27 Mayıs 2022

,

Gracchus Babeuf ve Eşitler Davası

Büyük Truanderie Caddesi, Paris’teki ana pazarın yanındaydı. Dolayısıyla, 1796 yılının bir Mayıs sabahında polis memuru Jean-Baptiste Dossonville yüzlerce adamıyla geldiğinde, bölge zaten ana baba günüydü. Polis müfettişinin aradığı adamın adı, Gracchus Babeuf’tü. Babeuf, mevcut hükümetin meşru olmadığını söyleyen radikal bir gazeteciydi. Babeuf, altı ay boyunca halkı ayaklandırmaya çalışmış, Fransız Devrimi’nin fitilini yeniden tutuşturmak için uğraşmıştı. Halkın Kürsüsü isimli gazetesinde çıkan yazılarında, halkın kendisinden çalınan demokrasiye el koymasını, özel mülkiyet düzenini yıkmasını istiyordu. Ona göre, devrimin gerçek hedefi olan kusursuz eşitlik dünyası, ancak bu sayede kurulabilirdi.

Güz aylarında bu tür yazılar yazmaya başladığında Babeuf’ün peşine bir polis ajanı takılmış, ama gazeteci, onun elinden kurtulmayı bilmiş, şehirde kendisine saklanacak bir yer bulmuştu.

Artık Dossonville denilen bu polis muhbirinin elinde bir adres vardı ve o, nihayet Babeuf’ü köşeye sıkıştırdığını düşünüyordu. Tekrar kaçmasına mani olmak için müfettiş, piyadelerin tuttuğu sokağın iki ucuna süvarileri yerleştirdi, ayrıca Babeuf’e sempati duyan insanların cesaretini kırmak adına, askerlerin birkaç hırsızı aradığı yalanını tedavüle soktu. Sonra, Dossonville hedefindeki ismin bulunduğunu düşündüğü binanın üçüncü katına çıktı, dairenin kapısını kırarak içeri girdi. Babeuf, evin arka odalarından birinde, elinde kalem, bir şeyler yazıyordu. Bu esnada odada iki adam daha vardı. Dossonville’in aktardığına göre, “birden bu üç adamın suratı düştü.” Kendilerini savunmak için bir hamle yapmadılar. “Babeuf, oturduğu sandalyeden kalkıp, “Her şey bitti. Zulüm kazandı!” diye bağırdı.

Devlet, öğleden sonra, hiç vakit kaybetmeden, zaferini cümle âleme ilân etti. Ona göre, “Bir hırsızlar ve katiller sürüsü, vekilleri, hükümet üyelerini, ordu komutanlarını ve Paris’teki tüm yetkilileri öldürmek için kumpas kurmuş”tu. Bu komplonun ve kumpasın ardından tüm şehir katliamdan geçirilecek, yağmalanacaktı. Ama neyse ki devlet vardı. Artık “iyi yurttaşlar sakinleşebilirdi, zira devlet tetikte”ydi. O “kurulan komplonun liderlerinden de saldırı planlarından da haberdardı”. Polis, Babeuf ile birlikte şüpheli kabul ettiği başka isimleri de gözaltına aldı. Hepsi de kanunun yumruğunu tepelerinde hissedeceklerdi.

Yurttaşlar, hep birlikte oh çektiler. Gazeteler hep bir ağızdan, “suçluların boşuna komplo kurduklarını” yazdı ve devleti şiddete karşı ihtiyatlı tutumunu terk etmediği için övdü. Bu, devrim ve savaşın ardından barışı ve refahı yeniden tesis etmek için mücadele eden bir rejimin kendisini muzaffer etmesine yetecek önemde bir andı.[1]

Ama bu zaferin etkisi kısa sürede silindi. Üstelik bu, tüm Fransa’yı şaşkına çevirecek hızda gerçekleşti.

Gracchus Babeuf ve Eşitler olarak bilinen örgütün diğer altmış dört üyesi, Fransız Devrimi’nin gölgesinde tutuklanıp yargılandı. 1789’da devrim, her şeyin hızla değişeceği umuduyla başlamış, ama sonrasında direniş ve radikalleşme süreci, yıllarca devam etmişti. 1795’te Fransa’yı savaş, terör ve gericilikle tanımlı dönemin içinden geçiren ve bu sebeple epey yıpranmış olan Ulusal Meclis, devrime son vermek suretiyle cumhuriyeti istikrara kavuşturmaya kararlıydı. Vekiller, demokratik anayasayı ilga ettiler ve Direktuvar olarak anılan muhafazakâr bir hükümetin kurulmasını istediler. Aynı yılın güz aylarında kurulan Direktuvar ülkedeki kutuplaşmaya son verme, düzeni sağlama ve hukuk düzenini güvence altına alma vaadinde bulundu. Eşitler’in tutuklanıp yargılanması, onun ilk gerçek sınavıydı.

Babeuf’ün tutuklanması sonrası mevcut durum daha da ağırlaştı. Polis, yüzlerce eski devrimci militanın peşine düşünce sağcılar, tutuklamaların radikalizmin Fransa’ya yönelik tehdidinin hâlen daha devam ettiğini ispatladığını söylediler. Direktuvar’ın sol kanadını temsil eden demokratlarsa, hükümetin politik histeriyi artıracağına dair korkularını ifade ederek, Babeuf’ün tarif edilen türde bir komployu kuramayacak ölçüde, zararsız bir delibozuk olduğu iddiasında bulundular. Rejim, tutuklamalara şüpheyle yaklaşanları komploculukla suçladı ve daha fazla sayıda demokratı içeri tıktı.

1797 kışında mahkeme süreci başladığında Gracchus Babeuf ve Eşitler, dağıtılan bildiriler üzerinden gündeme oturdular, gazete köşelerinde haklarında yazılar yazıldı, şehir duvarlarına yapıştırılan afişlerde kendilerinden bahsedildi. Sanıklar, kendilerini birden ülkenin odaklandığı sahnenin ortasında buldular. Masum olduklarını söyleyen Babeuf ve arkadaşları, savcıların iddia ettiği gibi, eşitlik için komplo kuran kişiler değil, ifade hürriyetini korumak ve halkın egemenliğini savunmak adına idareye düşman olan yurtseverler olduklarını söylediler. Kendilerine sempatiyle yaklaşan gazeteler aracılığıyla tüm ülkeye hitap etme imkânı bulan Eşitler, kendilerini yargılayan mahkemeyi alaya aldılar, Fransız Devrimi’ni yücelttiler. Savcılar, onların birkaç sene evvel binlerce insanı hedef alan terör faaliyetlerine benzer bir faaliyeti örgütlediklerini söyleyince sanıklar, kendilerinin özgürlüğü savunduklarını haykırdılar.

Mahkeme süreci aylarca devam etti. Fransa kralının mahkûm edildiği duruşmalardan bile uzun sürdü. Merkeze uzak bir şehirdeki yüksek mahkemenin huzurunda savcılar ve sanıklar, ülkedeki devletin soruşturulmasının bir suç olup olmadığını, bu işlemin masum bir eylem olup olmadığını tartışma gereği bile duymadılar. Asıl sorgulanan mesele, toplumsal eşitlik olmadan demokrasinin mümkün olup olmadığıydı. Cumhuriyetin tüm yurttaşlarına onurlu bir hayat garanti edip edemediğiydi. Bu insanlar o mahkemede, devrimin ışığının sönmeye yüz tuttuğu günlerde, güya Fransız Devrimi’nin ortadan kaldırdığı baskı ve zulüm yöntemlerine başvurmaksızın, yıllardır süren kalkışmaya nasıl son verileceğini sordular.

Sanıklarla ilgili hükümler, tutuklamaların üzerinden tam bir yıl geçtikten sonra verilebildi. O noktada dava, belli ölçüde Direktuvar’ın itibarına halel getirdi, bir vakitler marjinal bir isim olan gazeteci Babeuf’ün ulusal bir simge hâline gelmesini sağladı ve ülkeyi Napolyon Bonapart’ın kucağına itti. Birkaç yıl içerisinde Napolyon, Fransız Devrimi’nin o büyük cumhuriyetçi deneyimine ait tüm izleri sildi.

Peki tüm bu olaylar neden pek bilinmiyor?

Bu mahkemenin sahip önemi, esasen yargılama sürecinin konusunu teşkil eden komployla ilgili kalem oynatmış üç adam yüzünden görülmüyor. Bu adamlardan ilki, tuhaf bir biçimde, Gracchus Babeuf’ü ölümsüzleştiren eylemcilerden biri. Babeuf’ün eski yoldaşı ve onunla birlikte yargılanan isimlerden biri olan Filippo Buonarroti.

1828 yılında bomba etkisi yapan kitabı Babeuf’ün Eşitlik Komplosu’nda Buonarroti, gölgede kalmış olan komplodan bahsedeceğine dair söz veriyor. Onlarca yıl önce Eşitler’in mahkeme salonunda masum olduklarını söylediği gerçeğini göz ardı eden Buonarroti, Direktuvar’ın suçlamalarını haklı çıkartacak şeyler söylüyor. Bu çerçevede Buonarroti, kendisinin Babeuf ile birlikte, Eşitler’in yakalanmasıyla patlak verecek yeni bir devrimin fitilini tutuşturmak için binlerce insanı örgütlediklerinden bahsediyor. İhanete uğramadıkları takdirde komplocuların her ayrıntısının düşünüldüğü kusursuz eşitlik toplumunu kuracaklarını söylüyor. Buonarroti, devamında “tüm bu gerçekleri şimdi ifşa ediyorum, çünkü dostlarımızın büyük bir kısmı öldü. Ben, onların uğruna mücadele ettikleri hedefin gelecek nesillerce bilinmesini istedim” diyor.

Bounarroti kitabında, Fransız Devrimi’nde öncü rol oynamış, bir hizip olarak tarihte iz bırakmış, uzak görüşlü ve kudretli militanların zaferlerle dolu hikâyesini aktarıyor. Önemli bir kısmını kendisinin uydurduğu hikâyelerle bezenmiş kitabında, esasen Buonarroti, kusursuz eşitlikle ilgili kendi fikirlerini Babeuf’e atfediyor. Ayrıca Babeuf ile birlikte oluşturdukları küçük ve düzensiz yapıyı bir miktar şişirerek, onu hükümeti devirecek düzeye gelmiş, ülke genelinde saldırıya hazır bir örgütmüş gibi takdim ediyor. Böylesine sağlam bir komployu nasıl oluyorsa tutuklamalar ve mahkeme süreci sonlandırıyor.

Bir kuşak sonra Karl Marx ve Friedrich Engels, Buonarroti’nin destansı diliyle örülmüş çalışmasına yaslanarak, Babeuf’ü “ilk modern komünist” ilân ediyor. Onlara göre, halkın dili olduğunu söyleyen bir adam, çıkıp yeni gelişen proletaryayı özel mülkiyete karşı örgütlemeye çalışıyor, böylelikle komünizmi ütopyacı bir ülküden çıkartıp budünyaya dair bir hedef hâline getiriyor. Tek başına böylesine yenilikçi bir adımla ilgilenen ve komplonun tarihsel açıdan vakitsiz bir eylem olduğu için başarısızlığa mahkûm olduğuna inanan Marx ve Engels, mahkeme sürecine tıpkı Buonarroti gibi odaklanma gereği duymuyor.[2]

Marx ve Engels’in adımlarını takip eden eylemciler, siyaset teorisyenleri ve tarihçileri Babeuf’ün düşüncelerinin kökenlerini araştırıyorlar, komünizm fikrini nasıl geliştirdiğini inceliyorlar, onun evrensel kurtuluşu mu, yoksa diktatöryel bir tedhişimi vaat ettiğini tartışıyorlar. Buonarroti’nin Eşitlik Komplosu kitabına İncil gibi sarılan bu isimler, eski komplocunun sözlerini doğru kabul ediyorlar, hatta, eldeki çelişkili delilleri bu sözlere göre eğip büküyorlar. Bu meseleyle ilgilenen isimler için mahkeme süreci basit bir ayrıntıdan, önemsiz bir dipnottan ibaret.[3]

Oysa Gracchus Babeuf ve Eşitler, Buonarroti’nin sonradan allayıp pulladığı pratikleriyle, esasen bu mahkeme süreci ile birlikte kamusal hafızaya kazınıyor. Yargılanmaları bu kadar ses getirmemiş olsaydı, muhtemelen Eşitler’in isimleri silinip gidecek, sessizlik mezarlığına gömülecek, sadece kendisini gören politik dünyanın husumeti onların üzerlerine toprak atacaktı. Tam aksine, devletin kurduğu sahne, onların daha fazla parlamasını, hatırasının silinmemesini sağladı.

Gracchus Babeuf ve Eşitler davası, esasen Buonarroti’nin kitabında aktarılan hikâyeden daha fazla şey içeriyor. Dava, komplonun fitilini ateşleyen gerçeklik ve o komplonun ardındaki hükümete dair çok şeyler söylüyor. Daha da özelde dava, bir rejimin neden Fransız Devrimi’ni devam ettirmek yerine ona son verdiğini, korumakla yükümlü olduğu cumhuriyeti nasıl yok ettiğini açıklıyor.

Başında Maximilien Robespierre’in bulunduğu 1793-1794’teki devrimci Terör dönemiyle yeni yüzyılda Napolyon Bonapart’ın kurduğu imparatorluk arasında sıkışmış olan Direktuvar, uzun süre devrim çağının zavallı evladı olarak sürdürdü varlığını. Tarihçiler, birkaç kuşak boyunca Napolyon’un ceplerine para koyduğu gazetecilerin ve yazarların Direktuvar’ı çürümüş ve işlevsiz bir dönem olarak görüp çöpe atan yazılarına kulak astılar. Yirminci yüzyılın sonlarında onun hakkını vermeye çalışan isimlerse Direktuvar’ı yüceltmek suretiyle yanlışları düzeltme konusunda pek bir şey yapmadılar. Direktuvar’ı savunanlar, bu dönemin sivil topluma yeniden can verdiğini, ticarete destek sunduğunu, hatta demokrasiyi beslediğini iddia ettiler. Oysa tam aksine, Eşitler davasının da ortaya koyduğu biçimiyle, Direktuvar, devrim denilen cini politik eylemliliği ortadan kaldırıp, toplumsal eşitliğe yönelik arzuları mümkün olduğu ölçüde azaltmak suretiyle yeniden şişeye sokmak için uğraştı. Cumhuriyetin arkasındaki halk desteğini azaltacağına, ayrışmaları tetikleyeceğine inanan rejim, kendi komplosunu kurdu, bir dava imal etti ve düşmanının kurduğunu iddia ettiği komplonun önemini abarttı, böylece cumhuriyetin yıkım sürecini hızlandırdı.[4]

1789’un harladığı, geleceğe dair güçlü umutlar açısından acı bir son olsa da Eşitler davası, yaşanan yenilginin ötesinde bir anlama sahipti. Bu dava, muhalefetin canına can kattı, demokratik ittifakların zihinlerinde tasarladıkları savunma hattını güçlendirdi, yurttaşların katılımı konusunda eylemcilerin geliştirdikleri formüllere katkı sundu. Çünkü Eşitler, direnişin gösterdiği mukavemete dönük tüm vurguları bünyesinde toplamıştı. Babeuf ve Eşitler, “kamu yararı” ve “kusursuz eşitlik” dedikleri düzeni kurmamış olsalar da kendi çağdaşlarına ve takip eden kuşaklara eşitlik ve özgürlük arzusunu, bu arzunun yeni dilini miras bıraktılar. Artık aydınlar ve eylemciler, yüzlerce yıl boyunca onların fikirlerini benimseyecek, formüle edecek ve yücelteceklerdi.

Burada Fransız Devrimi’nin tarihi yirmi birinci yüzyıl için anlatılıyor aslında. Geçen yüzyıl, dünya genelinde, hükümetleri ve tüm imparatorlukları yıkan, yeni rejimler tesis eden, direnişin fitilini ateşleyen, Fransız Devrimi tarihçilerine bu devrimi kendi dönemlerinin bakış açılarıyla görmeleri konusunda ilham veren devrimci kurtuluş mücadelelerine tanıklık etti. Bu mücadeleler, devrimin köklerini, halk hareketliliğinin niteliğini, radikalleşmenin ve direnişin teröre nasıl yol açtığını sorguladılar. Buna karşılık, içinde olduğumuz yüzyıl, temsili hükümetlere, herkese adalet fikrine ve sosyal refaha tüm dünya genelinde karşı koyan otoriterizmdeki yükselişe tanıklık ediyor. Bu dönemde sıradan insanlar, dişleriyle tırnaklarıyla, temel hakları ve ihtiyaçları için mücadele ediyorlar.[5]

Bugün Fransız Devrimi’nin nasıl sona erdiğini, devrimdeki hareketliliği ve onun köklerinden nasıl uzaklaştığını sorgulama vaktidir. Direktuvar’ın eşitlik, özgürlük ve kardeşlikle ilgili devrimci vaatlere yönelik saldırısı ve en nihayetinde temsilî demokrasinin temellerini yıkmış olması, bize bir yandan da Fransa’nın sadece dünyadaki ilk demokratik cumhuriyeti kurmadığını öğretiyor. Fransa, aynı zamanda karşımızda, demokrasinin hassas niteliğine işaret eden, bir cumhuriyetin kendi içinden nasıl çökertilebileceğine dair, erken gelişmiş bir örnek olarak duruyor. Direktuvar’ı Eşitler davası ışığında değerlendirmek, Bastille Hapishanesi’nin halk tarafından göz alıcı bir müdahaleyle yıkılmasından tam on yıl sonra, Fransa’nın ilk cumhuriyetinin at sırtında sağa sola emirler yağdıran bir generalin eline nasıl düştüğünü, o pek kıymet verilmeyen çöküşü konusunda bize çok şey öğretiyor.

Eşitler davası, Fransız Devrimi’nin sonuna ışık tuttuğu gibi, bir yandan da onun merkezinde duran Gracchus Babeuf’ü başka bir çerçeveye oturtuyor. Davayı yakından inceleyen bu çalışmada, Marksizmin Babeuf’ün düşüncelerinin ve eylemlerinin geriye dönük olarak belirli bir önemi haiz olduğuna dair iddiaları geri plana atılıp, daha çok, devrimci bir çağda yoksul bir adamın ortaya koyduğu deneyime odaklanılıyor.

“Çamurun içinde doğmuş bir iştirakçi” olarak Babeuf, hem müstesna hem de emsal teşkil eden bir isim. Kendi kendisini eğitip yetiştirmiş olan bu hırslı adam, eski rejimdeki katı hiyerarşileri karşısına alıyor ve milyonlarca insan gibi o da Fransız Devrimi ile özgürleşiyor. Sonrasında bir eylemci, gazeteci, seçimle işbaşına gelmiş yetkili bir isim ve bürokrat hâline gelen Babeuf, kendi hayatını, ailesinin hayatını müreffeh kılacak, dostlarını hayat şartlarını iyileştirecek fırsatları elde ediyor. Tanık olduğu o olağanüstü değişim ümitlerini besliyor. Devrim yolunun terk edilmesiyle taşıdığı ümit, onu direnme ve radikalleşme konusunda cesaretlendiriyor. Babeuf’ün hayatının son deminde özel mülkiyete yönelik geliştirdiği reddiye, içinde bulunduğu mahrumiyet hâli, felsefi çalışmaları ve devrimci eylemliliğinin kaynaşmasını sağlıyor.

Babeuf, kendi pratiğini tefekkür etmesi, tanık olduğu şeyler konusunda binlerce sayfa yazı yazabilmesi ve o kayıtları muhafaza etme noktasında gösterdiği kararlılık, onu birçok isimden ayırıyor. Ama bir yandan da bu pratikler, karşımızda bir adamdan daha fazlası olduğunu söylüyor bize. Bu kayıtlar, devrimci faaliyetlerle örülü on yıl boyunca dostlarıyla paylaştığı o acı veren hayal kırıklıkları, en derinde beslenen ümitler, bağlılık ve çekilen çile konusunda çok şey anlatıyorlar. Eşitler davasının Direktuvar’a dair sunduğu resim gibi Babeuf de kendisinin ve çağdaşlarının resmini çekiyor ve bu resim, bize politik kutuplaşma ve derin eşitsizlikle yüklü bugünümüze yüzlerce yıl öteden bir şeyler fısıldıyor.

Babeuf’ün deneyimi, daha çok yoksulluğun ve hak mahrumiyetlerinin yol açtığı o korkunç maliyet, ayrıca kendi yurttaşlarını hiç düşünmeyen elitlerin servet, güç ve imtiyaz biriktirirken oynadıkları o tehlikeli oyun üzerinde duruyor. Babeuf bu noktada, 1789’dan bile önce, “yukarıdakilerin talihiyle aşağıdakilerin talihsizliği arasındaki o korkunç eşitsizliğin isyana sebebiyet vereceği” konusunda uyarıda bulunuyor. Ardından da “eşitsizlik ne kadar derinleşirse, çözüm de o ölçüde radikal olacaktır” diyor. Bu tür açıklamalar, yoksulların ve ezilenlerin kararlılığın delili aslında, ama bir yandan da Eşitler, zenginlere ve muktedirlere ümitsiz insanları isyana teşvik etmek istemiyorlarsa, akıllı olup tavizlerde bulunması konusunda nasihatte bulunuyorlar. Eşitler, zengin-yoksul ayırt etmeksizin herkese, kendilerine gönülsüzce katılmış müttefiklerden birinin ağzından çıkmış hâliyle, şu hususu anımsatıyorlar: “Herkes, haklar konusunda eşit olmadan gerçek ve kalıcı bir özgürlük mümkün değildir.”[6]

Gracchus Babeuf ve Eşitler’in yargılandığı dava, bizim Fransız Devrimi’nden öğrenebileceğimiz hususlar konusunda çok şey anlatıyor.

Laura Mason

[Kaynak: The Last Revolutionaries: The Conspiracy Trial and Gracchus Babeuf and the Equals, Yale University Press, 2022, s. 1-7.]

0 Yorum: