17 Mayıs 2022

,

Her Şey Ölmedi

1 Mayıs 2022. Her yerde karşımıza, sendika yürüyüşlerindeki edilgenlik ve o ürkütücü uyuşukluk çıkıyordu. Neyse ki Paris, Nantes ve Rennes gibi şehirlerde düzenlenen gösteriler dümenini isyandan yana kırdı. Neticede bugün mevcut iktidara karşı yürütülecek mücadelenin oy kabinlerinde verilmediğini, verilemeyeceğini hatırlamakta fayda var.

Asıl can sıkıcı olan da onların bizi yemeden önce batıracakları sosu seçme konusunda bu kadar gayretli ve istekli olduğumuzu görmek. Ayrıca, “faşist tehdidin” insanları seçim oyununa giderek daha fazla dâhil olmaya ittiğini, hatta kendisini “devrimci” olarak tanımlayanların, son beş yılını sokaklarda geçirmiş olanların bile, bu oyuna dâhil olduklarını görmek de çok can sıkıcı. Ehven-i şerrin şerri durdurmadığı gerçeğini hep unutuyoruz. “Beni kimse yönetemez” diyen bir kuşağın son beş yıl içerisinde tümüyle yönetilir hâle gelişini görmek de tuhaf bir gelişmeydi.

Bu kuşak değişti, çünkü sol, görevini layıkıyla ifa etti. Son beş yıl içerisinde sol, tüm direniş kanallarını pasifize edip, onları belirli bir yöne yöneltmeyi başardı. Sol, iktidarın hayırlı bir siyaset ortaya koyabileceğine dair o bildik ümidi, o vehmi yeniden üretmeyi bildi. Oysa gerçekte iktidar, o uygulayanların boyunu aşan bir mantıktır. Dünyadaki tüm iyi niyetler bir araya gelse dahi bu kural geçerliliğini yitirmez.

Sol, iktidarla mücadele etmiyor, yalnızca onun yönetilmesi konusunda başka bir yöntem öneriyor. İktidar, tabii ki başka türlü icra edilebilir, ama asla iyi bir şekilde yönetilemez.

Hâlen daha bu mantığın sınırları dışına çıkma umudunda olanların, iktidarın kurallarını belirlediği her türden oyundan uzaklaşmalarının vakti gelmiştir.

O hâlde sandığa gitmemenin zaruri olduğu ortada, kimseyi bu gerçeği ikna etmeye gerek bile yok. Görebildiğimiz kadarıyla, seçimlere yönelik ilgisini giderek daha fazla sayıda insan yitiriyor. Ama belirtmek gerek ki bu oy vermeme tavrı, iktidara karşı bir duruşu hiçbir şekilde içermiyor. Bu tavır, en iyi hâliyle, partiler arasında pek bir farkın bulunmadığı konusunda bir aydınlanma yaşandığının delili olabilir. Seçim olup bittikten sonra insanlar, gündelik işlerine dönüyorlar, ama mevcut mekanizma hep olduğu gibi, hakkında oylama yapılıp yapılmadığına bakmadan, sorunsuzca işlemeye devam ediyor. Bizim oy kullanmamamız demokrasinin umurunda olmadığı gibi, bu durum, onun işine bile geliyor aslında. Bu anlamda, sandığa gitmeyen de kendince bir işleve sahip: O, cumhuriyetin geri kazanılabileceği konusunda sosyologların dillerine doladıkları yalana bağlanıyor, kendisine sunulan boş koltuğa kuruluyor.

Gene de belirtmekte fayda var: seçimin birinci ve ikinci turlarının gerçekleştirildiği günlerin akşamında, sağda solda, Sorbonne’un işgali, radyo sinyallerinin ele geçirilmesi ve fiber optik kablolara yapılan sabotajlar türünden kimi eylemlere tanık olundu. Fakat “Ne Macron Ne Le Pen” sloganı her yana yayılsa da düzen siyasetinin ötesine taşan bir arzuyu dile dökmekten uzaktı. Kimi radikal isimler, bu slogana “Ne de Mélenchon” ekini yapmaya çalışsalar da insanlar, onları nihilizmin eşiğindeki kişiler olarak gördüler. Ortada büyük bir politik boşluk mevcuttu ve bu boşluğa düşmüş kişilerin tek ümidi, Sosyalist Parti’nin basit manada güncellenmesi yönündeydi. Bu tür bir yaklaşım dâhilinde radikal sol, düzen solunun kuyruğuna tutunmaktan gayrı bir şey yapmış olmuyordu.

Zira sol, budünyaya yönelik itirazı ne kadar büyük olursa olsun, feminizm, kesişimsellik, ekoloji ve ırkçılık karşıtlığı denilen, politik kimlikler içerisinde son dönemin moda olan en radikal fraksiyonlarını özümsemek suretiyle kendisini yeniden inşa etti. Hatta sol, kendi saflarına, eylemlerde maske takılmasına mani olacak kadar Instagram düşkünü, güya antifaşist, radikal estetik meraklısı silâhlı bir birliği bile dâhil etmeyi bildi. Bu süreçte sol, her türden politik çelişkiyi ortadan kaldırıp, insanları yönetmek adına, güvenlik siyasetini üstlenme fırsatını dahi yakaladı. Belirli bir politik kimlikten ari olan Sarı Yelekliler bile kendi bağrından “Macron’la hesabını sandıkta görme”yi önüne koyan yorgun demokratlar çıkartmayı başardı.

Bugün devrimci siyaset varolmak istiyorsa, kendisini soldan kurtarmak zorundadır. Devrimci siyaset, politik düzlemde kendisiyle sol arasına mesafe koymalıdır. Devrim fikrini yeniden gündeme almak için vakit hiç de geç değil. Bu iş ise ilericilerin değil, iktidara yönelik nefretleri, kendi zamanlarının yegâne makul ve anlamlı bakış açısının isyan olduğu gerçeğini görmelerini sağlayanların harcıdır.

Kendimizi birer mağdurmuş gibi görmeyi reddetmeli, ilk taşı kimin attığını sorgulamaktan vazgeçmeliyiz. Hükümetler saldırıya geçmişlerdir. Biz artık oturup kendi gerçekleştireceğimiz saldırıyı düşünmeliyiz. Kendimizi kimliklerimiz üzerinden tanımlamaya bir son vermeli, politik bağlılıkla başı bağlılığı birbirine karıştırmamalıyız. Belirli bir konum belirleyip birlikte ileriye doğru nasıl adım atacağımızı düşünmeliyiz.

İsyancı hareketler hep oldu. Kendimizi yaklaşan isyanlara hazırlamalıyız.

Ne ilerici ne geri olan, bu ikiliğin dışında, başka türlü bir itiraza kafa yoralım. Kavgamızı devrimci bir cepheyle kuşandıralım.

Lundi Matin
2 Mayıs 2022
Kaynak

0 Yorum: