31 Mayıs 2021

,

Gezi’yi Kim Öldürdü?


İki binlerin başından itibaren sol örgütler, biyolojik, kimyasal ve fiziksel düzlemde dönüşüme tabi tutuldular. Batı’daki STK’larla, istihbarat kuruluşlarıyla ve siyaset merkezleriyle ilişkilerinde değişiklik yaşandı. Orada belirlenen siyaset, ideoloji ve teori, sol örgütlere yedirildi. Tekellerin yönetim kurullarından istihbarat örgütlerine, oradan STK’lara doğru verilen sufle, belirli emirleri içeriyordu. Sol sosyalist siyaset, kıvama getirildi. Sol, likide edildi, burjuva siyasetle bütünleştirildi, teslim alındı.

Son günlerin popüler düdükçüsü (“whistleblower”ı) Sedat Peker, esasen 23 yıl önce de bol bol konuşmuştu.[1] O günden sonra da bir şey değişmedi. “Bir şeyi gizlemenin yolu, onu açıktan yapmaktır” kuralı işlemeye devam etti, devlet ve sermaye işlerini mafya içerisinde “kabadayı” olarak örgütlediği isimlere yaptırdı.

Hürriyet gazetesinin 23 yıl önceki haberinde Peker’in “kabadayı” olarak anılması doğal ve kaçınılmazdı. Herkesin bu tür isimlere ihtiyacı vardı ve ihtiyaç, bitip tükenen bir şey değildi. Sonuçta Hürriyet’in sahipleri, yetmişlerin sonunda, Amerikan ambargosu sonucu hammadde bulamadığı için, bu tür “kabadayı”lara iş yaptırmıştı. Aynı gazetelerin sahipleri, TV kanallarında millete o yüzden “kabadayı” dizileri izlettiler.

O haberde Sedat Peker’in Aziz Yıldırım’la, Osman Kavala’yla, Dalan’la ilişkilerinden söz ediliyor. Aynı Kavala, on yıl sonra çözüm sürecinin mimarı, ideolojik önderi, İMC TV’nin sahibi, sosyalist iş insanı olarak pazarlanıyor.

Çözüm süreci öncesi ortam hazırlanırken İmralı ile ilişkileri yürütecek, sosyalistleri bir araya getirecek isim belirleniyor: Sarp Kuray.

Kuray, örgütü tasfiye edip ülkeye döndüğünde, bir iddiaya göre Mehmet Ağar’a bağlı bir avukat tarafından savunuluyor. Sarp Kuray; Peker, Korkut Eken, Eymür gibi isimlerle şirket kuruyor. Sonradan CHP’li oluyor. Davetli olduğu TİP toplantılarına katılıyor.[2] Bir seferinde “tüm sosyalistleri CHP’ye örgütleyeceğine” söz veriyor. Çözüm sürecinde öne çıkartılacakken şöhreti kötü diye kenara alınıyor, onun yerine, gene Kuray’ın örgütünden başka bir isme görev veriliyor. Birçok sosyalist de her şeyin doğal, kendiliğinden işlediğine safça inanıyor. Burada mesele, belirli özel şahısların marazları, hataları değil, ilişkilerin yapısal düzlemde sorunlu olmasıdır.

Bu sorunlu yapıya bağlı olarak bugün Peker’le fotoğraf çektiren ünlülere, Kavala’nın kanalına çıkan, ondan para alan sol sosyetedeki sessizlik eşlik ediyor. “Kavala 500 gündür içeride” diye onun adına duvarda çetele tutan Evrensel, Birgün, Duvar gibi gasteler susuyorlar. Reklâm gelirleri gerçeğin üzerini örtüyor. Ama öte yandan, bangır bangır Peker’in sözlerini manşete taşıyorlar.

Bu sol, Gezi ayaklanması ile Peker-Kavala ilişkisi düzeyinde bağ kurdu. Gezi’nin sol içerisine nizamat verilmesi, onun belirli kıvama getirilmesi, dişe uygun kılınmasına için verilen çabalara sahne olmasını sağladı.

Gezi, likidasyon, entegrasyon ve teslimiyet sürecinde önemli bir momentti. Halkın kendiliğinden başkaldırısından sol örgütler de en az devlet kadar korktular. O nedenle Peker-Kavala çizgisine çekildiler.

Gezi’yi bir twitiyle başlatan adam, üç gün sonra, tinercilerin, kimsesizlerin kaldığı metruk binayı ticarethaneye çevirmek istedi. Bir hırsızlık hikâyesi uydurdu, gençleri döverek o binadan attı. O da “kabadayı”laştı!

Bu tür tecimsel işlerle uğraşmaktan devrimciliğe vakit bulamayan örgütler, Gezi günlerinde “biz hazırlıksız yakalandık” dediler. İşçilere “örgütlenin” emrini verdiler, çünkü aidat paralarını cebe indirmek istiyorlardı. Hazırlıksız yakalanmalarının bir sebebi de bu özel çıkarlara kul olmalarıydı.

Oysa örgüt ve parti, zaten bu tür bir başkaldırıya hazır olmak, hazırlanmak demekti. Esasen bu şekilde örgüt ve parti olmadıklarını, çıkar grupları olduklarını ikrar ettiler. Biraz da Gezi’ye bu hakikati açık ettiği için kızdılar. Gezi’yi örgütleyerek, ona örgütlenme gereğine bile bile körleştiler. Gezi’de halkın, kitlelerin çığlığından, başkaldırısından, öfkesinden çekindiler. Ateşten yana görünüp yanmama hesabı yaptılar.

İlk kıvılcımın çakmasıyla ortalığı, kimlik siyasetçileri ve CHP seçim bürosu elemanları sardı. Bir park forumunun ilk gününde CHP ekibi geldi, ilkelerini sıraladı, “bunları yaparsanız, burada oluruz” dedi ve gitti, bir daha da gelmedi. Oradakilerin hemen hepsi CHP’nin, oradaki samimi dostlarının peşine gitti. Sosyalist hareket, seçim hesaplarının basit bir kalemi hâline geldi. Devrimci niteliğini yitirdi. Can sıkıntısından geberen orta sınıfların eğlenceli partilerine kültürel malzeme olarak pazarlandı. Bir saatte içilen içki karşılığında bir işçinin maaşı kadar hesabın ödendiği masaların arasından, Orhan Aydın gibi isimler, salına salına dolaşıp Nâzım şiirleri okudular, tabii kendilerinden geçerek.

Gezi günlerine hemen her yanı, hiyerarşi, disiplin ve işbölümüne düşman olan bir ideolojik salgı kapladı. Kimse kimsenin yaptığı işi tanımıyordu, kimse merkezî ve yücede olan bir yapının oluşmasını istemiyordu, kimse davaya ve mücadeleye sadakatle hareket etmiyordu. Gezi, hiyerarşiye, disipline ve işbölümüne düşman olanları başköşeye oturttu. Seçim zaferi için HDP’nin ve CHP’nin boyunu aşan tüm dalgalar dindirildi. Her şey, küçük burjuvaziye zarar vermeyecek kıvama getirildi.

O süreçte siyasetle hobi olarak ilgilenen, bireysel kariyeri için solculuk yapan, CV’sine renk ve boyut katmak için uğraşan, solculuğu pazarlık için kullanan, başkasını ve kolektifi düşman gören bireyler, dizginleri ele geçirdiler. Koca koca örgütler, bu bireylerin önünde diz çöktüler. Kendilerini onlara benzettiler. Hippiler ve yuppiler, birleşip sosyalist hareketi tasfiye ettiler.

Bireysel kariyerine düşkün, sosyal düşünceli bireyler, burjuva efendilerine hasta olmadıklarını ispat etmek için türlü taklalar atanlar, sol siyasete hâkim oldular. Artık devrimcilik değil, projecilik vaktiydi. Hesabını sendika başkanı, STK müdürü, milletvekili, milletvekili danışmanı olma hedefine göre yapan bireyler, halka, batıdan ithal “post-truth” ve “popülizm” eleştirileriyle küfredince yükseleceklerini iyi biliyorlardı. Halk düşmanlığı, devrim ve sosyalizm eleştirilerini besledi. Devlete ve sermayeye yaranmak için yoksula, işçiye, ezilene hakaret eden, küfürler savurmayı iş belleyen sosyalistler kapladı ortalığı.

Bu başlarına burjuvazinin halesini geçirmiş olan sosyalist bireyler, bir gün turistik gezi amacıyla Hatay’a gittiler. Politik turizm için hazırlanmış gezi rehberi uyarınca Ali İsmail’in babasını ziyaret ettiler. O evde çekilen toplu fotoğraf, verilen poz, solun içler acısı hâlinin özeti gibiydi.

On on beş kadar genç, ayaklarını uzatmış, sere serpe yere uzanmış hâlde, ortamdaki neşeli havaya eşlik edercesine, ellerindeki bira ve şarap şişelerini havaya kaldırmışlar. Bir an gözleriniz, sağa doğru kayıyor, orada, yer kalmadığı için koltuğun başına iğreti bir biçimde oturmuş olan adamı görüyorsunuz. Herkesin yüzünde gülücükler yükselirken, onun yüzünde derin bir hüzün dökülüyor. Anlıyorsunuz ki bu adam, Ali İsmail’in babası.

İşte o hüzne ve öfkeye örgütlenen kimse kalmadı. Herkesin önce kalbi kurudu. Sosyalist hareket denilen hikâye, bu şekilde bitirildi. Onun mezarına toprağı, kariyeristler ve teslimiyetçiler attı.

Eren Balkır
30 Mayıs 2021

Dipnotlar:
[1] “Peker’den Şok İfade”, 26 Ağustos 1998, Hürriyet.

[2] “Kocaeli’de Küba’da Yaşam”, 17 Aralık 2016, İleri.

[3] Eren Balkır, “Faş”, 24 Ocak 2016, İştiraki.

0 Yorum: