06 Ekim 2018

,

Irkçılık, Cinsiyetçilik ve Homofobi


Irkçılık, Cinsiyetçilik ve Homofobi:
Amerikan Liberalizminin Baba’sı, Oğul’u ve Kutsal Ruh’u
Ruslarda bir deyiş var, “söz eylemdir” diye. Esasında sözün insanı hipnotize etme gücü var ve bu güç hayra da kullanılabiliyor şerre de. Orwell’ın da gayet iyi anladığı gibi söze, yönetici sınıf eliyle, insanların beynini yıkamak, maniple etmek ve aldatmak için başvurulabiliyor.
Liberal sınıfın gerici güçler tarafından nasıl ayartıldığını anlamak için liberallerin ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi konusunda gösterdikleri histerik ilgiye bakmak gerekiyor. Liberaller, araba farı görmüş tavşan gibi bu üç kavram karşısında ne kadar çok kilitleniyorlarsa, kapitalizmin yol açtığı çilelere karşı o ölçüde kayıtsızlaşıyorlar, giderek sağa kayıyorlar ve zamanla ahlâksızlık girdabına kapılıyorlar.
Tabii burada ırkçılığın, cinsiyetçiliğin ve homofobinin hiç olmadığından söz edilmiyor, bilâkis bu kelimelerin müesses nizam tarafından el konulduğu, sahte solu Amerikalı işçilerin, hastaların ve öğrencilerin çıkarlarına alabildiğine karşıt politikalar benimsemeye ikna ettiği üzerinde duruluyor.
Politika sahasında sendikalara, sağlık hizmetlerinin devlet eliyle verilmesine ve parasız eğitime inanıyor olabilirsiniz inanmıyor da olabilirsiniz. Emperyalizme karşı çıkabilirsiniz çıkmaya da bilirsiniz. Mesele, ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobiye karşı çıkanların bağlandıkları politik söylemde bu üç kavramın, kişilerin her yöne çekilebilmesini mümkün kılacak ölçüde muğlâk bırakılması. Bu muğlaklık, ırkçı, cinsiyetçi ve homofobik olduğu söylenen kişiler içinde liberalizme kafa tutan insanların da bulunduğu gerçeğine karşı bizleri körleştiriyor.
U.S. News ve World Report’ta çıkan “Hillary’ye Yönelik Nefretteki Sorun” başlıklı yazısında Joanne Cronrath Bamberger, kahraman olarak gördüğü Hillary’yle ilgili eleştirilerden yakınıyor ve “TV uzmanları ve gazeteciler, onu yoz ve güvenilmez biri olarak takdim ediyorlar, oysa aslında bu sözler söyleyenlere ait bir hissiyatın ürünü” diyor. Hillary ise Kaddafi’nin öldürülmesi ile ilgili fikri sorulduğunda, “geldik, gördük, o öldü” diyen biri. CNN hiç bahsetmese de Libya, hayat standartlarının yüksek olduğu, sağlık hizmetlerinin ve eğitim sistemlerinin sağlam bir zemin üzerinden işlediği, eğitimin ve sağlığın ücretsiz olduğu bir ülkeydi. Kaddafi, özünde Batı’daki elitleri altın destekli dinar kullanma girişimi yüzünden deli ediyordu. Bu öfke, sonuçta NATO’nun tüm gaddarlığıyla ülkeye hücum etmesine neden oldu. Bugün Libya, kanunsuzluğun hüküm sürdüğü bir yer tümüyle. Bu gerçeği kendini beğenmekten başka bir şey yapmayan, hayal âleminden çıkamayan sol, omuz silkerek karşılıyor sadece. Bugün barbarların tüm yapıp ettikleri, liberallerin cinsiyetçilik suçlamaları ile perdeleniyor.
Bamberger, yazısının devamında şunları söylüyor örneğin:
“Dilerseniz, Hillary’nin tüm politikalarına karşı çıkın. Daha iyi ve farklı planlar önerin. Ama Clinton’la alakalı o nefret yüklü yorumlar, bize örtük olarak, kadın başkan adayını masa başında uydurulmuş suçlamalarla ve tiksindirici ithamlarla uçurumdan aşağı atmanın kabul edilir bir iş olacağını söylemiş oluyor. Bir kadına yönelik bu türden bir nefret ve saygısızlık, giderek kültürel bir norm hâlini alıyor maalesef.”
Bu içler acısı ifadeler ve dayandığı o zavallı zihniyet, cinsiyetçiliğin sadece yoz bir siyasetçi değil, soykırımdan farksız işlere imza atan dış politika uygulamalarıyla ilgili eleştirileri boğmak için nasıl kullanıldığını iyi resmediyor.
Aynı ahmaklığa HuffPost’ta çıkan Maya Dusenbery imzalı “Tıp Bir Cinsiyetçilik Sorunudur, O Kadınları Hasta Etmektedir” başlıklı yazıda da rastlıyoruz. Romatizmal eklem iltihabı bulunan kadın romatologumuz şunları yazıyor:
“Yıllarca bir feminist olarak yazılar kaleme aldım. Sonra hastalandım, cinsiyet ve cinsellikle alakalı önyargıların sağlık ve hastalık konusunda neyi bileceğimizi neyi bilmeyeceğimizi tayin ettiğini gördüm. Bu tür önyargılar, hastaların aldığı tıbbi hizmetlerin kalitesini bile etkiliyor. Bendeki hastalık sayesinde devlet hastanelerini ve sağlık sistemini daha iyi gördüm. Amerikalı birçok kadına yanlış teşhis konduğuna, kadınların ihmallerle karşılaştıklarına ve daha da hastalandıklarına tanık oldum.”
Hastanelerdeki hatalar, ABD’deki ölümlerin üçüncü en önemli sebebi. Binlerce Amerikalı, hastane faturalarını ödeyemedikleri için iflaslarını bildiriyor, oysa Küba, o küçücük ülke, 1959’dan beri sağlık hizmetlerini ücretsiz veriyor. Burada ise “asıl sorun, sağlık sistemimizin cinsiyetçi olmasıdır” deniliyor.
Eğer cinsiyetçilik Oğul ise, ırkçılık da Baba. Liberaller kadar onun hakkında gevezelik etmeyi seven yok galiba. Buna karşın maalesef ırkçılık hakkında zerre bilgiye sahip değiller. Geçen Nisan ayında ağzı bozuk bir avuç liberal, “şerefsiz Nazi, defol” diyerek Milo Yiannopulo’yu New York’taki bir bardan attı. Milo eşcinseldi ve bir siyahla evliydi, annesinin ninesinin de Yahudi olduğu düşünülürse Milo, yeryüzünün gördüğü en tuhaf Nazi idi. Sonuçta bugün köktenci liberal dogmayı kabul etmeyen herkes, ırkçılık ve cinsiyetçilik sopalarıyla dövülmeyi hak ediyor. Öte yandan Obama yönetimi, Kiev’deki gerçek Nazilere ve onların zor kullanarak gerçekleştirdikleri darbeye destek veriyor, ne tuhaf!
Washington Post’ta çıkan “Obama’nın Başkanlığı Sırasında Karşılaştığı Irkçı Saldırı” başlıklı yazısında Terence Samuel, “ta başından itibaren Obama’nın başkan oluşu, doğası gereği, kimsenin inkâr edemeyeceği ölçüde ırkçı olan muazzam bir saldırıyla karşılandı” diyor. Oysa Libya’yı, Yemen’i, Ukrayna’yı yok eden, Suriye’nin yarısından fazlasını yıkıma sürükleyen ölüm mangalarına destek olan, Irak ve Afganistan’da binlerce insanı kıyımdan geçiren, Ulusal Savunmayı Yetkilendirme Kanunu’nu çıkartan, nükleer silâh cephaneliğini modernize etmek için trilyonlarca dolar harcayan ve Moskova’yla ilişkileri en alt seviyeye çeken Obama yönetimiydi. Soykırım amaçlı politikalarına yığınla para harcarken bu yönetim, Amerikan toplumu eğitim imkânlarından mahrum kaldı, işsizleşti, sağlık hizmetleri alamaz oldu. Bu suçların ve barbarlığın hiç mi hiç önemi yok. Obama’nın karakterine, yapıp ettiklerine bakmayalım, sadece derisinin renginden bahsedip duralım, kâfi!
Hillary, Haziran ayında Dublin’deki Trinity Koleji’nde yaptığı konuşmada, “Putin’in kendisini otoriter, beyaz üstünlükçü ve yabancı düşmanı hareketin lideri olarak konumlandırdığından” söz ediyordu. Bu açıklamadaki asıl çarpıcı yan, Hillary’nin başkanlık kampanyasının önemli bir bölümünün Rusya Korkusu (rusofobi) eksenli ilerlemiş olmasıydı ki bu siyaset, esasen ırkçılığın en tehlikeli biçimiydi ve üstelik İkinci Dünya Savaşı esnasında yirmi yedi milyon Rus’un öldürülmesine yol açmış bir ideolojiden besleniyordu.
Liberaller, devlet okullarında muazzam bir güce sahipler ve ırkçılık karşıtı savaşçılar olarak takdim ediyorlar kendilerini. Sürekli etnik çalışmalar temelli programların ve çokkültürlü müfredatın ırkçılığın antitezi olduğunu iddia ediyorlar, oysa liberallerin bizatihi kendileri ırkçılığın en yalın örneği. Zira bahsi edilen politikalar, ABD toplumunda ve okullarda ayrımcılığı alabildiğine körüklüyor. Beyaz olmayan yoksul öğrencilerin, bilhassa beşeri bilimler okuyanların eğitim düzeyini yükseltme girişimi dâhilinde köpek kulübesinin içine, devlet okulu öğretmeninin yanına, bir de liberal bir idareci iliştiriliyor. Orwell’ı bile utandıracak ölçüde şizofrenik olan bu düzende gerçek ırkçılar, ırkçılık karşıtlarının yanında sütten çıkmış ak kaşık kalıyorlar.
Dert üstü murat üstü olan liberalleri gerici politikalara ikna etme noktasında homofobi suçlamaları da epey işlevli. Guardian’da çıkan “İranlı İnsan Hakları Yetkilisi Eşcinselliği Hastalık Olarak Tarif Etti” başlıklı yazıda yazar, şikâyetini ve eleştirisini şu şekilde dile getiriyor: “İşi insan haklarını korumak olan İranlı yetkili, BM özel raportörü, İran’da LGBT cemaatine yönelik sistematik baskılara dair endişelerini dile getirdikten sonra, eşcinselliği hastalık olarak tarif etti.”
Yazık ki bir zamanlar saygı gören bu gazete, yeni bir rejim değişikliği girişimi dâhilinde oluşacak liberal kan banyosunda yıkanmak için İran karşıtı propagandayı besleyen bir yazıya yer veriyor bugün. Yazar, aynı zamanda Washington’ın Ortadoğu’daki iyi dostlarının, neden Suudi kraliyet ailesine, “büyü ve cadılık” suçlamalarıyla insanların kafasını kesmekten zevk alan bu rejime, İran’dakinden daha gerici ve daha Ortaçağ’a has olan bu teokrasiye izin verdiklerini kimse sorgulamıyor. Batı’daki medya kuruluşlarında biri çıkıp böylesi bir soruyu ürkekçe de olsa sorsa, fırça yer mi yemez mi? Peki ya Suriye ve Libya’daki Washington destekli mücahidlerden oluşan ölüm mangalarını soran var mı? Onların eşcinsel hakları konusunda sicilleri ne durumda? Aynı soruyu, bu barbarların boyunduruğu altında yaşayan kadınların hakları ile ilgili olarak da sormak mümkün. Nasıl oluyorsa bunlar “iyi teröristler” oluyorlar ve tümden bağışlanıyorlar.
Guardian’a yazdığı “Dünya Kupası Heyecanı, Eşcinsel Haklarına Yönelik İhlaller ve Savaş Suçları: Çirkin Bir Harman” başlıklı yazısında Peter Tatchell şunu söylüyor: “Dünya Kupası’nı izlemeye geldim fakat binlerce futbolseverden farklı olarak ben bu futbol festivaline alkış tutmayacağım. LGBT+ bireyler ve başka birçok Rus, devlet zulmüne ve aşırı sağcıların saldırılarına maruz kalıyor. Bugün bu hak ihlallerine itiraz etmek gerekiyor.”
Görebildiğimiz kadarıyla Batılı propagandacılar, Washington’ın Neonazileri ve diğer aşırı sağcı paramiliter unsurları Donbass’a gönderip binlerce Rus’u öldürmesiyle, Moskova’nın ülkenin Libya ile aynı kaderi yaşamaması için Suriye’ye müdahale etmesiyle ve Rusların eskiden beri ücretsiz sağlık hizmetleri ve üst düzey bir eğitim alıyor olmasıyla pek ilgilenmiyor. Ruslar çok kötü insanlar, dolayısıyla liberallerin Rus korkusunu, Rus düşmanlığını herkese benimsetebilmeleri için eşcinsel haklarının eksikliğinden dem vurmaları gerekiyor.
Burada kimlik siyasetinin ve çokkültürcülüğün baştan sona bir hata olduğundan bahsedilmiyor. Bilâkis, bunların yeri göğü inleten bir başarıya ulaştığını cümle âlem görüyor. Ama şunu söylemek lazım: köktenci liberal dogmanın söylediğinin aksine, bu başarı sola değil sağın ekmeğine yağ sürüyor. Artık insanların zihinleri kimlik siyaseti denilen o çarpık prizmadan bakmaktan iyice bulanmış durumda, dolayısıyla kimse politik gerçekliği olduğu gibi göremiyor, sadece müesses nizamın görmesini istediğini görüyor. O at gözlüğü, hiçbir şeyin görülmesine izin vermiyor çünkü.
Liberallerin İnsan Hakları Hareketi’yle, sendikalarla, entelektüel sorguyla ve tüm anti-emperyalist düşüncelerle bağları koparttığına hiç şüphe yok. Irkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi meselelerine put gibi sarılan bağnazlığın ve bu yönde sergilenen coşkunun cadı avlarına tanıklık eden yeni bir dönemi başlattığını söylemek lazım. Liberal sınıf bu dönemde iyice zıvanadan çıktı ve ipini koparttı. Günümüz liberalizminin muzdarip olduğu psikoz, dilimizi bozup kirletti, bu da dengesiz bir politik felsefenin ülke genelinde başvurulması gereken söylemi iyice felç etmesini sağladı. Söz konusu politik felsefe, herkesin herkese karşı yürüttüğü savaşı tetikledi, öte yandan elitlerin liberalleri kapitalist iktidara ait mekanizmalara ülke içinde ve dışında karşı çıkanları kötülemek, yıldırmak ve susturmak için kullanmasını mümkün kıldı.
David Penner
1 Ekim 2018

0 Yorum: