19 Ekim 2018

,

Ronin

Harekete kimse mani olamaz.
[Âşık Veysel]


Bugün solun, sosyalist hareketin şu Gagabulut denen gence neden sahip çıkmadığını, onun için sosyal medyada ve sokakta neden eylem yapmadığını anlamak mümkün değil. İzmir’in dağlarında çiçek açtıran, “laiklik kazanacak”, “burası İzmir” diyen bu gence onca LGBT hakkından söz eden örgüt destek sunmuyor. Bu genç, hetero genç erkekleri öpüştürüyor, birini diğerinin ayağını öptürüyor, diğerini sokak ortasında soyuyor, eşcinselliği pratikte meşrulaştırıp yayıyor. Bu “devrimci” dönüşüme örgütlenmiş olanlarsa susuyorlar.

Bu, bir işlem galiba. Bir-iki sene önce bir eşcinsel gençle röportaj yapılıyor. Bu genç, bir sosyalist örgüte üyeymiş. Oradan nedense ayrılmış, başka bir örgüte gitmiş. Sonra, dediğine göre, “fazla erkek” görünmesine rağmen Maoist bir örgüte girmiş, burada LGBT çalışmaları yapmış. Nasıl oluyorsa ve nedense o Maoist örgüt, LGBT gibi başlıklarda siyaset yürütmek üzerinden bir gerilim yaşayıp bölünmüş. Hatta bu gencin ilk ayrıldığı sosyalist örgüt, bu ayrışmaya dair bir bildiri kalem almış ve taraflardan birini bir ağabey gibi ikaz etmiş.

Bu söylenenler, sol-sosyalist hareketin genel seyri, nereye örgütlendiği, muhtevası ve biçimi dert edinildiği için gündeme getiriliyor. Meram, örnekler üzerinden aktarılıyor. Özünde ülkedeki siyasette yaşanan dönüşüm, sol-sosyalist harekete de yansıyor.

Misal, üçüncü TİP kuruluyor. Gerekçesini, adını, içeriğini, şeklini-şemalini kimse tartışmıyor. Parti de bir tartışma üzerinden kurulmuyor. Oldubittiye getiriliyor, “ben yaptım oldu” tavrıyla gündemleştiriliyor. Bir örgütün içte yaşadığı sancının ceremesini emekçiler, solcular çekiyor.

Özünde TİP, bir ana rahmi... Bugünkü tüm örgütler oradan çıktılar. Madde ve diyalektik gereği, ayrışmalar, kavgalar, sıçramalar yaşandı. Kıvılcımlı’nın dediği gibi, parlamentarizm ve sendikalizm çerçevesine sıkıştırılmaya çalışılan hareket, o bentleri aştı ve hayatın, toplumun ara sokaklarına, kılcal damarlarına kadar ilerledi. Galiba bugün tüpten çıkmış olan diş macununu geri tüpe sokmak istiyorlar. Ortalıkta dolanan, farklı örgüt geleneklerinden gelen insanları bu “parti”ye mecbur etmeye çalışıyorlar. Ama o parti, kurulduğu koşulların sınırlarını hiç aşamıyor, dolayısıyla oraya, belli bir ayıklama işleminden sonra, dolduruluyor insanlar.

O tüpün sınırlarını parlamentarizm ve sendikalizm tayin ediyor. On yıl önce bir EMEP yöneticisinin dediği gibi, bugün solun bir kesimi, “keşke hiç uğraşmasaydık, TİP olsaydık” diyor. Bu, dedirtiliyor. “Zaten parlamentaristiz ve sendikalistiz, ne gereği var başka heyecanlara, maceralara” deniliyor. Dolayısıyla, Erkan Baş’ın “TİP Mahirlerin, Denizlerin yeşerdiği partidir” demesinin bir anlamı bulunmuyor. Çünkü TİP, Mahirlerin, Denizlerin ayrıldığı, kavga ettiği parti aynı zamanda. Bugün de TİP üzerinden, kimilerine boncuklar dağıtılıyor, belirli boşluklar dolduruluyor, ihtimaller ortadan kaldırılıyor ve geçmişte Kuğulu Park’taki propaganda düzeyine çekiliyor herkes ve her şey. O “yeni cumhuriyet”te Kürd’e de Müslüman’a da yer yok.

Deniz, Mahir, İbrahim, dar anlamda gençlik kategorisine hapsediliyor ve “boylarından büyük iş yapmış, yaramaz çocuklar” olarak takdim ediliyorlar. Olgun, kâmil, yetişkin ve bilgili âlimler, partinin başına çörekleniyor ve dümeni her daim sağa kırıyorlar. O cumhuriyette Deniz’e, Mahir’e, İbrahim’e de yer yok.

Seksen öncesinde, seksende ve sonrasında devlete bağlı isimler, “sol örgütlerin tabanının inançlı, tepesinin inançsız” olduğunu söylüyorlar. Kamayı buradan sokuyorlar. Bu türden analizler yapanların bugün bu analizleri yapmadığını, buna göre adımlar atmadığını kimse iddia edemez.

Dolayısıyla, bir “içtima” emri duyuyorsak, huylanmak gerekiyor. Cümlemizi bir koğuşa doldurmak istiyorlarsa, bir mıntıkaya gönderiyorlarsa, durup bir sorgulamak şart. Bu yöndeki emirleri tartmak, tartışmak gerek.

Misal, birileri çıkıp “ele silâh almayan adam değildir” diyorsa, durup bu sözün ardına arkasına bakılmalı. Hele “CHP’yi ‘demokratik halk muhalefeti’nden sayan bir anlayıştan düzen dışı muhalefet olmaz. Neredeyse cumhuriyetle yaşıt olmakla övünen legal bir kuruluştan devrimcilik çıkmaz. Devrimci Yolculuk, devrimin yolunu dün de göstermiyordu, bugün de gösteremez” (Teori ve Politika dergisi) diyorsa, bu sorgulamayı daha derinden yürütmek gerek. Burada da sinsi bir alan kavgası, geçmişin üzerini örtüp yeni pazarlar arama çabası var. “Devyol’a vuralım, aklanalım, yükselelim” diye düşünüyorlar. Seksen öncesi ve sonrasında da bunu söylediler.

Bu cümleleri yazan kişinin son birkaç yılda attığı, dergisinde yer verdiği tweet’lere baktığımızda, onun CHP muhalefetine “devrimci” dediğini, Adalet Yürüyüşü’ne destek verdiğini, altmış darbesini onayladığını, kentli orta sınıfın diline örgütlendiğini vs. görüyoruz. Üstelik “Devrimci Yolculuk devrimin yolunu dün de göstermiyordu” diyen bu zat, yirmi beş sene önce “nasıl bir yayın çıkartılmalı?” sorusunu soran yazısında, “Devyolculaşmalıyız, onun boşluğuna oynamalıyız” diyordu.

Demek ki Gagabulut ve bu son tweet konusunda da sol örgütlerde tutarlılık aramamak gerekiyor. Ama o tutarlılığı halk da sınıf da aramıyor maalesef.

Halk ve sınıf, kendi ikbaline, dünyalığına, nefsine, şahsına, mevkisine, kariyerine örgütlenmiş olanları pek ciddiye almıyor.

Evet, ortalıkta sayıca çok Ronin varmış gibi görünüyor, ama bunların hiçbir karşılığı bulunmuyor. “Dalgaya benzer insan” anlamına gelen Ronin, Japonya’da efendisiz kalmış samurayları ifade ediyor. Bu oradan oraya savrulan, yüzer-gezer roninlerin aristokrat vasıfları, olduğu gibi korunuyor. İçlerinde işçileşene rastlanmıyor. Bunlardan kurulacak bir ordunun kalk borusunu duymasına bile imkân yok!

Eren Balkır
19 Ekim 2018

0 Yorum: