11 Mayıs 2022

,

Sultangaliyev


Yirmili yılların başında Bolşevikler, yüzlerini belirli bir yöne doğru çevirmeye karar verdiler. Bizce bu karar, bugün yeniden değerlendirmeye ihtiyaç duyuyor.

Mirsaid Sultangaliyev, 1923’te partiden atıldı. Bizce, Bolşeviklerin “burjuva milliyetçiliği”ne karşı aldığı bu tutum, eldeki veri birikimi ışığında, yeniden ele alınmalı.

Sultangaliyev, Bolşeviklerin asıl ihtiyaç duyduğu şeyin, birçok üyesi Avrupa ülkesi olan Komintern değil, bir Sömürgeler Enternasyonali olduğunu söyleyen kişiydi. Bugün biz, Komintern’in süreç içerisinde Alman, Fransız ve İtalyan hiziplerince lime lime edildiğini, ortaya bir şeyin çıkmadığını, Komintern’in sadece Çin, Vietnam ve Gana gibi ülkelerde devrim yapmak için kendi ülkelerine dönen, emperyalist ülkelerdeki göçmenler üzerinde belirli bir nüfuza sahip olduğunu biliyoruz.

Süreç içerisinde Çin ve Arnavutluk, zincirlerini kırdı. Ardından sömürgeler ayaklandılar. Almanya, Hitler kaybettiğinde bile sosyalist olmadı. Kızıl Ordu ülkeye girdi, o dönemde bile Almanlar sosyalizm değil, kapitalizm için çalışmayı tercih ettiler. Zengin ülkeler daha da zengin olurken, yoksul olanlar iyice gerilediler.

Lenin’in “asalaklığın tüm ülkeye vurduğu mühür” dediği şey, Sultangaliyev’de “Batılı proleterler”e denk düşüyordu. Sultangaliyev’e göre, emperyalist sistemde ait oldukları milletlerin oynadığı role binaen komünistler, tüm halklara inanmalılardı.

Galiyev’in teorilerinin o dönem ortaya attığı tezler, bizde “başka türlü olabilir miydi?” sorusunu sordurtuyor. Örneğin Sovyet Rusya ve Rusça konuşulan, sonradan Sovyet Rusya’ya katılan Ukrayna ve Belarus gibi ülkelerin başında Lenin olsaydı, ne olurdu?

Peki Rusya hariç tüm SSCB’nin başında Stalin olsaydı, ne olurdu? Azerbaycan’dan Çin’e kadar uzanan havza da dâhil olmak üzere tüm Tatar-Başkır toprakları onun emrinde olsaydı, sonuç ne olurdu? Muhtemelen Stalin, başkenti Bakû veya Kazan’a taşır, tüm sovyetlerde Türkçenin bir lehçesi konuşulur, bu da büyük olasılıkla Stalin’in de aşina olduğu Azerbaycanca olurdu.

Böylesi bir durumda Gürcüstan ve Ermenistan, ya SSCB’ye ya da Rusça konuşulan topraklardan oluşan sovyet cumhuriyetine katılırdı. Din ve tarih bize, bu iki ülkenin ikincisine dâhi olacağını, teori ise Stalin’in başta olduğu SSCB’ye katılmalarının daha hayırlı olacağını söylüyor. Zira, Gürcüstan’da da Müslüman şehirler var.

Hayalî kurgumuz dâhilinde, Çeçen ve İnguş halkları SSCB’de kalır, Osetlerse istemeleri hâlinde Rusça konuşulan bölgeyle birleşirlerdi. Öte yandan, Rus emperyalizmine öfkeli olanlar, Stalin idaresindeki SSCB’ye katılmak zorunda kalırlardı. Ezilen milletler, bu öfkeyi belirli şeyler için bir bahane olarak kullanmak zorunda kalmazlardı.

SSCB için asıl önemli olan, eski emperyalist ülkeleri dışarıda bırakmaktı. Her ne kadar Rusya, emperyalist bir ülke olsa da Ruslar, proletarya diktatörlüğü kurma hakkını bu ülkede sömürülen işçilerin ve köylülerin ayaklanması sayesinde elde edebilmişlerdi. Hatta bu insanlar, emperyalist savaştan çekilme iradesi gösterebildiler, böylece Rusya’nın o dönem sömürdüklerine ve bu sömürünün arkasındaki güç olan burjuva milliyetçiliğine sırtını yaslama ihtiyacı duymadılar.

Devrim Rusya’da gerçekleşti, çünkü bu ülke, emperyalistler içerisindeki “en zayıf halka”ydı ve aşırı kâr elde etme düzeyi açısından en geride olan bu ülke, nispeten daha az burjuvalaşmıştı.

Bugün büyük ülkelerin hiçbirisinde böyle bir gelişmeye şahit olunamaz. Bu konuda tek istisna, Rusya ve Çin’dir. Mao’nun da dediği gibi Çin de “sosyal-emperyalist” bir ülke hâline gelebilir. Böylesi bir durumda işçiler, ancak sahte bir sosyalizm inşa edebilirler. Rusya ve Belarus’taki yoldaşlarımız bile bugün bize kendi ülkelerinde işçi aristokrasisinin güçlü olduğunu söylüyorlar.

SSCB’nin ardındaki asıl teori, Rusya dâhil tüm emperyalist ülkeleri karşıya atmak ve ezilen ülkeleri örgütlemek üzerine kuruluydu. Ama içeride ezilen milletler, aradaki sürtüşmelere rağmen büyük bir devlet meydana getirmeyi bildiler. Bu devlet, enternasyonalizme katkı sunan birçok farklı etnik yapıyı kucaklıyordu. Aynı zamanda ilgili katkı, emperyalizmin yenileceği mücadeleyle de ilgiliydi.

Kadro

Lenin, Rusça konuşulan sovyet cumhuriyetlerinin yönetilmesi işini Zinovyev’e vermek zorundaydı. Zira Zinovyev, bu işin doğru kişi olduğunu layıkıyla ispatlamıştı. Kızıllar filmine de yansıyan, John Reed ile giriştiği kavga, esasen İslamî mücadele dilinin kullanılmasının gerekli olup olmadığı ile ilgiliydi. Zinovyev de Hilferding’in tezine karşı çıkıp, dünyanın yüzde sekseninin Avrupalı olmadığını söylüyordu.

Filmde Zinovyev karşımıza oportünist biri olarak çıkarken, John Reed kendi konuşmalarının kâğıda dökülmesini istemeyen bireyci biri olarak takdim ediliyor. Reed, bu yazıya dökme işinin Zinovyev’de olduğunu biliyor. Aralarındaki kavga incelendiğinde, Zinovyev’in haklı olduğu görülüyor. Bu anlamda onun kendi davasını ısrarla savunması gerekiyordu. Zinovyev-Sultan Galiyev çizgisini terk etmek, partinin sonunu getirdi.

Stalin ise uzlaşma nedir bilmeden hep proleter düşünceye bakan bir isim. Küçük milletlerin kendi aralarındaki kavgalarından Stalin de haberdardı, dolayısıyla bu kavgaları bitirebilirdi. Esasen kendi aralarında yaşanan ve emperyalizmin dünya sahnesine çıkmasıyla başlayan kavgaları, gebermekte olan emperyalist sistemle yaşanan çatışmalardan ayırmak ve yan yana gelmek, emperyalist olmayan ülkelerin işiydi.

Sultangaliyev, Stalin’in sağ eli olmalıydı. Bu anlamda, en doğrusu, Mikoyan’ın ve Ermenistan’ın SSCB’ye katılmasıydı. Ermeniler, SSCB içerisinde etnik temelde yaşanan isyanların bastırılmasına pratikte dâhil oldular.

Trotskiy’nin Rusya’da iktidar koltuğuna oturması, yaşanabilecek kadro değişiklikleri içerisinde muhtemelen en büyük felâkete yol açacak değişiklik olurdu. Her ne kadar Lenin, belirli bir dönemde Stalin’le ilgili eleştirilerini Trotskiy’ye iletmişse de esasen Lenin’in Stalin’de hoşlanmadığı şeyler, bilhassa millet meselesiyle ilgili olanlar, Trotskiy için daha fazla geçerli olan hususlardı.

Lenin’in 1922 sonunda yaptığı eleştiriler, aslında Trotskiy’den çok Sultangaliyev’e destek sunan eleştirilerdi. Galiyev, Rusya’nın ezilen milletlerle ilişkisinde yavaş hareket edilmemesi gerektiğini düşünen bir isimdi. Trotsky ise çarın subaylarını kullanıyor ve bir biçimde Orta Asya’nın Avrupalılaştırılması fikrinden yana duruyordu.

İlk Sonuçlar

Lenin’in siyaset sahasında aldığı son nefesi Stalin’in Gürcüstan’da yüzleştiği millet meselesi için harcamış olmasından anlıyoruz ki o, diplomatik hizmetler haricinde eskinin Rus şovenistlerinin hâlen daha koltuklarında oturduğunu gayet iyi biliyordu. Bu noktada Lenin’in umudunu Sultangaliyev’e bağlaması ve onun daha fazla öne çıkması konusunda tereddütler yaşaması mümkündü.

Lenin’in bir endişesi de Batılı emperyalistlerin yardımı ile Türkiye’deki politik elitlerin elinin bir şekilde Stalin karşısında güçlenmesi ile ilgiliydi. Bu emperyalist planlar, bir şekilde kendilerine alan buldu. Gene de Ruslar, Stalin’in başta olduğu SSCB’ye yardım etmek zorunda olduklarını görebilirlerdi. İçişleri bakanlığı türünden kurumlar, emperyalistlerin programlarına karşı yardım sunmuş olsalardı, Stalin bu yardımı geri çevirmezdi. Bugün bir Türk lehçesinin konuşulduğu SSCB, Rusya ile birleştiğinde ekonomisi küçülecek diye bu tür planların başarı şansının artacağını kimse iddia edemez.

Peki Doğu halkları arasında devrim yeterince mayalanmış mıydı? Belki de bu coğrafyanın ihtiyaç duyduğu maya, farklıydı. Bugün cumhuriyetlerdeki Rusların önemli bir devrimci değişimi tetiklemediğini görebiliyoruz. Hatta Rusların varlığı yüzünden sorunların çözüme kavuşturulmasına dönük çabalardan uzak duruldu, başka sorunlar derinleşti.

Lenin, Aralık 1922’de şunları söylemişti:

“Bugün biz, tüm bilincimizle tam tersinin geçerli olduğunu kabul etmek zorundayız. ‘Bizim’ dediğimiz aygıt, hâlen daha bize yabancıdır; bu aygıt, burjuvaziye ve çara ait bir çorbadan ibarettir, başka ülkeler, yardım etmediği için son beş yıl içerisinde bu aygıttan kurtulamadık, çünkü biz, vaktimizin büyük bir kısmında askerî çatışmalarla ve kıtlıkla mücadeleyle ‘meşgul’ olduk.

Böylesi koşullarda meşruiyetimize temel teşkil eden ‘birlikten ayrılma özgürlüğü’nün boşa düşmesi ve tipik bir Rus bürokratı gibi gerçekte özü itibarıyla namussuz ve zorba olan Büyük Rusya şovenistlerinin saldırılarından Rus olmayanları koruyamaz duruma düşmemiz, gayet doğal bir gelişmedir. Hiç şüphe yok ki Büyük Rusya şovenistlerinden oluşan ayak takımının yaratacağı dalga, Sovyetler’i ve sovyet üyesi işçileri sütün üzerine düşmüş sinek gibi savuracak, önüne katıp götürecektir.”

Troçkistler bu cümleleri çok seviyorlar, çünkü burada Stalin eleştiriliyor. Oysa asıl çarın subayları ile Avrupa’nın Asya üzerindeki dolaysız nüfuzunu muhafaza etmeye çalışan, tek beynelmilel parti fikrini savunan Trotskiy idi. 1922 sonlarında kaleme alınmış bu cümleler, esasen Trotskiy’den çok Sultangaliyev’e arka çıkıyordu.

“Başka türlü olsa ne olurdu?” sorusu üzerinden tarihe baktığımızda başka risklerin de açığa çıktığını görebiliyoruz. Rus imparatorluğunun devrimci bir proje adına terk edilmesi, Türkiye’nin ele geçirilmemesi önemli bir riskti. Tek bir devlet yerine iki devletin oluşması, sonuçta dağılma sürecinin politik zeminini de meydana getirdi.

Sonradan Ortaya Çıkan Sonuçlar

SSCB’yi Stalin ve Sultangaliyev birlikte yönetseydi, Türkiye’nin nüfuz alanı daralırdı. Komünistlerin katledildikleri Türkiye’ye yalvarmak yerine Stalin, Türkiye’ye panislamik devletin başı olarak gidebilir, Türk dil grubunun en büyük lehçesinin kullanıldığı ülkeyi yönetiyor olabilirdi. Türkiye’nin başındaki yöneticilerin Batı ile kurduğu bağlar, onları politik açıdan zayıflatırdı. Örneğin SSCB, Hintli Müslümanlar içerisinde kampanya yürütmeye başlasaydı, Türkiye’deki yönetici sınıf yüzünü başka yöne çeviremezdi.

Böylesi bir durumda Basmacıları bastırmak için boşa enerji harcanmazdı. Karşı devrimci beyaz güç dirilip sorun çıkartmaya devam etse bile Rusya’dan ayrılmayı amaçlayan bir milli kurtuluş hareketini başlatma imkânı bulamazdı. Kırım’daki Tatarlar, karşılarına çıkan tüm Beyazlarla mücadele ederlerdi.

1929 civarı yaşanan Büyük Buhran sırasında Stalin, SSCB’yi ilerletme imkânı bulur, Türkiye’nin karşısına daha büyük bir maddi güçle çıkabilirdi.

Çeçenler, Bakû’de kurulan ve Stalin tarafından yönetilen SSCB’ye dâhil olmuş olsalardı, Ruslarla aynı devlet çatısı altında bir araya gelmeyecekleri için, tarihsel Rus emperyalizmiyle daha az çatışma içerisine gireceklerdi. Belki de Stalin, Çeçenleri sınır dışı etmek zorunda kalmayacaktı. Almanlar, sadece Rus Sovyeti’ne saldırmaya karar verseler, Stalin saldırıya uğrayan Çeçenlerle ve diğer ezilen milletlerle ilgilenmek durumunda kalacaktı. Böylelikle sınır dışı etme girişimleri anlamını yitirecekti. Almanlar da Bakû petrolünü ele geçirmek için başka bir cephe açmak zorunda kalacaktı. Böylesi bir durumu önceden sezen Çeçenler, Nazi güçlerinin kendilerini kullanmalarına bir şekilde itiraz edeceklerdi.

Meselâ, Pakistan kendisine silâh yardımı yaptığı için, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce İngiltere’den ayrılıp SSCB’ye dâhil olsa, ne olurdu? Dünya, Batı Avrupa’daki buhrana tanıklık eder miydi, duvara düşülen o yazıları görür müydü? Araplar ve İranlılar Stalin’in başta olduğu SSCB’den yana saf tutarlar mıydı? Veya Müslüman yaşam tarzına sahip komünist ateş her yana yayılsaydı, İsrail diye bir şey olur muydu?

Hatta belki de İkinci Dünya Savaşı’na hazırlanma konusunda Estonyalılar, Litvanyalılar ve Finliler, Stalin’in sunduğu örneklikten etkilenirlerdi ya da böylesi bir etkilenmenin gerçekleşmemesi durumunda Rusların eline geçerlerdi.

Ukrayna’nın hangi blokta yer alacağı önemli bir husus olarak gündeme gelirdi. Dil açısından Ukraynalılar, Ruslarla birlikte hareket ederlerdi. Belirli bir bölgenin bütünleşmesini isteyen bir ideolojinin Doğu Avrupa’da işlemeyecek olması sebebiyle, sadece kafası karışık rakiplerin kavgası “Büyük Y Ülkesi”nin soykırımla çizilen sınırları ile sonuçlanırdı.

Almanlar, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte yüzlerini Doğu’ya çevirseler bile Stalin’in başta olduğu SSCB, daha fazla İslamî kültüre sahip insanı kucaklayacak, Rusça konuşulan sovyetle ilişkide daha fazla insanı kazanacak, böylece Molotov gibi insanların Trotskiy’yi Moskova’daki Stalin’e gerek kalmadan sindirip sindirmeyeceği, Rusça konuşulan sovyeti bu sayede ileri taşıyıp taşıyamayacağı soruları gündeme gelecekti. Öte yandan, tabii başka bir hayalî kurgu dâhilinde Stalin’in Moskova’da kaldığı, SSCB’yi ise Sultangaliyev’in kurduğu başka bir ihtimalden de söz edebiliriz.

Doğu’da yapılacak hamleler, Marksizm-Leninizm konusunda Alman işçilerini harekete geçirebilirdi. Ama öte yandan, Stalin ve Sultangaliyev’in öncülük edeceği pantürkçü bir hareket, ancak bu iki isim politik açıdan teslim alınması durumunda Batı emperyalizminin istikrarına katkı sunardı. Doğu’da emperyalizmden koparttıkları her şey, bir biçimde emperyalizmin temellerini daha fazla tahrip ederdi.

Bugün

Maoistler, “geçmiş başka türlü olsaydı, ne olurdu?” sorusunu bugüne tatbik edemiyorlar. Maoist olmayan birçok isim, dünya genelinde Sultangaliyev’den alıntı yapıyor, ama o günkü şahsiyetlerin bugün mevcut olmadığını, bugünkü ülkelerin birer aktör olarak farklılık arz ettiklerini görmüyorlar.

Sultangaliyev, iyi şeyler kaleme almış bir isim. Ama 1923 hakkında kafa yorarken Stalin liderliğinde kurulacak, Rusya’yı içermeyen bir SSCB’nin gerekli şahsiyetlere sahip olup olmadığına ilişkin tartışma, spekülatif bir tartışmadır.

Sultangaliyev, işçi aristokrasisinin birçok ülkede sanayi proletaryasında açığa çıkan ve Marksizmin önünü açan umutlarını suya düşürdüğünü söylerken haklıydı. Rus emperyalizmi veya yeni emperyalist “zayıf halkalar” istisnai olmakla birlikte, emperyalist ülkelerde genel devrim modeli, ezilen milletlerdeki proletarya diktatörlüğünün bir parçası olarak, dışrak olmalı. Yani biz, aslında emperyalist ülkelerde insanların sosyalizmin yayıldığını görmek istedikleri düşüncesinde değiliz. Ayrıca azınlıklar da eski çelişkiler için bir bahane hâline gelmemeli.

Bu açıdan, ezilen milletlerde yaşayan insanlar farklı ele alınmalı. Bir ülkede işleyen kapitalizmde hâkim unsur finans kapital değilse, o ülke “emperyalist” olarak nitelendirilmemeli. Bu aşamada ezilen milletlerin birliğinin yegâne amacı, ABD, Japonya ve İngiltere gibi güçlere hâkim olan finans kapitalin boyunduruğunu söküp atmak olmalı. Ezilen milletler, ekonomik açıdan ancak bu sayede ilerleyebilirler.

Sonuçlar

Batı’da Trotskiy’nin ve liberalizmin SSCB yorumları konusunda çok fazla mürekkep harcandı. Trotskiy, Batı’nın sözde işçisine iman eder, ama bu imanın o “İşçi”de herhangi bir karşılık üretmediği görülmüştür. Aynı şey, Menşevikler için de geçerlidir. Bunlar, emperyalizme son veremezler.

Aynı şekilde, Buharin, Çin ve Vietnam’da kimi köylü temelli politikaları etkilemiş olsa da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu tür liderlerin öncülüğünde mağlup olarak çıkılmış olsaydı, bunun Marksizm-Leninizme hiçbir katkısı olmayacaktı. Bugün tek gerçek seçenek, komünist hareketin Lenin’in ölümünden bu yana üzerinde durması gereken tek isim, Sultangaliyev’dir.

Lenin, o günkü şartlar içerisinde, Marx ve Engels’i o toz dumanın içinde bırakıp Almanya veya Avrupa’nın dünyanın merkezi olmadığını söyleyemezdi. Yeterince ileri gidemedi. 1923’teki manzara üzerinden düşündüğümüzde, ileri gitmesini istemek haksızlık olurdu.

Bizim asıl eleştirdiğimiz isimler, o günden bugüne akan tarihsel sürece bakıp, Mao’nun haklı olduğunu göremeyen, Stalin’in Doğu’ya yüzünü yeterince çevirmemesinin sonuçlarını değerlendiremeyenlerdir.

Eğer Sultangaliyev, tasfiye edilmeyi hak eden bir “burjuva milliyetçisi” ise bu tespit bugünün Troçkistleri için bin kat daha fazla doğrudur. Bugünün burjuva milliyetçileri olarak Troçkistler, Avrupa ve Amerika’daki işçi aristokrasisini temsil ederler. Bu, hepimizin içinden çıkamadığı asıl kafa karışıklığıdır ve bu kafa karışıklığı bir biçimde giderilmelidir.

Lenin ve Stalin, ihtiyaç duydukları hâlde yüzlerini yeterince Doğu’ya çeviremedi, çünkü Almanlar, ayaklanacaklarına dair işaret vermişlerdi. Almanya’da otuzların başında komünistlerle faşistler arasındaki restleşme, henüz kavga aşamasına geçmemişti. Diğer yandan, Lenin, sosyal demokrat hizipler içerisinde belirli kesimleri örgütlemeye, Avrupa’da bu kesimlerin içerisinde hangisinin en az sosyal demokrat olduğunu belirlemeye, aynı zamanda işçilerin neden komünist liderlerin peşinden gitmediklerini anlamaya çalıştı. Tüm bu çabaların boş olduğu görüldü, Lenin’in ortaya koyduğu bu çabalardan sadece Avrupalı olmayan isimler istifade ettiler.

Perulu José Carlos Mariátegui’nin de ifade ettiği biçimiyle Trotskiy, “Avrupa’nın Napolyonu”dur. Belirlediği çizgi tümüyle yanlıştır, nihayetinde de Trotskiy uygunsuz biri hâline gelmiştir. Gene de Trotskiy’ye parti merkezinde kalma izni verilmiş olsaydı, muhtemelen kendisine Avrupalı sosyal demokratlarla görüşme ve Batı Avrupa’daki yoldaşların gizlice ulaştırdıkları yardımları organize etme imkânı verilmek zorunda kalınacaktı. Trotskiy, zaten kafası karışık olan Avrupalı komünistlerin kafasını allak bullak edeceğinden, Ruslar, kendisine otuz ilâ kırk bin kadar Rus’u emrine verip kendisinin Stalin’in başta olduğu SSCB’den geçerek Hindistan’a gitmesini talep edeceklerdi. Ruslar daha da ileri gitmiş olsalardı, Hindistan’da başka milletlerin hâkim oldukları yerlere yerleşmeden, Britanya ile mücadele edebilirlerdi.

Geleceğe dair görüşleri konusunda Stalin’in de Sultangaliyev’in de yüzde yüz haklı olması tabii ki mümkün değildi. Lenin’in ömrünün sonunda Stalin ile yaşadığı gerilim, esasen Rus emperyalizminin ve onun çürümekte olan cesedinin aynı zamanda SSCB’yi, tüm Sovyetleri bir arada tutan zamk görevi görüyor olması ile ilgiliydi.

Lenin ve Stalin, birçok kararı hızla almak zorunda kaldı. Bizce aldıkları en tartışmalı karar, Sultangaliyev ile ilgili olandır.

Eğer toprakları güneybatıdaki Türkiye sınırından Orta Asya’ya doğru uzanan ve Çin’e ulaşan SSCB, Rus emperyalizmini içermeyen bir devlete sahip olsaydı, Lenin’in endişeleri de anlamını yitirirdi. Ayrıca, başında Stalin’in bulunduğu böylesi bir devletin hüküm sürdüğü koşullarda yürütülen sınıf mücadelesi, Ruslarla gerilimleri tırmandırmaksızın, kendi sınırları boyunca yoğunlaşırdı. Stalin’in başta olduğu koşullarda ezilen milletleri kaynaştıracak bir sınıf mücadelesinin verilememiş olmasının suçlusu, Ruslar değildi. Dolayısıyla, Stalin daha fazla Stalin olabilseydi, Lenin’in tüm endişeleri ortadan kalkardı.

Maoist Enternasyonalist Hareket
2006
Kaynak

0 Yorum: