15 Aralık 2018

,

Birinci İntifada

Birinci İntifada’nın Yıldönümü Üzerine Düşünceler
1987-1993 arası dönemde cereyan etmiş olan Birinci İntifada, Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin en önemli safhalarından birisidir. Benim kuşağımın, yani İntifada kuşağının, bu ayaklanmanın tarihimizde bir köşe taşı ve bir dönüm noktası hâline gelmesini sağlayan önemli ayrıntıları aklından çıkartması, asla mümkün değil.
Aralık ayı geldiğinde hafızamızdakiler, bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçerler ve o güzel anları yeniden yaşarız. Herkes için bu dönem, hem nostaljiye hem kedere hem de hüzne dairdir.
Birinci İntifada, tarihimizdeki her dönemden farklıdır. Ninelerimizin geçmişe bakıp ağıt yakması gibi biz de içinde bulunduğumuz krizleri geçmişle kıyaslarız. Ama burada özellikle vurgulamak lazım: Birinci İntifada’nın önemli oluşu, sadece nostaljiyle veya hayal kırıklıkları ile alakalı değildir. O dönem gerçekten çok farklıdır.
Sosyologlar, ulusal dayanışma, birlik ve güçlü bir toplumsal bütünlük gibi intifada esnasında ortaya çıkan geleneklere dair kendi kanaatlerini dile getirirler. Eğitimciler, İsrail’in tüm okulları kapatması ardından alternatif eğitim seçeneklerinin açığa çıkmasından bahsederler. Araştırmacılar ise işgalci güce bağlı güvenlik birimlerinin uyguladığı şiddetten etkilenen ailelerdeki ve toplumdaki değişimlerden, ayrıca gönüllü çalışma pratiğinin ortaya çıkışından bahseden sayfalar dolusu makaleler kaleme alırlar.
Siyaset bilimcilerse gündelik mücadeleler üzerinden güç kazanan, sahada faal liderlerin doğuşuna, ayrıca ulusal hareketlerin liderleriyle toplum arasındaki derin ilişkiye işaret ederler. Bu bilim insanları, bir de işgal güçleriyle yaşanan çatışmalarda öğrenci hareketlerinin öncü rol oynadığını söyleyeceklerdir. Öncülük görevi konusunda bir diğer gurur da kadın hareketine aittir. Onlar, hem şehidlerin anası, hem mapusların eşi hem gazilerin bacısı hem de İsrail askerleriyle çatışma içerisine girip erkeklerle omuz omza dövüşen birer savaşçıdır. Gazeteciler ve fotoğrafçılar, eşi benzeri görülmemiş bir cesaret ve kahramanlıkla işgalciye kafa tutan ve ellerindeki taşları fırlatan genç-yaşlı kadınlara tanıklık etmişlerdir.
Tanıklığın bir parçasını da ağır silâhlarla donatılmış askerlerin karşısına dikilen Filistinli çocuklar teşkil etmektedir. Nizar Kabbani’nin İntifada ile ilgili şiirinde dile getirdiği biçimiyle, dünyaya bir şeyler öğretme hakkı sadece Filistinli çocuklara aittir. Semih Kasım ise bir şiirinde İsrailli askerlerin başlarının üzerinde sema, ayaklarının altındaki toprak cehenneme döndüğü için ellerinde silâhlar olmasına karşın yürüyemediğinden söz eder.
Bense o ebedi anların birden fazla mana taşıdığını, birden fazla olguya atıfta bulunduğunu düşünüyorum. Eylemlerin birçok yönüne işaret etsek bile bence tarihimiz dâhilinde taşıdığı önemi tam manasıyla anlamak mümkün olamaz.
İntifada soğuk bir Aralık günü başladı. Gazze Şeridi’nde bulunan Cebeliye mülteci kampı İsrailli bir yerleşimcinin aracıyla ezip öldürdüğü işçilerin cenazesi ardından kurşun seslerinden ve biber gazından bitap düşene dek dövüştü. Zor bir geceydi. Şehidler mezarlara götürüldü, şafak söküşü, ufukta yaşananların daha büyük ve daha önce kimsenin planlamadığı bir şeyin provası olduğunu söylüyordu. Kimse bize sokağa çıkmamızı söylemedi, gruplar hâlinde sokağa çıkmak gibi bir planımız da yoktu. Bir şeyler yapmak için önceden anlaşmış da değildik. Olaylarda yaşanan acıları yüreğimizde yaşayarak uyandık ertesi güne.
O akşam kamp, civardaki kasabalar ve yoksul mahalleler İsrail askerine büyük bir öfkeyle başkaldırdı. Evlerine ekmek götürürken, nefret dolu bir yerleşimci tarafından katledilen sıradan işçileri son yolculuklarına uğurlamanın en uygun yolu buydu çünkü.
Ertesi sabah öğretmenimiz ilk derste bize Kenanîlerin tarihini anlattı. Bize okutulan müfredat Mısır kaynaklıydı ve bize antik Mısır medeniyeti ile Firavunların tarihini ezberletip duruyordu. Derslerin hiçbirinde Kenanîlerden veya Filistinlilerle alakalı herhangi bir şeyden bahsedilmezdi. Ama o gün vatansever öğretmenimiz müfredatın dışına çıkıp kendi tarihimizi anlattı bize. İlk ders bitmeden önce öfkemiz sınıftan taşacak noktaya gelmişti zaten. Diğer sınıflarda da durum aynıydı.
Birden sıralara vurup duran öğrenciler öfkeyle okuldan çıkıp İsrail askerî üssüne doğru yürüyüşe geçtiler. Aynı zamanda Feluce Ortaokulu öğrencileri de Cebeliye’nin eteklerinden aşağı inmeye başladı ve onları kızların okuduğu ilk ve ortaokullar takip etti. Biber gazı ve kurşun sıkan askerlere her yönden saldırıldı.
Çatışmaların yaşandığı yerler sanki birer kum tepesiydi. Çocukluk arkadaşım ve komşum Hatem Sisi öldürüldü, o ayaklanmanın ilk şehidiydi. Bir önceki akşam futbol oynarken sokakların kıyısından bir nehir gibi akan kanalizasyona düşmüştü. O sabah bu sefer kan gölüydü düştüğü yer. O an öfke her yanı alev topu gibi sarıverdi.
İntifada, nasıl başladığı, nasıl seyrettiği konusunda herkesin kendince bir değerlendirmesi vardır. Askerlere kim taş attı üzerine sohbetlerimiz olurdu mesela. Uzun zaman sonra, biraz büyüdüğümüzde birbirimizi hapishanede bulur, zaferimize dair hikâyelerimizi paylaşırdık.
O günler çokça kahramana şahit oldu. O günleri anımsadığımızda onlar önünde saygıyla eğilmek bir ödev. Onlar sokak aralarında, mahallelerde gruplara öncülük eden, hayata dair meseleleri örgütleyip yöneten birer süper kahramandı. Gerçek liderler onlardı.
Her yıldönümünde onları anımsamalıyız. Kahramanların dün olduğu gibi bugün de kim olduğunu bilenler, onlara yüreklerinin en derin yerinden teşekkür etmeyi bilmeliler.
Cody Wallace
11 Aralık 2018

0 Yorum: