Ekim Devrimi sonrası Sovyet Rusya, Avrupa’dan tecrit
edildi. Avrupa ülkeleri, yeni hükümeti “komünizmden vazgeç” diyerek belirli bir
yola zorladılar. Bu süreçte Avrupa, yeniden inşa politikası gereği, eski
Rusya’nın pazarına, malına, madenine, toprağına ihtiyacı olduğunu gördü,
yumuşadı, süreç içerisinde bir bir anlaşmalar imzalandı. Sermayenin ihtiyacı
uyarınca Sovyet Rusya, Avrupa’ya kabul edildi.[1] Böylece o, “medeniyet ve
ilerleme” karşıtı olarak damgalanmaktan kurtuldu.
Aynı kaderi Çin Devrimi de paylaştı.[2] Batı karşıtı,
ilerleme karşıtı ve medeniyet karşıtı bir düşman olarak kodlandı. O gün Rus ve
Çin devrimlerine yönelik düşmanca ifadelerin sahipleri, bugün solu ve sosyalist
hareketi ele geçirdiler. Müslüman ve Doğu düşmanlığı, solu eskiden Rusya ve
Çin’e karşı edilen lafları dile dolamaya itti. Liberalizm, tüm sosyalistleri
teslim aldı.
Neticede bu sol, Avrupa’nın yeniden inşası bağlamında
Rusya’ya ihtiyaç duyan, bu ihtiyaç uyarınca Rusya’ya yanaşan ticaret gemisinin
ürettiği bir ideolojidir. Solun sosyalist rolü kesmesi, tümüyle Kemalizmin
Sovyet Rusya ile anlaşabilmesi, Avrupa’nın o Rusya’yla ilişki kurabilmesi ile
ilgili bir meseledir. Sosyalistliği makyajdan, imajdan başka bir şey değildir.
Gerçekte bir karşılığı yoktur. Bu sol, devletin ve sermayenin kendisine tahsis
ettiği kum havuzunun dışına asla çıkamaz.
* * *
Türkiye solu, Rusya’yla imzalanan ticaret anlaşmasının
alt maddesidir, çıktısıdır. Başka da bir anlamı bulunmamaktadır. 1917-1922
arası dönemde sınıflar mücadelesi bağlamında yaşanan yenilginin eseridir. Sol,
devletin ve burjuvazinin adımlarına uyum sağlamak, ona göre şekillenmek
zorundadır.
AKP’nin (bu solun da içinde olduğu) ilk dönemin
“birikim”ine intikamcı bir yaklaşımla saldırdığı tezi, sol denilen bebek
oyalansın diye, onun ağzına iliştirilmiş emziktir. Bu ülkenin egemenleri, solu
işe yararlık, fayda, geçerlilik ve meşruiyet düzleminde köşeye sıkıştırmış,
teslim almıştır. Sol, işçi-köylü değil, egemenler nezdinde işe yarar olma
arzusundadır. O nedenle devletin ve sermayenin şekillendiği teknede varolmayı
önemli saymaktadır. Bugün tam kapanma ister, Erdoğan solun isteğini kırmaz,
herkesi eve tıkar. Devlet, “1 Mayıs’ı sosyal medyada kutla” der, sol, hemen
klavyesinin başına geçer. Yeni düzenin tesisi, sol küçük burjuvalar eliyle
gerçekleşmektedir.
Bu ülkede sosyalist hareket, işçi-köylüye değil,
devlete-sermayeye dairdir. İşçi ve köylüye dair ettiği lafların hepsi, devlet
ve sermaye adına, onlar için edilmiş laflardır.
Ayrıca AKP’nin bir intikam alması bile mümkün
değildir. AKP, intikam alındığı söylenen birikimin başka zamana ve mekâna
genişlemesiyle ilgili bir meseledir. İlk gördüklerine inananlara inanmamak
gerekir.
* * *
Seksenlerde aynı Avrupa, başka ihtiyaçlar belirler,
devlet ve sermaye bağlamında sola başka emirler iletir. Andre Gorz türü
isimlerin “elveda proletarya”sı güncellenir, Sosyalist Dayanışma, nasıl
oluyorsa birden, o askerlikten gelme liderinin talimatıyla, Andregorzcu
olur.[3] Örgüt, gericileşerek, otuz beş yıl önce Çetin Altan’ın çizdiği hatta
çekilir.
Aynı talimat gereği bu isimler, “sosyalist hareket,
aktivistleşsin, STK’laşsın, Batı emperyalizminin uşağı olsun, ezberlerini
unutsun, katıyı buharlaştırsın, kutsalını çöpe atsın” derler.[4] Çünkü HDP
başkanlığı konusunda izin, ancak bu sayede alınabilmektedir. Çünkü bir vakitler
Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’na çıkartılan örgüt, teslim alınmıştır.
O başkan, bugün burjuva siyasetçilerle yarışmayı
devrimcilik zannettiği için, “yoksulluk ve işsizlik, yönetenlerden
kaynaklanıyor” demektedir.[5] Üstelik bunu, sermayenin “temel gelir güvencesi”
denilen zokasını savunurken söylemektedir. DSÖ’nün ayrık ofisine dokunulmazlık
veren kanunun altında bu solcu başkanın imzası da vardır. Marksizmin ve
Leninizmin bu tür örgütler şahsında tasfiye edildiği açıktır. Hepsi, sermayenin
programına bağlanmıştır.
Dış Kemalizmin şekillendirdiği sosyalist hareket, bu
anlamda teslimiyet içerisindedir. Tüm şefleri ajanlaşmış, uşaklaşmıştır.
Onlardan devrim ve sosyalizm adına, işçi ve köylü için bir şey beklemek,
ahmaklıktır.
* * *
Son üniversite eylemlerinde tutuklanan Şilan
Delipalta, “Özerk, demokratik üniversite talebi, bilimin iktidarının üniversite
içinde demokratik yöntemlerle garanti altına alınması demektir” diyor.[6]
Bu cümleden Şilan Delipalta’nın komünist ya da
devrimci değil, küçük burjuva solcusu olduğunu anlıyoruz. Çünkü komünist,
“hangi bilimin iktidarı?”, “kimin bilimi?”, “kimin demokrasisi?” gibi soruları
sorandır. Yapılan tanımın burjuvaziye ait olduğunu görendir. Bilimciliğin,
burjuvazinin yeni dini olduğunu bilendir.
Delipalta’nın bilimi, bugün zenginlerin ömrü uzasın
diye genç yoksulların kanını içmeyi önermektedir.[7] Bunların bilim diye
kutsadıkları şey, burjuva iktidarıdır. Küçük burjuvadaki solculuk, Silikon
Vadisi’ndeki “solculuk” kadardır! O solculuksa sağcılıkla ve liberalizmle
yoğrulmuştur.
Küçük burjuva solculardaki bilim tapınıcılığı,
burjuvaziye hoş görünmek, yaranmak içindir. Ne bilimden anlarlar, ne de bilim
tarihi içerisindeki sınıflar mücadelesinden. Bunlar örneğin, Sovyetler'in Dünya
Sağlık Örgütü’nden neden çıktığını bilmezler, sorgulamazlar. Çünkü ideolojik
önderleri Özgür Demirtaş ve Selin Sayek’tir.
* * *
Sovyetler’e göre Amerika, toplumsal, ekonomik ve
sağlıkla alakalı sorunlar arasındaki bağı inkâr etmektedir. Kapitalizmde kötü
çalışma koşulları ve sömürü, hastalıkların ana sebebidir. Tıbbi hizmetler
kamulaştırılmalıdır. Tıp bilimi ve tüm bilim çalışmaları kapitalizmde bir avuç
azınlığın çıkarına hizmet etmekte, bu azınlık, bilimi gelir kapısı olarak
görmekte, aynı zamanda onu savaşlarda bir silâh olarak kullanmaktadır.[8] Bugün
bunları söyleyen Sovyetler gerici ve sağcı; aklın ve bilimin önderleri olarak
Kemalbay ve Delipalta ilerici ve solcudur!
Asıl mesele, Avrupa’nın bu topraklara düşen
gölgesidir. Küçük burjuva gençler, Avrupa’da sosyalizmin hatta komünizmin inşa
edildiğine inanırlar. Oturduğu yerden aldıkları işsizlik maaşını, sus payını
devrimci bir şey zannederler. Oradaki sömürü ve zulmü görmezler. Avrupa’nın
sırtını yasladığı servetin başka halkların çilesi, kıyımı, sömürüsü üzerine
kurulu olduğunu bilmezler. Sorumsuzluğu putlaştıran bu tür solcular,
kendilerini Avrupa başkentlerindeki plazalar için yetiştirdiklerinden,
Yozgat’taki bir fabrikada veya Urfa’daki bir tarlada çalışsın diye
yetiştirilmiş insanlara düşmanlık etmeyi görev bileceklerdir. Bunlardaki AKP ve
Tayyip düşmanlığı, bu türden bir sınıfsallıktan kaynaklanmaktadır. Hepsi,
efendilerden görev ve cülus talep etmektedir. Solculukları bu taleple
ilgilidir.
* * *
Esasında özerk demokratik üniversite talebi, burjuva
bir taleptir. Üniversitenin sermayeyle ilişkilerine, onun sermayenin uşağı
olmasına dairdir. Üniversitenin ne’liğini, niteliğini, içeriğini tartışmaktan
aciz olan solcuların üniversiteleri sahiplenmeleri, basit bir kariyerizmin
ürünüdür.
Herkes, esasen devlete ve sermayeye hizmet etme yarışı
içerisindedir. Sosyalistlik, basit bir pazarlık unsurudur. El yükseltmek, “bak
sosyalist olurum ha, bana iş, bana para verin” demek için vardır.
Neticede sosyalist hareketin boynunda iki zincir
sallanmaktadır: biri akademi, diğeri de STK’lar. Lenin’in de ifade ettiği
üzere, asıl mesele, özgürlük mücadelesi değil, mücadelenin
özgürleştirilmesidir. Devrim ve sosyalizm için bu zincirler kırılmalıdır.
Eren Balkır
28 Nisan 2021
Dipnotlar:
[1] José Carlos Mariátegui, La Escena Contemporánea, 1925, MIA.
[2] Brendan Stone, “Sömürgeci Feminizm ve Sol”, 12
Ekim 2013, İştiraki.
[3] Mehmet Yılmazer, “Sınıf Mücadelesinin Sorunları:
Tarih ve Günümüz”, Şubat 2005, Yol.
[4] Salih İncesoy, “Arkadaşa Notlar”, 3 Nisan 2021, KM.
[5] “Kemalbay: Yoksulluk ve İşsizlik Yönetenlerden
Kaynaklanıyor”, 8 Nisan 2021, Etha.
[6] “Boğaziçi Direnişçileri Şilan ve Anıl Tahliye
Edildi”, 2 Nisan 2021, Sendika.
[7] Adam Piore, “Can Blood from Young People Slow
Aging?”, 7 Nisan 2021, Newsweek.
[8] Elizabeth Fee, Marcu Cueto ve Theodore M. Brown,
“At the Roots of The World Health Organization’s Challenges: Politics and
Regionalization”, Aralık 2016, Ncbi.
0 Yorum:
Yorum Gönder