13 Aralık 2018

,

Şiraze


AKP ve MHP kaynaklı Gezi’ye atıfta bulunan sözlerden hükümetin Gezi’den çok korktuğunu çıkartan tespitlerin hepsi boş. Asıl ikinci Gezi’den, bu tespitleri yapanlar korkuyorlar. İlkini toprağa, sandığa, bireysel hezeyanlara, heyecanlara, zevküsefaya gömen onlar. Bugün hükümet de devlet de biliyor, ikinci bir Gezi’ye öncülük edecek herhangi bir gücün olmadığını. Bugün yapılan gözaltıları, Gezi döneminde Dolmabahçe’deki görüşmenin uzantısı, bir tür mülâkat olarak anlamak lazım belki de. O gün Dolmabahçe’de Erdoğan’ın masasına oturanların ağzından çıkan “İkinci Gezi” lafları, komediden başka bir şey değil. İlkinin trajedi olduğu açık.

Trajediyi, bugün artık kimsenin anımsamadığı Ethem’in n’aşının bulunduğu morgun kapısında aramak gerek. O kapıda birkaç örgüt, cenazeye kim sahip çıkacak, kim onun rantını yiyecek kavgası veriyordu. İşte o gün bitti Gezi. Kimse, sınıf bilinçli bir işçiye, onun şehid oluşuna örgütlenmedi. Çünkü onlarda “şehid yok, insan var”dı.[1] O “İnsan” sınıfsız ve sınırsız bir kurgudan ibaretti. Kurgu ise batıya ve burjuvaziye aitti.

İşçiye ve o şehidliğe örgütlenmeyenlerin, bugün Flormar gibi direniş ocaklarına örgütlenmesi beklenemez. Israrla, “siyasallaşmadan, devrimcileşmeden, önderleşmeden” söz ederler.[2] Bugün esasen işçiyi, işçiliği aşağılık gördüğü için solcu olanlar konuşuyor Gezi’yi. Bir tweet’iyle Gezi’yi başlatanlar, asıl dertlerinin Tayyip’i devirmek olmadığını söylediler geçmişte.[3] Asıl dertleri, Beyoğlu’ndaki rant paylaşımıydı, solcuların mekânsız kalışıydı.[4] Devlet solla “pazarlık” yaptı, Beyoğlu karşılığında Kadıköy’ü aldı. Orada her şey mubahtı. Asıl dert, sokak çocuklarının kaldığı binaya Gezi günlerinde el koyup o sokak çocuklarını tekme tokat dövüp sokağa atmaktı. Sol buydu, budur! İşçi sınıfına öncülük yapacağını söyleyen odur, vay ki sınıfın hâline!

O sınıfı ultra-solcumuz hiç beğenmiyor, işçi hareketi ile sosyalist hareketi işine geldiği gibi, kendisine göre ayırıyor ve işçi hareketini “örgütsüz ve eylemsiz” diyerek aşağılıyor.[5] Kendisi var ya, sosyalist hareketin örgütsüz ve eylemsiz olduğu gerçeğini hiç görmüyor. İşçi sınıfını buradan aşağılama, kendisini yüceltme imkânı buluyor. Sürekli kendisini görmekten gözleri kör oluyor.

Biri adres sorduğunda doğru olan, kendi bildiğinize değil, adres soranın bildiği veya bilmesi muhtemel şeylere göre etmektir tarifi. Sol hareketin sınıf ve halkla ilişkisinde bu tarif, tersten işliyor. Her birey, her grup kendi politikleştiği, solcu olduğu, solculuğun rantını yediği momente kazık çakıyor ve herkesi o kazık etrafında döndürmeye, oraya uygun hâle sokmaya çalışıyor. Sınıfın nasılı, nesi, kimi ve nereyesi hiçbir önem arz etmiyor. Soldaki tepeden inmeci yaklaşımın CHP fikriyatı ve devletin toplum inşa pratiği ile gerilimli ama simbiyotik bir ilişkiye sahip olmasının sebebini burada aramak gerekiyor. Sol, CHP ve devlet, kitleyi ve sınıfı uygun kıvama getirene dek beklemeye mecbur.

Yazarın derdi de kendi bireysel, liberal politikleşme momentini işçilere dayatmaktan ibaret. Kendi bireyliğine göre hareket eden yazar, ne idüğü belirsiz, her yaraya merhem yapılıp sulandırılmış bir “faşizm” tespiti üzerinden hareket ediyor ve işçi sınıfını bu tespite kul olmadığı için eleştiriyor.

“İşçi direnişleri içinde yürüyen sınıf savaşımı”na örgütlenmeyi aklı ve yüreği kesmeyen yazar, direnişin dışındaki “antifaşist mücadele”yi öne alıyor. Bu mücadeleyi kendi bireyliğinde sürdürmeye ahdettiğinden, sınıfın disiplininden tiksindiğinden, kendince bir faşizm tahlili yapıp altını tüm küçük burjuva reflekslerle dolduruyor. Antifaşist mücadelenin de gereğini yerine getiremiyor. Çünkü küçük burjuva, faşizm konusunda ancak pazarlık yapabiliyor. Devyol ve TKP’nin en pespaye yanlarını bir araya getirmek, hiçbir meseleyi çözmüyor. İkisindeki birlik algısı ve bilgisini sürekli, pratik olarak, eleştirmek gerekiyor.

Lenin, işçilerin birliği konusunda şunu söylüyor:

“Birlik ‘vaat edilemez’ -bu tür bir vaat, sadece nafile bir böbürlenme, kendi kendini aldatmadan ibarettir; birlik, entelektüel gruplararası ‘anlaşmalar’dan neşet etmez. Böyle olduğunu zannetmek, son derece hazin, çocuksu ve cahilâne bir hayâldir. Birlik kazanılmalıdır, bu kazanım sadece işçiler, sınıf bilinçli işçiler tarafından -inatçı ve ısrarlı bir gayret aracılığıyla- temin edilebilir.”[6]

Devamında da Lenin, “sınıf içerisinde süren sınıf savaşımı”na işaret ediyor. Dışarıya, daha doğrusu kendisine işaret ederek içeridekini örtmeye çalışmıyor. Birlik için bölmek şart ve bu, işçiler eliyle, bilfiil gerçekleşiyor. Bu anlamda ismini andığımız yazarın korktuğu, içteki savaşıma örgütlenmek, kendi küçük burjuva heyecanlarının prim yapmamasıdır. Bu “hazin, çocuksu ve cahilâne” siyasetin bir yere çıkması mümkün değildir.

Hatta yazar, yazının devamında, faşizmle kendisi arasında bir saflaşmanın yaşandığından bahsetmekte, mevcut işçi direnişlerinin hangi tarafı güçlendireceğini sorabilmektedir. Kendisinden olmayan, düşmandan yanadır zira. Bu, tabanı bir süre oyalayacak, sabun köpüğü bir yalandır. Sol, bireylere kendilerini görmeyi öğütlemekten, öğretmekten, sonra o kendi’ye örgütlenmekten başka bir iş yapmamaktadır.

Yazarın şirazesinin iyice kaydığı açıktır. Şiraze, ciltçilikte kullanılan, yaprakları bir arada ve düzgün tutan bez şeridin adıdır. Yazar gibiler, işte o beze küfrettikleri için liberaldirler, küçük burjuvadırlar. Sınıfın ve sosyalizmin tarihsel hareketini gündelik çıkarlara feda etmişlerdir. Asıl sorun buradadır.

Bu tür ultra-solcular, “işçi sınıfı dışında süren antifaşist mücadele”den söz ederler, işçileri dışarıyı görmemekle eleştirirler ama ne hikmetse, egemen oldukları sendikalara Yüksel gibi direniş ocaklarına kapıları kapatma emri verirler. Hem bu tür direnişleri, kendi gündelik çıkarlarının ötesini görmemekle eleştirirler hem de o ocakların ateşinden kaçarlar. Demek ki burada niyet başkadır.

Marx, bir yazısında küçük burjuvazinin kendisini “proleter” olarak tanımlamasından söz eder ve şunları söyler:

“Tıpkı demokratların ‘halk’ sözcüğünü suiistimal etmeleri gibi, ‘proletarya’ sözcüğü de sırf bir laf olarak kullanılmıştır. Bu lafı etkili kılmak içinse tüm küçük burjuvaları proleter olarak tanımlamak ve bunun sonucunda da pratikte proletaryayı değil, küçük burjuvaziyi temsil etmek gerekmektedir.”[7]

Bizim küçük burjuva yazarımız da sosyalistlere şu şekilde akıl vermektedir:

“Sosyalistler yükselişe geçen işçi direnişlerine politik sınıf bilinci taşımak istiyorlarsa yapmaları gereken şey, sınıf savaşımındaki güncel saflaşmayı görmezden gelmek ve ‘sadece’ emek sömürüsünü ve iktidarın kapitalist yönünü teşhir etmek değil, “aynı zamanda” onlara bu burjuva-faşist rejim yıkılmadan kendi sorunlarına çözüm bulamayacaklarını, bu mücadelede önderliği ele almaları gerektiğini ajitasyon ve propaganda yollarıyla anlatmak ve onları birleşik mücadeleye katmaktır.”[8]

Yazara göre, sınıf “ahmaktır, cahildir, örgütsüzdür, eylemsizdir, ne yana gideceği meçhuldür”. Her tür sorunun çözümü sosyalizm ötesine atanlar gibi, bir tür faşizm, daha doğrusu AKP karşıtlığı siyaseti üzerinden sınıftan kaçmanın teorisini yeniden inşa etmektedir.

Bu tür yönelimler, herkesi şirazeden çıkartıp “dağılma, kriz” edebiyatı yapanlara aittirler. Bu kesimler, şirazeden çıkmayı özgürlük sanmakta, tarihle, toplumla ilişkileri kopartmayı “devrimci” saymaktadırlar. “Dağılma, kriz” edebiyatını doğalında, “çözüm bende, gelin bana bağlanın” sözü takip eder. Bu, herkesi kendine mecbur etme siyaseti, küçük burjuva siyasetidir.

Başını ve sonunu bilmediği bir işi başkalarıyla birlikte yapan işçilerin o siyaseti benimsemesi asla mümkün değildir. O siyaset, ancak işçi olmaktan tiksinen, nefret eden, kaçan, küçük burjuvalaşmak isteyen bireyleri örgütleyecektir ki bu örgütleme pratiğinin komünist mücadeleye bir hayrı olmayacaktır.

Eren Balkır
13 Aralık 2018

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Zaten”, 1 Ekim 2014, İştirakî.

[2] Neva Balkan, “Mayalanan İşçi Hareketi Hangi Yoldan Devrimcileşebilir?”, 12 Aralık 2018, Etha.

[3] “Mesele Artık AKP’yi Devirmek Değil”, 28 Haziran 2013, Everywhere Taksim.

[4] Eren Balkır, “Mesuliyet”, Eylül 2016, 26 Eylül 2016, İştirakî.

[5] Neva Balkan, a.g.m.

[6] V. İ. Lenin, “Birlik”, 30 Mayıs 1914, İştirakî.

[7] Karl Marx, “Komünist Birlik Merkezî Otorite Toplantısı”, 15 Eylül 1850, İştirakî.

[8] Neva Balkan, a.g.m.

0 Yorum: