Avrupa
Afrika’yı Nasıl Geri Bıraktı isimli
çalışmasının yayınlandığı günden beri Afrika tarihi denilen saha, benzer
ağırlıkta bir esere tanıklık etmedi. Aynı zamanda Avrupa sömürgeciliğinin
Afrika’da yol açtığı kalıcı etkilere dair, özenle yürütülmüş bir araştırmaya
dayanan bu analiz, dünya genelinde süren ırkçılık karşıtı eylemliliğe yönelik
yaklaşımları alabildiğine radikalleştirdi.
Esasında “eylemci-akademisyen” terimi, Rodney’nin
gezegeni sömürgeciliğin ve köleliğin tüm doğal sonuçlarından kurtarmaya dair
kararlılığını kendi araştırmalarına bağlayan o üretken tutkusu devreye
sokulduğunda en güçlü anlamına kavuşacaktır. Ölümünü müteakip yaklaşık kırk yıl
sonra bugün bizler, en nihayetinde bilginin öneminin kendi toplumsal dünyamızı
dönüştürme becerimizde yattığını kabul eden kararlı bir entelektüel olmanın ne
demek olduğuna dair bu türden parlak örneklere muhtacız.
Biz, hem Rodney’den hem de ondan önce ve sonra
Marksizmle ilişkili olup sömürgeciliğin ve köleliğin tarihsel analizini
gerçekleştiren isimlerden, kapitalizmin insan doğası ve ilerleme ile ilgili
olarak ortaya attığı, zihinlerde kalıcı köklere sahip önermelerine karşı
koymanın, ırkçılık üzerine kurulu ideolojileri ve yapıları ortadan kaldırmak
için yola çıkan eylemcilerin ve teorisyenlerin en önemli görevlerinden biri
olduğunu öğrendik.
Afrika’nın Avrupa’ya tabi oluşunun durgunluk
eğiliminden kaynaklandığına dair argümanı çürütürken Rodney, aynı zamanda dış
müdahalenin tek başına kıtanın ilerleyişini tetikleyebileceğine dair o
ideolojik önermeyi de redde tabi tuttu. Rodney’nin de ifade ettiği biçimiyle,
her ne kadar “resmi planda” sadece yetmiş küsur yıl sürmüş olan sömürgecilik
kısa bir döneme yayılmış olsa da bu dönemde hem kapitalist dünyada (yani Avrupa
ve ABD’de) hem de yeni ortaya çıkmış olan sosyalist dünyada (bilhassa Rusya ve
Çin’de) devasa değişimler yaşandı.
Rodney’nin ifadesiyle, “yerinde saymak, hatta
diğerleri öne doğru sıçrarken yavaş hareket etmek, gerçekte geri gitmeye
denktir.” Avrupa Afrika’yı Nasıl Geri
Bıraktı isimli çalışmasında Rodney, emperyalizmin ve sömürgeciliği besleyen
muhtelif süreçlerin Afrika’daki ekonomik, dolayısıyla politik ve toplumsal
ilerlemenin önüne yapısal, aşılması zor engeller çıkarttığını söylemektedir.
Ama bu sözleri Afrikalıları “kalkınma konusunda
sahip oldukları o nihai sorumluluk”tan kurtarmadığını belirtmek gerekmektedir.
1973’te yaptığım ilk Afrika gezisinde Walter
Rodney’yle tanışma şerefine nail olduğum için kendimi ayrıcalıklı sayıyorum.
Tanzanya’da bulunan Darüsselam kentine gittiğimde, Avrupa Afrika’yı Nasıl Geri Bıraktı isimli çalışmanın
yayınlanmasının üzerinden pek zaman geçmemişti. O ziyaret esnasında Rodney’nin
de içinde bulunduğu akademi ve eylemci mahfillerinde devrimin acil ihtiyaç
olduğuna ilişkin kanaatin güçlendiği o döneme ilk elden tanıklık etmiştim.
Darüsselam Üniversitesi’nde Afrika’nın kurtuluşu
ve dünya genelinde kapitalizme yöneltilen itirazlar arasındaki ilişkiye dair
dersler ve tartışmalar organize eden Rodney’nin bu türden çalışmalarına iştirak
etme fırsatı bulmakla kalmadım, ayrıca Portekiz Ordusu’yla savaşan savaşçılarla
ve Agostinho Neto ile tanıştığım Angola Halk Kurtuluş Hareketi’ne ait eğitim
kamplarını da ziyaret ettim.
Walter Rodney’nin analizlerinde, Marksist
kategorilerin ve eleştirilerin biçimlendirdiği, akla yatkın, sağlam gerekçelere
dayanan tarihsel soruşturma pratiği, aynı zamanda bilhassa o dönemde
Afrika’daki kurtuluş mücadelelerinin genel de dünya genelinde patlak veren
devrimci ayaklanmaların tanımladığı tarihsel konjonktüre dair köklü bir idrak
çıkıyordu karşımıza.
Çünkü Rodney, belirli bir yönteme ve sisteme sahip
bir akademisyendi. O, toplumsal cinsiyet meselelerini görmezden gelmezdi, hatta
sonraki süreçte geliştirilecek, feministlere ait sözcükler ve analiz
çerçevesinden yoksun olmasına karşın, bu alana dönük yazılar yazardı. Bazı
isimler, “sonraki süreçte yaşasaydı, bu tür meselelere daha fazla eğileceğini”
söylemektedirler. Gene de Rodney, tüm yazdıkları içerisinde önem arz eden
stratejik durumlarla ilgili olarak cinsiyetin rolüne işaret etmeyi bilmiş,
sömürgecilik koşullarında, ekonomik sömürünün varlığını sürdürdüğü,
yoğunlaştığı dönemde, Afrikalı kadınların “toplumsal, dinî, kurucu, politik
imtiyazlarının ve haklarının ortadan kalktığını” söylemiştir.
Rodney’nin üzerinde durduğu ana husus,
sömürgeciliğin Afrika’da emek süreçleri üzerindeki etkisiydi. Sömürgecilik,
insanların yaptıkları işleri yeniden tanımlayıp “modern” olarak nitelemiş, bir
yandan da kadınların yaptıkları işleri “geleneksel” veya “geri” olarak
tanımlamıştı. Bu nedenle kadınların yaptıkları işlerin statüsünde yaşanan bu
kötüleşme sonucu, hangi işlerin değerli, hangilerinin değersiz olduğuna dair
ölçütleri belirleme hakkı, kadınların elinden alındı.
Avrupa
Afrika’yı Nasıl Geri Bıraktı isimli
kitabın yayınlandığı dönemde siyah aktivizmi, en azından ABD’de, sadece
kadınların doğaları gereği aşağı ve ikincil olduğuna dair, yanlışlıkla
Afrikalılara has kültürel pratiklere atfedilen kültürel milliyetçi anlayışların
değil, aynı zamanda anaerkilliğe ait, resmi planda desteklenen özelliklerin,
başka bir ifadeyle, ABD’deki siyah topluluklarındaki kusurlu aile yapısının
(örneğin 1965 tarihli Moynihan Raporu’nun) etkisi altında idi.
Bu kitap, o dönemde radikal siyah hareketleri
bünyesinde cinsiyete dair bu türden özcü anlayışlara itiraz etme niyeti olan
bizler için önemli bir silâh işlevi gördü. Rodney’nin akademik düzlemde ve
eylemcilik açısından yaptığı katkılar, bahsi geçen özel tarihsel momentte en
fazla talep edilen şeylere dairdi. Belki de Rodney, kendi memleketi olan Guyana
gibi yerlerde gerçek bir devrimci politik değişim imkânına inandığı için
öldürüldü. Onun geliştirdiği fikirler, kapitalizmin kendisinin baki kalacağına
dair fikri zorla dayattığı, sadece sosyalist ülkeler değil, bağımsızlar
hareketi mensubu ülkeleri, yani kapitalizme karşı çıkan tüm mevcut örgütlü
güçleri tasfiye ettiği günümüzde çok daha kıymetli hâle gelmiştir.
Dünya kapitalizminin gezegen için en hayırlı
geleceği temsil ettiğini ve Afrika ile eski üçüncü dünyanın “azgelişmişlik”
kaynaklı sefalet koşullarında sonsuza dek yaşamaya mahkûm olduğunu kabule
yanaşmayan bizler, şu can alıcı soruyla uğraşmak zorundayız: Irkçılık temelli
yapılara dokunulmadığı sürece kapitalizmin ortadan kalktığı bir dünyayı
tahayyül edemeyeceğimizi kabul ettiğimize göre, kapitalizme yönelik devrimci
eleştirilerin ırkçılık karşıtı mücadelelerin ayrılmaz birer parçası hâline
getirmeleri konusunda eylemcileri ve teorisyenleri nasıl cesaretlendirebiliriz?
Bu anlamda bizlere, Walter
Rodney’nin geride bıraktığı mirasın kapsamını genişletip derinleştirmek ve o
mirasa uygun hareket etmek düşmektedir.
Angela Y. Davis
12 Ekim 2018
12 Ekim 2018
0 Yorum:
Yorum Gönder