30 Aralık 2016

,

Noel’in Anlamı


“Noel” diye yazar İsveçli ilahiyatçı Hans Urs Von Balthasar, “tarihteki bir olay değil, zamanın ebediyetin istilasına uğramasıdır.” Kastettiği, Noel’in bir ânla ya da hatta bir dönemle kayıtlı olmadığı, Noel’le ortaya serilenin, zamanın sınırlarına tabi olmadığıdır. Zamanı akamete uğratan sonsuzluğun mümkün görünmeyişi, bizatihi Noel hikâyesinin alâmeti farikası olan beklenmedik tersine çevirmeleri içeren uzun listesinin başında yer alır.
Hikâyenin başlama vesilesi, şaşırtıcı birtakım olaylardır: özel bir toplumsal konuma sahip bulunmayan bir kadın, bir melek tarafından ziyaret edilir ve bakire kadın, oracıkta hamile kalır. Nişanlısı, geleneklere ve dinin buyruklarına göre, onu kovma ya da infazına yol verme haklarına sahiptir, ancak o, bunun yerine, onunla evlenmekten geri durmaz. Günışığında dahi görülebilen çok parlak bir yıldızın altında çift, başka bir şehre seyahat eder ve Tanrı’nın oğlunun anasına bir tek oda olsun bulamaz. Böylece Mesih, hayvanlara ayrılmış bir yem teknesinin içine doğar ve oraya yatırılır.
Pek ilginç, bir gariplikler silsilesidir mevzubahis olan. Bunların içinde en garibi ise Tanrı’nın insanlıkla bir münasebette bulunmaya niyetlenmesi hususu. Bu, Søren Kierkegaard’a göre, Hıristiyanlığın bizatihi özünde yer alan bir abesliktir:
Hıristiyanlık, bu insan tekinin -ve buradan da erkek, kadın, hizmetçi kız, kabine üyesi, tüccar, berber, öğrenci vesaire… her kim olursa olsun her bir insan tekinin- Tanrı’dan önce var olduğunu, Tanrı’yla ne zaman isterse O’nun tarafından işitileceğinden emin olarak konuşabileceğini öğretir -sözün özü, bu insan, Tanrı’yla en büyük bir yakınlık içinde yaşamaya davet edilmektedir! Dahası […] Tanrı, bu insanın hatırına dünyaya gelir, kendi doğumuna, acı çekişine ve ölümüne rıza gösterir ve bu acı çeken Tanrı, ona önerilen yardımı kabul etmesi için bu kişiye neredeyse yalvarır! Gerçekten de birini aklını yitirme noktasına getirecek bir şey varsa, o da budur.
Kierkegaard haklıdır: bu kadar çok sayıdaki sıradan insan ve güneş huzmeleri içindeki toz zerrecikleri için -evrenin yaratıcısı, sonsuz ve her şeye kadir- Tanrı’nın insan bedenini ve dünyevi hayatı kabul etmesi fikrinde gerçekten de bir delilik emaresi mevcuttur. Bu anlamda Noel, bütünüyle hayret uyandırıcı bir planın uygulamaya konması mahiyetindedir.
Oysa çoğunlukla Hristiyan düşüncesi sterilize edilip seyreltildi ve zamanla halka ait basit bir akla, daha da kötüsü, sağduyuya dönüştürüldü. Kierkegaard’un tespitiyle, tüm insan aklı, bu ‘altın’ (daha doğru bir ifadeyle ‘zırhlı’) ortalamaya indirgendi ve işte artık aşırılıklardan kurtulmuştuk. Çok ufak, ama çok miktarda olan bir şey, her şeyi mahvetti. Akıl ve irfan konusunda insanlar arasında süren tartışmada ortaya çıkan sonuç, hayranlıkla karşılanıp yüceltildi. […] Ama Hristiyanlık, 'artık aşırılık yok' anlayışını aşıp devasa bir adım attı ve abesliğe vardı. İşte Hristiyanlığın başladığı yer de burası.”
Kierkegaard’un gözlemine göre, Hristiyanlığın başladığı yer Noel. O, tuhaf ve beklenmedik olanla yüklü. O hâlde en uygun olanı, onun Hristiyanlar tarafından geleneği geçmişten söküp çıkartacak bir zaman kesiti olarak iş görmesi gerek. Bu gelenek, o yorgun düşmüş uygulamalar değil, beklenmedik olan uygulamalar, bizi beklenmedik olanın peşinde mücadele etmemizi sağlayacak pratikler için olmalı.
Her şeyden önce Hristiyanlığın içerisinde devrimci bir şeyler var. Bu, her şeyi baş aşağı çeviren, terse döndüren, kökten dönüştüren bir eğilim. Meryem’in magnificat isimli hamdüsenası, kuzeni Elizabeth’le buluştuğunda söylediği ezgi, şunları söylüyor: “Ruhum Rabbimize hamdüsena ediyor, kalbim Kurtarıcım olan Tanrı karşısında sevinç doluyor, çünkü O, kulunun sadeliğini hoş karşılıyor. […] Güçlü olanları tahtlarından indiren O, O’dur aşağıdakileri yukarı çıkartan. Açları güzel şeylerle doyurdu, zenginleri ise eli boş gönderdi.” Burada zikredilenler, önceden tahayyül bile edilemeyecek olan bir konuma taşınmış köylü bir kızın ağzından dökülüyor. Noel’in kökünden altüst ettiği şeyleri bize bir bir sıralayan bu genç kadın, toplumsal bir mevkiden mahrum ki bu, inanılması güç bir sapma hâli.
Hristiyanlığın devrimci niteliği, genelde onun içinden sökülüp alınıyor ve bu dine atıfta bulunmanın faydalı olacağı özel politik momentlere hapsediliyor. İşte bu seçiciliğin de ters yüz edilmesi şart. 
Hristiyanlık, her zaman yoksullarla, zayıflarla ve ezilenlerle ilgili. O, bu düzeni altüst etmeye dönük ilgisini hiç yitirmemiş, her daim beklenmedik olanı hedeflemiş ve oraya ulaşmaya çalışmış. Ebediyetin ele geçirdiği bir zaman olarak Noel, tüm zulmün ortadan kalktığı ânın hem mümkün hem de gerekli olduğunun bir ifadesi. En imkânsızmış gibi görünen, düzenin altüst oluşu gerçekleşir ve Hristiyanlık Noel ânıyla başlar, bu, onun ana özelliği olarak varlığını korur.
Dolayısıyla devrimci olmayan bir Hristiyanlık yoktur. Noel’i teselli edici ve keyifli Hristiyan kutlamalarından biri olarak yorumlamak mümkünse de en doğrusu onu bir devrim çağrısı olarak yorumlamaktır. O ândan itibaren artık eski düzene ait hiçbir şey olduğu gibi kalamaz: İsa, yoksulu ve yaralı olanı yüceltmek için gelmiştir, O’nun örnekliği, Hristiyanlığın fermanıdır.
Elizabeth Stoker Bruenig
25 Aralık 2016

0 Yorum: