8 Eylül’de Türkiye genelinde Halkların Demokratik
Partisi bürolarına koordineli saldırılar gerçekleştirildi.
Esasında HDP bir Kürd partisi değil, ama medya bu
partiyi sıklıkla bu şekilde tarif ediyor.
Parti bir grup Kürd yanlısı görüşlere sahip bir grup
sol politik örgütün seçim koalisyonu oluşturmaya karar verdiği 2012 yılında
kuruldu. Partinin kuruluşunu Yunanistan’daki Syriza’ya benzetmek kaba bir
yaklaşım olmayacaktır.
HDP, nükleer enerji, LGBT hakları, azınlıklara karşı
ayrımcılık ve kadınların eşitliği gibi başlıklarda geleneksel manada solcu bir
konuma sahip.
O hâlde Ankara’da ve başka yerlerde bu partinin
bürolarına neden saldırılıyor, bu bürolar neden kundaklanıyor? Savaş
köpeklerini HDP’nin üzerine salma kararını kim verdi?
Saldırıların apaçık failleri, eylemlere bayrakları ile
gelen, aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi’ne bağlı Bozkurtlar. Ama bu grup
saldırılarda yalnız da değil.
HDP karşısında başka güçlerin de toplaştığı, bunların
bir kez daha bu genişlikte bir partiyi yasadışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK)
ile bağlantılandırmaya çalıştıkları açık.
Recep Tayyip Erdoğan’a bağlı Türk hükümeti Temmuz’da
PKK’ye savaş açtığında HDP de saldırıdan nasibine düşeni aldı. Bu nedenle
HDP’ye sadece her yana zehir saçan Bozkurtlar saldırıyor olamaz. Bu güçler
arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve AKP’yi destekleyen toplumsal kesimler de
var.
HDP merkezlerine saldırıdan birkaç saat önce Türk hava
güçleri ve Özel Kuvvetler PKK’nin Avaşin, Bazyan, Kandil ve Zap’taki üslerine
saldırdı.
Bu saldırı, PKK birimleri Dağlıca’da bir Türk askerî
konvoyuna pusu kurup 15 askeri öldürmesi ardından gerçekleşti. Askerlerin ölümü
Erdoğan’a ihtiyaç duyduğu fırsatı verdi.
Türk askerî birlikleri PKK mevzilerine geniş çaplı bir
saldırı başlattı. Her iki tarafın gerçekleştirdiği misillemeler, Türkiye’yi
1984-2012 dönemi boyunca süren, 1999-2004 arası dönemde yaşanan süreçte ara
verilen çatışma döneminin en kötü noktaya ulaşmasına neden oluyor.
Türkiye veya PKK’nin savaşın bu denli yoğunlaştığı
aşamayı nasıl geride bırakacağını bugünden tahayyül etmek güç.
HDP bu sürece nasıl dâhil oldu? Haziran’daki meclis
seçimlerinde HDP yüzde 13 oy aldı. Bu sonuç Türk Anayasası’nı değiştirme
yetkisini ortadan kaldırdı.
AKP anayasayı neden değiştirmek istiyor? AKP’nin ana
isteklerinden biri, kendince her şeye taş koyan bir unsur olarak gördüğü
meclisi feshedip Türk devletini başkanlık düzenine geçirmek.
AKP’nin Anadolu’daki demografik avantajı partiye ister
Erdoğan olsun ister olmasın, başkanlık seçiminde kendi adayının kazanmasına
imkân sağlıyor. Ancak HDP AKP’nin üçte ikilik çoğunluğu sağlamasına mani oldu.
Evet doğrudur, AKP 2002’de böylesi bir çoğunluğu elde
etti ama o dönemde anayasayı değiştirmedi. Belirli bir tereddütle iktidara
geldi. Partinin temel dayanak noktası olan Erdoğan o dönemde siyasî yasaktan
yeni kurtulmuştu.
Erdoğan, Türkiye’yi en az iki sebepten ötürü Avrupa
Birliği’ne sokmak istiyordu. İlk sebep, AB’ye girişin büyümeye dönük bir
atılımın eşiğinde olan Türkiye’ye ekonomik faydalar getireceğinin
düşünülmesiydi. İkinci sebepse, AB üyesi olmanın ordunun AKP’yi iktidardan
uzaklaştırmak için müdahale etmesine mani olma ihtimaliydi.
Bu ikinci motivasyon mevcut korkunun gerçek
kaynağıdır.
Orduyu iğdiş eden ve tüm muhalefeti kenara iten
AKP’nin hırsları daha büyük. O kalıcı bir yönetim istiyor. Bu noktada AKP’nin
atası Refah Partisi’nin 1994’te İstanbul belediye başkanlığını kazandığı
dönemde destekçilerinin ağzından çıkan şu cümle hatırlanabilir: “İktidara Öteki
Türkiye Geldi.”
Partinin belediye başkanı Erdoğan’dı. İktidara uzanan
yolun kesilmesini istemiyorlardı.
Meclis Askıya Alındı
Haziran seçimi sonrası yapılan koalisyon
görüşmelerinin başarısız olması ardından hiçbir partinin hükümet kuramaması
sebebiyle Türkiye 1 Kasım’da yeniden sandık başına gidecek.
Birçok insan, HDP’ye yönelik antipatinin bu partinin
Türkiye solunun bir partisi olduğuna dair imajı silme çabası olarak görüyor.
HDP’nin elinde iki ucu boklu bir değnek bulunduğu doğru. Liderleri partiyi
Türkiye’nin Syriza’sı veya Podemos’u olarak takdim etme konusunda hevesli.
Ama HDP içerisinde PKK yanlısı olan ve örgütün tutsak
lideri Abdullah Öcalan’a büyük saygı duyan güçlü bir akım mevcut.
Son yürüyüşlerde PKK bayrakları ve Öcalan resimlerine
artık rastlanmıyor. Gene de kitle içerisinden kimi insanlar “Biji Serok Apo”
[“Yaşasın Önder Apo”] diye bağırıyor.
HDP içerisinde ateşkes yanlısı ve PKK yanlısı gruplar
bir arada bulunuyor, oysa ateşkes yanlılarının lider kadrosuna daha net bir
biçimde hükmettiği görülüyor. Akla getirilen bir değerlendirme, HDP’nin Haziran
performansını tekrarlama becerisinin ortadan kaldırılmasının partiye PKK
renginin çalınması için yapıldığını söylüyor. Büroları bu nedenle
kundaklanıyor.
Erdoğan’ın başbakanı Ahmet Davutoğlu, PKK’nin
Suriye’deki IŞİD’e karşı verdiği savaşı Batı’yla sıkı ilişki kurmanın bir yolu
olarak kullandığını söyledi. Esasında Erdoğan’ın PKK’ye karşı son verdiği
savaş, IŞİD karşıtı koalisyonunun hesaplarını da altüst etti.
PKK ve Suriyeli müttefiki YPG, Kuzey Suriye ve Kuzey
Irak’ta IŞİD’e karşı süren savaşın en güçlü savaşçıları olarak öne çıktı ama
Türk hava kuvvetinin yaptığı bombardıman örgütlerin ikmal hattını yıkıma
uğrattı ve IŞİD’le savaşma becerisini zayıflattı.
Bugün asıl tehlike şu: Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik
yürüttüğü politika Türkiye ve PKK arasındaki barış sürecini bozmakla kalmadı
ayrıca IŞİD’in kuzeye doğru ilerleyişini sağladı.
PKK’ye karşı yeniden açılan savaşın Suriye veya
Türkiye’de hayırlı bir sonuç üretmeyeceği açık. Aynı tespit, HDP’ye yapılan
saldırılarla ilgili olarak da geçerli.
Erdoğan seçimi henüz kazanmış değil. Diyelim ki
anayasayı değiştirme imkânı buldu, geriye neyi miras bırakacak? Demokratik
hakların azaldığı, muhalefetin zayıflayıp öfkeyle yüklendiği, bugüne dek 40.000
kişinin ölümüne neden olan isyanın binlerce insanın kanına girdiği bir
gerçeklik.
Padişah II. Mehmet’in Erdoğan’ın kahramanı olduğuna
inanmak pek mümkün değil.
Vijay Prashad
9 Eylül 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder