22 Mayıs 2021

,

Sosyalist Birey


Dönüşüm

Doksanlarda bir arkadaş, yeni ünlü olmuş Cem Yılmaz için “bırakın şu küçük burjuvayı, nasıl gülüyorsunuz esprilerine, anlamıyorum” diyordu. Sonra üyesi olduğu örgüte operasyon yapıldı. Ardından bu arkadaş, nasılsa bir biçimde tiyatroya merak saldı. Bir sene sonra rastlaştığımızda, “solculuk sayesinde svetşört üzerine tişört giyebiliyorum, yaşasın özgürlük!” diyordu. O dönemde o modanın öncülüğünü, “gidin türkülerinizi köyünüzde söyleyin” diyen Cem Özer yapıyordu. Operasyonun neden yapıldığı sorusunun cevabı, girilen bu yoldan aranmalıydı.

O tiyatroculuk işi nasılsa büyüdü. Arkadaş, tiyatro ekibi adına Kadıköy’de bir kafe açtı, o kafe, kısa süre içerisinde ticarethaneye dönüştü. Orada yetişen isimler televizyona iş yapmaya başladılar. Hatta (yanlış bilmiyorsam) Güldür Güldür bile orayla bağlantılı. Artık bu arkadaşlar, “küçük burjuva esprilere gülebiliyorlar.” Orta sınıfı eğlendirmek için yoksulla, yoksulluk hâlleriyle dalga geçen skeçler oynuyorlar. Bu arada, o kafe sonrasında, her solcu kafesi gibi, bar oldu.

Arkadaşın örgütü, 2000’lerin başında kentsel dönüşüm süreciyle birlikte uyuşturucuya karşı kampanya başlattı. Zenginler için mahalleler temizlenmeliydi. Doğal olarak örgüt, o dönemde Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’na misafir edildi. Daha da yumuşadı, bayrağını kızıldan maviye döndürdü. “İşçi sınıfı öldü bitti” diye yazılar yazdı. 2005 yılıydı. STK’laşmanın nimetleri üzerinde durulmaya başlandı. Kendisi, bizatihi bir STK’ya dönüştü.

Arkadaş ve örgütü şahsında sosyalist hareket, akademi ve STK üzerinden koopte (iç) edildi, devşirildi, teslim alındı, ehlileştirildi, nezihleştirildi, düzene entegre edildi. Sosyalist hareket, Marx’ın tabiriyle, “proletaryasız burjuvazi isteyen burjuva sosyalistler”in oyuncağı hâline geldi. Bugün bu kesim, “işçi olmazsa kapitalizm de olmaz” diyor, ama burjuva nimetlerden de vazgeçmiyor.

Sosyal hareketin bir kısmı, olmayan burjuva devrimini oldurma, diğer bir kısmı ise olmuş burjuva devrimini savunma işine soyunuyor. Tüm teoriyi, ideolojiyi ve politikayı bu pratik tayin ediyor. 1 Mayıs bile bu pratiğe göre biçimleniyor.

Tanrı Olarak Birey

“LGBT birey” veya “trans birey” türü laflarda, sanıldığının aksine, ilgili kesimleri aşağılayan, küçümseyen, onları hastalık ve sapma olarak gören bir yan var. Çünkü LGBT ve trans, ancak bölünmez bütün anlamında “birey” lafıyla tamama erebiliyorlar. Sağcı, bunları aşağılıyor, toplum dışına atıyor; solcu, bunları aşağılıyor, kendi özel toplumunun yedek parçası hâline getiriyor. Başkaldıracağı gün için yalandan dua ediyor.

Sol liberalizm hukukun üstünlüğüne işaret etmekse, bu, esas olarak birey halesini gerekli yerlere iliştirmekle icra ediliyor. Yani toplumda “sorunlu”, “sapma”, “hastalıklı”, “maraz” olarak görülen şeyler, burjuva hukukuna bağlanarak teslim alınıyor, çapakları temizleniyor, törpüleniyor. Neticede “birey” denilen şey, burjuvayı anlatıyor.

Bugün “şişman”, “şişko” gibi kelimeler bile yasaklanıyor, onların yerine “obeziteli birey” denilmesi öneriliyor. Çünkü obez gibi LGBT ve trans da hastalık olarak görülüyor. “Engelli birey” veya “otizmli birey” lafının arkasında da aynı gerekçe var. Sadece nezihleştirme, ehlileştirme işlemine duyulan ihtiyaç gereği, onlara yönelik dışlayıcı ifadelere yasak getiriliyor. Dil, burjuva hukukuna bağlanıyor. Hiyerarşi tanımayan bireyler, döne dolaşa burjuvazinin hiyerarşik üstünlüğünü savunuyorlar.

Tüm bu ifadeler, burjuva ideolojisi olarak liberalizmi yüceltmek için kullanılıyorlar. Yoksul bireyler, işçi bireyler, sosyalist bireyler, artık kızıl bayrak yerine ikame ettikleri mavi bayrağı bırakıp renkli bayrağı alıyorlar. Gökkuşağı, liberalizmin ve bireyciliğin bayrağı olarak putlaştırılıyor. Burjuvaların resmi bayrağı olarak gökkuşağı altında, obezler, eşcinseller ve sosyalist bireyler reklâm yüzleri oluyorlar. Nedense Türkiye’de futbol bahis şirketlerinin reklâmlarında “solcu” ünlüler kullanılıyor.

Herkes, pandemi sürecinde de görüldüğü üzere, birey merkezli, birey odaklı ve birey tanımlı hareket etmeye zorlanıyor. Bireysel varoluşunun dışı, tehlike, tehdit ve risk olarak takdim ediliyor. Kolektif ve bütünsel çözüm önerileri, “komplo” diye çöpe atılıyor. Bu tehlikenin, tehdidin ve riskin karşısına yegâne çözüm olarak liberal diktatörlük çıkartılıyor. Liberalizm için dövüşmek devrimcilik, liberalizmin kendisi sosyalizm diye yutturuluyor. Sol, burjuvaziyi ve emperyalizmi “akıl ve bilim” zırhıyla koruma altına alıyor. Bu şekilde varolma, yaşama hesabı yapıyor.

“CIA kendisine dijital âlemde makyaj yapma yoluna gidiyor. Burada amaç, Z kuşağını etkilemek ve bu kuşağın önceki kuşaklara kıyasla radikal liberalizme meyletmelerini sağlamak.”[1] Liberalizm, Türkiye’de de sosyalist hareketin iliklerine işliyor.

Çıplak Varoluş

Tıpkı LGBT, otizm ve obezite gibi sosyalistler de bir hastalık olarak görülmekten sıkıldılar. Koopte edildiler, teslim alındılar. “Bunca zulüm gördük, hep sosyalist olduğumuz için” dediler. “Birey” denilen haleyi başlarına geçirdiler. Artık onlara, tıpkı obeziteli birey gibi, “sosyalist birey” demek veya onları “sosyal düşünceli birey” olarak tanımlamak gerekiyor. İleride bunu talep edecek, illaki çıkacaktır. İllaki birileri, aşağılık bir hâl olarak görülen sosyalistliğin burjuvaziye referansla yüceltilmesini, gökkuşağı bayraklarıyla yapılan yürüyüşe dâhil edilmesini talep edecektir. Ahlaksızlar değil, ahlakı olmayan bireyler çıkıp, herkesi burjuvazinin ahırına bağlayacaktır.

Çünkü bugün sosyalist hareket de örgüt de parti de yok, sosyalist bireyler var, onların borusu ötüyor, onların çıkarları konuşuyor. Onların fotoğrafları yüceltiliyor. 1 Mayıs’ta gösterilecek bir kitle olmadığı için özel bireylerin pozlarına övgüler düzülüyor. Yasak savılsın, dostlar alışverişte görsün diye üç beş kişiyle eylem yapılıyor, sonra 1 Mayıs’ı yasak edenlerin yanına koşuluyor. İster istemez, bu sosyalist bireylerin bindikleri arabanın direksiyonu, hep burjuva siyasetine, burjuva hukukuna, burjuva ideolojisine çekiyor. Başkası mümkün değil.

Özellikle Avrupa’da, sosyalistliğinin maraz, sapma olduğuna ikna edilen şefler, örgüt üyelerini sosyalist bireylerden oluşturmayı tercih ettiler. Düşman, kendi varlığını ve üstünlüğünü vura vura öğretti. Bugün tüm “sosyal düşünceli bireyler”, hiyerarşiyi anlatan, hiyerarşiyi imleyen her şeye düşman kesilmeyi sosyalistlik zannediyorlar. Çünkü hiyerarşi düzleminde burjuvazinin, tekellerinin, vakıflarının, STK’larının veya devletlerinin üstün olduğuna inanıyorlar. O üstünlüğü gölgeleyen her şeye “hiyerarşik bu!” diye karşı çıkıyorlar.

Agamben, “Bana kalırsa salgın şu gerçeği, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek bir biçimde ortaya koymuştur: Bugün artık insanlık, ne pahasına olursa olsun korunması gereken çıplak varoluş dışında hiçbir şeye inanmamaktadır” diyor.[2] O çıplak varoluş, burjuvazinin birey putu üzerinden kutsanıyor. Her şeyin sonuna “birey” kelimesini ekleyenler, o inancın misyoneridirler. O nedenle pandemi yasaklarını en fazla solcular talep ediyorlar. Utanmadan, bir de intihar eden işsizlerden bahsediyorlar. Suçtaki paylarının üzerini örtmeye çalışıyorlar. Marx ise utanmanın devrimci bir duygu olduğunu söylüyor. Solcular, az çok okudukları, az buçuk anladıkları Marx’tan da utanmıyorlar.

Eren Balkır
5 Mayıs 2021

Dipnotlar:
[1] Alex Rubinstein, “Kesişimsel Emperyalizm”, 30 Mart 2021, İştirakî.

[2] Giorgio Agamben, “Çıplak Hayat ve Aşı”, 16 Nisan 2021, İştirakî.

0 Yorum: