İklim Değişikliği, Kapitalizm ve
Devrim
José María Sison Söyleşisi
Quincy Saul
9 Eylül 2015
José María Sison yaşayan bir efsane. Filipinler’in
Luzon Adası’ndaki Cabugao kentinde, 1939’da zengin ve nüfuzlu bir aileye doğan
Sison, aldığı eğitim ve merhametli oluşu onu yirmi yaşında devrimci bir eylemci
hâline getirir. Bugün 76 yaşında ve New York
Times’ın “dünyanın en uzun süren komünist isyanı” dediği hareketin lideri.
1969 yılında Filipinler Komünist Partisi’ni (FKP) az
sayıda parti üyesini temsil eden 12 delegeyle kuran Sison süreci her güçlüğe
göğüs gererek ilerletti ve partisini bugün on binlerce üyeye sahip bir yapıya
dönüştürdü. Elbette bunun bir bedeli vardı: devrimci çalışmaları sonucu dokuz
yıl hapis yattı, bunun bir buçuk yılı hücre hapsinde geçti. 1986’da hapisten
çıktı, o günden beri sürgün hayatı yaşıyor, ismi ABD’nin terörist izleme
listesinde. Artık parti faaliyetlerine ilişkin karar süreçlerine katılmıyor olsa
da hâlen Filipinler Ulusal Demokratik Cephesi’nin
başdanışmanı ve Halkların Uluslararası Mücadele Birliği’nin
başkanı. Sadece politikacı olmayan Sison aynı zamanda İngiliz Edebiyatı
profesörü, saygın bir şair ve Güneydoğu Asya WRITE kitap ödülünün sahibi.
Kısa süre önce bazıları FKP’nin entelektüel açıdan
durağanlaştığını iddia ediyor. Oysa partinin ideolojik
liderleri etkin ki bu gerçeği parti düşmanları da kabul ediyorlar. Counterpunch’ta daha önce aktarıldığı üzere, Yeni Halk Ordusu ülkenin yüzde
yirmisinde, 100 cephede, 70 kentte, 800 belediyede, 9.000 mahallede ve 8.000
köyde faal. Bu, yirmi birinci yüzyıl Maoizminin geçmişten esen bir rüzgâr mı
yoksa nüfusunun dörtte birinin günlük bir doların altında yaşadığı, Asya’daki
en yüksek gelir eşitsizliğinin bulunduğu ülke için bir gelecek umudu olduğunun
mu delili? Benedict Anderson yazdığı yazıda
Filipinler’in “tarihsel bir baş dönmesi” yaşadığını söylüyor: bölgedeki sömürge
karşıtı hareketlerin muhayyel bir habercisi olan ülke, bugün Güneydoğu
Asya’daki en güçlü sol yapıya ev sahipliği yapıyor. Burada, yirmi birinci
yüzyıl politikası ve devrimi ile ilgili yakıcı sorulara cevap veren Sison’dan
bu baş dönmesini zafere nasıl dönüştürdüğünü öğreneceğiz.
* * *
Ekolojik krizler, bilhassa Haiyan felâketi,
Filipinler’de yeraltında ve yerüstünde çalışma yürüten devrimcilerin
ideolojisini ve pratiklerini nasıl etkiledi?
Hem kentte hem de kırsal bölgelerde çalışma yürüten
Filipinli devrimciler, doğa ve toplum, çevrenin sağladığı araç, koşul ve
nesnelerden kullanım ve değişim değeri üreten insanlarla çevre arasında
kurulması gereken ilişkinin her zaman bilincinde olmuşlardır. Ekolojik krizler,
bilhassa Haiyan felâketi, çevre meselesi ve bu mesele konusunda acilen eyleme
geçme ihtiyacı ile ilgili olarak devrimcilerin bilincinin artmasına ve
keskinleşmesine katkı sunmuştur.
Tekelci kapitalist şirketler, Filipinler’de fosil
yakıtların düşüncesizce kullanılmasından ve karbondioksit salınımlarından,
hızla gerçekleştirilen ve tayfunları önleyecek zırhı ortadan kaldıran
ormansızlaşmadan, toprak erozyonlarından, uzun süredir devam eden kuraklık,
toprak kaymaları ve sellerden, ayrıca dereleri zehirleyip deniz hayatını
öldüren kimyasalları kullanan plantasyonların ve madenciliğin süratle genişleme
imkânı bulmasından sorumludurlar. Pasifik Okyanusu’nun yüzeyi küresel ısınmaya
bağlı olarak ısınmış ve okyanus, Filipinler’i vuran, daha sık ve güçlü bir
biçimde gerçekleşen tayfunların geçiş güzergâhı hâline gelmiştir.
Devrimci bir stratejist olarak, iklim adaleti ile
ilgili küresel mücadeleye kendilerini adamış insanlara ne tavsiye edersiniz?
Ben, kendilerini iklim adaleti için dünya genelinde
mücadeleye vakfetmiş insanlara bu kavgayı özel bir dava olarak görmelerini, ama
aynı zamanda kendilerini toplumsal adalet mücadelesine vakfetmiş insanlarla
dayanışma ilişkisi ve işbirliği kurmalarını tavsiye etmek isterim. Bu
insanların karşısında tek bir ortak düşman vardır: iklim ile toplumsal
adaletsizliğin sebebi olan tekelci kapitalizm ve emperyalist güçler.
İklim adaleti için verilen küresel mücadele ile
toplumsal adalet için halkların verdiği küresel mücadele birbirine bağlıdır.
Çevre krizi ve insanın varoluşuna yönelik tehdit artık öne çıkan iki husustur,
ayrıca buna dünya kapitalist sisteminin ekonomik, finansal ve toplumsal
krizlerinin giderek derinleşmesi eşlik etmektedir. Tekelci kapitalizmin,
azgelişmiş ülkelerden yok pahasına hammaddeler satın alıp ucuz emeği kullanmak
ve her yerde birçok işçiyi işten çıkartıp ileri teknolojiyi devreye sokmak,
temelde sermayesinin organik bileşimini artırmak suretiyle sürekli aşırı kâr
peşinde koşması ve sermaye biriktirmeye çalışması insanları ve çevreyi
mahvetmiştir.
Tekelci kapitalizmin ve ülke içindeki ajanlarının
yoğun suiistimalleri ve adaletsizlikleri, geniş halk kitlelerini
sömürücülere-zalimlere karşı ayaklanmaya ve yeni, daha iyi bir dünya için
temelli bir mücadele vermeye sevketmektedir. Bu nedenle anti-emperyalizm,
demokrasi ve sosyalizm güçleri yeniden dirilmektedir. Bu bağlamda iklim adaleti
savunucularının toplumsal adalet savunucuları ile birleşmesi şarttır. Bu açıdan
o insanları Halkların Uluslararası Mücadele Birliği’nin 5. Uluslararası
Toplantısı’na katılmaya davet ediyorum, çünkü bu birlik, hem iklim adaleti hem
de toplumsal adalet için mücadele vermektedir.
Toplumsal kriz, çevre krizi ile toplumsal mücadele ve
çevre mücadelesinin kesişimi dâhilinde ortaya çıkan ideolojik bir yönelim
olarak ekososyalizm konusundaki görüşünüz nedir? (Örnek: Ekososyalist
Manifesto/2009 Belem Deklarasyonu, Joel Kovel’in kaleme
aldığı The Enemy of Nature [“Doğanın Düşmanı”] ve
Venezuela hükümetinin hazırladığı 2013-19 Patria Planı.)
Tekelci kapitalizm, hem işçi sınıfının işgücünü hem de
üretim süreci dâhilinde doğal kaynakları yağmalamaktadır. İnsanın varoluşu için
ölümcül sonuçlar doğuracağını hiç aklına bile getirmeksizin tekelci kapitalizm,
çevreyi sömürme, kirletme ve yok etme noktasında esas olarak kâr güdüsüyle
hareket etmektedir. Toplumsal kriz ve çevre krizi derinleşmektedir, bu nedenle
işçi sınıfının ve halkın tekelci kapitalizme karşı mücadele etmesi, işçi sınıfı
iktidarını kurması, çevreyi koruması ve sosyalizm için kavga vermesi
gerekmektedir.
Başkanlığını yaptığım Halkların Uluslararası Mücadele
Birliği, kendi görüşümüzü pekiştirmek için gerekli hususları benimseme
noktasında, belirttiğiniz yayınlar gibi muhtelif görüşler üzerine çalışma
yürütmektedir. Bizler, küresel ısınmayı durdurup geriye çevirmek için en etkin
hattın kurularak gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini savunuyoruz, ayrıca
yüzleştiğimiz toplumsal ve çevresel felâketin en büyük sorumlusu ve suçlusu
olan tekelci kapitalizme karşı anti-emperyalist ve sosyalist bir dava doğrultusunda
işçi sınıfı ile halkı örgütleyip seferber etmeye, onları ayaklandırmaya
çalışıyoruz.
Filipinler’de madencilik konusunda devrimci hareketin
ideolojik yönelimi ne olmalıdır? Birçok insan ve çevreci, madenciliğe karşı,
ekosistemle uyumlu atadan kalma üretim tarzını savunuyor, bu bakış açısı, bu
yıl yapılan Halkın Uluslararası Madencilik Konferansı’nda karşılık bulan
enternasyonalist yaklaşımda da karşımıza çıkmaktadır. Devrimci hareketin
içerisinde kimi insanlar madenciliği vazgeçilmez bir kazanç kaynağı olarak
görmekle kalmıyorlar, ayrıca onu sosyalizme giden gerekli “aşamalar”dan (ilkel
birikim, sanayileşme, proletaryanın oluşumu vb.) geçmiş için bir önkoşul olarak
kabul ediyorlar. Bu, Hindistan’dan Ekvador’a dek birçok ülkede yakıcı bir
sorun. Söz konusu ülkelerde proleter kalkınmacılık, devrimci hareketin takip
etmesi gereken güzergâhın üzerine çıkartılıyor. Örneğin Arundhati Roy,
Hindistan’da devrimin geleceğine dair şu soruyu soruyor: “Alüminyum taşının
dağlarda kalmasına izin verebilir miyiz?”
ABD’nin, diğer emperyalist güçlerin ve büyük
kompradorlarla toprak ağalarının hegemonyasına tabi Filipinler’deki verili
durumda, madencilik şirketleri tümüyle yabancı tekelci şirketlerin
mülkiyetindedir. Ham maden cevherleri, sayısız kamyona bindirilip işlenmek için
Çin, Japonya ve diğer ülkelere gönderiliyor. Altın, gümüş, platin ve paladyum
gibi kimi kıymetli madenler konusunda uzmanlaşmış bazı madencilik şirketleri,
bu madenleri helikopterlerle denizde bekleyen gemilere kaçırıyorlar.
Mevcut koşullarda halkın ve çevrecilerin tüm
insanların, ekonomiye ve çevreye büyük zarar verme pahasına, kendi dar
çıkarları için emperyalistler ve yereldeki gericiler eliyle madenlerin
sınırsızca sömürülmesine karşı çıkmaları haklı bir tutumdur. Ama aynı zamanda
azgelişmeyi yüceltmek, yaygın sefaletin, sıtmalı bataklıkların, kötü
beslenmenin hâkim olduğu toplumsal ortama romantik, giderek menkıbe hâline
getirilmiş bir komünalizm adına göz yumulması da yanlış bir yaklaşımdır. Yeni
demokratik ya da sosyalist sistem, doğal kaynakların akıllıca kullanılmasını,
çevrenin korunmasını, halkın ücretsiz ve önceden rızası alınmasını, ayrıca
faydaların edinimini, bu faydaların ortaklaştırılmasını güvence altına almak
zorundadır.
Eğer Filipin halkı, demokratik ya da sosyalist hükümet
altında, hammaddeleri ilk aşamadan alıp ikinci ve üçüncü aşamalara doğru işler
ise, ulusal mirasın korunması ve himaye edilmesi noktasında yüksek bir düzeye
ulaşabilir, onun doğal kaynakları daha akıllıca kullanması mümkün olabilir.
Filipin halkını yeri doldurulamayacak ham maden cevherlerini alıp götüren
yabancı tekelci kapitalistlerle, zengin doğal kaynakların toprak altında
kalmasını öngören bir azgelişmişlik arasında tercihe zorlamak çok saçma bir yaklaşımdır.
Sosyalizm, üretim ilişkileri ile üretim güçlerinin gelişmesini şart koşar.
Toprak ağalarının ve büyük kompradorların hâkim olduğu
mevcut koşullarda yabancı tekelci kapitalistler, madencilik arazileri konusunda
ulusal hükümetten muazzam tavizler kopartabilmektedirler. Yolsuzluğa bulaşmış
devlet görevlilerinin suç ortaklığında bu yabancı güçler, tüm toplumun önceden
rızasını alma gerekliliğini ortadan kaldırmak, ulusal hükümetin resmî çevre
mevzuatından kurtulmak amacıyla küçük bir dizi madencilik izni koparmak,
böylece madencilik faaliyeti için geniş araziler kapatmak noktasında yerli halk
topluluklarının geleneksel liderlerini sıklıkla kullanabilmektedirler. Ancak
devrimci güçler, yükselişe geçip halkı madencilik şirketlerine karşı
örgütlemeye ve seferber etmeye başlayınca yerli halklar, devrimci ilişkileri ve
hatta geleneksel liderleri bile bu şirketlere karşı birleşebilmektedir.
Güney Amerika’daki solcu hükümetlerle ilgili
görüşleriniz nelerdir? Bunları salt devlet kapitalizmi ve burjuva demokrasisi
olarak mı görmek gerekiyor? Bolivya, Ekvador, Venezuela vb.’deki hükümetlerde
gerçek bir devrimci potansiyel ve umut buluyor musunuz?
Bence Güney Amerika’daki solcu hükümetlerde devrimci
olmaya dair bir ölçü mevcut. Bu hükümetlerin emperyalist dayatmalara karşı
ulusal bağımsızlığı savundukları açık. Söz konusu hükümetler, toplumsal adalet
ve refah konusunda uygulanabilir tedbirler alıyorlar. Ama iktidardaki sol,
toplumda sömürücü sınıflarla birlikte yaşamaktadır ve bu sınıflar, aynı zamanda
hükümet içerisinde faal bir muhalefet yürüten temsilcilere sahiptirler. Hiçbir
devrim, sömürücü sınıfları henüz kesin olarak alt edememiştir. Bu türden
sömürücüler, bilhassa petrol gelirinin düşmesi sebebiyle, Venezuela’daki
Bolivarcı hükümetin başına bela olmaktadırlar. Bunlar, ayrıca diğer ilerici
hükümetlere de karşıdırlar.
Ancak söz konusu solcu hükümetler, halklarının
çıkarlarını savunup bu doğrultuda mücadele yürütmektedirler, dolayısıyla bizler
de onlarla dayanışmakta ve bu hükümetlere destek vermekteyiz. Onları düşmana
terk edemeyiz. Zira emperyalist güçler, bugün 2008’de başlayandan daha kötü
olan yeni bir krizle boğuşmaktadırlar. İşçilerin ve tüm halkların devrimci
potansiyeli artmakta, beklenmedik bir ölçekte gerçek bir güç hâline
gelmektedir. Neoliberal politika, sömürücü ve yıkıcı bir hâl almıştır,
toplumsal ayaklanmaların ve devrimlerin beklenmedik bir ölçekte patlak
verebilmeleri artık mümkündür.
Türkiye’de ve Rojava’da Kürd devrimcilerin (bilhassa
YPG’nin) son dönemde feminist, ekolojik ve milliyetçilik karşıtı bir ideolojik
yönelime evrilmesiyle ilgili görüşleriniz nelerdir?
Kürd devrimciler, devletsiz demokrasiden bahsedip
demokratik konfederalizm anlayışı dâhilinde ulus-devleti ve milliyetçiliği
reddetseler de ben, hâlâ onların muhtelif düzeylerde belirli politik iktidar
organlarına denk düşecek yapılara sahip olduklarını düşünüyorum. Bu yapılar
olmasa anarşi hâkim olur, politik birlik noktasında yeterli bir düzeye
ulaşılamaz, güçlü düşmanlarla mücadele etme noktasında silâhlı personel
üzerinde yönetim ve komuta süreci imkânsızlaşır. Esasında benim umudum, bir gün
Kürdlerin Irak, Suriye ve Kuzey Kürdistan’da bir devletler konfederasyonu
oluşturması yönünde. Bu ihtimal bile Erdoğan ve Türkiyeli gericileri korkutuyor
olmalı. Feminizm, cinsiyet eşitliği ve ekoloji meselesi konusuna gelince; bu
hususlar, tutarlı ve etkin bir yönetişim veya idare sistemi dâhilinde, faal
birer aktör ve yol gösterici ilkeler olarak benimsenebilirler.
Birçokları, 1994’teki Zapatista ayaklanmasının ve
sonrasında onların ev sahipliği yaptıkları uluslararası toplantıların radikal
politikanın verili gerçekliğini değiştirdiğine, geleneksel öncü partileri
reddedip yerli halkların devrimci özneliğini olumlayan bir olgu olduğuna
inanıyorlar. Filipinler’deki hareket Zapatista ayaklanmasını nasıl edindi ve
anladı?
Filipinler’deki devrimci hareket, 1994 tarihindeki
Zapatista ayaklanmasını selamladı ve Zapatistaların birkaç yıl boyunca birçok
yabancı ziyaretçiyi kabul edip uluslararası toplantılara ev sahipliği
yapabilmesinden etkilendi. Ama sonrasında Zapatista liderlerinin Meksika’daki
merkezî hükümeti güvence altına aldığı konusunda kimi endişeler belirdi. Zira
örgüt, silâhlı mücadeleyi Chiapas’ın dışına taşıma, genişletme fikrini terk
etmişti. Bugün de yurtdışından, birçok STK’dan yüklü miktarlarda para almaktadır.
Chiapas’taki yerel yönetime ya da Somoza, Duvalier,
Marcos, Mobutu veya Suharto hükümetleri gibi otoriter hükümetlere karşı
başarılı bir halk ayaklanması gerçekleştirmek için geniş bir birleşik cephe
kurmak kâfi gelebilir. Ama proletaryanın devrimci partisinin liderliği
olmaksızın bir sosyalist devrimin yapılabileceğine dair henüz ortada bir kanıt
da mevcut değil. Politik örgüt biçimi olarak parti, hâlâ proletaryanın
sosyalizme dönük devrimci iradesini yoğunlaştırmanın en fazla tercih edilen
yoludur. Elbette proletaryadan gayrı, burjuvaziye karşı sosyalist bir devrim
yapma konusunda kararlı bir başka sınıf yoktur.
Sanat, kültür ve edebiyat alanlarında, yirmi birinci
yüzyıldaki güçlükleri anlama ve onlara karşı koyma konusunda bize katkı sunacak
en önemli ve ilham verici çalışmalar sizce hangileridir?
Sanat, kültür ve edebiyat alanlarında, yirmi birinci
yüzyıldaki güçlükleri anlama ve onlara karşı koyma konusunda bize katkı sunacak
önemli ve ilham verici çalışmalar bulunduğundan eminim. Bu çalışmalar,
sosyalist bir bakış açısı ile yeni demokratik devrimler için mücadele eden
Filipinler ve Hindistan gibi ülkelerdeki halkların ızdırapları, fedakârlıkları,
kavgaları, başarıları ve arzularının birer yansıması olarak, bunlarla
bağlantılı bir biçimde üretilmektedir. Bu türden yaratıcı çalışmalar, dünya genelinde
tanınmayı ve takdir görmeyi beklemektedirler.
En fazla bilgiyi Filipinler’de üretilen devrimci
yazından ve sanatsal çalışmalardan edindiğimi söylemem gerek. Bu eserler, halka
hizmet etme ruhuyla yüklüler. Söz konusu çalışmalar, sömürü ve zulüm güçlerini
ifşa etmekte, işçilere, köylülere ve tüm halka emperyalizme ve gericiliğe karşı
devrimci mücadele yürütme konusunda ilham vermekte, daha fazla özgürlük,
demokrasi, sosyal adalet, kalkınma, kültürel ilerleme ve uluslararası dayanışma
için gerekli zemini sağlamaktadırlar. Birçok mükemmel yazar, ressam ve kültür
emekçisi mevcuttur. Bu insanlar gayet iyi örgütlenmekte ve hem kitlesel
eylemlere hem de kırsaldaki halk savaşına iştirak etmektedirler.
Söz konusu insanların kılavuzu, Marksist estetik ve
Mao’nun Yenan Sanat ve Edebiyat Forumu’nda yaptığı konuşmalar ile kültürel
çalışmalar ve propagandayla ilgili diğer çalışmalarıdır. Bu insanlar, Sovyetler
Birliği’nin sosyalist olduğu dönemde geliştirilen sosyalist gerçekçiliğin,
otuzlarda solcu Amerikalı yazarların yaratıcı eserlerinin ve büyük proleter
kültür devrimine dek uzanan dönemde sosyalist Çin’de üretilen devrimci
eserlerin kılavuzluğunda üretim yapmaktadırlar. Aynı zamanda söz konusu sanatçı
ve yazarlar, muhtelif yazın ve sanat biçimleri dâhilinde konu ve tarzlar
geliştirip benimseme noktasında yeni yollara yönelebilmektedirler.
En önemli ve ilham verici çalışmaların devrimci
mücadelelerin yoğun olduğu ülkelerde üretiliyor olması şaşırtıcı değildir. Bu
anlamda ben, toplumsal ve ekolojik kriz derinleştikçe, hem azgelişmiş hem de
gelişmiş ülkelerde daha fazla insanın ayağa kalkacağı konusunda iyimserim. Bu
ülkelerdeki devrimci mücadeleler, gerçek ve dijital, çeşitli biçim ve araçlar
üzerinden, halk tarafından ve halk için yapılacak edebiyat ve sanat üretimleri
noktasında önemli bir itkiyi koşullayacaktır. Yazarlar, sanatçılar ve kültür
emekçileri, dünya genelinde devrimci hareketin giderek büyüyen, önemli birer
bileşenidirler.
0 Yorum:
Yorum Gönder