08 Mayıs 2021

, ,

Terbiye ve Disiplin


Sosyalist burjuvazi, mücadele etmeden ve mücadelenin ister istemez sebep olduğu tehlikelerle yüzleşmeden, bugünün toplumsal koşullarının sunduğu tüm avantajları talep eder. Onun arzusu, toplumun devrimci ve parçalayıcı unsurları içermeyen mevcut hâlinin sürmesi yönündedir. Sosyalist burjuvazi, proletaryasız burjuvazi ister.”[1]

[Marx-Engels]

Luppo

Solun yoğun talebi üzerine hükümet, ilk kapanma önlemini gece vakti aniden devreye sokmuş, insanlar, birkaç saat sonra sokağa çıkma yasağının başlayacağını görüp marketlere hücum etmişlerdi. O günlerde sosyal medya, marketin birinde, elinde Luppo kekle sıra bekleyen vatandaşın fotoğrafına dair alaycı ifadelerle dolup taşmıştı.

O alaycı tutumu sergileyenler, bankadaki hesaplarına güvenen, üç öğün yemek yiyebilen, akşam yemeği sonrası çikolatalı kekini mideye indiren, ama basit ve ucuz bir kekin bir öğünün yerini tutabileceğini bilmeyen kişilerdi. O Luppo eleştirileri, soldaki artık iliklere işlemiş yoksul düşmanlığının birer tezahürüydü. 

Neticede sol, pandemiyi seçimlerde tüm hayallerini suya düşüren yoksul ve cahil halktan intikam alma fırsatı olarak gördü. O halktan üstün olduğu düşünülen burjuvazinin koltuğunun altına, onun aklının ve biliminin gölgesine sığındı.

Bu açıdan sol bugün, Brexit, Trump, bizde Tayyip için verilen oyları bahane ederek, yoksul düşmanlığını yaldızlamak ve sivriltmekle meşgul. Devletin ve sermayenin pandemi döneminde verdiği emirleri harfiyen yerine getiren, hatta utanmadan devlete ve sermayeye akıl veren, onlara destek sunan sol, tüm bunları, o yoksulları terbiye ve disipline etmek için yapıyor. Aklınca onlardan intikam alıyor. Çünkü sol, burjuvazinin verdiği terbiyenin; devletin verdiği disiplinin bir ürünü. Bu halini, kendi varlığını propaganda etmekten başka bir şey yapamaz.

Dünyada egemenler, yoksulluğu değil, yoksulu azaltmayı düşünüyorlar. Soldaki yoksul düşmanlığı, bu yönelimle de uyumlu. O da egemenlerdeki öjenist, nüfusu azaltmaya yönelik taleplere örgütleniyor.

Hiçbir solcu, kapanmaların halk düşmanı olduğunu görmek istemiyor. DİSK, KESK, TTB, Eğitim-Sen, TMMOB, kapitalist şirketlerin ve devletlerin emirlerini yerine getiriyor. Sol örgütler de STK’laştıkları için, bu derneklerin dümen suyunda gidiyorlar. “Kapanmacı sol, otoriteye itaat ediyor, uyduruk ‘devlet adamları’nın kibrine ve otokratik iktidarına teslim oluyor, üzerine laboratuvar önlüğü geçirmiş, kendisini dev aynasında gören insanlara boyun eğiyor, haki ve mavi üniformalar giymiş kişilerin önünde diz çöküyor.”[2]

Bilimcilik

Steve Jobs gibi isimlerin başarı hikâyeleri, genç girişimci adaylarına ders niyetine okutuluyor. Kişiler, başarılı kişilerle özdeşlik kuruyorlar. Kimse, arka planı, bağlamı ve genel yapısal yönelimi sorgulamıyor. Herkes, Özgür Demirtaş’ın içi boş liberal gevezeliklerine sarılıyor. Oysa “IBM şirketi, Kore Savaşı sırasında ABD savunma bakanlığının talebi üzerine ilk programlanabilir dijital bilgisayarını imal ediyor. O günden beri üretilen tüm bilgisayarlar için gerekli teşvikler, doğrudan veya dolaylı olarak Amerikan ordusuna tahsis edilen bütçeden karşılanıyor.”[3]

Gates, Musk gibi isimler, toplamda Silikon Vadisi, “solcu emperyalizm” diye yutturuluyor. Solcuların bir kısmı, AKP bahanesi üzerinden, bu emperyalizmin kuyruğuna tutunuyor. Ama bu vadi, esasen Pentagon’a uzanıyor. Vitrindeki isimler, ona hizmet ediyor. Bilim ve teknoloji araştırmaları, Pentagon ve NATO güdümünde ilerliyor. Bunları insanlığa zararsız, hatta yararlı, insanî ürünler gibi pazarlamak, eşitlik-özgürlük dünyasına açılan kapı gibi sunmaksa solculara düşüyor.

Sol, ekrana kilitleniyor. Ekrana kilitli yaşayan ergenlerin dünyasına bağlanıyor. “Ekran ise eleştirel düşünceyi aşındırıyor, okuma pratiğini ortadan kaldırıyor, eğitimi yozlaştırıyor.”[4] Sol, liseliler gibi, sosyal medyaya içerik üretmekle meşgul. İçerik ürettikçe içeriksizleşiyor, niteliğini, özünü yitiriyor. 

Herkesi ekrana kilitlemeye çalışan kapitalizm, bu işi sol eliyle hâllediyor. Eğitimin internete taşındığı koşullarda, Eğitim-Sen, eskinin Milli Eğitim Bakanı gibi davranıyor, “okullar olmasa Maarif’i yönetmek kolay olurdu” diyor. Bu anlamda devlet okullarının ve arsalarının yağmalanmasına ses etmiyor. Devlet okullarındaki yıkıma gözlerini kapatıyor. Tıpkı devlette çalışan, basit bir diş operasyonunu tedavi etmeyen, böylelikle herkesi özele yönlendirmeye çalışan diş hekimi gibi, Eğitim-Sen’e çökmüş kimi isimler de velilere “biz sizin çocuğunuzun bakıcısı değiliz” diyerek, çocukları evlerine gönderiyor, bu anlamda onları özel kolejlere yönlendiren düzene hizmet ediyor. İmam hatip-kolej karşıtlığı bu düzlemde kuruluyor, herkes koleji ve paralı eğitimi yüceltiyor.

İşte sol, tam da bu düzlemde bilimci oluyor. Egemenlerin ideolojisine bağlanıyor, onu propaganda ediyor. Sorgulama, eleştiri, şüphe gibi unsurlar, devre dışı kalıyor. “Aklı ve bilimi” proletaryasız, sınıfsız zannettiği için yüceltiyor, putlaştırıyor. “Kimin yararına?” sorusunu dahi soramıyor. Yoksullarda yükselen din tehlikesine karşı burjuvazide gelişen bilimcilik tapıncına örgütleniyor. Böylelikle otoriteye dönük imanı tazeliyor. Bilimin kâr getirdiğini, bireyin ekmeğine yağ sürdüğünü düşündüğü için ona tapıyor.

Bugün maske takmayan, aşı yaptırmayan, kapanma vakti sokağa çıkan herkes, “terörist” damgası yiyor. Bu anlayışı solcu küçük burjuvalar besliyorlar. Yoksulları terbiye ve disipline etmeye çalışıyorlar. Bu noktada devletin ve sermayenin başvurduğu önlemlere, kendi yaşam tarzlarına zarar verecek şeyleri temizlediği için destek sunuyorlar. Aşıyla vaftiz edilmemiş kimseyi topraklarında yaşatmamaya yemin ediyorlar. Köktendinci bilimcilik, solu ele geçiriyor. O, küçük burjuvazinin efendilerine yaranma ve yalvarma yöntemi olarak anlam kazanıyor.

“Bilimcilik, o üzerine kurulduğu rahat koltuğa, hâlen daha kapitalizm olarak adlandırdığımız, toplumsal disiplin, ekonomik sömürü, çevresel yıkım ve endüstriyel militarizm üzerine kurulu ideoloji içerisinde kavuşma imkânı bulabiliyor.”[5]

Alain Badiou, ta 2004’te şu çığlığı atıyor: “O zaman gidin, dişlerinizi sıka sıka, gebertin yoksulları. Ya da onları Amerikalı dostlarınıza öldürtün!”[6] Avrupa solunda 2000’lerin başında uç veren, 2005'teki Paris İsyanı sonrası derinleşen yoksul düşmanlığı, yavaş yavaş Türkiye’ye sirayet ediyor. Sol siyaset, kendisini ideolojik düzeyde bu düşmanlığa göre inşa ediyor. O, yoksulluğu değil, yoksulu azaltma stratejisini benimsemiş olan egemenlerin kanatları altına sığınıyor.

Burjuva Siyaseti

Seçimlerle, seçime endeksli siyasetle herkes, disipline ve terbiye ediliyor. Sol, bu disiplin ve terbiye gereği, burjuvaziyle ve devletle yan yana oturabildiği yanılsamasına iyice alışıyor. Bakanın yanına oturuyor, sağa sola akıl ve nizamat veriyor. Burjuvazinin yanına ilişiyor, onun vicdanı olmaya çalışıyor. Bu düşmanın yanına ilişme hâli, aradaki sınırların silikleşmesini beraberinde getiriyor. 

Bugün solun düşmanı, ne sermaye ne devlettir, sadece Tayyip’tir. Sermayeden ve devletten bağımsız bir birey olarak ele alınan Tayyip, sermayeyle devletin yanına ilişme ihtimalidir. Sol, aslında Tayyip’e âşıktır, meftundur. Ama o, yoksulun yanına asla oturamaz. Tayyip, oturmamanın bahanesidir.

Sol küçük burjuvazi, artık sermayeden edinilen terbiyenin, devletin verdiği disiplinin cisimleşmiş hâlidir. O nedenle yoksullara, halka, işçi sınıfına bu terbiyeden ve disiplinden gayrısını veremez. Onun son dönemde “popülizm eleştirisi” bağlamında dile getirdiği her şey, bu terbiye ve disiplinle alakalıdır.

Halit Çelenk, bir belgeselde Deniz’le son görüşmesini anlatıyor. İdama birkaç gün kala Deniz avukatına, “bizi asacaklar. Cenazemizi bir hafta bekletin. Ülkenin gördüğü en büyük yürüyüş gerçekleştirilsin” diyor. Bu vasiyeti yerine getirilmiyor.

Kendi ölümünü bile devrimci mücadele içerisinde bir eylem olarak örgütlemeyi düşünen devrimcilerin yerini, basit bir virüs karşısında tir tir titreyen, çift maske takan, el yıkayan, üç kuruşluk içi geçmiş hayatı için taklalar atan, polisleşen, sermayeye patent, devlete önlem için yalvaran, yoksula parmak sallayan, burjuvazinin biliminin ve aklının bekçiliğine soyunan, korkudan veya makbul vatandaşı oynamak adına örgüt bürolarını kapatan solcular alıyor. Bu utanç hepimize yeter!

Eren Balkır
20 Nisan 2021

Dipnotlar
[1] K. Marx ve F. Engels, Manifesto of Communist Party, Marxists.

[2] Phil Shannon, “Virüs, Kapanma ve Sol II”, 9 Mart 2021, İştiraki.

[3] Richard Barbrook ve Andy Cameron, The Internet Revolution, Network Notebooks, Ekim 2015, s. 18.

[4] John Steppling, “Occult Technique”, 16 Nisan 2021, JS.

[5] Curtis White, The Science Delusion, Melville House, Mayıs 2013, s. 3.

[6] Alain Badiou, “Başörtüsü Yasağı”, 21 Şubat 2004, İştiraki.

0 Yorum: