29 Ekim 2018

Güvenlik Karşıtı Bildiri


Kısaca ifade etmek gerekirse, bu projenin amacı, güvenliğin “kendisinin bir yanılsama olduğunu unutmuş olan bir yanılsama” olduğunu göstermektir. Biraz daha detaylandırdığımızda şunları aktarmak gerekecektir: güvenlik, tehlikeli bir yanılsamadır. Tehlikelidir çünkü güvenlik, politikayı abluka altına almaktadır. Yani güvenlik söylemine ne kadar çok teslim olursak, o kadar az sömürüden ve yabancılaşmadan bahsederiz. Güvenlikten ne kadar çok bahsedersek, özgürleşme sürecinin maddi temellerine o kadar çok körleşiriz. Güvenlik fetişi önünde ne kadar çok diz çökersek, birbirimize o kadar çok yabancılaşır, polis güçlerinin uygulamalarına o kadar çok suç ortaklığı yaparız.
İlk başta bu noktaya nasıl gelindiğini ayrıntılarıyla ele almak gerekmektedir. Bu sürecin ne kadar çok zarar verdiğini anlamaksa daha da büyük bir meseledir. Asıl mevzu, radikal, eleştirel ve özgürlükçü bir politikaya katkı sunacak şeyler yapmaktır. Bu güçlüklere karşı konulmalı, bu karşı koyuş ise kolektif olmalıdır. İşin başında biz, güvenlik karşıtı politika konusunda aşağıdaki açıklamaları tam da bu sebeple yapıyoruz.
Biz, güvenlik sorununu somutlaştıran, onun üzerine perde geren, böylelikle sadece güvenlik anlayışının sahip olduğu gücü pekiştiren, aşağıda aktarılanlara benzer her türden hatalı ikiliği reddediyoruz:
Güvenliğe karşı özgürlük: Burjuva ideolojisi olarak liberal geleneğin kurucularına ait eserlerde özgürlük güvenlik, güvenlikse özgürlük demektir. Yönetici sınıf açısından güvenlik, her daim özgürlüğe galebe çalar, zira “özgürlük”te amaç, güvenlik karşısında bir ağırlık oluşturmak değildir. Bu anlayışa göre özgürlük, dün olduğu gibi bugün de güvenliğin avukatı olabilmelidir.
Özele karşı kamusal: Hesap verme, hukukî pozisyon, tek tip veya meşru güç kullanımı ile ilgili hukukî belirlemeler, kamu polisinin ve özel polisin, devlet ordularının ve paralı askerlerden oluşan orduların, şirket güvenliği ile devlet güvenliğinin ya da ulusötesi şirketlerle beynelmilel ilişkilerin tarihsel planda müşterek çalışmasını imkânsızlaştırabilir. Kamusal alan özel alanın işlerini yaparken, sivil toplum da devletin işlerini yapar. Dolayısıyla mesele, “özele karşı kamusal” veya “devlete karşı sivil toplum”u konumlandırmak değil, güvenlik adına asayişin sağlanması için devreye sokulan araçların ve burjuvazinin şiddetinin birliği üzerinde durmaktır.
Sert güce karşı yumuşak güç: Muhalifleri ezmek için sert polisiye önlemlere başvurmak yerine yumuşak müdahalelerin gerçekleştirilmesini esas alan bu tür ikiliklerden bahsedenler, bir yandan da yerelde süren direnişi ezmek için sert askerî müdahale yerine yumuşak müdahaleden; küresel emperyal hegemonyayı dayatma noktasında sert güç yerine yumuşak gücün kullanılmasından söz ediyorlar. Oysa bu yumuşak/sert müdahale ya da güç kullanımları, aynı sınıfsal şiddetin mevcut birliğine ait yönleridirler. Bu tür ikiliklere bel bağlamak, bizleri sermaye adına tüm dünya genelinde yürütülen asayişi sağlama girişimlerine karşı körleşmemize neden olacaktır.
Barbarlığa karşı medeniyet: Aydınlanma sonrası tanık olduğumuz medeniyet tarihi, esasen ücretli emek ilişkilerinin perçinlendiği, emperyalist hâkimiyetin maddi ve kültürel planda dayatıldığı, sınıf savaşının şiddetine tanık olunan bir tarihtir. “Medeniyetin ana ölçütü” olarak hukuk, tüm heybetiyle bu projenin merkezinde durmaktadır. “Medeniyet”, kapitalist ilişkilerin dayatılması ile ilgili bir şifreden ibarettir. Yani özetle: burjuva medeniyeti barbarlıktır.
Yabancıya karşı yerli: Güvenlik anlayışının uyguladığı en büyük zulüm, onun “öteki”nin inşası konusunda gösterdiği ısrardır. Güvenlik, hem içte hem de dışta yabancı tehdit unsurları yaratır, devletin çıkarlarına dayanak teşkil eden ayrışmayı ve korkuyu üretir. Ülke dışında halkların sömürgeci manada kontrol altına alınmasına dönük girişimler, kısa bir süre sonra ülke içerisinde devreye sokulmaktadırlar. Beynelmilel planda uygulanan polislik faaliyetleri, ülke güvenliğinin askerîleştirilmesi için işleyen bir tür laboratuvardan başka bir şey değildirler. “Terörle mücadele”, tüm barışçı insanları mücahidlerle, feministleri İslamcılarla, sosyalistleri suikastçılarla bir tutmaya dönük bir saldırı hâlidir. Kapitalist devlet, her yönden güvensizlikle cebelleştiğinden, herhangi bir bahaneye ile ihtiyaç duymamaktadır.
11 Eylül sonrasına karşı 11 Eylül öncesi: Lafı dolandırmanın âlemi yok: 11 Eylül’de üç bin insanın öldürülmesi korkunçtu ama bu olay esasen hiçbir şeyi değiştirmedi. Değiştirdiğine inanmak, kasten ve bilerek nisyan çukuruna düşmek demektir. 11 Eylül sonrası gazı kökleyen güvenlik aygıtı, sınıf savaşının zemini kaydığından, zaten yirmi-otuz yıllık süreçte oluşum hâlindeydi. Bu sefer teröre karşı verilen yeni “mücadele” esasında hiç de yeni değildi. “Güvenlik yok!” çığlıklarına bir kez daha iki aşina olduğumuz taleple karşılık verildi: “sen yeter ki tüket, biz onları yok ederiz. Disneyland’e git ki devletin nesiller boyu yaptığı işi yapmaya devam etsin.” 11 Eylül, güvenliği saldırılardan muaf, tartışma götürmez bir olgu hâline getirmekten başka bir şey yapmadı.
İstisnai duruma karşı normallik: Karşımızdaki şey, hiç de istisnaî olan bir devlet değil. Kapitalist devletin güvenlik adına insan haklarını atlarının nallarıyla çiğnemesidir asıl normal olan. Yönetici sınıfın birikim adına şiddet uygulamasıdır asıl normal olan. İtaat etmeyenleri disipline edip cezalandırmak için yeni tekniklerin geliştirilmesidir asıl normal olan. Normal diye bir şey aranıyorsa, o da sivillerin bombalanması, insanları mahkemeye çıkartmadan hapse tıkılmasıdır. Bu konularla ilgili olarak kendilerini yırtıp duran liberaller, tüm bu işleri meşrulaştırıyorlar ki bu da normal.
Bizse bugün güvenliği şu şekilde anlıyoruz:
Güvenlik, burjuva toplumuna ait, ulvileştirilmiş bir kavramdır.
Güvenlik anlayışı, söylemi sömürgeciliğe teslim eder ve devrimci olandan uzaklaştırır. Bu noktada açlık söylemini gıda güvenliği; emperyalizm söylemini enerji güvenliği; küreselleşmeyle ilgili söylemi tedarik zincirlerinin güvenliği; refah söylemini toplumsal güvenlik, kişisel emniyeti özel güvenlik önünde diz çöktürür. Güvenlik, tabiatı gereği komünal olan her şeyi burjuvalaştırır. Bizi devletin aklı, şirketlerin çıkarları ve bireysel egoizmden bahsetmeye zorlar ve doğalında toplumsal olan çözümlerden uzaklaştırır. Ellerimizdekileri paylaşmak yerine, onları biriktiririz. Aşımızı başkalarıyla bölüşmek onların açlıktan ölmelerini izleriz ve bunların hepsini güvenlik adına yaparız.
Güvenlik, işçilerin sömürülmesi, yabancılaştırılması ve yoksullaştırılması noktasında öncü bir rol oynar. Kendi fetişini yaratır, tüm diğer mallara kendisini yedirir, bizleri doğalında güvensiz kılan sömürünün maddi koşullarını görmememizi sağlayıp o sömürü sürecini yoğunlaştırırken bir yandan da daha fazla riske ve korkuya sebep olur. Güvenlik, kapitalist ilişkilerde bizi daha da güvensizleştirir. Ancak devrimle elde edilecek şeyi tüketmek suretiyle kendisini tatmin etmeye çalışır.
Biz bu bildiriyle aşağıdaki çağrıları yapıyoruz:
Güvenliği gerçekte olduğu biçimiyle ortaya koyun;
Politik söylemin güvenlik temelli inşa edilmesine karşı çıkın;
Güvenliğin otoriter ve gerici niteliğine itiraz edin;
Güvenlik politikalarının bizleri maddi koşullardan ve meselelerden uzaklaştıran adımlarına işaret edin, bu politikaların özgürlükçü politikayı polise ait bir güce dönüştürdüğü üzerinde durun;
Burjuvazinin güvenlik ve polis gücü üzerine kurulu ufkunun ötesine uzanmamızı sağlayacak alternatif bir politik dili oluşturmak için mücadele edin.
Mark Neocleous
George Rigakos

0 Yorum: