletinin arkasında durduğunu varsaymak mümkün mü? O
halk bu cinayetleri onaylıyor mu? Geçen ay Ebu Dis’teki Kudüs
Üniversitesi’ndeydim. İsrail’in ördüğü duvar kampüsü iyiden iyiye daraltmıştı.
O duvarın üzerine Filistinli bir öğrenci iri mavi harflerle şunu yazmıştı:
“İsrailli kardeşlerim, cevap bu olamaz.”
Birkaç gün önce genç Yahudi İsrailli aktivistler,
bana ülkeleri için yegâne umudun uluslararası toplumda olduğunu söylediler ve
“İsrail, kendi kendisini yıkıma sürükleyen bir yolda koşar adım ilerliyor ve bu
yıkım, maalesef tüm bölgeyi içine çekecek” dediler. Bu gençler bir de şunu söylediler:
“O, yaptığı işlerin bedeli ağır oluncaya dek durmayacak. Bu bedel, dünyanın
dayatacağı ahlâkî ve ekonomik bir bedel olmak zorunda.”
Öfkem ve üzüntüm öyle büyük ki göğsümü kuşatan
kolanları ara sıra gevşetmek için derin bir nefes almak zorunda kalıyorum.
Bunun zerre bir önemi yok. Önemli olan, dünyada milyonlarca insanın aynı
hissiyatta olması. Her yerde insanlar olan biteni görüyor ve idrak ediyorlar.
Filistin, Güney Afrika gibi zafere tanık olacağı bir âna yaklaşıyor. Bu son
açığa çıkan öfke o ânı daha da yakınlaştırıyor olmalı. Yakınlaştıracak.
Limanda bekleyen diğer
yardım gemilerine daha çok bağış akacak, eminim. Boykot, daha fazla insanın
kalbine yerleşecek. İsrail’le iş yapan şirketlerin tecrit edilmesi konusunda
daha çok sayıda insan ısrar edecek. Bizi temsil eden devletlerin onca yalanın
ve bahanenin sahibi İsrail’le sıkı ilişki kurmaya artık bir son vermelerinin
vakti geldi. Bugün İsrail’in yaptığı eylemin bedeli, yaptırımlar meselesinin
adilane bir biçimde masaya taşınmasını zorunlu kılıyor.
Ahdaf Soueif
2010
0 Yorum:
Yorum Gönder