Batılılar yaygın biçimde, İran Devrimi’ni ülkenin
mevcut liderlerinin de pekiştirdiği bir görüş üzerinden, tüm modern ve Müslüman
olmayan şeyleri reddeden bir tür atacılığa [atavizm] ve yabancı düşmanlığına
dayalı bir hareket olarak algılıyorlar. Bu kesimlerin iddiasına göre devrimci
hareket, İslam’ın dirilişine önayak oluyor ve söz konusu hareket sadece
Peygamber’in öğretilerinden ve Şii imamlarından ilham alan, herhangi bir
yabancı fikir eliyle yozlaştırılmamış özgün bir olgudur. Ancak bu geleneksel
anlayış, Ali Şeriati’nin, İran Devrimi’nin ana ideologunun katkılarını gözardı
ediyor. Şeriati’nin ilham kaynağı, hem dışarısı hem de İslam’ın kendisi, hem
Batı sosyolojisi, bilhassa Marksist sosyoloji, hem İslamî teoloji hem Franz
Fanon gibi Üçüncü Dünya teorisyenleri hem de Şii şehidlerin öğretileridir.
Esasında Şeriati, ömrünü modern sosyalizmi geleneksel Şiilikle sentezleme
görevine vakfetmiş, Marx, Fanon ve diğer İranlı olmayan düşünürleri o günün
İran ortamına uyarlamıştır.[1]
Şeriati okuyan kişiler, okuma esnasında bir dizi
güçlükle yüzleşiyorlar. Devrim, onu sadece İran’a has ve ona ait bir isim
hâline getiriyor, ama aynı zamanda rakip politik grupların arasındaki rekabette
bir hatıraya dönüştürüyor. Ona dair analizler, onunla ilgili methiyelerden daha
az sayıdadır, seçici bir üslupla yapılan atıflar yayınlananlardan daha
fazladır, ayrıca eserleri, altmışlar ve yetmişler bağlamında değil, verili
çatışmalar ışığında ele alınıyor. Ayrıca onun adı altında şüpheli bir dizi
çalışma yayımlandığını görmek gerekiyor.
Bu sorunların bir biçimde yoğunlaşmış olması, bir
değil üç ayrı Şeriati olduğu gerçeğiyle ilgili bir husustur. İlki, teoriyle
pratik, fikirlerle toplumsal güçler ve bilinçle insanî varoluş arasındaki
diyalektik ilişkiyle ilgilenen sosyolog Şeriati’dir. Bu Şeriati, kendisini
devrimci hareketlerin, bilhassa radikal dinlerin doğumu, gelişimi,
bürokratikleşmesi ve sonuçta da kaçınılmaz olarak çürümesi meselesine
vakfetmektedir. İkinci Şeriati, devrimci Şiiliğin tüm diğer radikal
ideolojilerin aksine, bürokratik çürümenin demir yasasına teslim olmadığını
imanın şartı olarak gören mütedeyyin bir mümindir. Üçüncüsü ise, halkın önüne
çıkıp sözlerini dikkatle tartmak zorunda kalan, bunu kendisini “İslamî
Marksist” olarak suçlamaya hevesli, kendisini sürekli izleyen gizli polise ama
aynı zamanda eski öğretileri yeniden yorumlayan ve her türden dinî kurum dışı
alanda at koşturan aydınlara doğalında güvenmeyen üst düzey ulemaya karşı bir
önlem olarak yapan bir isimdir. Şeriati’nin de dinleyicilerine sıklıkla ifade
ettiği üzere, İran, Reform Avrupa’sına benzer bir gelişme aşamasındadır,
sonuçta politik reformcuların Luther ve Calvin’den bir şeyleri öğrenmeleri,
kendi ortamlarına uygun olan görevleri üstlenmeleri ve her daim Ortaçağ’daki
Avrupalı ruhban sınıfından farklı olarak, Şii ulemanın hem kent burjuvazisinin
hem de kentli ve köylü kitleler üzerinde muazzam bir nüfuza sahip olduğunu
görmeleri gerekmektedir.[2]
Hayatı
Ali Şeriati, 1933 yılında Meşhed yakınındaki bir köyde
dünyaya geldi. Babası Muhammed Taki Şeriati molla kıyafetini üzerinden
çıkartmış, reformcu bir din adamıydı ve geçimini dinî vaaz merkezinde dersler
vererek, bir lisede Kur’an öğreterek sağlıyordu. Açıktan reform savunusu
yaptığı için muhafazakâr ulema onu Sünni, Bahai hatta Vehhabi olarak etiketlemişti.
Sonraki yıllarda Ali Şeriati’nin de gururla ifade ettiği üzere, babası onun
entelektüel gelişiminde herkesten fazla etkiye sahip olan bir kişiydi. Öğrenci
iken genç Şeriati, babasının organize ettiği tartışma gruplarına katılır,
kırkların sonunda ise baba ve oğul Hüdaperver Sosyalistler Hareketi isimli
küçük bir gruba iştirak ederdi. Bu grup politik değil, entelektüel açıdan önem
arz ediyordu. Şiilikle Avrupa sosyalizmini İran’da sentezleme konusunda ilk
çabayı bu grup ortaya koydu.
Babasının mesleğini devam ettiren Şeriati, Meşhed
öğretmen okuluna girdi, babasından Arapça ve Kur’an öğrendi. 1953’te okuldan
mezun olduktan sonra dört yıl boyunca memleketi olan kentteki ilkokullarda
öğretmenlik yaptı. Bu süre zarfında, biraz da liberal bir üslupla, Ebu Zerr:
Hüdaperver Sosyalist isimli Arapça eseri çevirdi. Radikal bir Mısırlı
romancı olan Abdülhamid Cevdet Seher’in kaleme aldığı bu roman, Hz. Muhammed’in
ilk müritlerinden birinin hayatını aktarmaktaydı. Ebu Zerr, Peygamber’in vefatı
sonrası halifeleri yozlaşmış olmakla suçlamış, basit bir hayat yaşamak için
çöle çekilmiş ve burada açgözlü zenginlere karşı açlar ve yoksullar adına
konuşmalar yapmıştı. Seher ve Şeriati’ye, ayrıca Ortadoğu’daki birçok başka
radikale göre, Ebu Zerr ilk Müslüman sosyalistti. Baba Şeriati’nin de yazdığı
üzere, oğlu, Ebu Zerr’i dünya tarihindeki en önemli isimlerden biri olarak
değerlendiriyordu.[3]
1958’de Şeriati, yabancı diller alanında mastır yapmak
üzere Meşhed Üniversitesi’ne girdi. Burada Arapça ve Fransızca üzerine çalışma
yaptı. Mastır programını 1960 yılında tamamlayan Şeriati, Sorbonne
Üniversitesi’nden sosyoloji ve İslam tarihi alanında doktora yapabilmesine
imkân verecek bir burs kazandı. Paris’te, Cezayir ve Küba devrimlerinin zirveye
ulaştığı bir dönemde radikal politik felsefe ile devrimci öğrenci örgütlerinin
içine daldı. İran Öğrenci Konfederasyonu’na ve 1961-62’de Mussadık’ı
destekleyen dinî kurum dışı dindar isimlerin kurdukları İran Kurtuluş
Hareketi’ne girdi. Cezayirli milliyetçiler için öğrenci gösterileri tertipledi,
böylesi bir gösterinin ardından başına aldığı darbelerden ötürü üç gün
hastanede kaldı. Ayrıca iki derginin yayın yönetmenliğini yaptı: ilki,
Avrupa’da Mussadık’ın Millî Cephe’sinin yayın organı olan İran Azad,
diğeri de, Fransa’da İran Öğrenci Konfederasyonu’nun aylık dergisi Nameyi Pers’ti.
Şeriati, Massignon gibi ünlü kimi oryantalistlerden
dersler aldı ve Marksist profesörlerin derslerine katıldı. Bilhassa Jean-Paul
Sartre, Franz Fanon, Che Guevara, Giap ve (ünlü bir Hristiyan Marksist aydın
olan) Roger Garaudy gibi o dönemi kimi radikallerinin eserlerini büyük bir
iştahla okudu. Şeriati, Guevara’nın Gerilla Savaşı isimli çalışmasını ve
Sartre’ın Şiir Nedir? eserini çevirdi, Fanon’un Yeryüzünün
Lanetlileri’ni ve (İngiliz okurların A Dying Colonialism [“Geberen
Sömürgecilik”] olarak bildiği) Cezayir Savaşı’nın Beşinci Yılı kitaplarının
çevirisine başladı.[4]
Bahsedilen son kitabı çevirirken Fanon’a üç mektup yazdı.
Mektuplarda Fanon’un din ve devrim meselesine ilişkin görüşlerine itiraz etti.
Fanon’a göre Üçüncü Dünya halkları, Batı emperyalizmine karşı başarılı bir
mücadele verebilmek için geleneksel dinlerini terk etmelilerdi. Ama Şeriati’ye
göre Üçüncü Dünya halkları, kendi kültürel kimliklerini yeniden kazanmadıkları
sürece emperyalizme karşı mücadele edemezlerdi. Birçok ülkede söz konusu
mücadele, halkların dinî gelenekleriyle iç içe geçmişti. Bu nedenle, Üçüncü
Dünya ülkeleri Batı’ya meydan okuma imkânı bulmadan önce kendi dinî köklerini
yeniden keşfetmek zorundaydılar.[5]
Şeriati 1965’te İran’a döndü. Altı ay hapiste
kaldıktan sonra Tahran Üniversitesi’ne başvuruda bulundu ama başvurusu reddedildi,
bunun üzerine Horasan’daki evine döndü. Önce bir köy okulunda, ardından da
Meşhed Üniversitesi’nde öğretmenlik yaptı. Ancak 1967’de Tahran’a gitme imkânı
buldu, burada Kurtuluş Hareketi’nin eski liderlerinden ve zengin tüccarlardan
oluşan bir grubun finanse ettiği dinî enstitü, Hüseyniye-i İrşad’ta dersler
vermeye başladı. Takip eden beş yıllık dönem ömrünün en verimli kısmıydı.
Hüseyniye’de düzenli olarak dersler verdi. Bu derslerin önemli bir kısmı elli
adet broşür ve kitapçık hâlinde yazıya döküldü. Derslerin kayıtlarını içeren
kasetler elden ele dolaştı, ciddi bir övgüyle karşılandı, bu kayıtlara bilhassa
lise ve üniversite öğrencileri ilgi gösterdiler. Şeriati’nin mesajı,
memnuniyetsizliğini her fırsatta dile getiren genç aydın kuşağı içinde coşkulu
bir ilgiyle karşılandı.
Şeriati’nin üretken olduğu bu dönem pek uzun sürmedi,
zira 1972 yılında Hüseyniye faaliyetlerine son verdi. Ensitütü, bir dizi
sebepten ötürü kapatıldı. Şeriati’nin popülaritesi gizli polisi endişelendirdi,
Halkın Mücahidleri’nin enstitüye girdiği düşünüldü. Devletin borazanı olan
aydınlar, Şeriati’yi “molla karşıtı propagandası ile gençleri yoldan
saptırmak”la suçladılar.[6] Ayetullah Mutahari gibi reformcu mollalar bile
Şeriati’nin ilahiyattan çok sosyolojiye vurgu yaptığını ve Batılı politik
felsefeden fütursuzca fikir aldığını söyledi.[7]
Hüseyniye-i İrşad’ın kapatılmasından kısa bir süre
sonra Şeriati, “İslamî Marksizm”i savunma suçlamasıyla tutuklanıp hapse atıldı.
Parisli aydınların ve Cezayir hükümetinin serbest bırakılmasına dönük
ricalarının iyice yoğunlaştığı 1975’e dek hapishanede kaldı. Şeriati’nin
gardiyanlarla ve hapishane görevlileriyle işbirliği yaptığına dair yanlış bir
izlenim yaratmak amacıyla devlet, henüz bitmemiş olan makalelerinden birisine
müdahalede bulundu ve makaleye Marksizm aleyhine bir dizi cahilce eleştiri
ekleyip İnsan-Marksizm-İslam başlığı altında yayımladı.[8] Hapisten
çıktıktan sonra Şeriati, ev hapsine alındı. Mayıs 1977’ye dek evden çıkmasına
izin verilmedi. Bu tarihte Londra’ya gitti. Bir ay sonra aniden öldü. Doğal
olarak Şeriati’yi sevenler suikasttan şüphelendiler. İngiliz adli tabip,
Şeriati’nin 43 yaşında kalp krizinden vefat ettiği sonucuna ulaştı.
Siyaset Teorisi
Şeriati’nin birçok eserinde merkezî tema, İran gibi
Üçüncü Dünya ülkelerinin birbiriyle bağlantılı, eşzamanlı gerçekleşmesi gereken
devrimlere ihtiyaç duyduğu hususudur: bu devrimlerin ilki, her türden
emperyalist hâkimiyete son verecek ve kültürü, tarihsel mirası ve millî kimliği
diriltecek millî bir devrim; ikincisi ise her türden sömürüye son verecek,
sefaleti ve kapitalizmi söküp atacak, ekonomiyi modernize edecek ve her şeyden
önemlisi, “adil”, “dinamik” ve “sınıfsız bir toplum” kuracak olan toplumsal devrimdir.
Şeriati’ye göre, bu iki devrimi gerçekleştirme görevi
aydınlara [ruşenfikren] aittir. Zira aydınlar, toplumun iç
çelişkilerini, bilhassa sınıfsal çelişkileri kavrama, halkı bu çelişkilere
işaret etmek suretiyle bilinçlendirme ve Avrupa ile Üçüncü Dünya ülkelerindeki
tecrübelerden öğrenme imkânına sahiptirler. Ayrıca aydınlar, geleceğe uzanan
yolu döşeyerek, kitlelere ikili devrim üzerinden rehberlik edecek güçtürler.[9]
Şeriati bu tespitlere şu eklemeyi yapar: İranlı
aydınlar şanslıdır, çünkü Şiilik gibi radikal bir dinî kültüre sahip olan,
ikili devrimin amaçlarına uygun olarak radikal bir çalışma yürütme imkânı sunan
bir toplumda yaşamaktadırlar. Şeriati’nin ifadesiyle, Şiilik diğer dinler gibi
afyon değil, siyaset dâhil hayatın tüm yüzeylerine nüfuz eden devrimci bir
ideolojidir ve hakiki müminlere sömürünün, zulmün ve sosyal adaletsizliğin her
biçimine karşı mücadele etme konusunda gerekli ilhamı vermektedir. Şeriati’nin
sık sık vurguladığı üzere, Hz. Muhammed sadece dinî bir toplum değil, aynı
zamanda ilerleme ve sosyal adalete doğru sürekli bir hareket içerisinde olan
bir ümmet kurmuştur.[10] Peygamber’in niyeti, sadece tevhidî bir din kurmak
değil, halkın faziletine, “üretim araçlarında kamu mülkiyeti”, “insanî
kardeşlik”, “adalet” ve “eşitlik” için müşterek mücadeleye, her şeyden
önemlisi, budünyada “sınıfsız bir toplum” oluşturmaya dönük yakıcı arzuya bağlı
olan tevhidî bir nizamı meydana getirmektir.[11]
Şeriati’ye göre, Peygamber’in hakiki varisleri olan
Hz. Hüseyin ve diğer Şii imamları isyan bayrağını “yozlaşmış” halifeler”e,
“saray elitleri”ne ve dönemin yöneticilerine karşı, bunların ümmetin ve tevhidî
nizamın hedeflerine ihanet etmelerinden ötürü çekmişlerdir.[12] Şeriati,
Muharrem törenlerinin, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehid olmasının tasvir
edilmesinin güçlü ve net bir mesajı içerdiğini düşünmektedir: tüm Şiiler,
zamandan ve mekândan bağımsız olarak, günümüzde mevcut olan hastalıklara karşı
itiraz etme, direnme ve başkaldırmayla ilgili o kutsal görevi
üstlenmişlerdir.[13] Şeriati bu hastalıkları şu şekilde listelemektedir: “dünya
emperyalizmi, çok milletli şirketler, kültür emperyalizmi, ırkçılık, sınıfsal
sömürü, sınıfsal zulüm, sınıfsal eşitsizlik ve garbzedegi’dir (Batı
tarafından zehirlenmişlik).[14]
Şeriati, ayrıca emperyalizmi ve sınıfsal
eşitsizlikleri toplumun temel, uzun vadeli düşmanları olarak niteler, öte
yandan da birçok polemiğinde yakın düşman olarak iki unsuru hedefe koyar. İlki,
bilhassa önceki İranlı aydın kuşağının kabul ettiği “Stalinist türev”iyle
birlikte “kaba Marksizm”in kendisidir. İkincisi de mollaların temsil ettiği
muhafazakâr İslam’dır. Bu kesim, sömürülen sınıfları uyuşturmak için on iki yüz
yıldır yönetici sınıf eliyle semirtilmiş bir güçtür. Bu nedenle Şeriati’nin
nispeten daha ilginç ve ihtilaflı birçok eseri esasında Marksizm’in belirli
biçimleriyle, bilhassa Şiiliği muhafazakâr bir tarzda yanlış yorumlayan
mollaları ele almaktadır.
Şeriati ve Marksizm
İlk bakışta Şeriati’nin Marksizm’e yönelik tavrının
ihtilaflı olduğu görülmektedir. Bazen Marksizmi şiddetle eleştirir, ama başka
yerlerde onu edinmekten çekinmez. Bu aleni çelişki, Şeriati okurlarını onun
militan bir anti-Marksist olduğu sonucuna götürmüştür. Bazı okurlar ise onun
İslam kılıfı ardında gerçek görüşlerini saklayan gizli bir Marksist olduğundan
şüphelenmişlerdir. Bazıları da onu kafası karışık, her türlü fikri bulamaç eden
üçüncü sınıf bir aydın olarak kenara atmışlardır.
Bu söz konusu aleni çelişkiler Şeriati’ye göre bir
değil, üç ayrı Marx, üç ayrı Marksizm türü olduğunu anladıklarında ortadan
kaybolur.[15] Genç Marx, büyük ölçüde ateist olan, diyalektik materyalizmi
savunan, Tanrı’nın varlığını, ruhu ve ahireti inkâr eden bir felsefecidir.
Şeriati’ye göre, bu Marx, dinin tüm biçimlerini otomatikman reddeden, kendi
gerici kiliseleriyle savaşan Avrupalı sosyalistler ve komünistlerce
sahiplenilmiştir. İkinci Marx ise olgun Marx’tır ve bu Marx, ağırlıklı olarak
yöneticilerin yönetilenleri nasıl sömürdüğünü ve “ekonomik determinizm”in değil
ama “tarihsel determinizm”in kanunlarını ortaya koyan, her ülkenin
üstyapısının, hâkim ideolojisi ile politik kurumlarının sosyoekonomik
altyapısıyla nasıl etkileşim içerisinde olduğunu izah eden bir kişidir. Üçüncü
Marx ise, devrimci bir parti kuran, politik açıdan avantajlı olan ama Marx’a
ait sosyal bilimsel yöntemine hiç adil yaklaşmayan kimi tahminlerde bulunan bir
politikacıdır. Şeriati’ye göre, “kaba” Marksizm “bilimsel” Marksizmi gölgede
bırakmaktadır. Onun tespitiyle, Engels merkezî temaları bir biçimde
çarpıtmıştır. İşçi sınıfı partileri büyüdükçe “kurumsallaşmış” ve
“bürokratikleşmiştir”. Stalin, genç ve olgun Marx’ın kimi yönlerini yanlış
kullanmış, olgun Marx’ı kenara iterek, Marksizmi dar görüşlü ekonomik
materyalizmi kabullenen kaba bir öğretiye indirgemiştir.
Söz konusu üç Marksizm türü içerisinde Şeriati,
birinci ve üçüncüyü reddedip ikincisini benimseme arzusundadır. Onun da ısrarla
belirttiği üzere, bir insanın Marksizm’i bilmeden tarihi ve toplumu anlaması
mümkün değildir. Şeriati, Marx’a atıfla, toplumu sosyoekonomik temel ve
politik-ideolojik üstyapı olarak ikiye ayıran paradigmaya bağlı bir isimdir.
Ona göre, birçok din altyapıya yerleştilmelidir, zira yöneticiler sonraki
ötedünyada alacakları ödüller vaadiyle kitleleri “uyuşturmaktadırlar.” Şeriati,
Habil ve Kabil’in yaşadığı günlerden beri insanlığın iki karşıt kampa
bölündüğünü düşünür: bir kampta mazlumlar, diğer kampta da zalimler vardır.
Şeriati, ayrıca Marx’ın insanlığı toplumsal faydaya inanmayan, çıkarcı, hiçbir
ülküyle ilgilenmeyen bir hayvan olarak gören bir kaba materyalist olduğuna dair
anlayışı da reddeder. Üstelik Şeriati, Marx’ı birçok “sözde ülkücü ve dindar
mümin”e kıyasla çok daha az “materyalist” olduğu için över.
Ancak Şeriati, kitaba bağlı komünist partilerin
“kurumsallaşmış” Marksizm’ini de reddeder. Onun iddiasına göre, söz konusu
partiler, devrimci coşkularını yitirmiş ve bürokrasinin demir kanununa teslim
olmuşlardır. Şeriati, bu partileri modern çağda ana mücadelelerin
kapitalistlerle işçiler arasındaki kavgadan çıkıp emperyalistlerle Üçüncü Dünya
arasındaki kavgaya doğru evrildiği gerçeğini kabul etmedikleri için eleştirir.
Ayrıca Avrupa’daki komünist ve sosyalist partileri Cezayir, Tunus ve Vietnam
gibi yerlerdeki millî kurtuluş hareketlerine yardım etmemekle suçlar.
Komünist hareketi eleştiriye tabi tutan Şeriati,
İran’daki ana Marksist örgüt olan Tude Partisi’yle ilgili olarak bir dizi
hususu gündeme getirir. İddiasına göre, Tude, Marksizmi mekanik bir tarzda
tatbik etmiş, İran’ın Avrupa’dan farklı olarak Rönesans, Reform, Sanayi Devrimi
ve kapitalizme yönelik o önemli geçiş süreçlerini yaşamadığı ve “Asya tipi
üretim tarzı”nın hüküm sürdüğü bir ülke olduğu gerçeğini dikkate almamıştır.
Ayrıca Şeriati, partinin halka gerçek Marksizmi öğretemediğini, Kapital gibi
klasikleri bile Farsçaya çevirmediğini söyler. Aksine Tude, “Materyalist
İnsanlık Anlayışı”, “Tarihsel Materyalizm” ve “Maddenin Unsurları” gibi ateizme
çalan yayınlar çıkartarak ülkenin dinî hassasiyetlerini rencide etmiştir.
Şeriati’nin Tude ve Marksizm’e yönelik ana itirazı,
onun Fanon’la yaptığı yazışmalarda da karşılığını bulmaktadır. Klasik
Marksistlere göre, milliyetçilik, yönetici sınıfın kitleleri sosyalizm ve
enternasyonalizmden uzaklaştırmak için kullandıkları bir araçtan ibarettir.
Oysa Şeriati’ye göre, Üçüncü Dünya halkları, emperyalizmi millî mirasını
yeniden keşfedip halk kültürünü tekrar kucaklamadıkları sürece toplumsal
yabancılaşmayı alt edemezler ve onurlarını yitirmeksizin Batı’nın teknolojisini
ödünç alacak bir noktaya doğru gelişme kaydedemezler. Öze Dönüş başlığı
altında toplanan derslerinde de ifade ettiği üzere, İranlı aydınların millî
köklerini yeniden keşfetmesi gerekmektedir. Bu kökler Aryan mitolojisinde
bulunamaz, zira bu mitoloji kitleleri duygusuz ve hareketsiz kılmaktadır. Oysa
Şiilik halk kültürünün birçok yüzeyine nüfuz eden bir ideolojidir.[16]
Bu polemiklerinde Şeriati’nin mollaların hepsinin sola
karşı kullanıldığı, Marksistlerin ateist ve kâfir olduğu, kâfirlerin de tabiatı
gereği ahlâksız, yozlaşmış, günahkâr ve kötü olduğuna dair argümanlara
başvurmaz. Aksine Marksizmi tartışırken Şeriati hakiki bir Müslüman’ı Allah’a,
ruha ve ahirete “öznel” bir imanın hâkimiyeti altında olmayan, aksine hakikat
için “somut” eylem içerisine girmek isteyen bir kişi olarak tarif etmektedir:
“Kur’an’ın
kâfir kelimesini nasıl kullandığını dikkatle inceleyin. Bu kelime sadece eyleme
geçmeyi reddedenleri tarif etmek için kullanılmaktadır. Allah’ın, ruhun ve
kıyametin varlığına veya metafiziğe karşı çıkanları tarif etmemektedir.”[17]
Şeriati ve Mollalar
İslam’a ve Şiiliğe dönüşü savunan Şeriati, muhafazakâr
mollaların İslam’ından kendisini ayırmak için geleneksel ulemayı sık sık
eleştirir.[18]
“[…]
‘İslam’a dönmeliyiz’ demek yeterli değildir. Döneceğimiz İslam’ın Ebu Zerr’in
mi yoksa Mervan’ın mı İslam’ı olduğunu belirlemek gerekir. Her ikisi de İslamî
olduğunu söylemektedir ama ikisi arasında muazzam bir farklılık vardır. Biri
hilâfetin, sarayın ve yöneticilerin İslam’ıdır. Diğeri de sömürülenlerin ve
yoksulların İslam’ıdır. Dahası, bizim yoksullarla ‘ilgilendiğimizi’ söylememiz
de yeterli değildir. Yozlaşmış halifeler de aynı iddiadadırlar. Hakiki İslam
‘ilgilenme’nin de ötesindedir. O, adalet, eşitlik ve sefaletin sökülüp atılması
için verilecek mücadelede müminlere yol gösterir.”[19]
Şeriati, ulemayı yönetici sınıfın ve “kurumsallaşmış”
devrimci Şiiliğin mütemmim cüzü olmakla, ayrıca ilk özgün hedeflerine ihanet
etmekle suçlar. Ayrıca Cemaleddin Efgani gibi on dokuzuncu yüzyıl
reformcularının eserlerinin devamını getirememekle eleştirir. Mollaların
Batı’da formüle edilmiş ilerici fikirlere ve 1905-1911 dönemindeki anayasa
devrimcilerince savunulan radikal anlayışlara karşı çıkışına eleştiri yöneltir.
Mollaların cemaatlerinden kendilerine “körü körüne itaat” etmelerini
istemesine, onların dinî metinleri kendi “tekel”lerine almalarına ve halkın
hakiki İslam’a ulaşmasına mani olmasına itiraz eder. Onun iddiasına göre
mollalar ileriye bakmaya karşı çıkmakta, bunun yerine efsanevî “şanlı” çağa
geri dönmeyi arzulamakta ve kutsal metinleri dinamik bir devrimci dünya görüşü
için gerekli ilham kaynağı değil, fosillemiş, skolastik parşömenler olarak
görmektedirler. Onun görüşüne göre, mollalar, ümmet gibi kimi hayatî
kavramların gerçek anlamlarını kavramamış, Müslüman aydınları hakikati Avrupalı
oryantalistlerin eserlerinde aramaya zorlamışlardır.
Şeriati’nin de sık sık vurguladığı biçimiyle, hakiki
İslam’a dönüş, ulemanın değil, ilerici ruşenfikren (aydınlar)
önderliğinde gerçekleşecektir. Öze Dönüş’te de ifade ettiği üzere,
İslamî “Rönesans”, “Reform” ve “Aydınlanma” geleneksel mollalar değil, aydınlar
eliyle gerçekleşecektir. Dine Karşı Din başlıklı bir konuşmasında da
dile getirdiği biçimiyle, modern çağda aydınlar dinin hakiki müfessirleri,
yorumcularıdır. Ne Yapmalı? isimli çalışmasında da ısrarla, ilerici
aydınların dinamik İslam’ın gerçek savunucuları olduğunu söyler. Aynı şekilde, İntizar
[“Bekleyiş”] başlıklı broşüründe skolastik irfanın ilahiyatçıların elinde
kalabileceğini ama hakiki İslam’ın Ebu Zerr’e, mücahidlere ve devrimci
aydınlara ait olduğunu ifade eder.
Şeriati’nin argümanlarındaki ana mantık, mollaların
tüm meşruiyetini açık biçimde tehdit etmektedir. Eğer devrimci İslam tek hâkiki
İslam ise, o vakit skolastik İslam sahte İslam’dır. Eğer gerçek bir müminin
alameti dindarlık değil amel ise, o vakit eğitim görmemiş bile olsa,
devrimciler bilgi sahibi ama muhafazakâr olan ulemaya kıyasla daha iyi birer
Müslüman’dır. Eğer irfandan ziyade iman gerçek bir anlayış kazandırıyorsa, o
vakit mütedeyyin ama molla olmayan savaşçılar skolastik mollalara nazaran daha
iyi bir İslam anlayışına sahiptirler. Eğer sosyal bilim, millî ve toplumsal
devrimi anlama noktasında kilit bir husus ise, o vakit ülkesinin derdiyle
dertlenen İranlıların ilahiyat yerine sosyoloji ve politik ekonomi çalışmaları
gerekmektedir.
Şeriati ve Bugünkü İran
İslam Devrimi esnasında Şeriati, modern İran’ın en
popüler yazarı olarak rakipsiz bir isimdir. Derslerini içeren kayıtlar
okuryazar insanlar arasında elden ele dolaştırılır. Eserleri birçok kez
yayınlanır. Sloganları sokak gösterilerinde çıkar karşımıza. Fikirleri
devrimcilerce, bilhassa radikal liselilerce özgürce tartışılır. Esasında onun
fikirleri Ayetullah Humeyni’nin fikirlerine kıyasla daha fazla bilinmektedir.
Bu nedenle Şeriati’yi İslam Devrimi’nin ideologu olarak nitelemek mümkündür.
Bu eşi benzeri görülmeyen popülaritesi sayesinde
Şeriati’nin ismi bugün hasım politik grupların uğrunda mücadele ettikleri büyük
bir ganimet hâline gelmiştir. İslamî Cumhuriyet Partisi onu methetmekte, hayatı
ile ilgili vaazlar kaleme alınmakta, Şiiliğin kökleri, kültür devrimleri,
komünist hareketlerin kusurları ve yabancı emperyalizme karşı mücadele ihtiyacı
ile ilgili eserlerinden sıklıkla alıntılar yapılmaktadır. Mollaların
Şeriati’nin kendileri aleyhine olan görüşlerini çoğunlukla sansürlüyor olmaları
ve onun Batı’dan etkilendiği gerçeğini inkâr etmeleri şaşırtıcı değildir. Diğer
yandan Halkın Mücahidleri, onun toplumsal devrim çağrısına vurgu yapmakta ama
öte yandan, bilhassa örgütün lideri Mesud Recavi’nin Paris’e kaçması ardından,
mevcut emperyalist tehlikeye karşı millî birliğe dönük vurgusu üzerinde hiç
durmamaktadır. Eğer hayatta olsaydı Şeriati’nin bugün hangi safta olacağını
elbette bilemeyiz. Onu sevenlerin önemli bir kısmı Mücahidler’e katılmış,
diğerleri ise belirli şerhler koyarak, İslam Cumhuriyeti’ni desteklemeyi
sürdürmüşlerdir. Rejime yönelik bu desteği motive eden bir dizi önemli faktör
mevcuttur: anti-emperyalist devrimin tahkim edilmesi ihtiyacı; askerî bir
karşı-devrim korkusu; komşu ülke Irak’ın saldırısı ve son olarak da halkın büyük
bir kesimini etkisi altına alan, Humeyni’nin etrafında oluşmuş dinî hale.
Ervand Abrahamyan
[Kaynak: Middle East Report, Sayı 102
(Ocak-Şubat 1982).]
Dipnotlar:
[1] Şeriati’nin İngilizcede yayınlanmış eserleri için bkz.: Shahrough Akhavi, Religion
and Politics in Contemporary Iran (Albany: State University of New York
Press, 1980), s. 143-58; Nikki Keddie, Roots of Revolution (New Haven,
CT: Yale University Press, 1981), s. 215-30; M. Bayat-Philipp, “Shi‘ism in
Contemporary Iranian Politics,” Yayına Hz.: Elie Kedourie ve Sylvia Haim, Toward
A Modern Iran içinde (Londra, 1980); ve M. Bayat-Philipp, “Tradition and
Change in Iranian Socio-Religious Thought,” Yayına Hz.: Nikki Keddie ve Michael
Bonine, Continuity and Change in Modern Iran (Albany: State University
of New York Press, 1981), s. 35-56.
[2] ‘Ali Shari‘ati, The Intelligentsia’s Task in
the Construction of Society (Solon, OH, 1979), s. 6. Şeriati’nin tüm
eserleri özgün Farsçasından alıntılanmıştır.
[3] ‘Ali Shari‘ati, Abu Zarr (Aachen, 1978), s.
v.
[4] Şeriati’nin takipçilerinden ve İslam
Cumhuriyeti’nin eski cumhurbaşkanı Ebu’l Hasan Beni Sadr sonrasında Yeryüzünün
Lanetlileri’nin çevirisini tamamlayıp yayınlamıştır.
[5] ‘Ali Shari‘ati, Islamology (n.p., 1972),
Ders 13, s. 15-17.
[6] M. Muqimi, Chaotic Ideas (Tahran, 1972), s.
13-14.
[8] Büyük bir kısmı şüpheli olan bu kitap ABD’de Marxism
and Other Western Fallacies [“Marksizm ve Diğer Batılı Mügâlatalar” –Çev.:
R. Campbell) adıyla yayınlanmıştır (Berkeley, CA: Mizan Press, 1980). Bu
çalışma birçok Batılıda Şeriati’nin bağnaz bir anti-Marksist olduğuna dair
yanlış bir anlayışın oluşmasına neden olmuştur.
[9] ‘Ali Shari‘ati, The Intelligentsia’s Task,
s. 19-20.
[10] ‘Ali Shari‘ati, The Shi‘is: A Complete Party (n.p.,
1976), s. 27.
[11] ‘Ali Shari‘ati, Islamology, Ders 2, s.
101.
[12] ‘Ali Shari‘ati, ‘Ali Is Alone (n.p.,
1978), s. 1-35.
[14] ‘Ali Shari‘ati, The Shi‘is: A Complete Party,
s. 55.
[15] Marksizme yönelik bu tavrıyla ilgili olarak bkz.:
‘Ali Shari‘ati, Historical Determinism (n.p., 1972), s. 1-72; Islamology,
Dersler 10-15; What Is To Be Done? (n.p., 1973), s. 70-75; Return
(n.p., 1977) s. 161-70.
[16] ‘Ali Shari‘ati, Return, s. 49.
[17] ‘Ali Shari‘ati, Islamology, Ders 13, s.
7-8.
[18] Mollalara yönelik bu tavrı ile ilgili olarak
bkz.: ‘Ali Shari‘ati, Islamology, Dersler 2-7; What Is To Be Done?,
s. 1-157, Expectations (n.p., 1972), s. 36-37; ve Religion Against
Religion (n.p., 1978), s. 1-19.
[19] ‘Ali Shari‘ati, Islamology, Dersler 13, s.
14-15.
0 Yorum:
Yorum Gönder