“Gelecek konusunda
yalan söylememek mümkün değil, geleceğe dair yalanları herkes bile isteye
söyler.”[1]
[Naum Gabo]
Baraj
Kapakları Açıldığında…
Toplum,
teknoloji ve siyaset arasındaki ilişki konusunda, dünya genelinde genel bir
inanış ortaya çıkıyor. Biz bu inanışı, onu üreten eyaletin adına atfen,
“Kaliforniya İdeolojisi” olarak adlandırıyoruz. Liberter politik felsefeyi
doğallaştırıp onun hayrına olacak şekilde teknolojik bir kanıt sunmak,
böylelikle alternatif geleceklere dair öngörülerde bulunmak suretiyle
Kaliforniya İdeologları, geleceğe dair toplumsal ve politik tartışmaların artık
anlamsızlaştığını söyleyebilme imkânı buldular.
Yirminci
yüzyılın sonunda medya, bilgisayarlar ve telekomünikasyon araçları, hipermedya
denilen gerçeklik içerisinde nihayet cem oldu.[2] Kapitalizmin insan emeğinin
yaratmaya dönük becerilerini çeşitlendirip yoğunlaştırma dürtüsü, birlikte
çalışma, varolma ve yaşama biçimlerimizi bir kez daha, niteliksel yönden
dönüştürmenin eşiğine gelip dayandı.
Farklı
teknolojiler, müşterek protokoller uyarınca bir araya getiriliyorlar. Bu sayede
ortaya parçaların toplamından daha fazla olan bir şey çıkıyor. Her türden
enformasyonu sınırsız düzeyde üretme ve temin etme becerisinin küresel telefon
şebekeleri ile bütünleştiği koşullarda, çalışma pratiğinin ve boş zaman geçirme
pratiğinin mevcut biçimleri de köklü bir biçimde dönüşecektir.
Süreç,
illâki yeni sanayi kollarının doğuşuna tanıklık edecek, hâlihazırda varolan ve
borsada epey işlem gören şirketler silinip gideceklerdir. Bu denli kapsamlı bir
toplumsal değişimin yaşandığı momentlerde olan bitene dair basit bir izahat
sunan herkes, büyük bir ilgiye mazhar olacaktır.
Böylesine
önemli bir konjonktürde ABD’nin Batı Sahili'nde yaşayan yazarlardan, bilgisayar
korsanlarından, kapitalistlerinden ve sanatçılarından oluşan, gevşek bağlarla
örülü ittifak, süreç içerisinde, başlamakta olan enformasyon çağı için
heterojen bir ideoloji üretmeyi bildi: Kaliforniya İdeolojisi.
Bu
yeni inanca, Silikon Vadisi’ndeki ileri teknoloji şirketleri ile San
Fransiskolu kültürel bohem hayatı arasındaki tuhaf kaynaşma kaynaklık etti.
Dergilerde, kitaplarda, TV programlarında, internet sitelerinde, yeni oluşan
örgütlerde ve konferanslarda yaygarası kopartılan bu Kaliforniya İdeolojisi,
hippilerin ipini kopartmışlığı ile yuppilerin girişimciliğini birleştirdi.
Karşıt şeyler arasında oluşan bu karışımı, esasen yeni enformasyon
teknolojilerinde özgürleştiricilik potansiyeli olduğuna dair o inanç mümkün
kıldı.
Oluşturulan
dijital ütopyada herkes, hem bilgili hem de zengin olabiliyor. Geleceğe dair bu
iyimser vizyonun en çok da bilgisayar manyakları, aylak öğrenciler, yaratıcı
kapitalistler, sosyal aktivistler, modaya düşkün akademisyenler, fütürist
bürokratlar ve oportünist siyasetçiler tarafından benimsenmiş olmasına hiç
şaşmamak gerek.
Avrupalıların
Amerika kaynaklı son modayı kopyalama konusunda bu kadar yavaş davranması,
gayet olağan bir gelişme. Son AB Komisyonu raporunun Kaliforniya’ya has,
“enformasyon süper otobanı” inşa edilmesi ile ilgili “serbest piyasa” modelinin
uygulanmasını tavsiye ettiği koşullarda kimi sanatçılar ve akademisyenler, Batı
Sahili’nde gelişen dine bağlı “insanötesi” felsefecilerini büyük bir hevesle
taklit ediyorlar.[3] Hiçbir rakiple dahi karşılaşmayan Kaliforniya İdeolojisi,
nihayet zafere ulaşıyor.
Bu
Batı Sahili’nde yaşayan ideologlardaki şeytan tüyü, sadece onlarda bulunan ve
başkalarına da sirayet eden iyimserlikle alakalı değil. Her şeyin ötesinde bu
ideologlar, liberter siyasete bağlı, onu tutkuyla savunan isimler. Bu insanlar,
enformasyon teknolojilerinin tüm bireylerin kendilerini siber uzayda özgürce
ifade edebildikleri yeni bir “Jefferson’cı demokrasi”nin inşa edilmesinde
kullanılmasını istiyorlar.[4]
Ne
var ki bu hayran olunmaması mümkün olmayan ülküyü savunan aynı kişiler, bir
yandan da Amerikan toplumunun kimi özelliklerini, bilhassa köleliğin o acılarla
dolu mirasından türemiş olanları, yeniden üretiyorlar.
Bu
teknoloji düşkünlerinin geliştirdiği ütopyacı vizyon, esasen Batı Sahili’nde
yaşadıkları hayatın ırkçılık, yoksulluk ve çevresel bozulma gibi nispeten
olumsuz olan özelliklerine karşı bile isteye körleşmişlik üzerine kurulu.[5]
Tuhaf olan şu ki aslında yakın geçmişe dek Körfez Bölgesi’nin aydınları ve
sanatçıları, bu tür meselelerle büyük bir tutkuyla ilgileniyorlardı.
Ronald
Reagan ve Hippiler Karşı Karşıya
15
Mayıs 1969 günü Kaliforniya Valisi Ronald Reagan polise, Kaliforniya
Üniversitesi Berkeley Kampüsü yakınlarında bulunan Halkın Parkı’nı işgal etmiş
bulunan gösterici hippilere karşı bir şafak baskını düzenlemesi talimatı verdi.
Yaşanan çatışmada bir kişi vurularak öldü, 128 kişi yaralanıp hastaneye
kaldırıldı.[6]
O
gün bir anlamda “düz dünya” ile karşı kültür, karşı karşıya geldi. Barikatın
bir tarafında Reagan ve takipçileri duruyor, bu insanlar asla dizginlenmemesi
gereken özel teşebbüsü savunuyor, Vietnam’ın işgaline destek sunuyorlardı.
Barikatın diğer tarafında ise kendi ülkesinde toplumsal devrimin
gerçekleşmesini savunan, ülke dışında ise emperyalist yayılmaya karşı çıkan
hippiler bulunuyordu.
Halkın
Parkı’na yapılan baskının gerçekleştiği yıl, Amerika’nın geleceğine dair bu iki
karşıt vizyon arasındaki tarihsel tercihin ancak şiddetli bir çatışma üzerinden
yapılabileceğini ortaya koydu. O dönem hippilerin liderlerinden biri olarak öne
çıkan Jerry Rubin’in de ifadesiyle, “Bizdeki kahramanlık ve macera arayışı,
bizi Amerika’nın dışına çıkartıp hepimizi kendimizce yarattığımız bir hayata ve
isyana taşıdı. Buna verdiği cevap dâhilinde Amerika, bizi yok etmeye hazır
gibiydi.”[7]
Altmışlar
boyunca Körfez Bölgesi’ndeki radikaller, dünya genelinde tanık olunan Yeni Sol
hareketlerin sahip olacağı politik görüşe ve kültürel tarza öncülük ettiler.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin dar siyasetinin kalıplarını kıran bu
isimler, militarizme, ırkçılığa, cinsiyet ayrımcılığına, homofobiye, tüketim
ideolojisine ve çevre kirliliğine karşı kampanyalar yürüttüler. Geleneksel
soldaki katı hiyerarşiler yerine bu radikaller, kolektif ve demokratik yapılar
inşa ettiler ve bu yapıların geleceğin liberter toplumuna önceden can verdiğini
söylediler.
Her
şeyin ötesinde Kaliforniya’da yeni sol, politik mücadeleyi kültürel isyanla
birleştirdi. Ebeveynlerinden farklı olarak bu hippiler, ordunun,
üniversitelerin, şirketlerin, hatta solcu politik partilerin insanlara ve
örgütlenme pratiğine dayattığı katı toplum anlayışlarına karşı çıktılar. Bunun
yerine rasgele seçtikleri kıyafetlerle, cinsel hafifmeşreplikle, gürültülü
müzikle ve keyif verici uyuşturucularla düz dünyacılara itiraz ettiler.[8]
Radikal
hippiler, kelimenin toplumsal anlamı dâhilinde, liberallerdi. Bu insanlar
demokrasi, hoşgörü, kendini gerçekleştirme ve sosyal adalet gibi evrensel,
rasyonel ve ilerici idealleri savundular. Yirmi yılı aşkın bir zamandır tanık
olunan ekonomik büyümenin sunduğu imkânlarla hippiler, tarihin kendilerinin
yanında olduğuna inanıyorlardı.
Bilim
kurgu romanlarında “ekotopya”dan bahsediyorlardı. Ekotopya, gelecekte
otomobillerin ortadan kalktığı, endüstriyel üretimin çevre dostu olduğu, cinsel
ilişkilerin eşitlikçi bir nitelik kazandığı, gündelik hayatın gruplar hâlinde
yaşandığı bir Kaliforniya tasarımını ifade ediyordu.[9]
Bazı
hippilere göre bu vizyon, ancak bir sahte tanrı olarak bilimsel ilerlemeye
karşı çıkıp doğaya dönerek gerçekleştirilebilirdi. Bazı hippilerse buna
karşılık, teknolojik ilerlemenin kendilerindeki liberter ilkeleri kaçınılmaz
olarak toplumsal birer gerçekliğe dönüştüreceğine inanıyorlardı.
Temelde
Marshall McLuhan’ın teorilerinden etkilenen bu teknoloji sevdalıları medyanın,
bilgisayarların ve telekomünikasyon araçlarının kaynaşmasının nihayetinde
elektronik bir agora meydana getireceğini düşünüyorlardı. Bu agora, esasen
sansür korkusu olmadan herkesin düşüncelerini aktarabildiği sanal mekânı ifade
ediyordu.[10]
Orta
yaşlarında bir İngiliz profesör olmasına rağmen McLuhan, büyük işletmelerin ve
büyük hükümetin elindeki iktidarın ancak yeni teknolojilerin bireylere yetki ve
güç bahşetmesi suretiyle yıkılabileceğine inanıyordu.
“Elektronik medya uzamsal
boyutu ortadan kaldırıyor. […] Elektrik sayesinde biz, her yerde küçük bir
köyde yaşıyormuşçasına, kişisel ilişkiler kurabiliyoruz. Bu, derinlikli bir
ilişki ve görevlerle yetkilerin dağıtılmasına ihtiyaç duymuyor. […] Diyalog, konuşmanın
yerini alıyor.”[11]
McLuhan’ın
öngörülerinden cesaret alan Batı Sahili’ndeki radikaller, alternatif basın,
topluluklara ait radyo istasyonları, evde kurulmuş bilgisayar kulüpleri ve
video kolektifleri için yeni enformasyon teknolojileri geliştirmek için kolları
sıvadılar. Bu aktivistler, kendilerinin yeni Amerika’nın inşası sürecinde en
önde mücadele ettiklerine inanıyorlardı. Elektronik agoranın meydana
getirilmesi, tüm toplumsal kurumlar içerisinde doğrudan demokrasiye doğru
atılmış ilk adımdı.[12] Mücadelenin zor olacağı açıktı, ama “ekotopya” ilk
işaretleri vermişti.
“Sanal
Sınıf”ın Doğuşu
Halkın
Parkı için verilen mücadelenin üzerinden geçen otuz yıldan az bir zamanda
hippilerin Kaliforniya İdeolojisi’ni meydana getirebileceğine kim inanırdı?
Teknolojik determinizm ile liberter bireyciliğin harmanlandığı böylesine
çelişkili bir düşüncenin enformasyon çağının melez zihniyeti olabileceğini kim
düşünürdü? Teknoloji ve özgürlüğe daha fazla tapınan insanların, teknolojinin
ve özgürlüğün uygulamada olduğu topluma karşı hassasiyetlerini o ölçüde daha
fazla yitireceklerini kim söyleyebilirdi?
Kaliforniya
ideolojisi popülerliğini temel öğretilerindeki muğlaklığa borçlu. Son
yirmi-otuz yıldır toplumsal medya aktivistlerinin ortaya koyduğu öncü
çalışmalar, ileri teknoloji şirketlerince ve medya kuruluşlarınca yeniden
diriltildi. Bu tür sektörlerde faal olan şirketler, emeğe dair ihtiyaçlarını
mekanikleştirip başkalarına taşere etseler de hâlen daha yazılım
programlarından, bilgisayar yongalarına, kitaplardan TV programlarına dek
birçok özgün ürünü araştırma ve üretme becerisine sahip önemli insanların eline
bakıyorlar.
Bazı
ileri teknoloji girişimcileri ile birlikte bu vasıflı işçiler “sanal sınıf”ı
meydana getiriyor. Söz konusu sınıf, bilişsel bilimle uğraşan insanlardan,
mühendislerden, bilgisayar bilimcilerinden, video oyunu geliştiricilerinden ve
diğer tüm komünikasyon uzmanlarından oluşan teknoloji entelejansiyasını ifade
ediyor.[13]
Bu
insanları montaj hattının disiplinine tabi kılamayan veya onları makinelerle
ikame edemeyen yöneticiler, bu fikir emekçilerini sabit süreli sözleşmeler
temelinde organize ediyorlar. Son yüzyıldır öne çıkan “işçi aristokrasisi” gibi
medyada, bilgisayar sahasında ve telekomünikasyon endüstrisinde kilit
konumlarda çalışan personel de piyasanın sunduğu ödüllerden istifade ediyor,
ama aynı zamanda aynı piyasanın dayattığı güvencesizliği deneyimliyor.
Bir
yandan bu ileri teknoloji zanaatkârlarına iyi maaşlar veriliyor, bu insanlar,
çalışma sürecinin hızı ve çalışma alanı bağlamında ciddi bir özerklikten
yararlanıyorlar. Sonuç olarak hippilerle örgüt insanı arasındaki kültürel
ayrım, bir miktar silikleşiyor. Ama bir yandan da bu işçiler, sözleşme
şartlarına tabi ve çalışma sürecinin kesintisiz devam edeceği konusunda her
türlü güvenceden de yoksunlar. Hippilerdeki özgür zamandan mahrum olan çalışma
süreci, “sanal sınıf”ın büyük bir kısmı için kendini gerçekleştirme yolu hâline
geliyor.[14]
İşte
Kaliforniya İdeolojisi, bu ileri teknoloji zanaatkârlarına bir anlayış tarzı
sunuyor. Bir yandan bu işçiler işgücünün imtiyazlı kesimini teşkil ediyorlar.
Diğer yandan da toplumsal medya aktivistlerindeki radikal fikirleri miras
alıyorlar. Bu sebeple Kaliforniya İdeolojisi, hem piyasa ekonomisindeki
disipline hem de hippilerdeki zanaatkârlıkta karşımıza çıkan özgürlüğe ait bir
tezahür.
Bu
tuhaf karışım, ancak teknolojik determinizme dönük evrensel inanç üzerinden
elde edilebiliyor. Altmışlardan beri liberallerin yegâne umudu, yeni
enformasyon teknolojilerinin kendi fikirlerini somuta taşıması üzerine kurulu.
Yeni solun meydan okumalarına karşı koyarken yeni sağ, o dönemde liberalizmin
eski biçimi olan ekonomik liberalizmi diriltti.[15]
Radikal
hippilerin peşine düştüğü kolektif özgürlüğün yerine yeni sağcılar, piyasa
sınırları içerisinde bireyin özgürlüğünü savundular. Ama bu muhafazakârlar bile
yeni enformasyon teknolojilerindeki çekiciliğe karşı koyamadılar.
Ta
altmışlarda McLuhan’ın öngörüleri özel sektör için geliştirilen yeni medya
biçimleriyle, bilgisayarlarla ve telekomünikasyon araçlarıyla ilgili bir reklâm
çalışması olarak yorumlanmıştı. Yetmişlerden itibaren Toffler ve Ithiel de Sola
Pool gibi isimler, hipermedyanın doğuşunun, geçmişe ait ekonomik liberalizme
dönüşü çelişkili bir biçimde içerdiğini ispatlamaya çalıştılar.[16] Bu geleceğe
değil de geçmişe doğru inşa edilen ütopya, bir miktar Asimov, Heinlein gibi
maço bilim kurgu romancılarının öngörülerini yankılıyordu. Bu romanlarda
geleceğin dünyası her zaman uzay tacirleriyle, aşırı kurnaz satıcılarla, dahi
denilebilecek bilim insanlarıyla, korsan gemisi kaptanlarıyla ve aşırı
bireycilerle kaplı bir yer olarak tasavvur ediliyordu.[17]
Gelgelelim
teknolojik ilerleme yolu insanlığı “ekotopya”ya ulaştırmadı, onun yerine
herkesi kurucu babaların Amerikası’na götürdü.
Elektronik
Agora mı Yoksa Elektronik Piyasa mı?
Kaliforniya
İdeolojisi’ndeki muğlaklık, en çok da dijital geleceğe dair çelişkili
görüşlerinde karşılık buluyor. Hipermedyanın gelişimi, kapitalizmin bir sonraki
aşamasının kilit unsurudur. Zuboff’un da ifade ettiği biçimiyle, medyanın,
bilgisayarların ve telekomünikasyon teknolojilerinin fabrikaya ve ofise
dolaysız bir biçimde dâhil edilmesi, işgücünün üretimde doğrudan yer alma
imkânından ayrıştırıldığı o uzun sürecin bir sonucudur.[18]
Salt
rekabetle alakalı sebeplere bağlı olarak, tüm önemli endüstrileşmiş ekonomiler,
en nihayetinde halklarını internete bağlamak, böylelikle dijital çalışma
pratiğinin sunduğu üretkenliğin kaymağını yemek zorunda kalacaklardır. Bugün
insanların dünya ölçeğinde sınırsız miktarlarda enformasyon üretmelerine ve bu
bilgileri değiş tokuş etmelerine imkân sağlamanın ne tür toplumsal ve kültürel
etkilere yol açacağını ise kimse bilmemektedir.
Asıl
soru, hipermedyanın doğuşuna yeni solun mu yoksa yeni sağın mı ebelik yapacağı
ile ilgilidir. Melez bir din olarak Kaliforniya İdeolojisi, bu soruya “her
ikisi de” diye cevap vermektedir, çünkü bu ideoloji, ne yeni solu ne de yeni
sağı eleştirmekte, her ikisinin sunduğu vizyona aynı anda inanmaktadır.
Bir
tarafta, yeni solun şirketlere karşı duran saflığını bir biçimde muhafaza eden,
“sanal toplum” savunucuları durmaktadır. Bunların akıl hocası olan Howard
Rheingold’a göre yeni enformasyon teknolojilerinin gelişimini en çok da İkinci
Dünya Savaşı sonrası nüfus patlamasının yaşandığı dönemde doğan kuşağın karşı
kültürcü değerleri biçimlendirmektedir. Bu yaklaşıma göre toplumcu aktivistler,
şirketlerin kapitalizmini ve büyük hükümeti, ileri teknoloji ürünü “armağan
ekonomisi”yle ikame edeceklerdir. Hâlihazırda kullanımda olan ilân panosu
sistemleri, gerçek zamanlı internet konferansları ve sohbet imkânları, esas
olarak, katılımcılar arasında gerçekleşen bilgi ve malumat değiş tokuşuna
dayanmaktadır. Rheingold’un görüşüne göre “sanal sınıf” üyeleri, hâlen daha
toplumsal kurtuluş mücadelesinin ön saflarında yer almaya devam etmektedirler.
“Enformasyon süper otobanı”nın inşasına ticaret ve siyaset kontrolsüz bir
biçimde dâhil olmuş olsa da elektronik agora, şirket yanlısı ve bürokratik
düşmanları karşısında illâki zafere ulaşacaktır.[19]
Diğer
tarafta ise muhafazakâr düşmanlarının liberal ideolojisini benimsemiş Batı
Sahili’nin diğer ideologları durur. Örneğin “sanal sınıf”ın her ay yayınlanan
kutsal kitabı olarak Wired dergisi, Temsilciler Meclisi’ndeki
Cumhuriyetçilerin aşırı sağcı lideri Newt Gingrich’in görüşleri ile onun
danışmanlarından olan Toffler’ların (Alvin ve Heidi Toffler) görüşlerini
birlikte yayınlamakta bir beis görmemiştir.[20] Bu isimlerin sosyal yardımların
kesilmesini öngören siyasetini görmezden gelen dergi, yeni enformasyon
teknolojilerinin sunduğu liberter imkânlara dair coşkulu ifadeleri karşısında
büyülenmiştir.
Oysa
McLuhan’daki teknolojik determinizm görüşünü ödünç alan Gingrich ve
Toffler’lar, esasen elektronik agoradan yana değildirler. Bilâkis, bu isimlerin
iddiasına göre, medya, bilgisayarlar ve telekomünikasyon araçları arasındaki
yakınlaşma, neticede bir elektronik piyasa meydana getirecektir: “Siber uzayda
piyasalar, teknolojik ilerleme sayesinde, ‘doğal tekel’ durumundan çıkıp
rekabetin hâkim olduğu bir tekel durumuna doğru evrilmektedir.”[21]
Kaliforniya
İdeolojisi’nin bu versiyonunda “sanal sınıf”ın her bir üyesine başarılı bir
ileri teknoloji girişimcisi olma fırsatı sunulacağına dair vaatte bulunulur.
Argüman devamında, enformasyon teknolojilerinin bireyi yetkili ve güçlü
kılacağını, kişisel özgürlükleri artıracağını, ulus-devletin gücünü önemli
ölçüde azaltacağını söyler. Mevcut toplumsal, politik ve hukukî iktidar
yapıları sönümlenip yerlerini özerk bireylerle elleri altındaki yazılım
arasındaki dizginlenemeyen ilişkilere bırakır.
McLuhan’a
yeni bir tarz kazandıran bu isimlerin dediğine göre büyük hükümet, risk alma
konusunda yeterince cesur ve sakin olan, kaynaklar açısından zengin
girişimcilerin sırtından bir biçimde inecektir. Üretim karşıtı düzenlemelerin
yerine vizyon sahibi mühendisler, kodlama, dijital para ve doğrulama
prosedürleri türünden, siber uzayda inşa edilmiş olan “serbest piyasa”da
kullanılacak araçlar icat edecekler. Neticede özellikle devletin bu türden
teknolojik ve ekonomik güçleri mülk edinmesi, doğa kanunlarına karşı koyacak
kadar aptal olanların yapacakları bir iştir.
Wired dergisinin
yayın yönetmenine göre “piyasanın görünmez eli ile Darwinci evrimin kör güçleri
esasen bir ve aynı şeydir.”[22] Heinlein'in ve Asimov’un bilim kurgu
romanlarında da gördüğümüz gibi geleceğe uzanan yol, esasen bizi geçmişe
götürmektedir. Yirmi birinci yüzyıl enformasyon çağı olarak, on sekizinci
yüzyılda Thomas Jefferson’ın dile getirdiği liberal ideallerin gerçekleştiği
dönem olacaktır: “Amerikan Düşüncesi’ne ait ebedi hakikatler üzerine kurulu
yeni bir medeniyet yaratılacaktır.”[23]
“Serbest
Piyasa” Efsanesi
1994’teki
milletvekili seçimlerinde Gingrich’in partisinin zafer kazanması ardından
Kaliforniya İdeolojisi’nin bu sağcı versiyonunun yıldızı iyice parladı. Lâkin
ekonomik liberalizmin kutsal ilkeleri de hipermedyanın fiili tarihiyle çelişki
içerisindeydi. Örneğin bilgisayar teknolojileri ve internet, ancak büyük
miktarlarda devlet teşvikleri ve amatörlerin coşkulu katılımları sayesinde icat
edilebilecek şeylerdi. Özel teşebbüs önemli bir rol oynasa da bu rol, ancak
karma ekonominin bir parçası olabildiğinde anlam kazanabiliyordu.
Örneğin
“Farklılık Motoru” denilen ilk bilgisayar özel şirketlerce tasarlanıp imal
edilmişti, ama bu bilgisayar, 1834 yılında büyük bir servet olarak
görülebilecek olan 17.470 sterlin gibi yüksek bir devlet bağışı sayesinde
geliştirilebilmişti.[24] Colossus’tan EDVAC’e, uçuş simülatörlerinden sanal
gerçekliğe kadar birçok bilgisayar temelli ürünün geliştirilmesi süreci, devlet
kurumlarıyla yapılan güçlü sözleşmelere veya kamu araştırmalarına bağlı idi.
IBM
şirketi, Kore Savaşı sırasında ABD savunma bakanlığının talebi üzerine ilk
programlanabilir dijital bilgisayarını imal etti. O günden beri üretilen tüm
bilgisayarlar için gerekli teşvikler, doğrudan veya dolaylı olarak Amerikan
ordusuna tahsis edilen bütçeden karşılandı.[25] Devlet yardımı yanında
bilgisayarın evrim süreci bir yandan da işi kendi başına hâlletme üzerine
kurulu kültüre de ihtiyaç duyuyordu. Örneğin kişisel bilgisayarı kendi ucuz
makinelerini üretmek isteyen amatör teknisyenler icat ettiler. Apple ve
Microsoft’un ürettiği ürünlerin ilerleyen süreçte elde ettiği başarı, önemli
ölçüde bu işi hobi olarak gören kişilerin arasında armağan ekonomisi fikrine
bağlı kişilerin bulunmasına bağlıydı. Bugün bile açık kaynaklı programlar hâlen
daha yazılımların genel tasarımının ilerletilmesinde hayatî bir rol oynuyorlar.
İnternetin
tarihi de serbest piyasa ideologlarının savunduğu ilkelerle çelişiyor. İlk
yirmi yılında internet Amerikan devleti sayesinde gelişti. Amerikan ordusu ve
üniversiteler üzerinden vergi mükelleflerinden gelen yığınla para internet
altyapısına gitti. Uygulamalar ise amatörlerin veya boş zamanlarında bu işle
ilgilenen profesyonellerin elinden çıktı. Örneğin gerçek zamanlı internet
konferansını mümkün kılan MUD programını bir bilgisayar ağı üzerinden hayalî
oyunlar oynamak isteyen bir grup öğrenci icat etti.[26]
Kaliforniya
İdeolojisi’nin sağa kayışındaki en tuhaf yanlardan biri, Oregon, Washington ve
Kaliforniya’yı içeren Batı Sahilleri’ndeki ekonominin bir tür karma ekonominin
ürünü olduğu gerçeğidir. Hükümetin akıttığı dolarlar, buralarda sulama
sistemleri, otobanlar, okullar, üniversiteler ve bölgede hayatın güzel olmasını
sağlayacak başka türden altyapı projeleri inşa etmek için kullanıldı. Devlet
sübvansiyonları içerisinde aslan payını ileri teknoloji üreten endüstriyel
kompleks aldı. ABD hükümeti uçak, füze, elektronik cihaz ve nükleer bomba almak
için Kaliforniya’daki şirketlere milyarlarca dolar akıttı. Serbest piyasacı
ezberlerin henüz körleştirmediği kişiler bunun Amerikalıların her daim devlet
planlaması ile hareket ettiklerini ispatladığını göreceklerdir.
Devlet
planlaması ile işlerin halledildiği koşullarda Amerikalılar bu süreci “savunma
bütçesi” ifadesiyle açıklarlar.[27] Aynı zamanda Batı Sahili’ndeki yaşam
tarzına ait kilit unsurların kaynağı da kültürel bohemliğin o uzun geçmişiydi.
Her ne kadar sonrasında ticarileştirilse de sosyal medya, “new age”
spiritüalizmi, sağlıklı gıdalar, keyif için alınan uyuşturucular, pop müzik ve
kültürel sapkınlığın başka biçimleri, üniversite kampüsleri, sanatçı birlikleri
ve köy komünleri etrafında oluşmuş, ticarî amaç gütmeyen ortamlardan çıktı.
Amatörlerin, teknoloji meraklılarının beslediği kültür olmasaydı Kaliforniya
ile birlikte anılan efsanelerin hiçbirisini bugün dünyada duyan olmazdı.[28]
Tüm
bu devlet fonları ve toplumun sürece dâhli, Silikon Vadisi’nin ve diğer ileri
teknoloji endüstrilerinin gelişimi üzerinde muazzam bir etkiye yol açtı ve bu
süreci besledi. Kapitalist girişimciler, yeni fikirler geliştirme konusunda
sahip oldukları becerileri her daim abartırlar ve devletin, elleri altındaki
işgücünün veya genel anlamda toplumun katkılarını görmezden gelirler.
Esasen
tüm teknolojik ilerleme birikmelidir ve kolektif tarihsel sürecin ürünüdür,
dolayısıyla bu ilerleme süreci kolektif bir başarı olarak görülmelidir. Bu
sebeple diğer tüm endüstrileşmiş ülkeler gibi Amerika da ve oradaki
girişimciler de kendi endüstrilerini besleyip büyütme noktasında devlet
müdahalesine ve amatörlerin aldıkları inisiyatiflere muhtaçtırlar.
Japon
şirketleri Amerika’ya ait mikroçip piyasasını ele geçirmenin eşiğine
geldiklerinde Kaliforniya’nın bilgisayar üreten liberter kapitalistleri,
Doğu’dan gelen istilacıları savuşturmak için devlet destekli bir kartel meydana
getirip ona dâhil olma konusunda zerre tereddüt yaşamadılar. Siber uzaya
herkesin katılmasını mümkün kılan internet programlarının üretilmesine dek Bill
Gates, Microsoft’un Windows 95’in piyasaya sürüm tarihini ertelemekten başka
bir seçeneklerinin bulunmadığına inanıyordu.[29] Modern ekonominin diğer
sektörlerinde olduğu gibi yeni gelişen hipermedya endüstrisinin yüzleştiği
temel soru, karma ekonomi olarak örgütlenip örgütlenmeyeceği değil, bu karma
ekonominin hangi türünün devreye sokulacağı sorusu idi.
Özgürlük
Köleliktir
Madem
serbest piyasanın kutsal saydığı ilkeler dünyevi tarih tarafından bir bir çöpe
atıldı, o zaman Kaliforniya İdeolojisi’ni savunanlar, neden hâlâ serbest
piyasayla ilgili efsanelerin etkisi altında? Sözleşme kültürü içerisinde
yaşayan dijital âlemin zanaatkârları, şizofrenik bir hayat sürmek zorunda. Bir
yandan bu insanlar, piyasanın hayat karşısında öncelikli olduğu iddiasına karşı
çıkıyorlar. Bir yandan da devletin bireyin özgürlüğünü kısıtlama girişimlerine
karşı öfke kusuyorlar.
Yeni
sağı yeni solla harmanlayan Kaliforniya İdeolojisi, sanal sınıfın üyelerinin
takındığı tutumlardaki çelişkiye konusunda kendince bir çözüm sunuyor. Devlet
karşıtlığı, teknolojik ilerlemeyle ilgili radikal fikirleri ve gerici fikirleri
uzlaştırmak için gerekli aracı sunuyor. Bir yandan yeni sol, askeri-endüstriyel
kompleksi parayla beslediği için devlete kızıyor, öte yandan yeni sağ da
piyasadaki rekabet üzerinden yeni teknolojilerin kendiliğinden dağılması
sürecine müdahale ettiği için devlete saldırıyor. Devlet, hipermedyanın
gelişimine müdahale etmesine rağmen, Kaliforniya İdeologları, sibernetik
liberterizmin devlet karşıtı vaazlarını her fırsatta vermekten geri durmuyor.
Teknolojik determinizmle perçinlenmiş ekonomik liberalizm, bu sayede hippi anarşizmiyle
harmanlanıyor.
Gerçekte
varolan kapitalizmi bilince çıkartmak yerine yeni sağın ve yeni solun âlimleri,
dijital Jefferson’cı demokrasinin birbirine rakip versiyonlarını savunmayı
tercih ediyorlar. Örneğin yeni sol içerisinde bir isim olan Howard Rheingold,
elektronik agoranın bireylerin Amerika’yı kuran liderlerin savunduğu medya
özgürlüğüne sahip olmalarını mümkün kılacağına inanıyor. Aynı şekilde, yeni sağ
ise özel girişimin boynuna takılmış, onu düzenlemeyi, düzene sokmayı amaçlayan
tüm zincirlerin kırılmasının Jefferson’cı demokrasiye layık bir fikir
piyasasını meydana getireceğini iddia ediyor.[30]
Retro-fütürizmin,
geçmişe referansla inşa edilmiş gelecek tasarımlarının, altmışların sonu ve
yetmişlerin başlarında ABD’de ortaya konulan, yenilenmeye yönelik gayretlerin
yaşadığı başarısızlığın bir sonucu olduğunu görmek gerekiyor. Halkın Parkı’nın
yüzleştiği sert müdahalenin ardından Amerika’daki müesses nizam ile
karşı-kültür arasındaki mücadele, şiddetli çatışmalar girdabına girdi.
Vietnamlıların birçok insanı toprağa verme pahasına Amerikalı işgalcileri
ülkelerinden kovmayı bildiği koşullarda hippiler ve siyahların öncülük ettiği
insan hakları hareketi içerisindeki müttefikleri, en nihayetinde devlet baskısı
ve hareketlerin kültürel açıdan temellük edilmesi üzerinden ezildi.
Kaliforniya
İdeolojisi, sanal sınıfın üyelerinin yaşadığı bu yenilginin ortaya çıkarttığı
sonuçların özeti gibidir. Bu insanlar, hippilerin kazandığı kültürel
özgürlüklerin keyfini çıkartsalar da birçoğu artık ekotopya inşası için verilen
mücadelenin aktif bir parçası değildir. Sisteme açıktan başkaldırmak yerine
dijital âlemin zanaatkârları, bugün bireysel özgürlüğe ancak teknolojik
ilerlemenin ve serbest piyasanın sınırları içerisinde çalışmak suretiyle
kavuşabileceklerini kabul ediyorlar. Siberpunk romanlarının birçoğunda bu içe
kapanık liberterizm kendisini merkezde duran bilgisayar korsanı karakterinde
somutluyor. Bu işi ise sanal enformasyon dünyasının içerisinde hayatta kalmak
için mücadele eden yalnız bir birey olarak takdim ediliyor.[31]
Kaliforniya
İdeologlarının sağa kaydığı süreci, belli ölçüde, “kendisine yeterli birey”
fikri üzerine kurulu liberal ideali sorgusuz sualsiz kabul edenler beslediler.
Amerikan halkının genel anlayışında ülkenin çölün ortasında, temelde özgürce
oradan oraya dolaşan avcılar, kovboylar, vaizler ve öncü yerleşimciler
tarafından inşa edildiğine inanılır. Amerikan devriminin kendisi, yabancı
ülkelerin başındaki kralların dayattığı ağır vergilere ve baskıcı kanunlara
karşı bireylerin özgürlüğünü ve mülkünü korumak için yapıldığı üzerinde
durulur.
Yeni
sol ve yeni sağ açısından Amerikan cumhuriyetinin ilk yılları, bireyin
özgürlüğü ile ilgili olarak geliştirilmiş, birbirine rakip görüşler açısından
güçlü bir model sunar. Ama bu ilkel Amerikan rüyasının merkezinde köklü bir
çelişki durur: Bu dönemde bireylerin refahı başkalarının çektiği çilelerin
üzerine kurulmuştur. Bunun en açık ispatı da Kaliforniya İdeolojisi’nin put
diye taptığı Thomas Jefferson’dır.
Thomas
Jefferson, hem Bağımsızlık Bildirgesi’nde aktarılan demokrasi ve özgürlük
çağrısını kaleme alan kişidir, hem de yaklaşık iki yüz insanı köle olarak
çalıştıran bir köle sahibidir. Bir siyasetçi olarak Jefferson, Amerikalı
çiftçilerin ve zanaatkârların feodal Avrupa’nın dayattığı kısıtlamalar
olmaksızın kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunmuştur. O dönemin diğer
tüm liberalleri gibi Jefferson da politik özgürlüklerin otoriter hükümetlere
karşı ancak bireyin özel mülkiyeti korunarak savunulabileceğini düşünmüştür.
Yurttaşların hakları, özel mülkiyet hakkı denilen bu temel ve doğal haktan
türemişlerdir. İnsanın kendi kendisine yeterli olmasını teşvik etmek amacıyla
Jefferson, ekonomik bağımsızlıklarını güvence altına almak amacıyla, her bir
Amerikalıya iki hektar arazi verilmesini önermiştir. Ama öte yandan, sınır
hattında varlık mücadelesi veren küçük çiftçiyi ve iş insanlarını idealize eden
Jefferson, Virginia’da zorla çalıştırdığı kölelerin emeğiyle geçinen bir
plantasyon sahibidir.
Her
ne kadar güneyin “kendisine has kurumsal yapısı” vicdanını rahatsız etse de
Jefferson, insanın sahip olduğu doğal hakların, insanların özel mülk olarak
sahiplenilmesi hakkını içerdiğine inanmayı sürdürür. Jefferson’cı demokraside
beyazların özgürlüğü, siyahların köle oluşuna bağlıdır.[32]
Geçmişe
Doğru İlerlemek
Kölelerin
özgürleşmesine ve insan hakları hareketinin elde ettiği zaferlere rağmen ırk
ayrımcılığı, Amerika’da, bilhassa Batı Sahili’nde, hâlen daha siyasetin
merkezinde duruyor. 1994’te Kaliforniya valiliği için yapılan seçimi
Cumhuriyetçi Parti adayı Pete Wilson, yoğun bir göçmen karşıtı kampanya
yürüterek kazandı. Ülke genelinde yapılan seçimlerde Gingrich’in Cumhuriyetçi
Parti’sinin kazandığı zaferse sosyal yardımlarla geçinen, beleşçi siyahların,
Meksikalı göçmenlerin ve had bilmeyen diğer azınlık mensuplarının yol açtığı
söylenen tehdide karşı “öfkeli beyaz erkekler”in seferber edilmesinin bir
sonucuydu.
Bahsi
edilen siyasetçiler, şehrin dışında lüks semtlerde oturan, önemli bir kısmı
beyaz olan, oy kullanan kesim ile beyaz olmayan, şehrin iç kesimlerindeki
yoksul mahallelerde oturan, oy kullanmayan kesim arasında artan kutuplaşmanın
ekmeğini epey yediler.[33] Hippilerin savunduğu ideallerin bir kısmını hâlen
daha savunmalarına karşın birçok Kaliforniya İdeologu, Cumhuriyetçilerin bu
ayrıştırmacı siyasetine karşı net bir tutum almanın imkânsız olduğunu
düşündüler. Bunun sebebi, ileri teknoloji sektörünün ve medya sektörünün yeni
sağa destek veren koalisyonun önemli birer parçası olmasıydı.
Aslında
hem kapitalistler hem de iyi ücretler alan işçiler, şirketlerine akan devlet
parasını açıktan kabul ettikleri takdirde vergilerin artmasından korktular.
Çevrenin korunması, sağlık hizmetleri, barınma, toplu ulaşım ve eğitim gibi
sahalara harcanacak paranın kendi ceplerinden çıkacağını düşündüler.
Daha
da önemlisi, sanal sınıfın birçok üyesi, bugün yeni sağdaki liberter söyleme ve
teknoloji tutkusuna bile isteye teslim oluyor. İleri teknoloji şirketleri ve
medya kurumları için çalışan bu insanlar, elektronik piyasanın bir şekilde
Amerika’daki ağır toplumsal ve ekonomik sorunları çözebileceğine ve
kendilerinden bu konuda herhangi bir fedakârlık talep etmeyeceğine inanmak
istiyorlar. Kaliforniya İdeolojisi içerisindeki çelişkileri gören Gingrich,
sanal sınıfı tam da bu sebeple “hem dost hem düşman” olarak niteliyor.[34]
ABD’de
servetin yeniden dağıtımı, acilen giderilmesi gereken bir ihtiyaç. Servet,
halkın büyük çoğunluğunun ekonomik refahı ve esenliği için yeniden dağıtılmalı.
Ama bu adım, sanal sınıfın birçok üyesini de içine alan o zengin beyaz zümrenin
kısa vadeli çıkarlarıyla çelişiyor. Ellerindeki serveti yoksul siyahlarla veya
Latin komşularıyla paylaşmak yerine bu hippiler, zengin semtlere kaçıyorlar ve
kendilerini silâhlı muhafızlarla koruma altına alıp kendilerine özel sunulan
refah hizmetlerinin sunduğu korunaklı alana sığınıyorlar.[35] Bu servetten
mahrum olanlarsa enformasyon çağına, ancak Silikon Vadisi’nde çip üreten
imalatçıların sağlıksız fabrikalarında ucuza sendikasız olarak çalışan işçiler
olarak dâhil olabiliyorlar.[36]
Siber
uzayın inşa sürecinin kendisi bile, Amerikan toplumunun birbiriyle
uzlaşmayacak, ırk esasına göre ayrışmış sınıflara bölündüğü sürecin mütemmim
cüzü hâline geldi. Kâr edeceğim diye deliye dönmüş telefon şirketlerinin kara
listeye aldığı yoksul mahalle sakinleri, bugün parasız oldukları için yeni
internet hizmetlerinden dışlanma tehdidiyle karşı karşıya.[37]
Buna
karşılık, sanal sınıfın üyeleri ve diğer profesyonellerse yoksul komşularıyla
bir araya gelme gereği bile duymadan, hiper gerçeklikte siberpunk rolü kesme
imkânı bulabiliyorlar. Giderek derinleşen toplumsal uçurumun yanında,
“enformasyon çağının zenginleri” ile “enformasyon çağının fakirleri” arasında
bir tür ırk ayrımcılığına tanık oluyoruz. Kölelerle efendiler arasındaki
ilişki, bu ileri teknoloji üzerine kurulu Jefferson’cı demokraside yeni bir
biçime kavuşuyor ve bu biçim altında varlığını sürdürüyor.
Sayborg
Efendiler, Robot Köleler
Bugün
Kaliforniya İdeolojisi, isyankâr “alt sınıflar”a dönük korkusu yüzünden, temel
ilkesi olarak gördüğü, yeni enformasyon teknolojilerinin özgürleştirme
potansiyeline dönük inancını yitirdi.
Elektronik
agora ve elektronik piyasa vaadinin bireyleri devletlerin ve tekellerin inşa
ettiği hiyerarşiden kurtaracağını söyleyenler, Amerikan toplumunun
kutuplaştığını gördüler. Bu kutuplaşma, dijital gelecek konusunda daha baskıcı
bir vizyonun oluşmasına neden oldu. Özgürlüğün teknolojileri, hâkimiyetin
makinelerine dönüştü.
Monticello’daki
malikânesinde Jefferson, evine zekâ ürünü birçok makine ve cihaz
yerleştirmişti. Bunlardan biri de yemek asansörüydü. Mutfaktan yemek odasına
yemekler bu asansörle taşınıyordu. Köleleriyle teknoloji aracılığıyla temas
kuran bu devrimci bireyci, böylece kendisi gibi insan olan kişilerin zorla
kullanılan emeğine tabi olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınma imkânı
buluyordu.[38] Yirminci yüzyılın sonlarında teknoloji, bir kez daha efendilerle
köleler arasındaki farkın altını çizmek ve perçinlemek için kullanılıyor.
Kimi
hayalperestlere göre aklın, bedenin ve ruhun kusursuzlaştırılmasına dönük
çalışmalar, nihayetinde insan-sonrasının ortaya çıkışına yol açacak.
İnsan-sonrası, sanal sınıfın toplumsal imtiyazlarının biyolojik-teknolojik
tezahürü olarak somutlanacak. Hippiler eskiden kendini geliştirmeyi toplumsal
kurtuluşun bir parçası olarak görürlerken, bugün Kaliforniya’nın ileri
teknoloji zanaatkârları, muhtemelen bireyin kendisini terapi, maneviyatçılık,
egzersiz veya narsist meşguliyetler üzerinden gerçekleştirmesi üzerinde
duruyorlar. Bu zanaatkârların tek arzusu, hiper gerçekliğin o duvarlarla
çevrili mahallesine kaçmak ki bu kaçış aslında aşırı bencilliğin bir
sonucu.[39]
Yapay
zekâ ve tıp bilimi alanında yaşanan ilerlemeler karşısında beynin merkezde
durduğu insan pratiğini geride bırakıp hep birlikte yaşayan makinelere
dönüşeceğimiz ütopyalar kurguluyorlar.[40] Tıpkı William Gibson’ın Yayılma
üçlemesindeki Virek ve Tessier-Ashpool ailesi gibi bu insanlar da toplumsal
imtiyazlarının en nihayetinde kendilerine ölümsüzlük bahşedeceğine
inanıyorlar.[41] Bu tür bir teknolojik determinizm, insanlığı kurtaracağı
vaadinde bulunmuyor, sadece toplumsal ayrımcılığın derinleşmesini öngörüyor.
Bu
tür fantezilere rağmen Kaliforniya’daki beyaz insanlar, fabrikalarında çalışan,
tarlalarında ürünlerini toplayan, çocuklarıyla ve bahçeleriyle ilgilenen esmer
tenli insanların ellerine bakmaya devam ediyorlar. Los Angeles’taki son
isyanların ardından bu insanların alt sınıfın bir gün kurtuluş talebini
dillendireceğine dair korkusu, daha da arttı. Eğer bu kölelere güven kalmazsa,
mekanik kölelerin icat edilmesi gerekecek, orası kesin.
Yapay
zekânın kutsal kâsesine dönük arayışların da ortaya koyduğu biçimiyle bu sanal
sınıfın tek arzusu, derisi toprağın renginde, iç organları kumdan olan bir
Golem’e sahip olmak. Asimov’un yedi kitaplık Robot dizisinde
dile getirildiği biçimiyle tekno-ütopyacılar cansız makineleri köle gibi
kullanmanın mümkün olacağı bir dünya hayal ediyorlar.[42] Ama gene de
teknoloji, emeği depolama veya artırma imkânı sunsa da o, insanın bu makineleri
icat, inşa ve muhafaza etme ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Zira köle emeği,
birileri köleleştirilmeden elde edilemiyor.
Dünya
genelinde Kaliforniya İdeolojisi, teknolojik determinizmin iyimser ve
özgürleştirici bir biçimi olarak benimsendi. Lâkin bu Batı Sahili’ne ait ütopik
fantezi, esasen içine doğduğu toplumdaki toplumsal ve ırksal kutuplaşmaya dönük
körlüğü ve bağımlılığı esas alıyor. Onca radikal söylemine karşın Kaliforniya
İdeolojisi, en nihayetinde köklü toplumsal değişim konusunda kötümser bir
yaklaşıma sahip. Hippilerden farklı olarak bu ideolojiyi savunanlar,
ekotopyanın inşası veya Yeni Düzen’in yeniden canlanmasına katkı sunmak için
mücadele dahi etmiyor. Bunun yerine Kaliforniya İdeolojisi, yeni solun sosyal
liberalizmi ile yeni sağın ekonomik liberalizmini ileri teknoloji üzerine
kurulu Jefferson’cı demokrasi denilen o ne idüğü belirsiz rüya içerisinde
harmanlıyor. En iyi hâliyle bu tür bir retro-fütürizm, geçmişe referansla
oluşturulmuş gelecek tasavvuru, sibernetiği temel alan bir vizyon üretebiliyor.
Bu vizyon ise elektronik agorada veya elektronik piyasada bireyin kendisini
gerçekleştirme yollarını keşfeden dijital zanaatkârları temel alıyor.
Oysa
sanal sınıfın fikriyatının özü olarak Kaliforniya İdeolojisi, aynı zamanda
dışlayıcı bir din. Yeni enformasyon teknolojilerine sadece belirli insanların
erişimi olabileceğinden, bu Jefferson’ı demokrasi, eskiden Amerika’nın
güneyinde kurulmuş olan plantasyon ekonomisinin ileri teknolojili versiyonu
olarak zuhur ediyor. Kafa karışıklığıyla malul olan Kaliforniya İdeolojisi’nde
teknolojik determinizm, aslında salt iyimser ve özgürleştirici bir şey değil.
O, aynı zamanda alabildiğine kötümser ve gelecek konusunda baskıcı bir vizyona
sahip.
Alternatifsiz
Değiliz
Çelişkilerine
karşın dünya genelinde insanlar, hâlen daha Kaliforniya İdeolojisi’nin geleceğe
uzanan yegâne yolu ifade ettiğine inanıyorlar. Dünya ekonomisinin giderek
küreselleşmesiyle birlikte sanal sınıfın Avrupa ve Asya’daki birçok üyesi,
kendi ülkelerindeki işçilerden çok Kaliforniya’daki meslektaşlarına yakınlık
hissetmeye başladı.
Ne
var ki gerçeklik, tartışmayı daha fazla mümkün ve daha fazla zaruri kılıyor.
Kaliforniya İdeolojisi, neticede sosyo-ekonomik ve teknolojik tercihlerin
belirli bir karışımına sahip belirli bir ülkede yaşayan bir grup insan
tarafından geliştirildi. Bu ideoloji, hippi radikalizmi ile muhafazakâr
ekonomiyi eklektik ve çelişkili bir yaklaşımla harmanladı ki bu pratik, aslında
Batı Sahili’nin kendi tarihine ait bir tezahürdür, dolayısıyla dünyanın geri
kalanının kaçınılmaz olarak yaşayacağı geleceği kesinlikle ifade etmez.
Örneğin
Kaliforniya ideologlarının devletçilik karşıtı sözleri, genele teşmil
edilebilecek sözler değildir. Singapur’da hükümet, fiber optik ağın inşasını
organize etmekle kalmaz, aynı zamanda o ağ üzerinden dağıtılan bilgilerin
ideolojik açıdan uygun olup olmadığını da kontrol eder. Asya kaplanlarındaki
hızlı büyüme oranlarını dikkate aldığımızda dijital gelecek, ille de
Kaliforniya’da inşa edilmeyecek gibi görünmektedir.[43]
Bangemann
Raporu’nda dile getirilen neoliberal önerilere rağmen Avrupa’daki birçok devlet
ve kuruluş, yeni enformasyon teknolojilerinin gelişiminde rol sahibi olma
konusunda kararlı bir tutum sergiledi. Dünyadaki ilk kamuya ait, başarılı
olmuş, interaktif ağ olarak Minitel, Fransız devletinin ortaya koyduğu bir
çalışmadır. Hipermedyanın olası etkileriyle ilgili resmi rapor üzerinden
hükümet, kaynaklarını son üretilen teknolojilerin geliştirilmesi noktasında
kullanmaya karar verdi.
1981
yılında Fransa Telekomu, metin temelli enformasyon ile haberleşme imkânlarını
birlikte sunan Minitel sistemini devreye soktu. Bir tür tekel olarak bu ulusal
telefon şirketi, matbu telefon rehberlerinden kurtulmak isteyen herkese
ücretsiz terminaller vermek suretiyle, öncü bir çalışma olan internet sistemi
için ciddi bir kullanıcı kitlesine ulaşmayı bildi. Pazarın oluşmasıyla birlikte
kamusal ve özel sağlayıcılar, sistem içerisinde gelişip serpilmek için
yeterince müşteri veya katılımcı bulabildiler. O günden beri farklı toplumsal
arka planlara sahip milyonlarca Fransız, internette bilet rezerve etti, sohbet
etme imkânı buldu, politik açıdan örgütlenme kanalları açtı, üstelik bunları
Kaliforniya İdeolojisi’ndeki liberterizmin emirlerine uyma gereği duymadan
yaptı.[44]
Devleti
şeytanlaştırmak şöyle dursun Fransız halkının büyük bir kısmı, bugün devlet
müdahalesinin verimli ve sağlıklı bir toplum için zaruri olduğuna inanıyor. Son
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde neredeyse tüm adaylar, en azından söylem
düzeyinde, devletin işsizliklerin ve evsizlerin toplumdan dışlandığı sürecin
son bulması için daha fazla müdahale etmesi fikrini savunmak zorunda kaldı.[45]
Amerikan
Devrimi’nden farklı olarak Fransız Devrimi, ekonomik liberalizmin sınırlarını
aşıp halk demokrasisini kucaklayan bir devrimdi. 1792’de Jakobenlerin
liberaller karşısında elde ettiği zaferin ardından demokratik cumhuriyet, genel
iradenin cisimleşmiş hâli olarak görüldü. Bu özelliğiyle devletin tüm
yurttaşların çıkarlarını savunduğuna, sadece mülk sahiplerinin haklarını
savunmadığına inanıldı.
Fransız
siyasetinde başvurulan söylem, devletin toplumun yüzleştiği sorunların etkisini
azaltması, hatta o sorunları ortadan kaldırması için devletin kolektif bir
eylem içerisine girmesine imkân tanıyor. Kaliforniya ideologları, hipermedyanın
gelişiminin ardında vergi mükelleflerinin ödediği paralar olduğu gerçeğini göz
ardı ederlerken, Fransız hükümeti, bu sektöre açıktan müdahale edebiliyor.[46]
Teknolojisi
bugün giderek eskimişse de Minitel’in hikâyesi, esasen Kaliforniya
ideologlarının ve Bangemann komitesinin devletçilik karşıtı önyargılarını açık
biçimde çürütüyor. Dijital gelecek, hem devlet müdahalesini hem kapitalist
girişimciliği hem de amatörlerin, teknoloji meraklılarının yarattığı kültürü
içerecek. Asıl önemli olansa şu: madem devlet, hipermedyanın gelişimine destek
sunabiliyor, o vakit “enformasyon zenginleri” ile “enformasyon fakirleri”
arasındaki toplumsal ayrımcılığın ortaya çıkmasına mani olacak kimi bilinçli
adımlar atılabilir. Her şeyi piyasa güçlerinin kaprislerine teslim etmemekle AB
ve üye devletler, her bir yurttaşının geniş bant fiber optik ağa en düşük
fiyatta bağlanmasını sağlayabilir.
İlk
planda kitlesel işsizliğin ağırlığını hissettirdiği dönemde yarı vasıflı emek
için iş fırsatları yaratılabilir. Keynesçi istihdam tedbirlerinden biri olarak
insanlara yol kenarlarında çukur açtırıp onları tekrar doldurtmanın kimseye
zararı olmaz.[47] Daha da önemlisi, fiber optik ağın evleri ve işletmeleri
içerecek şekilde inşa edilmesiyle herkes, internette sunulan yeni hizmetlere
erişme ve uzmanların paylaştığı o canlı pazara girme imkânına kavuşacak.
Süreç
içerisinde internet, ekonomiye ve topluma uzun vadede muazzam kazanımlar
sunacak. Sanayinin daha verimli çalışmasını, yeni ürünlerin daha etkili bir
biçimde pazarlanmasını sağlayacak. Herkes, eğitim ve enformasyon hizmetlerine
erişme imkânı bulacak. Hiç şüphe yok ki bu inşaat projesi sayesinde ileride
özel şirketler, film, TV programları, müzik ürünleri ve kitapları internetten
satma konusunda devasa bir pazara kavuşacak.
Ayrıca
hipermedyayı temin etme ve aynı zamanda dağıtma imkânına kavuşmasıyla toplumsal
medya imkânları çoğalacak, özel çıkar grupları pıtrak gibi çoğalacak. Tabii tüm
bunların olabilmesi için yurttaşların bir bütün olarak dijital geleceğe dâhil
olmalarını güvence altına alacak kolektif müdahalelere ihtiyaç duyulacak.
Modern’in
Yeniden Doğuşu
Avrupalılar,
kendi gelecek vizyonlarını kendilerinin seçmesine izin veren koşullara sahip
değiller. Buna rağmen Avrupalılar, kendi gelecek vizyonlarını ortaya koymak
zorunda.
Enformasyon
toplumuna çıkan birçok farklı yol var. Bunların bazıları, yürümek isteyeceğimiz
türde yollar. Belirli bir bilgi birikimi üzerinden gerekli tercihi
yapabilmeleri için Avrupalı dijital zanaatkârlarının hipermedyanın etkisi
konusunda, Kaliforniya İdeolojisi’nde karşımıza çıkan ikircikli tutuma kıyasla
daha tutarlı bir analiz geliştirmeleri gerekiyor. Avrupa’nın kendi sanal
sınıfı, tüm üyeleriyle birlikte, kendi özel kimliğini üretmek zorunda.
Geleceğe
dair bu alternatif anlayışın üretilebilmesi için ilk önce siber uzayın dışında
ve içinde karşımıza çıkan toplumsal ayrımcılığın her bir biçimine karşı koymak
gerekiyor. Hipermedyayı geliştirmek için üretilen her türden program, tüm
nüfusun yeni internet hizmetlerine erişebilmesini güvence altına alabilmeli.
Avrupa,
yeni sol veya yeni sağdaki anarşizmin yerine yeni bir strateji geliştirmeli.
Yeni enformasyon teknolojileri için geliştirilecek bu strateji, devleti,
şirketleri ve amatör meraklıların girişimlerini birlikte içeren bir karma
ekonominin kaçınılmaz olduğu gerçeğini açıktan kabul etmeli.
Dijital
gelecek, belirsizlik arz etmektedir. Bu belirsizlikse modern dünyada bu karma
ekonominin her yerde oluşunun bir sonucudur. Bu ekonominin her bir bileşenin
sahip olduğu nispi gücün ileride ne düzeye ulaşacağını kimse bilememektedir,
dolayısıyla hiçbir toplumsal grubun siber uzaydan kasten dışlanmamasını güvence
altına almak için kolektif adımlar atılmalıdır.
Avrupa,
bu enformasyon çağı için bir strateji geliştirmeli, bu strateji, dijital
zanaatkârlarının yaratıcı melekelerini yüceltmeyi bilmelidir. Bu insanların
ortaya koyduğu emek, sahip olduğu vasfı yitirmeyeceğinden veya bu emek,
mekaniğe, robota havale edilemeyeceğinden, tüm yaptıkları işlerin kontrolü
sanal sınıfın üyelerinde olmalıdır.
Kaliforniya
İdeolojisi’nde kaderciliğe boyun eğmeden biz, hipermedyanın sunduğu, ateşi tüm
insanlığa taşıyacak imkânlardan istifade edebilmeliyiz. Karma ekonominin
sınırları dâhilinde dijital zanaatkârları, bugüne dek hiçbir bilim kurgu
romanında öngörülememiş olan tümüyle yeni şeyleri icat etme şansı
bulacaklardır. Bilginin ve haberleşmenin bu yenilikçi biçimleri, Kaliforniya
İdeolojisi’nin kimi başarıları da dâhil, başkalarının elde ettikleri tüm
başarıları kendilerine örnek alacaktır.
Bugün
artık toplumsal kurtuluş için çalışan her türden ciddi hareket, Batı
Sahili’ndeki radikallerin öncülüğünü yaptığı, feminizmi, uyuşturucu kültürünü,
geylerin özgürlüğünü, etnik kimliği ve başka meseleleri bünyesinde bir araya
getirmek zorunda kalmaktadır. Aynı şekilde, Avrupa’da hipermedya geliştirmeye
dönük tüm adımlar, girişimcilerin gayretlerine ve Kaliforniya yeni sağının
savunduğu hevesliliğe ihtiyaç duyacaktır. Ama öte yandan hipermedyanın
geliştirilmesi, inovasyona, yaratıcılığa ve icada da muhtaçtır. Dijital
geleceğin tüm yönleri, önceden belirli emsallere sahip olarak ortaya
çıkmayacaktır.
Yeni
dünyanın öncüleri olarak dijital zanaatkârları, üretken sanatın teorisi ve
pratiği ile yeniden bağ kurmak zorundadır. Bu insanlar, sadece birilerinin
çalışanı veya muhtemel sibernetik girişimciler değildirler. Onlar, aynı zamanda
sanatçı-mühendisler, modernitenin yeni aşamasının tasarımcılarıdırlar. Saint
Simoncuların ve Konstrüktivistlerin deneyimlerinden istifade eden dijital
zanaatkârları, enformasyon çağı için yeni bir makine estetiği
oluşturabilirler.[48]
Örneğin
davul ve bas ayrıca tekno gibi sadece dijitale dayanan müzik türlerini
geliştirirken müzisyenler bilgisayarlardan istifade ettiler.[49] İnteraktif
sanat gösterileri icra eden sanatçılar, Anti-Rom’un çalışmalarında görüldüğü
biçimiyle, CD-rom teknolojilerinin sahip olduğu potansiyeli keşfettiler.[50]
Hipermedya
Araştırma Merkezi, J’s Joint adında deneysel bir sanal sosyal mekân inşa
etti. Neticede bu tür çalışmalarda da görülüyor ki sanatçı-mühendisler, kendi
yaratıcılıklarının ve teknolojilerinin sınırlarını zorlamaya çalışıyorlar. En
önemlisi de bu yeni ifade biçimlerinin ve haberleşmenin daha kapsamlı bir
kültürle bağlantılı olması. Hipermedyayı geliştirenler, bu anlamda, dijital
geleceğin alacağı biçimi akıl ve bilinç düzeyinde kontrol edebilmeliler.
Kaliforniya İdeolojisi’ndeki elitizmden farklı olarak Avrupalı
sanatçı-mühendisler, herkesi kucaklayan, kapsayan bir siber uzay inşa
etmeliler. Bugün artık Modern’in yeniden doğacağı vakit gelip çatmıştır.
“Bugünkü
koşullar, lüksün tüm ulusa ait olmasını mümkün kılıyor. Lüks, tüm ulus onun
keyfine vardığı vakit faydalı ve ahlakî olacak. Politik düzenlemeler dâhilinde,
kusursuzlaşan bilimlerin ve güzel sanatların ilerlemesini sağlama onuru ve
avantajı sadece bizim yüzyılımıza ait.”[51]
Richard Barbrook
Andy Cameron
1
Eylül 1995
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Naum Gabo ve Anton Pevsner, “The Realistic Manifesto, 1920”, Yayına Hz.: John
E. Bowlt, Russian Art of the Avant-Garde: Theory and Criticism içinde,
Londra 1976, s. 214.
[2]
Yirmi beş yılı aşkın bir zamandır uzmanların ana öngörüsü, enformasyon çağının
kısa süre içerisinde başlayacağı üzerine kuruludur. Bu konuda bkz.: Alain
Touraine, La Société post-industrielle, Paris 1969; Zbigniew Brzezinski,
Between Two Ages: America's role in the Technetronic Era, New York 1970;
Daniel Bell, The Coming of the Post-Industrial Society, New York 1973;
Alvin Toffler, The Third Wave, Londra 1980; Simon Nora ve Alain Minc, The
Computerisation of Society, Cambridge 1980 ve Ithiel de Sola Pool, Technologies
of Freedom, Harvard 1983.
[3]
Bkz.: Martin Bangemann, Europe and the global information society,
Brussels, 1994 (şu adres üzerinden ulaşılabilir: http://www.echo.lu) ve Warwick
Üniversitesi’nin 1995 Tarihli Sanal Gelecekler Konferansı” ile programı ve
sunulan çalışmaların özetleri: Warwick.
[4]
Bkz.: Mitch Kapor, 'Where is the Digital Highway Really Heading?', Wired,
Temmuz-Ağustos 1993.
[5]
Bkz.: Mike Davis, City of Quartz, Verso, Londra 1990, Richard Walker,
'California Rages Against the Dying of the Light', NLR 209 Ocak-Şubat
1995 ve Ice-T, Snoop Dog, Dr Dre, Ice Cube, NWA gibi birçok Batı Sahili
repçisinin kayıtları.
[6]
Bkz.: George Katsiaficas, The Imagination of the New Left: a Global Analysis
of 1968, Boston 1987, s. 124. Jerry Rubin, 'An Emergency Letter to my
Brothers and Sisters in the Movement', Yayına Hz.: Peter Stansill ve David Zane
Mairowitz, BAMN: Outlaw Manifestos and Ephemera 1965-70 içinde, Londra
1971, s. 244.
[7]
Jerry Rubin, 'An Emergency Letter to my Brothers and Sisters in the Movement',
s. 244. Hippiler Gençlerin Enternasyonal Partisi üyeleriydiler. Bu parti,
altmışların sonunda ve yetmişlerin başında Amerikan yeni solu içerisinde etkili
bir örgüttü.
[8]
Popüler kültürün Amerikan yeni solunun kendisine has kimliğinin oluşumunda
oynadığı rol konusunda bkz.: Katsiaficas, a.g.e., ve Charles Reich, The
Greening of America, New York 1970.
[9]
Yetmişlerin ortalarında çok satmış bir romanda Batı Sahili’nin kuzey kısmının
Amerika’dan koptuğundan ve burada hippilerin ütopik bir yaşam alanı inşa
ettiklerinden bahsedilir: Ernest Callenbach, Ecotopia, New York 1975.
Kaliforniya toplumunun bu şekilde idealleştirilme girişimine şu çalışmada da
rastlamak mümkündür: John Brunner, The Shockwave Rider, Londra 1975,
hatta bu noktada Kim Stanley Robinson’ın Pacific Edge (Londra 1990)
çalışmasından da bahsedilebilir.
[10]
Medya teknolojileri aracılığıyla doğrudan demokrasi inşa etme girişimleri
konusunda bkz.: Richard Barbrook, Media Freedom, Pluto, Londra 1995.
[11]
Marshall McLuhan, Understanding Media, Londra 1964, s. 255-6. Ayrıca
bkz.: Marshall McLuhan ve Quentin Fiore, The Medium is the Massage,
Londra 1967; Yayına Hz.: Gerald Emanuel Stern, McLuhan: Hot & Cool, Londra
1968.
[12]
Bkz.: John Downing, Radical Media, Boston 1984.
[13]
Arthur Kroker ve Michael A. Weinstein, Data Trash: the theory of the virtual
class, Montreal 1994, s. 15. Altmışlarda bazı yeni sol teorisyenler, bu
bilimsel teknik işçilerin özyönetim talepleri ve fabrika işgalleri üzerinden
toplumsal kurtuluş mücadelesine öncülük ettiklerine inanıyorlardı. Serge
Mallet, The New Working Class, Nottingham 1975. Buna karşılık,
fütürologlar ise bu türden mesleklere sahip kişilerin yeni yönetici sınıfın
embriyosunu oluşturduğunu düşünüyorlardı, bkz.: Daniel Bell, a.g.e.
[14]
Silikon Vadisi’nde sözleşmeli çalışmanın tanımı konusunda bkz.: Dennis Hayes, Behind
the Silicon Curtain, Londra 1989. Postfordist emek örgütlenmesine dair daha
teorik incelemeler için bkz.: Alain Lipietz, L'audace ou l'enlisement,
Paris 1984; Mirages and Miracles, Verso Londra 1987; Benjamin Coriat, L'atelier
et le robot, Paris 1990; ve Toni Negri, Revolution Retrieved: Selected
Writings on Marx, Keynes, Capitalist Crisis & New Social Subjects 1967-83,
Londra 1988.
[15]
Seymour Martin Lipset'in de ifade ettiği biçimiyle, "devlet karşıtı
liberalizm eskiden olduğu gibi bugün de Amerikan sağının ve solunun dayandığı
temel zemindir: "Bu liberal değerlerin yirminci yüzyılda Amerika'da
belirgin olmasının en önemli delili, bu ülkede bir sosyalist partinin yaşama
şansı bulamaması aynı zamanda Avrupa ve İngiltere'deki gibi bir muhafazakâr bir
partinin ortaya çıkmamış olmasıdır." Bkz.: Seymour Martin Lipset, American
Exceptionalism, s. 31-32. Bu anlamda yeni sol ile yeni sağın Kaliforniya
İdeolojisi bağlamında bir araya gelişi, ABD'de bir tür politik söylem olarak
ortaya çıkan devlet karşıtı liberalizm konusunda sağlanan uzlaşmaya dair özel
bir örnektir.
[16]
McLuhan'ın şirket yanlısı kaymak tabakasının oluşumu noktasında gösterdiği
başarı konusunda bkz.: Tom Wolfe, 'What If He Is Right?', The Pump House
Gang, Londra 1968. Onun fikirlerinin muhafazakâr düşünürlerce kullanılması
konusunda bkz.: Alvin Toffler, a.g.e., Ithiel de Sola Pool, a.g.e.,
Daniel Bell, a.g.e., ve Zbigniew Brzezinski, a.g.e.
[17]
Klasik bilim kurgu romanlarında kahramanlar genelde erkektir. Bkz.: Robert
Heinlein’in The Man Who Sold the Moon (New York 1950) D. D. Harriman
ayrıca Isaac Asimov’un The Foundation Trilogy (New York 1953), I,
Robot (Londra 1968) ve The Rest of the Robots (Londra 1968)
romanlarında önde gelen kahramanlar hep erkektir. Robert Shea ve Robert Anton
Wilson’ın The Illuminati Trilogy (New York 1975) isimli eserinin
merkezinde ise nispeten daha psikedelik bir erkek tipi durur. Robert
Heinlein’in romanında ön planda duran, “geleceğin tarihi”ne ait zaman çizelgesi
üzerinden dile getirilen öngörüye göre, “hızla gerçekleşen bir teknolojik
ilerlemenin yol açtığı toplumsal krizin ardından, seksenlerde ve doksanlarda
istikrar hâkim olacak, on dokuzuncu yüzyıl ekonomisine geri dönülecek, yeni
sınır oluşacaktır.”
[18]
Bkz.: Shoshana Zuboff, In the Age of the Smart Machine: the future of work
and power, New York 1988. Bu analizin kaynağı ise Karl Marx’ın Grundrisse
eseri (Londra 1973) ve Albert Dragstedt editörlüğünde hazırlanan Value
Studies by Marx (Londra 1976) isimli çalışmanın “Ani Üretim Sürecinin
Sonuçları” başlıklı bölümüdür.
[19]
Bkz.: Howard Rheingold, Virtual Communities, Londra 1994, ve kendisine ait
internet sayfası: Well.
[20]
Peter Schwartz’ın Toffler’ları bolca konuşturduğu söyleşiye bakılabilir: 'Shock
Wave (Anti) Warrior', Wired, Kasım 1993; ayrıca Meclis Sözcüsü’nün
gerici politik programı konusunda derginin takındığı ikircikli tutum konusunda
Ether Dyson’ın Newt Gingrich ile yaptığı söyleşi de okunabilir: ‘Friend and
Foe’, Wired, Ağustos 1995. “Dost ve Düşman” muhtemelen böylesi bir
söyleşi için bulunabilecek en iyi başlıktır!
[21]
The Progress and Freedom Foundation, Cyberspace and the American Dream: A
Magna Carta for the Knowledge Age, Pff,
s. 5.
[22]
Bkz.: Kevin Kelly, Out of Control: the New Biology of Machines, Londra
1994.
[23]
Progress and Freedom Foundation, a.g.e., s. 13. Toffler ve dostları şu
türden cümleleri gururla ifade etmeyi seven insanlardır: “Amerika bugün
bireysel özgürlüğün elde kalmış tek yurdudur. […] bu özgürlüğün siber uzaya
doğu genişlediği artık gün gibi ortadadır.” [A.g.e., s. 6] Ayrıca bkz.:
Mitch Kapor, a.g.e.
[24]
Bkz.: Simon Schaffer, “Babbage’s Intelligence”, IF.
[25]
Nazi Almanyası’nın, devlet müdahalesi imkânından mahrum olmasının, dünyanın ilk
elektronik bilgisayarını imal etme fırsatını kaçırmasına nasıl sebep olduğu
konusunda bkz.: Jonathan Palfreman ve Doron Swade, The Dream Machine,
BBC, Londra 1991, s. 32- 36. 1941 yılında Alman genelkurmayı ikili kod
kullanımına, depolanmış programlara ve elektronik mantık kapılarına öncülük
etmiş olan Konrad Zuze’ye fon sağlamayı reddediyor.
[26]
Bkz.: Howard Rheingold, The Virtual Community, Secker & Warburg,
Londra 1994.
[27]
Clinton başkanken çalışma bakanı şunları söylüyor: “Hatırlansın: Savaş sonrası
dönemde Pentagon, jet motorları, uçak gövdeleri, transistörler, entegre
devreler, yeni materyaller, lazerler ve optik fiber kabloları gibi teknolojiler
konusunda Amerikan şirketlerinin ilerlemesine katkı sunmakla görevli idi. […]
Pentagon ve onun yanında Enerji Bakanlığı ile birlikte çalışan altı yüz ulusal
laboratuvar, Amerika’nın Japonya’daki o herkesin bildiği Uluslararası Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı’na en yakın güçtü.” Bkz.: Robert Reich, The Work of
Nations, Simon & Schuster, Londra 1991, s. 159.
[28]
İlk dönem LSD kullanıcılarının katkı sunduğu kültürel inovasyonlara dair bir
değerlendirme için bkz.: Tom Wolfe, The Electric Kool-Aid Acid Test,
Bantam Books, New York 1968. İlginç olan şu ki bu ünlü otobüsün ilk
şoförlerinden birisi olan Stewart Brand bugün Wired dergisine katkı
sunan önemli isimlerden birisidir.
[29]
Dennis Hayes, Behind the Silicon Curtain, Free Association Books, Londra
1989, s 21-2. Hayes bu çalışmasında, Amerika’daki bilgisayar endüstrisini
teşvik eden Pentagon olduğunu, burada da amacın yabancı şirketlerle yaşanacak
rekabete karşı karteller oluşturmak olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin internetin
sebep olduğu “kapsamlı yapısal değişimi kendisinin daha yeni kavradığını Bill
Gates de kabul ediyor: Bill Gates, “The Bill Gates Column”, The Guardian,
İnternet Hâli, 20 Temmuz 1995, s. 14.
[30]
Bkz.: Howard Rheingold’un kendi sitesi
ve Mitch Kapor, ‘Where is the Digital Highway Really Heading?’. Bu iki yazar
liberter eğilime sahipse de kurucu babaların dönemine yönelik sevgilerini
Milisler ve Yurtseverler gibi neofaşist hareketler de paylaşıyor: bkz.: Chip
Berlet ve Matthew Lyons, Right-Wing Populism in America, Guilford Press,
New York 2000.
[31]
Bilgisayar korsanlarının kahraman olarak takdim edildiği çalışmalar için bkz.:
William Gibson, Neuromancer, Grafton, Londra 1984; Count Zero,
Grafton, Londra 1986; ve Mona Lisa Overdrive, Grafton, Londra 1989; ayrıca bkz.:
Yayına Hz.: Bruce Sterling, Mirrorshades, Paladin, Londra 1988.
Anti-kahramanların en klişe hâlini ise Ridley Scott’ın Bladerunner filminde
bulmak mümkün.
[32]
Miller’ın aktardığına göre Thomas Jefferson, siyahîlerin Amerikan cumhuriyetine
mensup yurttaşları bir arada tutan Lokçu toplum sözleşmesinin birer üyesi
olamayacağına inanıyordu: “İnsan hakları, Birleşik Devletler’de uygulamada
olan, teorik planda, ideal olarak doğuştan geldiğine inanılan, her bir insana
ait olan haklar, sadece beyazlar için geçerlidir. Siyah köleler bu noktada
dikkate alınmamışlardır çünkü bu köleleri insan kabul etsek bile bunlar aynı
zaman maldır, dolayısıyla insan haklarının mülkiyet hakları ile çeliştiği yerde
öncelikli ve önemli olan mülkiyettir.” Bkz.: John Miller, The Wolf by the
Ears, Free Press, New York 1977, s. 13. Jefferson esasen köleliğe en iyi
hâliyle laf olsun diye karşı çıkmaktadır. 22 Nisan 1820 tarihli mektubunda
kurnaz bir tutumla, Birlik’e bağlı tüm eyaletlerde ve sınıf bölgelerinde özel
mülkiyeti legalleştirmek için köleliğin ilga edilmesi sürecini hızlandırmayı
önerir! İddiasına göre “özel mülkiyet sahibi insanların geniş bir alana
yayılmaları onları bireysel düzlemde daha da mutlu kılacak, özgürleşme sürecini
hızlandıracak, elleri altında bulunan çok sayıdaki yardımcının (yani köle
sahiplerinin) yükünü herkese dağıtacaktır.” Bkz.: Yayına Hz.: Merill Peterson, The
Portable Thomas Jefferson, The Viking Press, New York 1975, s. 568.
Jefferson’ın plantasyonundaki çalışmaları ve yaşadığı hayatı konusunda bkz.:
Paul Wilstach, Jefferson and Monticello, William Heinemann, Londra 1925.
[33]
Kaliforniya’nın yüzünü sağa çevirmesi konusunda bkz.: Richard Walker,
“California Rages Against the Dying of the Light”, New Left Review,
Sayı. 209, Ocak-Şubat 1995, s. 42.-74.
[34]
Bkz.: Esther Dyson, “Friend and Foe”, Wired, 3.08, Ağustos 1995, s.
106-112, 160-162. Esther Dyson, Barış ve İlerleme Vakfı’nın kaleme aldığı Siber
Uzay ve Amerikan Rüyası isimli çalışmayı Toffler’larla birlikte yazdı. Bu
çalışma, Gingrich’e “sanal sınıf” üyelerinden oy toplamak için hazırlanmış bir
retro-fütürist manifestodur.
[35]
Duvarlarla çevrili dış mahallelerin sayısının giderek artması konusunda bkz.:
Mike Davis, City of Quartz, Verso, Londra 1990; ve Urban Control: the
Ecology of Fear, Open Magazine, New Jersey 1992. Bu duvarlarla çevrili
mahalleler, Neal Stephenson’ın Snow Crash çalışması (New York 1992)
türünden birçok siberpunk bilim kurgu romanının arka planı konusunda gerekli
ilhamı vermiştir.
[36]
Bkz.: Dennis Hayes, Behind the Silicon Curtain.
[37]
Bkz.: Reginald Stuart, “High-Tech Redlining”, Utne Reader, Sayı. 68,
Mart-Nisan 1995, s. 73.
[38]
Bkz.: Paul Wilstach, Jefferson and Monticello.
[39]
Bkz.: Dennis Hayes, Behind the Silicon Curtain.
[40]
Retro-fütürist programlarına dair bir izahat için bkz.: Extropians, FAQ.
[41]
Bkz.: William Gibson, Neuromancer; ve Count Zero.
[42]
Bkz.: Isaac Asimov, I, Robot; ve The Rest of the Robots.
[43]
Bkz.: William Gibson ve Sandy Sandfort, ‘Disneyland with the Death Penalty’. Bu
tür makaleler Singapur’a saldırıyor. Lâkin gerçek Disneyland’ın Kaliforniya
olduğunu görmüyor, çünkü bu eyalette yürürlükte olan ceza kanunu idam cezasına
onay veriyor!
[44]
Minitel’in oluşumuna ön ayak olan rapor konusunda bkz.: Simon Nora ve Alain
Minc, The Computerisation of Society. Minitel’in yürürlükte olduğu ilk
yıllara dair bir değerlendirme için bkz.: Michel Marchand, The Mintel Saga.
[45]
1995’teki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yapılan bir ankete göre Fransız
halkı içerisinde “devlet ekonomik hayata müdahale etmeli” görüşüne destek
sunanların oranı yüzde 67 idi. Bkz.: Le Monde, ‘Une majorité de Français
souhaitent un vrai “chef” pour un vrai “Etat”’.
[46]
Jakobenizmin Fransa’daki demokratik haklarla ilgili anlayışlara dönük etkisi
konusunda bkz.: Richard Barbrook, Media Freedom: the contradictions of
communications in the age of modernity. Bugün bazı Fransız ekonomistler,
Avrupa’nın farklı bir tarihinin olduğuna ve bu tarihin kendine has, toplumsal
açıdan üstün bir kapitalizm modeli ürettiğine inanıyorlar. Bu konuda bkz.:
Michel Albert, Capitalism v. Capitalism; ve Philippe Delmas, Le
Maître des Horloges.
[47]
Keynes şunu söylüyor: “İnsanlara çukur kazdırmak ve ücretlerini eldeki
tasarruflar üzerinden ödemek suretiyle sadece çalışan sayısı artmakla
kalmayacak faydalı mal ve hizmetlerin ülke genelinde sahip olduğu reel pay da
artacak.” Bkz.: J.M. Keynes, The General Theory of Employment, Interest and
Money, s. 220.
[48]
Bkz.: Yayına Hz.: Keith Taylor, Henri Saint-Simon 1760-1825; ve John E.
Bowlt, Russian Art of the Avant-Garde.
[49]
Jungle denilen müzik türünü icra eden Goldie şunu söylüyor: “Bu işi daha da
ileri taşımalıyız, davulları ve basları daha da zorlamalıyız diye düşünüyorduk
ama sonra daha nereye kadar zorlayacağız diye sormaya başladık. Onu dedikten
sonra o sınır on kat daha ileriye taşındı.” Bkz.: Tony Marcus, ‘The War is
Over’, Mixmag, Ağustos 1995, s. 46.
[50]
Anti-Rom ile ilgili bilgi için bkz.: websitesi.
[51] Henri Saint-Simon, ‘Sketch of the New Political System’, Yayına Hz.: Keith Taylor, Henri Saint-Simon 1760- 1825 içinde, s. 203.
0 Yorum:
Yorum Gönder