Il
Manifesto
Aşağıda
sunulan ve FHKC genel sekreteri Ahmed Sedat’la gerçekleştirilmiş olan söyleşi,
ilkin 9 Kasım 2018 tarihinde İtalyan gazetesi Il Manifesto’da
yayımlandı. Sedat, 2006’dan beri bir İsrail hapishanesinde tutsak. Kendisi,
İsraillilerin Filistin Yönetimi’ne ait Jericho hapishanesine
gerçekleştirdikleri bir saldırı esnasında, birkaç yoldaşıyla birlikte ele
geçirilmişti.
Saldırıdan
önce, 2002’de ABD ve İngiltere’nin himayesinde gerçekleştirilen bir
operasyonla, Filistin Yönetimi eliyle tutuklanıp hapse atılan Sedat gibi önde
gelen Filistinli isimlerin tutukluluğu, 2006’da yapılan Anayasa Konseyi
seçimlerinde önemli bir rol oynadı. O seçimde Hamas’la bağlantılı olan Değişim
ve Reform Bloğu zafer kazandı. Yeni vekillerin yemin etmesinden bir hafta önce
İsrail askerleri, Jericho hapishanesine saldırıp iki Filistinliyi katlettiler.
Sedat o
günden beri bir İsrail hapishanesinde tutuluyor. Otuz yıla çarptırılan Sedat,
mahkemede Rehavam Ze’evi suikastından suçlu bulunmadı. Bilindiği üzere, 29
Ağustos 2001’de İsrail ordusu, ABD yapımı olan ve bu ülkenin temin ettiği,
helikopterden fırlatılan bir füzeyle Ramallah’taki ofisinde FHKC genel
sekreteri Ebu Ali Mustafa’yı katletmiş, sonrasında FHKC savaşçıları, aşırı
sağcı İsrail turizm bakanını öldürmüşlerdi. O baskın ardından Sedat’ın birçok
yoldaşı ömür boyu hapse çarptırıldı.
İsrailli
yetkililer, Sedat’ın politik nüfuzundan korktuklarını birçok kez ortaya
koydular. Sedat, üç yıl tecritte tutuldu. Bu tecrit süreci, 2012’de Karameh’te
gerçekleştirilen açlık grevi eylemi ardından sona erdi. Sedat, hapishaneden
bildiriler yazıp yayınlamaya devam etti. Bu yayın faaliyeti, Filistinli
tutsakların yazılarının ve analizlerinin dünyaya ulaşmasını sağlayan dost
tutsaklar ve Sedat’ın yoldaşları tarafından ortaya konulan yaratıcı çalışma
sayesinde sürdürülebildi.
§ § §
Filistin’deki
mevcut durumu ve Donald Trump idaresi altında bulunan ABD yönetiminin tavrını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce benimle bu söyleşiyi gerçekleştirdiğiniz
için size teşekkürlerimi iletmek isterim. İtalyan okurlarla iletişime geçmek ve
Filistin solunun Filistin ve dünyada tanık olunan mevcut duruma dair
görüşlerini aktarmak, benim için çok önemli bir husus. Bize göre, Trump idaresi
altında bulunan ABD, sadece Filistin ve bölgemiz değil, tüm dünya halkları için
çok tehlikeli bir güç. Sıklıkla dile getirildiği biçimiyle, Trump ve önceki
yönetimler arasındaki tek fark, Trump’ın kapitalizmin ve emperyalizmin gerçek
çirkin yüzünü açığa çıkarmış olması ve yağmayı, hegemonik ilişkileri ve
sömürüyü en uç noktasına taşımasıdır.
Trump’ın Kudüs’ü İsrail devletinin başkenti olarak
tanıdığına dair beyanatı ve ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması,
1917 tarihli Balfour Deklarasyonu’nun ve yüz yıllık sömürgecilik siyasetinin
doğal uzantısıdır. Bu sayede emperyalistler, Filistinlilerin haklarını ortadan
kaldırmaya ve bilhassa Kudüs’te halkımıza yönelik yürütülen etnik temizlik
sürecini hızlandırmaya çalışmaktadırlar. Tüm dünya genelinde Filistinliler,
Trump’ın Filistin davasını ortadan kaldırma teşebbüsüne karşı koymaktadırlar.
Halkımız, bu tür teşebbüslere sadece sözle değil eylemle de karşı koymayı,
direnmeyi bilmiştir. Gazze’de Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü adı altında
gerçekleştirilen, hakiki ve kahramanlık dolu halk ayaklanması, bunun kanıtıdır.
Birinci İntifada ruhuyla gerçekleştirilmekte olan bu yürüyüşte tüm Filistinli
politik güçler gibi FHKC de yerini almaktadır.
Filistin’de
güçlü bir kurtuluş hareketinin yeniden inşasına mevcut strateji ne tür bir
imkân sağlayacak?
Bugün biz, Filistin’de ulusal kurtuluş hareketini
yeniden oluşturma, yeniden inşa etme göreviyle karşı karşıyayız. Filistin
ulusal hareketinin ana hedefi, bir kez daha Filistin mücadelesinin özünü
yeniden ortaya koyup tasdik etmek suretiyle, kurtuluş yoluna sokabilmektir.
Mücadelenin özünü ise mültecilerin geri dönüşü meselesi ve “sadece İsrail’in
yanı başında, 1967 sınırlarına göre kurulmuş olan Filistin devleti”nde değil,
tüm Filistin’de özgür, demokratik, seküler bir toplumun inşası meselesi
oluşturmaktadır.
1993’te Oslo Anlaşması’nın imzalanması sonrası
Filistin hareketinde tarihsel önemi haiz, yıkıcı sonuçları olan bir kopuş
gerçekleşti. Bu gelişme sebebiyle mücadele gerçek anlamını, çatışma süreci
özünü yitirdi. Tüm bir Filistinli kuşağı, 13 Eylül 1993’te Washington’da o
felâketlere yol açan belgenin imzalanması sonrası süreci iliklerine kadar
yaşadı. O günden sonra Filistin hareketi parçalandı, dağıldı, kargaşaya teslim
oldu.
Acil görevler dâhilinde Filistin ulusal kurtuluş
cephesinin, yani FKÖ’nün yeniden kurulması, böylelikle Filistin hareketinin ve
Filistin devriminin dirilmesi için gerekli koşulların oluşturulması zaruri.
Biz, Fetih’ten ve Hamas’tan farklı bakıyoruz meselelere. Bu bağlamda biz,
ilerici bir çerçeveyi ihtiva eden, halkın temsili ve katılımına yaslanan,
gerçek bir ulusal birliğin oluşturulması fikrine bağlıyız. Filistin’deki tüm
sınıflar bu sürecin parçası olmalı, son kırk yılda tanık olunduğu gibi halk
sınıfları, hareketin liderliğinden asla dışlanmamalıdırlar. Filistin’in
özgürlüğünü kazanacak olan elitler değil, halktır.
FHKC ne
tür bir alternatif politik yönelim öneriyor?
Kanaatimize göre, Filistinlilerin mücadeleye ve
politik karar alma süreçlerine etkin ve anlamlı bir biçimde katılımını mümkün
kılacak halk katılımı, değişimin ana öncülüdür. Bu yaklaşım sadece işgale karşı
mücadeleye değil, ayrıca kendi hareketimize katılmakla ilgili hakların
Filistinlilerce yeniden kazanılması için verilecek mücadeleye de ihtiyaç
duymaktadır. Örneğin Ürdün’de dört milyon Filistinli var ve bu insanların
eyleme geçme talepleri, eyleme dönük ihtiyaçları ve çağrıları, yok hükmünde.
Oysa onların sesleri işitilmek zorunda. Aynı durum, Lübnan, Suriye ve başka
yerlerdeki hatta Filistin’deki Filistinliler için de geçerli.
Halkın katılımı ve halkın liderliği, Filistin’in
kurtuluşu mücadelesi için gerekli stratejiyi yürürlüğe koymak ve Siyonist
yerleşimci siyasete karşı mücadele için gerekli direniş hareketini yeniden inşa
etmek için zaruridir. Bu iki husus, Filistin kadar diasporada da karşılık
bulmalı, Avrupa ve dünyanın diğer kısımlarında Filistinlilerin katılımı ve
liderliği esas mesele olmalıdır. Halkımız her daim suçlu ilân ediliyorsa,
sürekli baskıcı kanunlara ve sağcı saldırılara maruz kalıyorsa o vakit bizim
görevlerimizi ifa etmemiz de güçleşecektir. Dolayısıyla halkın kendi geleceğini
tayin edeceği sürece katılma hakkı, geliştirdiğimiz vizyonun önemli bir köşe taşını
oluşturmaktadır. Elitlerin hegemonyasını Filistin halkına dayatanlardan farklı
olarak bizler, en gelişkin, en demokratik katılım sürecinin oluşturulması için
mücadele ediyoruz.
FHKC
kuruluş yıldönümünü kutladı. Cephe’nin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cephe, 2014 başlarında yedinci kongresini
gerçekleştirdi. Yakında sekizincisini düzenleyeceğiz. Bu kongre, ülke içinde ve
dışında mücadeleyi omuzlayan tüm yoldaşlarımızın Cephe’nin güçlü ve zayıf
yanlarını değerlendirmeye tabi tutma, huruca ve ricata dair adımlarını inceleme
fırsatı sunacak.
Son beş yıl içerisinde Cephe, muazzam güçlükler ve
zorluklarla yüzleşti. Politik ve mali açıdan kuşatmaya maruz kaldı, baskı
gördü, kadroları tutuklandı veya katledildi. Ama gene de ileriye doğru adım atmayı
bildik. İşgal altında bulunan ve Filistin Yönetimi’nin İsrail’le güvenlik
koordinasyonu teşkil ettiği Batı Şeria’dan farklı koşullarda faaliyet
yürüttüğümüzden, Gazze’de askerî imkânlarımızı, becerilerimizi artırmayı
bildik. İşgalciyle Filistin Yönetimi arasında oluşturulmuş bulunan bu güvenlik
koordinasyonu yüzünden ben ve birçok yoldaşım bugün tutsağız. Bizim gibi
yüzlerce kadro, zulme ve tutuklamalara maruz kaldı.
Örgütsel düzlemde de ilerleme kaydettik. Gençlerin
katılımı sayesinde çalışmalarımız birçok yönden yenilenme imkânı buldu. İçinde
bulunduğumuz koşullara bağlı olarak, ardı ardına kazanımlar elde etmek, onları
biriktirmek mümkün olmuyor, bu sebeple her seferinde inşa ve yeniden inşa
süreci içerisine girmek durumunda kalıyoruz.
FHKC,
bugüne dek dayandığı temeli ne yönde değiştirdi?
Kuruluşundan bu yana Cephe, muazzam bir değişime
uğradı. Burada elli bir yıldan söz ediyoruz. Partimizin hayatını dört safhaya
ayırabiliriz. İlk safha 1967-1972 arası dönemi kapsar ve “Ürdün dönemi” olarak
anılır. İkinci safha, Filistin Devrimi’nin ve FHKC’nin Lübnan’daki
deneyimlerini kapsar ve esas olarak 1973’te başlayıp 1982’de sona erer. Üçüncü
safha 1987-1993 arası dönemde gerçekleşen Birinci İntifada’yı içerir. Ardından
da şuan içinde bulunduğumuz, Oslo süreci denilen süreci kapsayan safha gelir.
Tüm bu değişimler, Cephe’yi farklı düzeylerde,
politik, teorik ve örgütsel açıdan etkiledi. Öte yandan bölgede yaşanan
savaşlar, Arap rejimlerinin İsrail’le imzaladıkları barış antlaşmaları,
Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist bloğun çöküşü ve (“barış süreci” olarak
adlandırılan) tasfiye süreci herkes gibi bize de etki etti. Tüm bu ve benzeri
faktörlerin, Cephe’ye, sahip olduğu güce ve geliştirdiği analizlere bir biçimde
tesiri olduğunu görmek gerek.
Geri çekilme aşamasında alınan belirli konumlar,
Cephe’nin daha “gerçekçi” görünmesini sağlamışsa da burada esas rolü, Cephe
içerisindeki çelişkiler oynadı. Beşinci, altıncı ve yedinci kongre belgelerini
kamuoyu önünde açıktan tartışmayı bildik. Cephe, her zaman özeleştirisini
vermiş bir örgüttür ve kusurlarının üzerine tereddütsüz her zaman yürümeyi
bildi. Fakat 1992’den bugüne gelinen süreçte biz, halkımız gibi partimizin de
teorik, politik ve mali veçheleri bulunan, kapsamlı bir krizden geçtiği
sonucuna ulaştık. Bu kriz, ancak her düzeyde yürütülecek bir direniş ve
mücadeleyle aşılabilir.
Faaliyetlerini
İsrail hapishanelerinde yürüten tutsaklar hareketinin oynadığı rolü nasıl
değerlendiriyorsunuz?
İsrail hapishanelerinde süren tutsaklar hareketi,
Siyonist zulme karşı mücadelede merkezî ve temel bir rol oynadı. Bunun sebebi,
sadece tutsakların her gün işgalciyle karşı karşıya gelmeleri veya onların
devrimin ileri kadroları olarak belirli bir sorumluluğa sahip olmaları değil,
Filistin’deki toplam politik sahnede belirli bir rolü yerine getirmeleridir.
Filistin’in ulusal birliği için imza edilen ulusal
konsensüs anlaşmasına “Tutsaklar Belgesi” adının verildiğini unutmamak gerek.
Belge, hapishanelerde hazırlandı ve Filistin hareketinin ulusal birliği için
sonraki süreçte yürütülen tüm tartışmaların zeminini teşkil etti. Tutsaklar
hareketi, kampanyalarla, açlık grevleriyle ve işkence yitirilen canlarla yüklü
bir dizi deneyimle yüklü aşamalardan geçti.
Politik tutsaklar olarak bizler, Filistin
devriminin öncüsü ve kalbi olarak anıldık hep. Bunun sebebi, İsrail’in her daim
Filistinli hareketleri ve liderlerini hedef alması, onları hapse atmasıdır.
Gençlik, kadın ve işçi hareketi buralarda bir araya geldi ve bir yığın tartışma
yürüttü. Filistinlilerin hapishanelere “devrim okulları” demesinin sebebi
burada saklı.
Bizler, hapishaneler
dışında akan kurtuluş hareketinden kopuk değiliz. Filistin’in her yerinden,
Batı Şeria’dan, Gazze’den, Kudüs’ten, Nakab’dan, Celile’den, Musallat’tan
tutsaklar var burada. Ayrıca bize göre, 34 yılı aşkın bir süredir Fransa’da
tutsak bulunan Corç İbrahim Abdullah gibi Amerikan ve Fransız hapishanelerinde
tutulan politik tutsakları da hareketimizin bir parçası olarak kabul ediyoruz.
0 Yorum:
Yorum Gönder