18 Mayıs 2022

Hindistan’da Çiftçi Protestoları

“Çiftçi yoksa yiyecek de yok.”

Bugün yüz binlerce çiftçi, Delhi’yi kuşatmış durumda. Daha binlercesi katılacak onlara. Çiftçiler, aylardır gerçekleştirdikleri protestolara Hindistan hükümetinden herhangi bir cevap gelmeyince bu taktiğe başvurmak zorunda kaldılar. Bu yazı, protestoların sebepleri, solun rolü ve dünya genelinde neoliberalizmle mücadele konusunda bu eylemden çıkartılacak derslerle ilgili kısa bir takdim sunmak amacıyla kaleme alındı.

Bu protestolar, Hindistan tarımında uzun zamandır yaşanan kriz zemininde gerçekleşiyor. Hindistan’da çiftçilerin gelirleri, 2011-12 ile 2015-16 arası dönemde yıllık ortalama yüzde 1,36 düzeyinde düştü. Modi hükümetinin paranın değerini düşüren politikaları, mal ve hizmetler konusunda uygulamaya koyduğu kusurlu vergi rejimi, ayrıca birçok eyalette büyükbaş hayvan kesimini yasaklamak suretiyle büyükbaş hayvan üzerine kurulu ekonomik faaliyeti felç etmesi, söz konusu krizi daha da derinleştirdi. Gelgelelim, devletin tarımı ihmal etmesi sonucu oluşan ve neticede çiftçilerin gelirlerinin düştüğü sürece katkıda bulunan sorunlar, eskiden beri mevcut.

Çiftlik Kanunları

Protestoların asıl hedefi, kısa süre önce çıkartılan üç kanun. Bu kanunlar, ilkin 2020 yılının Haziran ayında birer model olarak takdim edildiler, ardından da meclisin onayına sunuldular. Sonrasında meclis, ilgili usulleri çiğneyip milletvekillerinin oy kullanma hakkına saygı göstermedi ve bu kanunları yürürlüğe koydu.

Bu kanunların çıkartılmasında amaç, çiftlik ürünlerinden perakende gıda ürünlerine kadar tüm tarımsal tedarik zincirini güçlendirmekti. Örneğin kanunlar, özel şirketlerin tarımsal ürünleri istiflemesi konusunda daha fazla imkân sunuyor, ayrıca stoklama sınırlarını ortadan kaldırmak suretiyle finansal spekülasyona alan açıyor. Kanunlar, tarımsal ürünle ilgili özel piyasaların kuralsızlaşması için mevcut bariyerleri kaldırıyor, bunun yanında, çiftçilere asgari fiyat güvenceleri verilmesini ve kamunun ürün tedarik etmesini gerekli kılan sistemi zayıflatıyor. Kuralsızlaştırılmış özel piyasaların teşvik edilmesi, aynı zamanda “sözleşmeli çiftçilik” pratiklerinin yaygınlaşacağı anlamına geliyor. Bu gelişme dâhilinde çiftçiler, şirketlerle doğrudan müzakere edip onlarla sözleşmeler imzalayacaklar, üstelik bu müzakereler ve sözleşmeler, eyaletin ve devletin kanunlarının gözetimi dışında gerçekleşecek.

Hindistan’da tarım, iki sütun üzerine kurulu: asgari destek fiyatı ve kamusal dağıtım sistemi. Hükümet, elde edilen mahsuller ile ilgili bir asgari destek fiyatı belirliyor ve bu ürünleri çiftçilerden satın alıyor. Bazı ürünler, sonrasında devletin sağladığı teşviklerle düşürülmüş fiyatlardan, kamusal dağıtım sistemi üzerinden halka dağıtılıyor. Şehir nüfusunun yarısı, kırsal nüfusunsa yüzde 75’i elde ettiği gelire göre kamusal dağıtım sisteminin sunduğu faydalardan istifade etmeye hak kazanıyor. Bu uygulama, 2013 tarihli Ulusal Gıda Güvenliği Kanunu’na tabi. Söz konusu dağıtım ve hükümetin mal tedarik ederek çiftçiye sunduğu destek, toplamda gıda fiyatlarındaki iniş çıkışların kontrol altında tutulmasını sağlıyor. Toptan satışların gerçekleştiği pazarların devletçe tanzim ve kontrol edilmesi sayesinde çiftçiler, büyük şirketler ve tüccarlar eliyle sömürülemiyorlar.

Uzun zamandır bu sistem, emperyalistlerin saldırısı altında. Gıda konusunda kendisine yeterli bir ülke olarak Hindistan’ın gıda güvenliği alanında geneli kapsayan kimi önlemler alması ve belirli adımlar atıyor olması, onun Dünya Ticaret Örgütü’nde ABD ve müttefiklerinin ağır eleştirilerine mazhar olmasına neden oluyor. Bu ülkeler, tarımsal faaliyette devletin rol sahibi olması ve gıda ürünlerini satın alıp stoklaması ve dağıtması ile ilgili tedbirlerin “ticarete aykırı” bir pratik olduğunu söylüyorlar. Kendi çiftçisine muazzam teşvikler sunuyor oldukları gerçeğini örtbas eden bu emperyalist ülkeler, gelişmekte olan ülkelerdeki gıda piyasalarına yönelik devlet müdahalesini sonlandırmak suretiyle piyasada daha fazla pay sahibi olmak için uğraşıyorlar. Hindistan, bugüne dek bu türden girişimler karşısında kararlı bir duruş sergilemiş bir ülke.

Hindistan’da tarımsal sistem, başka bir güçlükle de karşı karşıya. Bu güçlük, ülkenin kendi büyük burjuvazisi ile ilgili. Son dönemde bu sınıf, tüm tarımsal değer zincirini ele geçirmek adına mevcut sistemin her bir kısmını zayıflatıp kuralsızlaştırmak için ortaya koyduğu çabaları daha da yoğunlaştırdı. Çıkartılan üç kanun, tohum pazarlarından manavlara uzanan zincir dâhilinde tarımı ve tarımsal faaliyeti serbestîleştiriyor ve bu sektörün her bir kısmını servet biriktirme pratiklerine açık hâle getiriyor.

Hindistan Tarımının Derin Krizi

Hindistan’da tarımsal sistemin köklü değişikliklere ihtiyaç duyduğuna hiç şüphe yok. Çiftçilik, uzun zamandır kazanç getirmeyen bir faaliyet. Çiftçilerin yüzde 86’sı küçük ölçekli tarımla veya artık marjinalleşmiş faaliyetlerle meşgul. Sektördeki büyüme, uzun zamandır yavaş seyrediyor. Hükümet, esasen tarım ve tarım pazarından çıkılması gerektiğini iddia ederken doğru söylüyor. Bu kanunlar, tarımsal çalışmalardan çıkma (kovulma) sürecini hızlandıracak, burası açık.

Ama öte yandan, hükümet, tarım alanından çıkarttığı insanlara başka bir istihdam alanı önermiyor. Şehirlerde veya köylerde onlara başka bir çalışma alanı sunmuyor. Bu, neticede milletin olan üretken şirketleri pratikte özelleştiren, sanayileşme konusunda işlerliği olan bir plandan yoksun bir hükümet. Onun sanayi politikası, sadece sloganlardan ibaret. Kırsal alanda tarım dışı istihdam alanları konusunda herhangi bir çözüm önerisine sahip değil. Hatta saçma sapan ekonomi politikalarıyla çiftçilik dışı alanlarda elde edilen gelirlerin dibe vurduğu sürece katkıda bulunuyor. Eğer bu hükümet, Hindistan tarımının iyice şirketlerin eline geçmesi için çalışmaya devam edecek olursa, gelecekte hiçbir şekilde “proleterleşme süreci”ne veya belirli bir düzene sahip yapısal dönüşüme tanık olunmayacak. Milyonlarca insan, aşırı yoksullukla ve işsizlikle boğuşmak zorunda kalacak.

Hindistan tarımının herkesin bir biçimde vakıf olduğu diğer bir sorunu da asgari destek fiyatının çiftçilere hiçbir kazanç sağlamıyor olması ve bir tür piyasa göstergesi olarak gördüğü işlevi bir şekilde yitirmesi. Yani asgari destek fiyatının “asgari” fiyat olarak sahip olduğu değer, artık çiftçiler için önemli değil. Bunun kısmen nedeni, hükümetin birçok eyalette muhtelif tarım ürünlerini daha az tedarik ediyor olması ki bu da asgari destek fiyatının anlamını yitirmesine neden oluyor. Hükümetin tedarik ettiği ürünler, toplam tarımsal ürün satışının sadece yüzde beşini teşkil ediyor. Tedarik miktarının dibe vurması, aynı zamanda, milyonlarca Hintlinin hayatta kalma konusunda bel bağladığı kamusal dağıtım sistemi için alarm zillerinin çalması anlamına geliyor. Bu süreç doğalında, gıdayı üretmenin yanında aynı zamanda tüketen birçok çiftçiyi de etkileyecek.

Diğer bir sorun da kurala bağlanmış, düzene sokulmuş toptancı pazarlarının önemli bir bölümünün çiftçilere fiyat dayatan ve politik zırha sahip olan tüccarların ve toprak ağalarının eline henüz geçmemiş olması. Öte yandan, bu pazarların lisans şartları, kredi düzenlemeleri ve depolama tesisleri gibi alanlarda yapılacak değişikliklerle reforma tabi tutulabileceğini görmek gerekiyor.

Protestolardan Çıkartılacak Dersler

Hindistan tarımı, uzun zamandır kimi sorunlarla uğraşırken, bu çıkartılan kanunlar, ilgili sorunların daha da derinleşmesine ve ağırlaşmasına neden oldu. Tarım pazarının şirketlere açılması, yukarıda bahsi edilen sorunların hiçbirisini çözmeyecek. Mumbai’de düzenlenen bir gösteride bir çiftçi lideri, şirketlerin tarım pazarlarını ele geçirmesinin ne anlama geldiğini gayet güzel izah ediyordu: büyük bir şirket gelip kilo başına 10 rupi yerine 15 rupi verip mahsulü satın alabilecek. Tüm tüccarların şirketlerin daha fazla alan bulup daha fazla kazanç elde etmesi sebebiyle piyasadan çekileceği koşullarda şirketler, çiftçileri haraca bağlayacak ve mahsul için kilo başına 5 rupi verip aynı ürünü piyasada 50 rupiye satacak.

Alım fiyatlarının düşürülmesinin tekelleşme sürecine katkıda bulunduğunu gayet iyi izah ediyor bu örnek. Aynı zamanda düzenlenen protestoların sunduğu ilk dersi de özetliyor: neoliberalizm karşıtı bir hareket, periferi ülkelerde etkin bir yapıya kavuşabilir, neoliberal politikaların doğrudan etkilediği insanlar bu tür hareketleri örgütleyebilirler. Böylesi bir hareket, emekçi halkın birliği sağlandığı vakit ortaya çıkacaktır.

Bu süreçte sanayi proletaryası içerisinde nispeten zayıf bir konuma sahip olsa bile sol sendikalar çiftçilerle dayanışma içerisine girebildiler. Bu da işçi-köylü birliğinin dünya genelinde neoliberalizmin yarattığı ideolojik ortamın hüküm sürdüğü koşullarda bile, hâlen daha imkân dâhilinde ve gerekli olduğunu ortaya koyuyor.

Çıkartılacak ikinci ders, kendi içinde bölünmüş, farklı katmanlara ayrılmış olan köylülüğün mevcut meseleleri temel alan hareketlerle bir araya gelebildiği ile ilgilidir. Hintli çiftçiler, kendi içerisinde kast ve sınıf temelinde bölünmüş durumdadır. Ülkede kapitalist çiftçiler, toprak ağaları, yarıcılar, küçük çiftçiler, tarım işçileri vs. vardır. Birçoğu kendi toprağını ekip biçmekte, ama aynı zamanda başka çiftçilerin topraklarında çalışmaktadır.

Proleterleşme, köylülüğün de bizatihi şahit olduğu bir gelişmedir. Öte yandan, küçük ölçekli üretim yapan kapitalistler de küresel finans sermayesinin daha fazla ekonomik karar dikte ettiği koşullarda, mevcut sınıfsal konumunun değiştiğini görmektedir.

Meseleleri temel alan bir toplumsal birliği, bu türden değişen koşulları dillendirip müşterek çıkarları ön plana çıkartmak suretiyle tesis etmek, solun işidir. Sol, uzlaşmaya açık, çözümlenmesi mümkün çelişkileri uzlaşmaz çelişkilerden ayırmak, buradan da kitle hareketleri inşa edebilmek için toplumsal farklılıkları ve ayrışma çizgilerini bilince çıkartmak zorundadır. Sol, sınıf meselesini statik değil dinamik bir yaklaşım üzerinden ele almalı, sınıfın nasıl değiştiğini değerlendirmeye tabi tutmalıdır. Tarım ürünleri alıp satan küçük ölçekli tüccarlar, sokakta kendi tezgâhında sebze satan satıcılar ve kır proletaryası ortak çıkarlara sahiptir, çünkü bu insanlar, ileride hep birlikte yoksullaşma riski ile karşı karşıyadır.

Uzun yılları alan çalışmaların ardından, belirli sınıfları ve örgütleri kesen bir birlik inşa edilebilmiştir. 2016’dan beri yaşanan tarım krizi, kitlelerin irili ufaklı yürütülen ajitasyon çalışmalarına cevap vermelerini sağlamıştır. 2018 yılında ilk kez 250 çiftçi örgütü bir araya gelip en az elli bin çiftçinin katıldığı bir uzun yürüyüş örgütlemiş, Mumbai şehrine yapılan bu yürüyüş ülkenin geri kalanını uykusundan uyandırmış, insanların köylerdeki sorunları ve sıkıntıları görmesini sağlamıştır. Kızıl bayraklarla ve nasır tutmuş ayaklarla yapılan bu yürüyüşü mümkün kılan birlik, Hindistan Komünist Partisi (Marksist) isimli partiye bağlı çiftçi örgütü Tüm Hindistan Kisan Sabha’nın (Tüm Hindistan Çiftçileri Birliği) çabalarının bir ürünüdür. Birçoğunun altında solun imzasının bulunduğu, başka bölgelerde yürütülen kitle çalışmaları, bugün tanık olduğumuz gücün oluşmasına katkıda bulunmuştur.

Kast ve kastçılık, köylülük içerisinde derin kökleri olan bir meseledir. Hindistan’da çiftçi hareketleri meydana getirmek, alt kasttan tarım işçileri arasında çalışan komünist partilerin ve onlara bağlı çiftçi birliklerinin işidir. Bu iş dâhilinde üst kasttan katılımcıların önyargılarıyla mücadele edilmeli, kastın emekçi halk içerisinde yol açtığı ayrışmalar açığa çıkartılmalıdır. Bu birlik meydana getirilirken, toprağın yeniden dağıtılmasına, kırsalda yeterli istihdamın güvence altına alınmasına ve tarımda kooperatiflerin geliştirilmesine dönük ihtiyaç, hiçbir şekilde akıldan çıkartılmamalıdır. Topraksız köylülerin ve marjinal çiftçilerin çilesi, bahsi geçen kanunlar iptal edildiği vakit, doğalında ortadan kalkmayacaktır. Çiftçiler içerisinde çoğunluğu teşkil eden kadın çiftçilerin sorunları da tarımdaki genel sıkıntıyla bağlantılı olsa da özel bir ilgiyi hak etmektedir. Hareket, yeni hâkimiyet biçimlerine doğru kendiliğinden yol açacağına, teori harekete yön vermeli, ona kurtuluşun yolunu göstermelidir.

Üçüncü dersse devletin sınıfsal niteliğini görmekle ilgilidir. Ülke genelinde çiftçi örgütlerinin hayatı durdurma eylemleri ardından hükümetle yürütülen görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla birlikte çiftçilerin meydana getirdiği ortak hareket, yeni bir slogan belirledi: “Hükümetin tek derdi, istifçilik, Adani ve Ambani”. Adani ve Ambani, bu kanunlar sayesinde en fazla kazanç sağlayacak iki işadamı. Slogan, kışın ortasında eylem yapan çiftçilere tomalarla saldıran devletin büyük sermayenin çıkarları adına hareket ettiğini gayet yalın bir dille izah ediyor.

Çiftçiler, Ambani’nin sahibi olduğu Reliance şirketinin binası önünde de eylem yapmayı planladılar, hatta başka ürünlerin yanında, Reliance’ın sattığı sim kartlarının boykot edilmesi çağrısında bulundular. Bu türden taktikler, öfkeyi soyut bir “siyasetçiler” kategorisindense, hükümetin iplerini elinde bulunduranlara yöneltiyor.

Özetle; bu güçlü hareket, başka hareketlerin pek beceremediği bir işi yaptı ve Modi hükümetine meydan okumayı bildi. Sınıf temelli bir hareket olduğu için bu hareketin önceki toplumsal hareketler gibi şeytanlaştırılması pek mümkün değil. Zira başbakan da önceleri “muhalefet bazı çiftçileri yanıltıyor” derken, sonraları “yalvarırım, gelin oturup bu kanunları tartışalım” demeye başladı.

Kitlelerdeki kaynaşma ve ortaya çıkan hareketlilik, Hindistan’da köylülüğün hâlen daha güçlü olduğunu, onun her türden dönüştürücü politik projenin ve faaliyetin omurgasını teşkil etmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Jai Vipra
28 Aralık 2020
Kaynak

0 Yorum: