13 Mayıs 2022

,

Marx’ın Hukuk Eleştirisi ve Neoliberal İnsan Hakları


Jessica Whyte’ın yeni kitabı The Morals of the Market [Piyasanın Ahlâkı], hepimizin arzuladığı bir bilgi birikiminin ürünüdür. Çalışma, meseleleri doğru bir biçimde kavrayan, okuru düşünmeye teşvik eden, her şeyden önce, kolay anlaşılır ve merak uyandırıcı bir eserdir. Kitapta Whyte, “insan hakları ile neoliberalizm arasındaki tarihsel ve kavramsal ilişkiler”in izini sürmektedir. Yazarın yaptığı bu müdahale, son dönemde neoliberalizmle insan hakları arasındaki bağların tartışılmasını sağlamıştır. Bilindiği üzere bu bağlar, yetmişlerden beri, en azından iki sebep üzerinden, tüm dünya genelinde önemli görülmeye başlanmıştır.

Kavramsal açıdan kitap, neoliberalizmi salt ekonomi politikaları kümesi veya piyasacı köktencilik öğretisi olarak ele almıyor. Meselenin ahlâki boyutunu bütünsel ele alan kitap, insan haklarını piyasanın ahlâkı bağlamına oturtuyor, bu noktada da Friedrich Hayek, Ludwig von Mises ve Wilhelm Röpke gibi neoliberalizmin önemli düşünürlerini titiz bir okuma sürecine tabi tutuyor.

Whyte’ın da yazdığı biçimiyle yirminci yüzyıl neoliberallerinin diriltmeye çalıştıkları “rekabetçi piyasa, kaynakları verimli biçimde dağıtmanın aracı olarak görülmekle kalmaz, ayrıca o, ahlaklı ve medeni bir toplumun temel kurumu olarak yüceltilir.” Bu bakış açısı üzerinden yazar, neoliberallerin insan hakları üzerine kurulu dili kendi projelerini gerçekleştirmek için nasıl kullandıklarını, neoliberallerin sürekli haklardan söz edişinin ve bu hak söyleminin sonraki süreçte insan hakları çalışması yürüten STK’larca nasıl benimsediğini açıklar.

Whyte, “neoliberal insan hakları” terimini belirli hakları içeren bir listeyi ifade etmek veya neoliberal fikirlerle uyuşan bir insan hakları pratiği ve anlayışına işaret etmek için kullanmaz. Bu neoliberal fikirler, şu türden önemli tespitleri içermektedir:

a. Siyasetteki şiddetin aksine piyasalar doğaları gereği barış yanlısıdırlar;

b. Piyasanın serbest olması, dünya barışının ve insan haklarının gerçekleşmesi için temel önkoşuldur;

c. İnsan hakları, piyasanın düzeniyle uyumlu olmalı, ona müdahale etmemeli, bu düzeni sürekli desteklemelidir.

Tarihsel planda Whyte’ın kitabı, sadece yetmişlere odaklanmaz, ayrıca iç içe geçen iki projenin izlerini sürer, dolayısıyla neoliberal, insan haklarının ortaya çıkışına bakar. Bu süreçse İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ardından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin hazırlanması ile başlar, üçüncü dünyaya sömürgecilikteki adaletsizlikleri giderecek yeni bir beynelmilel ekonomik düzenin vaaz edildiği dekolonizasyon sonrasında yaşanan ilk neoliberal deneyi keserek bugüne dek uzanır.

Sonuçta da ortaya neoliberalizmin ve insan haklarının kuruculuk esası üzerinden el ele ilerlediği, dünya genelinde kapitalist toplumsal ilişkileri nasıl tatbik ettiği ile ilgili güçlü bir anlatı çıkar. Kitap, bir yandan da insan haklarının alternatif politik projeleri, bilhassa sosyal devletçiliği ve üçüncü dünyanın dünya genelinde ekonomik kaynakların yeniden dağıtılmasına dönük arzularını nasıl bastırdığı üzerinde durmaktadır.

Bu kısa yazıda amacım, Whyte’ın hikâyesini aktarmak değil. Bilâkis, burada ben onun Marksizmin hukukla ilgili eleştirisine yaptığı katkıyı tartışmak istiyorum. Whyte’ın çıkarımına göre neoliberalizm ve insan hakları, “yoldaş” kavramlardır. Bu yaklaşımı ise Samuel Moyn’un son çalışmalarıyla çelişmektedir. Zira Moyn, insan haklarının tarihini yetmişlerden başlatır.[1] Hatta Moyn sonraki çalışmalarında, insan hakları ile neoliberalizm arasındaki paralelliklerin tesadüfî olduğunu söyler. Ona göre insan hakları, neoliberalizm projesinin güçsüz bir yoldaşıdır; dolayısıyla neoliberalizmin suçu günahı insan haklarına yüklenmemelidir.[2]

Moyn çalışmasında, hâkim yaklaşımla Marksist yaklaşımı karşı karşıya getirir.[3] Ona göre hâkim yaklaşım, insan haklarını piyasanın aşırılıklarını sınırlamanın bir yolu olarak takdim eder, ama bu yaklaşım pratikte çürütülmüştür. Buna ek olarak insan hakları ise maddi eşitlikten ziyade yeterliliği asgari düzeyde tutmaya vurgu yapar. Bu da insan haklarının piyasacı köktenciliğe karşı koyamamasına neden olur (Bu, Moyn’un son kitabının isminin neden Yeterli Değil olduğunu açıklar).[4]

Buna karşılık, Moyn’un benimsediği “Marksist” konum ise küresel neoliberal kapitalizm ile insan hakları arasında kopmaz, nedensellik ilişkisi üzerine kurulu bir bağ bulur ve ikisi arasındaki bağı abartır.

Whyte’ın kitabının “Marksist” olarak sınıflandırılıp sınıflandırılamayacağı sorusunu şimdilik bir kenara koyalım. Whyte çalışmasında, insan hakları ile neoliberalizm arasında sıkı bir bağ olduğunu söylüyor. Marksizmin insan hakları ile ilgili farklı yaklaşımlara sahip olduğu koşullarda[5] Whyte, neoliberalizmin insan haklarına “ihtiyaç”[6] duyduğunu iddia ediyor.[7]

Samuel Moyn, esasen Marksist yaklaşıma kısmen Yahudi Sorunu’nda Marx’ın getirdiği eleştirideki “anakronizm” sebebiyle itiraz eder.[8] Bu metinde Marx, İnsanların ve Yurttaşların Hakları Beyannamesi’nde belirtilen ve Fransız Devrimi sonrası benimsenen hakları eleştirir. Burada politik haklar, yurttaşlık hakları, vicdan özgürlüğü, mülkiyet, özgürlük, güvenlik ve eşitlik haklarından oluşmaktadır. Bunlar, genelde günümüzdeki insan haklarının öncüsü olarak görülmektedir.

Marx’a göre bu haklar, “temelde sivil toplumun üyesi olarak egoist insanın, yani kendi içine çekilmiş, özel çıkarı ve özel arzuları toplumdan ayrışmış bireyin hakları”nı ifade eder.[9] Moyn’un Marx’ın ilk çalışmalarına yönelik şüphesi, üç temel önermeye dayanır. İlk önerme dâhilinde Moyn, Marx’ın hukuk eleştirisi ne kadar ikna edici olursa olsun insan haklarının sözleşmenin ve mülkiyetin dar anlamda korunmasını öngören on dokuzuncu yüzyıla has yaklaşıma indirgenemeyeceğini söyler.[10] İkinci önermeye göre Marx’ın tanık olduğu küreselleşen kapitalizmle bizim dünya arasındaki büyük bir fark vardır. [11] Son önerme ise şudur: “Marx’ın ilk eleştirisinin günümüzde beynelmilel ve küresel insan hakları politikasına uygulanması için önemli bir teorik çalışmaya gerek vardır.”[12]

Kitabın giriş bölümünde Whyte, Moyn’un ilk argümanını ele alır. Whyte’a göre on dokuzuncu yüzyıldaki insan hakları ile bugünkü insan haklarının farklı olduğunu söyleyenler yanılmaktadır, çünkü bu kıyaslama, neoliberalizmin bildiğimiz serbest piyasacı liberalizmden farklı olduğunu görmemektedir, zira neoliberalizm, farklı bir dizi hukukî ve politik düzenlemeye ihtiyaç duymaktadır. Whyte’a göre temel mesele, neoliberallerin mülkiyet haklarını ve sözleşmeleri korumanın rekabetçi bir dünya pazarının oluşturulması için gerekli, ama kifayet etmeyen bir koşul olduğunu düşünmeleridir.

Bu noktada Whyte, argümanını desteklemek için Marx’ın da eleştirdiği insana ait hakları neoliberal insan hakları anlayışları ile kıyaslar. Whyte’ın da anımsattığı biçimiyle Marx, serbestiyet hakkının temelde insanın insandan ayrılması hakkı, başkalarına zarar vermeyen her şeyi yapma, icra etme hakkından başka bir anlam ifade etmediğini söyler.[13] Neoliberallerse bu noktada ufak bir müdahalede bulunurlar ve pazarın insan haklarının önkoşulu olduğunu iddia ederler. Neoliberaller, insan haklarının ancak, Whyte’ın da ifadesiyle, “özgürlüğün sınırı”nda, yani “pazarın egemenliği”yle ve rekabetçi kapitalist düzenin üretildiği süreçle uyumlu eylemlerle gerçekleşebileceğini düşünürler. Sonuç olarak neoliberaller, serbestiyet hakkını “pazara zarar vermeyen her şeyi yapma hakkı” olarak anlarlar.

Aynı şekilde Whyte, Marx’ın, eşit olma hakkının, “özünde kendine yeterli bencil öze sahip”[14] biri olmak için eşit haklara sahip olmanın, politik olmayan bir yönelim olduğunu söylediğinden bahseder.[15] Birçok neoliberalse esasen insanların eşit olduklarına inanmaz. Bu insanlarda pazara yönelik düşkünlük, ırkçı bir zemine dayanır. Aynı şekilde cinsiyet ayrımcılığı üzerine kurulu işbölümü, evin sorumluluğundaki biyolojik ve başka türden ihtiyaçların karşılanmasını güvence altına almaktadır. Ama hiçbir koşulda devlet, aile gibi hareket etmez. Bu, neoliberallerin kökeni Yunanca “hane” (oikos) kelimesine dayanan ekonomiden neden hiç haz etmediklerini de izah eder.

Neoliberal eşitlik anlayışını asıl biçimlendiren, rekabetçi piyasa düzeninin inşa sürecinin nasıl hızlandırılacağı, ama bir yandan da onun önceden varsaydığı ırk ve toplumsal cinsiyet temelli hiyerarşileri nasıl koruyacağı ile ilgili endişelerdir. Buradan, eşitlik hakkı resmi bir biçime, dile kavuşturulur ve o, “herkesin yeniden dağıtımla ilgili politik talepler karşısında elinde eşitsiz bir biçimde bulunan serveti ve gücü koruma hakkı” olarak tarif edilir.

Whyte devamında, Marx’ın güvenlik hakkı eleştirisini ele alır ve onu “yüceye yerleştirilmiş toplumsal ‘sivil toplum’ anlayışı” olarak tarif ettiğini söyler.[16] Marx’a göre güvenlik, kontrol ve denetleme meselesiyle bağlantılıdır. Kontrol ve denetleme anlayışında ise tüm toplumun amacı, üyelerinin her birinin kişiliğini, haklarını ve mülkiyetini korumak için vardır.”[17]

Whyte’ın da ortaya koyduğu biçimiyle, “neoliberallerin amacı ise toplumun bu işlevini tüm dünyaya teşmil etmek ve kapitalist toplumsal ilişkilerin yeryüzüne yayılmasını amaç edinen devlet şiddetini meşrulaştırmaktır.” Piyasanın doğası gereği barış yanlısı olduğuna dair iddialarına aldırış etmeyen neoliberaller, “devletin piyasa düzenini tehdit eden herkesi döve döve teslim alma hakkını ifade eden bir güvenlik anlayışı geliştirirler.”

Whyte çalışmasını, mülkiyet hakkına ilişkin kıyaslamalı bir analizle neticelendirir. Bu analiz kapsamında yazar şu tespiti yapar: Marx’a göre hak, “özçıkara sahip olma hakkı” demektir”[18], bu da tüm kapitalist sistemin temelini teşkil eder. Neoliberaller, “zenginliğin ondan en çok faydalanacak olanların ellerine teslim edilmesini” güvence altına alan mülkiyet haklarının önemini görürler, ama bir yandan da neoliberaller, mülkiyet haklarının güvence altına alınması için gerekli koşullara vurgu yaparlar. Bu vurgu dâhilinde neoliberaller, dünya genelinde özel şirket yatırımlarının ihtiyaç duydukları kurumsal yapıları ve ‘iyi yönetişim’i dayatma hakkı olarak gördükleri mülkiyet hakkını desteklerler.

Neoliberal insan haklarının temel özelliklerini güçlü bir teorik değerlendirme üzerinden ele alan Whyte, Moyn’un neoliberalizmin insan hakları ile salt bu haklar artık özel mülkiyet haklarını korumuyor diye ilişkilendirilemeyeceğine dair tespitine karşı çıkar. Lâkin Whyte’ın bu analizinin Marksist bir analiz olup olmadığı şüphelidir. Zira Whyte da Marx’ın haklarla ilgili eleştirisine dönmediği gibi, kendi argümanını insan hakları konusunda Marksizm içerisinde süren tartışma bağlamına oturtmaz. Ayrıca Whyte, kendi anlattığı hikâyeyi tarihsel materyalizm geleneğine de bağlama gereği duymaz.

Kitabın amacı, insan hakları ve neoliberalizm denilen, liberalizmin icat edip dirilttiği iki hususun neden aynı anda sahneye çıktığını, bu ikilinin yürüdüğü yolların neden hep kesiştiğini izah etmektir. İnsan hakları ve neoliberalizmin yollarının kesişmesi, yazara göre, liberalizm ve bir dizi türevinin kapitalizmle ilişkisiyle alakalı bir gelişmedir. Bu ilişki, geçmişte yürütülen, düşünce tarihine dair analizlerin fazla basit ve soyut kalmasına neden olmuştur. Buna karşılık, Whyte’ın kitabı, esas olarak insan hakları ile neoliberalizm arasındaki kavramsal ve tarihsel yakınlıkların üzerindeki örtüyü kaldırmak için fikirler düzeyinde bir faaliyet yürütmektedir. Kitabın amacı, kapitalizmin yapısal değişimleri uyarınca hakların içeriğinde ve biçiminde yaşanan değişimlerin dökümünü yapmak değildir.

Dolayısıyla kitap, Moyn’un günümüz kapitalizminin özgüllüğünü ele alma zorunluluğuna dair tespitine karşı çıkar. Şurası kesin ki Marksist bir yaklaşım, insan hakları olgusunun kapladığı yeri, kapitalizmin uluslararasılaşması, kapitalist toplumsal ilişkilerin giderek ulusötesileşmesi ve günümüzde aldığı küreselleşmiş neoliberal biçimi dâhilinde kapitalist üretim tarzının sürdürülmesi ve yeniden üretilmesi için gerekli o karmaşık bir yapı arz eden politik, hukukî ve ideolojik düzenlemeler bağlamı dâhilinde, sürekli değerlendirmek zorundadır. Ama aynı zamanda Marksist bir yaklaşım, liberal haklar ile neoliberal haklar arasındaki süreklilikleri de ele almalı, dolayısıyla, Marx’ın ilk dönem kaleme aldığı eleştirinin geçerli olup olmadığını sorgulamalıdır.

Whyte, “rekabetçi piyasanın barışın, özgürlüğün ve hakların olmazsa olmaz şartı olarak gören anlayış, neoliberal insan haklarının, tüm bireyleri, en egoist olanları bile korumak değil, piyasanın düzenini muhafaza etmek için varolduklarını söyler. Ama Marx’ın eleştirisinin sadece veya esas olarak burjuva insanın koruyucuları olarak haklar meselesine odaklanıp odaklanmadığı kesin değildir. Marx’taki insan hakları eleştirisi, kapitalizm koşullarında politik kurtuluşun ve özgürlüğün sahip olduğu eleştirilere yönelik kapsamlı eleştirinin bir parçasıdır. Marx, bu özgürlük kavramını eşit yurttaşlık ve politik katılım ile ilgili hakların bağışlanması meselesine atıfla kullanır.

Marx’a göre önemli bir kazanım olsa da politik katılım meselesi, insanın gerçek manada özgürleşmesini ifade etmez, çünkü genel sivil toplum sahasında bireyler arasındaki eşitsizlik kökten hâlledilmemiş, bireyler, kendi varlıklarını ortak insanlık ailesinden kopartmışlardır. Bu bağlamda Marx, esasında politik toplumun üyeleri yerine sivil (burjuva) toplumun üyeleri olarak bireylere bahşedilen hakları ifade ettiğini söylediği insan haklarını bu hakların eşitsiz kapitalist ilişkilerin sürdürülmesine ve insanın gerçek manada özgürleşmesine dair her türden ihtimali ortadan kaldıran piyasa düzeninin muhafaza edilmesine katkı sunduğu tespiti üzerinden eleştirir.

Sonrasında kaleme aldığı çalışmalarında[19] Marx (ve Marksistler) daha çok, bir bütün olarak kapitalist düzenin teşkili ve yeniden üretiminde hukukî hakların rolüne daha fazla vurgu yapmıştır. Politik özgürlükler dâhil tüm özgürlükleri piyasa düzeninin sahip olduğu egemenliğe tabi kılan neoliberal insan hakları bu bağlamda eleştirilmiştir. Marx, Fransız devrimcilerini “yurttaşlığı, politik toplumu salt burjuva insanın haklarının korunması için gerekli araçlara indirgediği” için topa tutmuştur.[20]

Devamında Whyte, neoliberal hakların klasik liberal haklardan farklı olduğunu tespit eder. Bunun sebebi, neoliberal hakların farklı bir ekonomik gerçeklik tarafından biçimlendirilmiş olması, ama aynı zamanda bu hakların neoliberalizmin piyasanın ahlâki kurallarını herkese telkin etmeyle ilgili girişimlerinin ana bileşeni hâline gelmesidir. Neoliberal haklar, Hayek’e göre rekabetçi piyasa için gerekli temel şartları ifade eden, “ortak amaçlara ulaşma konusunda atılan adımların üzerinde tutmamız gereken özçıkar peşinde koşma meselesini öncelikli gören o bireyci ticaret değerleri”ne denk düşer.

Burada bir kez daha, haklar meselesi iki farklı açıdan ele alınmaktadır ve bu aradaki açı sorgulanmalıdır. Marx, tam da insan haklarını, onda egoist, kendi çıkarını düşünen insan biçimini almış, onda somutlaşıp istikrar kazanmış burjuva öznellik üzerinden eleştirir. Bu açıdan ele alındığında piyasacı aklın ve ahlâkın belirli bir biçimini zihinlere aşılama çabası, pek de neoliberal insan haklarının korunması çabası olarak görülemez.

Buna karşın, Whyte’ın anlattığı hikâye, Marksist hukuk teorilerine kıymetli bir katkı sunmaktadır. Bir yönüyle kitap, Marksizmin haklar meselesine yönelik değerlendirmesinin hâlen daha kıymetli ve önemli olduğunu teyit etmektedir.

İnsan haklarına dair neoliberalizmin hegemonik yapısına hizmet eden anlayışlarla küresel neoliberal düzen arasındaki simbiyotik ilişkiyi ifşa etmek suretiyle kitap, kapitalizmin genişlemesinde ve yeniden üretiminde insan haklarının oynadığı rolün bundan sonra da incelenmesi gerektiği yönünde çağrıda bulunmaktadır. Daha da önemlisi kitap, kapitalizmin doğasını karmaşık bir bütünlük olarak ele alınmasının şart olduğunu söylemektedir. Bu da ekonomik indirgemecilikten veya bir üretim tarzı olarak kapitalizme salt ekonomik açıdan yaklaşmaktan uzak durulmasını gerekli kılmaktadır.

Whyte’ın kitabı, neoliberal dönemde kapitalist toplumsal ilişkilerin yeniden şekillendiğini, bu bağlamda, mülkiyet ilişkilerinin aldığı, ulusal sınırları dikine kesen yeni biçimleriyle birlikte farklı bir zemine kavuştuğunu ortaya koyuyor. Bu anlamda, hukuk teorisi, Marx’ın Kapital’e eklemeyi planladığı iki cildin konusu olarak kapsamlı bir devlet teorisi ve dünya pazarı teorisi temelinde ele alınmalı.

Whyte’ın kitabının da ortaya koyduğu biçimiyle neoliberaller, Marksizmin geliştirdiği emperyalizm teorilerinin ağırlığını görüyorlar, bu teorilerden çok korkuyorlar, bu nedenle, neoliberaller, Marksizmin kapitalizmin, savaşın ve şiddetin birbiriyle bağlantılı konular olduğuna, dolayısıyla, küresel adalet ile ilgili her türden gerçek programın sadece eşitlikçi değil antikapitalist de olması gerektiğine dair argümanlarına karşı koymak için geliştirilmiş, piyasaların şiddetten uzak niteliği ve ticaretin barışçıl etkileriyle ilgili düşünceleri yeniden diriltmek için çok çaba sarf ediyorlar.

Whyte kitabında, aynı zamanda, hukuk teorilerinin sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırksal ilişkiler ile ilgili analizler temeline oturtulması gerektiğinden söz ediyor. Çünkü piyasanın ahlâki kuralları, bu üç olguya dair önerme ve tespitleri içeriyor.

Whyte’ın kitabı ayrıca, Moyn’un Marx’ın eleştirisinden istifade edilemeyeceğine dair tespitini eleştirmek için de kullanılabilir. Esasında mesele, Marx’ın hukuk eleştirisinin günümüz koşullarına uyarlanması için belirli bir güncellemeye ihtiyaç duyup duymaması değildir. Bilâkis, ister on sekizinci yüzyıl burjuva devrimlerinin gündeme getirdiği hakları, isterse yakın dönemde devlete dayatılan hakları ele alsın, her türden insan hakları teorisi, Marx’ın sermayeye dair anlayışını ve eleştirisini esas alan, o bitmemiş projeyi idrak etmesi şarttır.

Neoliberal haklar ve insan hakları ile ilgili olarak sunduğu o zengin ve yetkin değerlendirmeyle Whyte bize, söz konusu projeyi ileriye taşımak için ihtiyaç duyduğumuz o güçlü cephaneyi temin ediyor.

Eva Nanopulo
6 Mart 2020
Kaynak

Dipnotlar
[1] Samuel Moyn, The Last Utopia: Human Rights in History (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2010).

[2] Samuel Moyn, Not Enough: Human Rights in an Unequal World (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2018), 192.

[3] Samuel Moyn’un yürüttüğü tartışma için bkz.: “A Powerless Companion: Human Rights in the Age of Neoliberalism” (2014) 77 Law and Contemporary Problems, s. 147.

[4] Moyn, Not Enough.

[5] Steven Lukes’un “Can a Marxist Believe in Human Rights?” (“Bir Marksist İnsan Haklarına İnanabilir mi?” -Praxis International Sayı 4, s. 334) isimli çalışmasının yayımlanmasından sonra başlayan tartışmanın genel ve faydalı bir özeti için bkz.: Paul O’Connell, “On the Human Rights Question” (2018) 40 Human Rights Quarterly 962, s. 964–75.

[6] Moyn, “A Powerless Companion”, s. 150.

[7] İlginç bir tartışma için bkz.: Zak Manfredi, “Compatibility as Complicity? On Neoliberalism and Human Rights“, LPE Blog (28 Mayıs 2018).

[8] Karl Marx, “On the Jewish Question“,Karl Marx, Early Writings içinde, Çev. Rodney Livingstone ve Gregor Benton (Harmondsworth: Penguin, 1990).

[9] Marx, “Jewish Question”, s. 230.

[10] Moyn, Not Enough, s. 175.

[11] Moyn, “A Powerless Companion”, s. 152.

[12] Moyn, “A Powerless Companion”, s. 153.

[13] Marx, “Jewish Question”, s. 229.

[14] Marx, “Jewish Question”, s. 230.

[15] A.g.e.

[16] A.g.e.

[17] A.g.e.

[18] Marx, “Jewish Question”, s. 229.

[19] Örneğin bkz. Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, Cilt. 1 (Harmondsworth: Penguin, 1990), Bölüm. 2, 10 ve Kısım. 8.

[20] Marx, “Jewish Question”, s. 231.

0 Yorum: