1987-1993 arası dönemde cereyan etmiş olan Birinci
İntifada, Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin en önemli safhalarından
birisidir. Benim kuşağımın, yani İntifada kuşağının, bu ayaklanmanın
tarihimizde bir köşe taşı ve bir dönüm noktası hâline gelmesini sağlayan önemli
ayrıntıları aklından çıkartması, asla mümkün değil.
Aralık ayı geldiğinde hafızamızdakiler, bir film
şeridi gibi gözümüzün önünden geçerler ve o güzel anları yeniden yaşarız.
Herkes için bu dönem, hem nostaljiye hem kedere hem de hüzne dairdir.
Birinci İntifada, tarihimizdeki her dönemden
farklıdır. Ninelerimizin geçmişe bakıp ağıt yakması gibi biz de içinde
bulunduğumuz krizleri geçmişle kıyaslarız. Ama burada özellikle vurgulamak
lazım: Birinci İntifada’nın önemli oluşu, sadece nostaljiyle veya hayal
kırıklıkları ile alakalı değildir. O dönem gerçekten çok farklıdır.
Sosyologlar, ulusal dayanışma, birlik ve güçlü bir
toplumsal bütünlük gibi intifada esnasında ortaya çıkan geleneklere dair kendi
kanaatlerini dile getirirler. Eğitimciler, İsrail’in tüm okulları kapatması
ardından alternatif eğitim seçeneklerinin açığa çıkmasından bahsederler.
Araştırmacılar ise işgalci güce bağlı güvenlik birimlerinin uyguladığı
şiddetten etkilenen ailelerdeki ve toplumdaki değişimlerden, ayrıca gönüllü
çalışma pratiğinin ortaya çıkışından bahseden sayfalar dolusu makaleler kaleme
alırlar.
Siyaset bilimcilerse gündelik mücadeleler
üzerinden güç kazanan, sahada faal liderlerin doğuşuna, ayrıca ulusal
hareketlerin liderleriyle toplum arasındaki derin ilişkiye işaret ederler. Bu
bilim insanları, bir de işgal güçleriyle yaşanan çatışmalarda öğrenci
hareketlerinin öncü rol oynadığını söyleyeceklerdir. Öncülük görevi konusunda
bir diğer gurur da kadın hareketine aittir. Onlar, hem şehidlerin anası, hem
mapusların eşi hem gazilerin bacısı hem de İsrail askerleriyle çatışma
içerisine girip erkeklerle omuz omza dövüşen birer savaşçıdır. Gazeteciler ve
fotoğrafçılar, eşi benzeri görülmemiş bir cesaret ve kahramanlıkla işgalciye
kafa tutan ve ellerindeki taşları fırlatan genç-yaşlı kadınlara tanıklık
etmişlerdir.
Tanıklığın bir parçasını da ağır silâhlarla
donatılmış askerlerin karşısına dikilen Filistinli çocuklar teşkil etmektedir.
Nizar Kabbani’nin İntifada ile ilgili şiirinde dile getirdiği biçimiyle,
dünyaya bir şeyler öğretme hakkı sadece Filistinli çocuklara aittir. Semih
Kasım ise bir şiirinde İsrailli askerlerin başlarının üzerinde sema,
ayaklarının altındaki toprak cehenneme döndüğü için ellerinde silâhlar olmasına
karşın yürüyemediğinden söz eder.
Bense o ebedi anların birden fazla mana
taşıdığını, birden fazla olguya atıfta bulunduğunu düşünüyorum. Eylemlerin
birçok yönüne işaret etsek bile bence tarihimiz dâhilinde taşıdığı önemi tam
manasıyla anlamak mümkün olamaz.
İntifada soğuk bir Aralık günü başladı. Gazze
Şeridi’nde bulunan Cebeliye mülteci kampı İsrailli bir yerleşimcinin aracıyla
ezip öldürdüğü işçilerin cenazesi ardından kurşun seslerinden ve biber gazından
bitap düşene dek dövüştü. Zor bir geceydi. Şehidler mezarlara götürüldü, şafak
söküşü, ufukta yaşananların daha büyük ve daha önce kimsenin planlamadığı bir
şeyin provası olduğunu söylüyordu. Kimse bize sokağa çıkmamızı söylemedi,
gruplar hâlinde sokağa çıkmak gibi bir planımız da yoktu. Bir şeyler yapmak
için önceden anlaşmış da değildik. Olaylarda yaşanan acıları yüreğimizde
yaşayarak uyandık ertesi güne.
O akşam kamp, civardaki kasabalar ve yoksul
mahalleler İsrail askerine büyük bir öfkeyle başkaldırdı. Evlerine ekmek
götürürken, nefret dolu bir yerleşimci tarafından katledilen sıradan işçileri
son yolculuklarına uğurlamanın en uygun yolu buydu çünkü.
Ertesi sabah öğretmenimiz ilk derste bize
Kenanîlerin tarihini anlattı. Bize okutulan müfredat Mısır kaynaklıydı ve bize
antik Mısır medeniyeti ile Firavunların tarihini ezberletip duruyordu.
Derslerin hiçbirinde Kenanîlerden veya Filistinlilerle alakalı herhangi bir
şeyden bahsedilmezdi. Ama o gün vatansever öğretmenimiz müfredatın dışına çıkıp
kendi tarihimizi anlattı bize. İlk ders bitmeden önce öfkemiz sınıftan taşacak
noktaya gelmişti zaten. Diğer sınıflarda da durum aynıydı.
Birden sıralara vurup duran öğrenciler öfkeyle
okuldan çıkıp İsrail askerî üssüne doğru yürüyüşe geçtiler. Aynı zamanda Feluce
Ortaokulu öğrencileri de Cebeliye’nin eteklerinden aşağı inmeye başladı ve
onları kızların okuduğu ilk ve ortaokullar takip etti. Biber gazı ve kurşun
sıkan askerlere her yönden saldırıldı.
Çatışmaların yaşandığı yerler sanki birer kum
tepesiydi. Çocukluk arkadaşım ve komşum Hatem Sisi öldürüldü, o ayaklanmanın
ilk şehidiydi. Bir önceki akşam futbol oynarken sokakların kıyısından bir nehir
gibi akan kanalizasyona düşmüştü. O sabah bu sefer kan gölüydü düştüğü yer. O
an öfke her yanı alev topu gibi sarıverdi.
İntifada, nasıl başladığı, nasıl seyrettiği
konusunda herkesin kendince bir değerlendirmesi vardır. Askerlere kim taş attı
üzerine sohbetlerimiz olurdu mesela. Uzun zaman sonra, biraz büyüdüğümüzde
birbirimizi hapishanede bulur, zaferimize dair hikâyelerimizi paylaşırdık.
O günler çokça kahramana şahit oldu. O günleri
anımsadığımızda onlar önünde saygıyla eğilmek bir ödev. Onlar sokak aralarında,
mahallelerde gruplara öncülük eden, hayata dair meseleleri örgütleyip yöneten
birer süper kahramandı. Gerçek liderler onlardı.
Her yıldönümünde onları
anımsamalıyız. Kahramanların dün olduğu gibi bugün de kim olduğunu bilenler,
onlara yüreklerinin en derin yerinden teşekkür etmeyi bilmeliler.
Cody Wallace
11 Aralık 2018
11 Aralık 2018
0 Yorum:
Yorum Gönder