1
Mayıs 2022. Her yerde karşımıza, sendika yürüyüşlerindeki edilgenlik ve o
ürkütücü uyuşukluk çıkıyordu. Neyse ki Paris, Nantes ve Rennes gibi şehirlerde
düzenlenen gösteriler dümenini isyandan yana kırdı. Neticede bugün mevcut iktidara
karşı yürütülecek mücadelenin oy kabinlerinde verilmediğini, verilemeyeceğini hatırlamakta
fayda var.
Asıl
can sıkıcı olan da onların bizi yemeden önce batıracakları sosu seçme konusunda
bu kadar gayretli ve istekli olduğumuzu görmek. Ayrıca, “faşist tehdidin”
insanları seçim oyununa giderek daha fazla dâhil olmaya ittiğini, hatta
kendisini “devrimci” olarak tanımlayanların, son beş yılını sokaklarda geçirmiş
olanların bile, bu oyuna dâhil olduklarını görmek de çok can sıkıcı. Ehven-i
şerrin şerri durdurmadığı gerçeğini hep unutuyoruz. “Beni kimse yönetemez”
diyen bir kuşağın son beş yıl içerisinde tümüyle yönetilir hâle gelişini görmek
de tuhaf bir gelişmeydi.
Bu
kuşak değişti, çünkü sol, görevini layıkıyla ifa etti. Son beş yıl içerisinde
sol, tüm direniş kanallarını pasifize edip, onları belirli bir yöne yöneltmeyi
başardı. Sol, iktidarın hayırlı bir siyaset ortaya koyabileceğine dair o bildik
ümidi, o vehmi yeniden üretmeyi bildi. Oysa gerçekte iktidar, o uygulayanların
boyunu aşan bir mantıktır. Dünyadaki tüm iyi niyetler bir araya gelse dahi bu
kural geçerliliğini yitirmez.
Sol,
iktidarla mücadele etmiyor, yalnızca onun yönetilmesi konusunda başka bir
yöntem öneriyor. İktidar, tabii ki başka türlü icra edilebilir, ama asla iyi
bir şekilde yönetilemez.
Hâlen
daha bu mantığın sınırları dışına çıkma umudunda olanların, iktidarın kurallarını
belirlediği her türden oyundan uzaklaşmalarının vakti gelmiştir.
O
hâlde sandığa gitmemenin zaruri olduğu ortada, kimseyi bu gerçeği ikna etmeye gerek
bile yok. Görebildiğimiz kadarıyla, seçimlere yönelik ilgisini giderek daha
fazla sayıda insan yitiriyor. Ama belirtmek gerek ki bu oy vermeme tavrı,
iktidara karşı bir duruşu hiçbir şekilde içermiyor. Bu tavır, en iyi hâliyle, partiler
arasında pek bir farkın bulunmadığı konusunda bir aydınlanma yaşandığının delili
olabilir. Seçim olup bittikten sonra insanlar, gündelik işlerine dönüyorlar, ama
mevcut mekanizma hep olduğu gibi, hakkında oylama yapılıp yapılmadığına bakmadan,
sorunsuzca işlemeye devam ediyor. Bizim oy kullanmamamız demokrasinin umurunda
olmadığı gibi, bu durum, onun işine bile geliyor aslında. Bu anlamda, sandığa
gitmeyen de kendince bir işleve sahip: O, cumhuriyetin geri kazanılabileceği
konusunda sosyologların dillerine doladıkları yalana bağlanıyor, kendisine sunulan
boş koltuğa kuruluyor.
Gene
de belirtmekte fayda var: seçimin birinci ve ikinci turlarının gerçekleştirildiği
günlerin akşamında, sağda solda, Sorbonne’un işgali, radyo sinyallerinin ele
geçirilmesi ve fiber optik kablolara yapılan sabotajlar türünden kimi eylemlere
tanık olundu. Fakat “Ne Macron Ne Le Pen” sloganı her yana yayılsa da düzen
siyasetinin ötesine taşan bir arzuyu dile dökmekten uzaktı. Kimi radikal
isimler, bu slogana “Ne de Mélenchon” ekini yapmaya çalışsalar da insanlar, onları nihilizmin
eşiğindeki kişiler olarak gördüler. Ortada büyük bir politik boşluk mevcuttu ve
bu boşluğa düşmüş kişilerin tek ümidi, Sosyalist Parti’nin basit manada güncellenmesi
yönündeydi. Bu tür bir yaklaşım dâhilinde radikal sol, düzen solunun kuyruğuna
tutunmaktan gayrı bir şey yapmış olmuyordu.
Zira
sol, budünyaya yönelik itirazı ne kadar büyük olursa olsun, feminizm, kesişimsellik,
ekoloji ve ırkçılık karşıtlığı denilen, politik kimlikler içerisinde son
dönemin moda olan en radikal fraksiyonlarını özümsemek suretiyle kendisini
yeniden inşa etti. Hatta sol, kendi saflarına, eylemlerde maske takılmasına
mani olacak kadar Instagram düşkünü, güya antifaşist, radikal estetik meraklısı
silâhlı bir birliği bile dâhil etmeyi bildi. Bu süreçte sol, her türden politik
çelişkiyi ortadan kaldırıp, insanları yönetmek adına, güvenlik siyasetini
üstlenme fırsatını dahi yakaladı. Belirli bir politik kimlikten ari olan Sarı
Yelekliler bile kendi bağrından “Macron’la hesabını sandıkta görme”yi önüne koyan
yorgun demokratlar çıkartmayı başardı.
Bugün
devrimci siyaset varolmak istiyorsa, kendisini soldan kurtarmak zorundadır. Devrimci
siyaset, politik düzlemde kendisiyle sol arasına mesafe koymalıdır. Devrim
fikrini yeniden gündeme almak için vakit hiç de geç değil. Bu iş ise ilericilerin
değil, iktidara yönelik nefretleri, kendi zamanlarının yegâne makul ve anlamlı
bakış açısının isyan olduğu gerçeğini görmelerini sağlayanların harcıdır.
Kendimizi
birer mağdurmuş gibi görmeyi reddetmeli, ilk taşı kimin attığını sorgulamaktan
vazgeçmeliyiz. Hükümetler saldırıya geçmişlerdir. Biz artık oturup kendi
gerçekleştireceğimiz saldırıyı düşünmeliyiz. Kendimizi kimliklerimiz üzerinden
tanımlamaya bir son vermeli, politik bağlılıkla başı bağlılığı birbirine
karıştırmamalıyız. Belirli bir konum belirleyip birlikte ileriye doğru nasıl
adım atacağımızı düşünmeliyiz.
İsyancı
hareketler hep oldu. Kendimizi yaklaşan isyanlara hazırlamalıyız.
Ne
ilerici ne geri olan, bu ikiliğin dışında, başka türlü bir itiraza kafa yoralım.
Kavgamızı devrimci bir cepheyle kuşandıralım.
Lundi Matin
2 Mayıs 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder