Suriye ve diğer başka ülkelerden gelen ve Avrupa
kıyılarına vuran mültecilerin korkunç fotoğrafları sosyal medyaya ulaştı.
Bunlardan biri, diğerlerinden çok daha feciydi, Aylan Kürdi’nin küçük bedeni.
Sadece üç yaşındaydı. IŞİD ve (büyük kısmını YPG ve PKK’nin teşkil ettiği) Kürt
milislerin arasındaki savaşta ünlü bir cephe olan Kobanê’dendi. O fotoğrafa
bakan çok az göz kuru kalabildi.
Ürdünlü karikatürist Rafet Hatib, Aylan Kürdi’nin o
görüntüsünü resmetti. Aylan, onu kıtalardan ayıran dikenli telin bir tarafında
yatıyor.
Aylan Kürdi gibi çocuklar dünyanın tahayyülünde
kullanılıp atılan bir nesne şimdi. Kimsenin adını bile anmadığı binlerce
Suriyeli çocuk öldü bu çatışma sürecinde. Dünya genelindeki çatışmalarda on
binlerce çocuk hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre,
çatışma bölgelerinde ölenlerin yarısı çocuk. 1995’te UNICEF’in hazırladığı
rapor ise son on yıl içerisinde yaşanan çatışmalarda iki milyon çocuğun
öldüğünü söylüyor. Bu rakamın azaldığına tanık olunmadı henüz. İstatistik
bilinci zedeliyor. Ama ahlakımızı rahatsız eden de Aylan Kürdi’nin o fotoğrafı
oldu. Dünya, savaşın ve şeytanî ticaret yasalarının çocuklara verdiği zararı
gerçekten umursuyor mu? Eldeki kanıtlar “zerre kadar önemsemiyor” diyor. Aylan
Kürdi’nin cansız bedeni kalplerimizi yaraladı; fakat politikalarımızın
değişmesi için çok az etkili olacak.
Batı’nın kanaatine göre, üçüncü dünya ülkelerinin
politika ve ekonomilerine müdahale etmek, bu devletleri IMF’nin “reform”larını
uygulamaya zorlamak kabul edilebilir bir şey. Sermayenin sınır tanımaz olmasına
izin verilir; ancak bu özgürlük, emek, yani insanlar için geçerli değildir.
Göçmenlik yasaklanır. Zira nefret edilecek bir şeydir. Irkçı fikirler,
insanların doğal hareketliliği önüne bir kale örülmesine zemin hazırlar. Tıpkı
Avrupa’ya geçişi engelleyen Akdeniz Hendeği ve çitler gibi, ABD-Meksika sınırını
çizen de dikenli teller ve toplama kampı kuleleridir. Bir yerde sermaye toplumu
yok eder, ancak oranın halkının başka bir yere göç etmesine izin verilmez.
Batı, üçüncü dünya ülkelerinin topraklarında
hükümetleri devirip, bombalar atmanın kabul edilebilir olduğuna inanır.
Yaptığına da insanî müdahale ya da BM dilinde “koruma sorumluluğu” (R2P) der.
Libya’da yaptığı gibi, devletleri parçaladığında Batı bu bölgelerdeki
insanların parçalanan hayatlarının zerre sorumluluğunu almaz. Bombalar sınır
tanımaz. Ama savaştan kaçan mültecilerin kuyruklar oluşturup toplama kamplarına
girmesi gerekir. Onların hareket özgürlüğü yoktur.
Elit Batı ahlakının merkezinde iki yüzlülük vardır.
Batı “özgürlük”, “eşitlik” gibi kelimelere başvurur ama çoğunlukla bu kelimeler
zıt anlamlarını ifade eder. Kastedilen, insanların özgürlüğü ve insanlararası
eşitlik değildir. Daha da önemlisi, paranın özgürlüğüdür. El uzatılmayacak tek
şey paranın özgürlüğüdür.
Hem Avrupa hem de ABD, insanların özgürce hareket
etmesini engellemek için duvarlar örmek istiyor. New York’taki Özgürlük
Heykeli’nde şu sözler yazılır: “Bitkin düşmüşleri, yoksulları ver bana; Özgürce
soluk almaya hasret; Biçare kalabalığı getir.” Emma Lazarus’un 1883’te yazdığı
bir şiir bu. Ama artık bu dizelerin bir anlamı yok. Artık “bitkin düşmüşleri,
yoksulları, biçare kalabalığı güvenliğe kavuşturma”yı tembihleyene
rastlanmıyor. Şimdi daha çok, bariyerler çeken ve sınır dışı etmekle tehdit
eden, devlet tarafından yönetilen bir şovenizm var. Woody Guthrie’nin 1961’de
çıkan Deportee (sınır dışı edilen kişi) şarkısı daha çarpıcı: “Bizi
sürgünler, hırsızlar gibi kovaladılar. Sizin tepelerinizde, çöllerinizde,
vadilerinizde ve ovalarınızda öldük.” Guthrie, kıyılarınızda öldük, diye de
eklemeliydi.
Bu türden zehirlenmiş nesiller tek başına değil. Bir
de halkın ahlakı var: Almanya’da futbol maçlarında mültecilere “hoş geldiniz”
diyen pankartlar açılıyor, Britanya’dan Calais’deki (Fransa) mültecilere
yiyecek ve kıyafet yardımı yapmak için konvoylar yola çıkıyor, Doğu Avrupa’da
neofaşistlere ve ırkçılara karşı radikal enternasyonalistler gösteriler
düzenliyorlar. ABD’de kaçak göçmenler için mücadele eden Düş Savunucuları ve
Düşledikçe Birleşiyoruz gibi gruplar var. Bu gruplar, göçmen yanlısı
yürüyüşlerde kitlenin önemli bir kısmını teşkil ediyorlar ve aynı zamanda
kuruluş günleri olarak 1 Mayıs’ı kabul etmişler. Tarihin iyi tarafına ait bu
göstergeler sıklıkla basın tarafından ihmal ediliyor. Basın daha çok reytingini
artırmak için kötü tarafı gösterip duruyor. Bu türden dayanışma eylemleri bize
Batı’da neyin gerçekleşmesi muhtemel olduğu hakkında bir şeyler söylüyor.
Aylan Kürdi öldü. Geride daha pek çok Aylan Kürdi var.
Bu ölümün karşısındaki isyanımız, bizi Suriye’deki şiddetin azalmasına ve
Libya’da ciddi bir barış sürecinin başlamasına çağıran bir politikaya daha çok
yönlendirmeli. Bu politika IMF ve NATO’nun toplumlara ve devletlere yönelik
yıkımına karşı verdiğimiz savaşta bizi daha da dirayetli kılmalı. Bu çağrı,
özünde kararlı bir anti-emperyalizm için çağrıdır. Her şeyden önce emperyalizm,
küçük bir kapitalist azınlığa dünyada üretilen toplumsal servetin en büyük
kısmına el koyma imkânı veren eşitsiz ticaret kurallarını dayatmak veya savaşın
bizatihi kendisi gibi yollara tevessül eden aşırı-ekonomik bir güçtür. Aylan
Kürdi gibi mülteciler “iklim değişikliği mültecileri”dir, “rejim değişikliği
mültecileridir” ve “IMF mültecileri”dir.
Batı’nın yöneticileri sadece trajedilerden ve
güvenlikten söz edecek. Onlar için insanlar, göçmenler ve sınırdışı edilecek
insanlar hareketlilikleri kısıtlanması gerekenlerdir. Onlar, milyonlarca insanı
mülteci statüsüne sokan savaşlardan ve ekonomik politikalardan, yani sorunun
nedenlerinden bahsetmek istemezler. İşte bu da bizim işimiz. Aylan Kürdi adına
bu işin gereğini yerine getireceğiz.
Vijay Prashad
4 Eylül 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder