15 Aralık 2018

, ,

Ahmed Sedat Söyleşisi


Devrim Okulları Olarak Hapishaneler

Manifesto

 

Aşağıda sunulan ve FHKC genel sekreteri Ahmed Sedat’la gerçekleştirilmiş olan söyleşi, ilkin 9 Kasım 2018 tarihinde İtalyan gazetesi Manifesto’da yayımlandı. Sedat, 2006’dan beri bir İsrail hapishanesinde tutsak. Kendisi, İsraillilerin Filistin Yönetimi’ne ait Jericho hapishanesine gerçekleştirdikleri bir saldırı esnasında, birkaç yoldaşıyla birlikte ele geçirilmişti.

Saldırıdan önce, 2002’de ABD ve İngiltere’nin himayesinde gerçekleştirilen bir operasyonla, Filistin Yönetimi eliyle tutuklanıp hapse atılan Sedat gibi önde gelen Filistinli isimlerin tutukluluğu, 2006’da yapılan Anayasa Konseyi seçimlerinde önemli bir rol oynadı. O seçimde Hamas’la bağlantılı olan Değişim ve Reform Bloğu zafer kazandı. Yeni vekillerin yemin etmesinden bir hafta önce İsrail askerleri, Jericho hapishanesine saldırıp iki Filistinliyi katlettiler.

Sedat o günden beri bir İsrail hapishanesinde tutuluyor. Otuz yıla çarptırılan Sedat, mahkemede Rehavam Ze’evi suikastından suçlu bulunmadı. Bilindiği üzere, 29 Ağustos 2001’de İsrail ordusu, ABD yapımı olan ve bu ülkenin temin ettiği, helikopterden fırlatılan bir füzeyle Ramallah’taki ofisinde FHKC genel sekreteri Ebu Ali Mustafa’yı katletmiş, sonrasında FHKC savaşçıları, aşırı sağcı İsrail turizm bakanını öldürmüşlerdi. O baskın ardından Sedat’ın birçok yoldaşı ömür boyu hapse çarptırıldı.

İsrailli yetkililer, Sedat’ın politik nüfuzundan korktuklarını birçok kez ortaya koydular. Sedat, üç yıl tecritte tutuldu. Bu tecrit süreci, 2012’de Karameh’te gerçekleştirilen açlık grevi eylemi ardından sona erdi. Sedat, hapishaneden bildiriler yazıp yayınlamaya devam etti. Bu yayın faaliyeti, Filistinli tutsakların yazılarının ve analizlerinin dünyaya ulaşmasını sağlayan dost tutsaklar ve Sedat’ın yoldaşları tarafından ortaya konulan yaratıcı çalışma sayesinde sürdürülebildi.

§ § §

 

Filistin’deki mevcut durumu ve Donald Trump idaresi altında bulunan ABD yönetiminin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden önce benimle bu söyleşiyi gerçekleştirdiğiniz için size teşekkürlerimi iletmek isterim. İtalyan okurlarla iletişime geçmek ve Filistin solunun Filistin ve dünyada tanık olunan mevcut duruma dair görüşlerini aktarmak, benim için çok önemli bir husus. Bize göre, Trump idaresi altında bulunan ABD, sadece Filistin ve bölgemiz değil, tüm dünya halkları için çok tehlikeli bir güç. Sıklıkla dile getirildiği biçimiyle, Trump ve önceki yönetimler arasındaki tek fark, Trump’ın kapitalizmin ve emperyalizmin gerçek çirkin yüzünü açığa çıkarmış olması ve yağmayı, hegemonik ilişkileri ve sömürüyü en uç noktasına taşımasıdır.

Trump’ın Kudüs’ü İsrail devletinin başkenti olarak tanıdığına dair beyanatı ve ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması, 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu’nun ve yüz yıllık sömürgecilik siyasetinin doğal uzantısıdır. Bu sayede emperyalistler, Filistinlilerin haklarını ortadan kaldırmaya ve bilhassa Kudüs’te halkımıza yönelik yürütülen etnik temizlik sürecini hızlandırmaya çalışmaktadırlar. Tüm dünya genelinde Filistinliler, Trump’ın Filistin davasını ortadan kaldırma teşebbüsüne karşı koymaktadırlar. Halkımız, bu tür teşebbüslere sadece sözle değil eylemle de karşı koymayı, direnmeyi bilmiştir. Gazze’de Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü adı altında gerçekleştirilen, hakiki ve kahramanlık dolu halk ayaklanması, bunun kanıtıdır. Birinci İntifada ruhuyla gerçekleştirilmekte olan bu yürüyüşte tüm Filistinli politik güçler gibi FHKC de yerini almaktadır.

Filistin’de güçlü bir kurtuluş hareketinin yeniden inşasına mevcut strateji ne tür bir imkân sağlayacak?

Bugün biz, Filistin’de ulusal kurtuluş hareketini yeniden oluşturma, yeniden inşa etme göreviyle karşı karşıyayız. Filistin ulusal hareketinin ana hedefi, bir kez daha Filistin mücadelesinin özünü yeniden ortaya koyup tasdik etmek suretiyle, kurtuluş yoluna sokabilmektir. Mücadelenin özünü ise mültecilerin geri dönüşü meselesi ve “sadece İsrail’in yanı başında, 1967 sınırlarına göre kurulmuş olan Filistin devleti”nde değil, tüm Filistin’de özgür, demokratik, seküler bir toplumun inşası meselesi oluşturmaktadır.

1993’te Oslo Anlaşması’nın imzalanması sonrası Filistin hareketinde tarihsel önemi haiz, yıkıcı sonuçları olan bir kopuş gerçekleşti. Bu gelişme sebebiyle mücadele gerçek anlamını, çatışma süreci özünü yitirdi. Tüm bir Filistinli kuşağı, 13 Eylül 1993’te Washington’da o felâketlere yol açan belgenin imzalanması sonrası süreci iliklerine kadar yaşadı. O günden sonra Filistin hareketi parçalandı, dağıldı, kargaşaya teslim oldu.

Acil görevler dâhilinde Filistin ulusal kurtuluş cephesinin, yani FKÖ’nün yeniden kurulması, böylelikle Filistin hareketinin ve Filistin devriminin dirilmesi için gerekli koşulların oluşturulması zaruri. Biz, Fetih’ten ve Hamas’tan farklı bakıyoruz meselelere. Bu bağlamda biz, ilerici bir çerçeveyi ihtiva eden, halkın temsili ve katılımına yaslanan, gerçek bir ulusal birliğin oluşturulması fikrine bağlıyız. Filistin’deki tüm sınıflar bu sürecin parçası olmalı, son kırk yılda tanık olunduğu gibi halk sınıfları, hareketin liderliğinden asla dışlanmamalıdırlar. Filistin’in özgürlüğünü kazanacak olan elitler değil, halktır.

FHKC ne tür bir alternatif politik yönelim öneriyor?

Kanaatimize göre, Filistinlilerin mücadeleye ve politik karar alma süreçlerine etkin ve anlamlı bir biçimde katılımını mümkün kılacak halk katılımı, değişimin ana öncülüdür. Bu yaklaşım sadece işgale karşı mücadeleye değil, ayrıca kendi hareketimize katılmakla ilgili hakların Filistinlilerce yeniden kazanılması için verilecek mücadeleye de ihtiyaç duymaktadır. Örneğin Ürdün’de dört milyon Filistinli var ve bu insanların eyleme geçme talepleri, eyleme dönük ihtiyaçları ve çağrıları, yok hükmünde. Oysa onların sesleri işitilmek zorunda. Aynı durum, Lübnan, Suriye ve başka yerlerdeki hatta Filistin’deki Filistinliler için de geçerli.

Halkın katılımı ve halkın liderliği, Filistin’in kurtuluşu mücadelesi için gerekli stratejiyi yürürlüğe koymak ve Siyonist yerleşimci siyasete karşı mücadele için gerekli direniş hareketini yeniden inşa etmek için zaruridir. Bu iki husus, Filistin kadar diasporada da karşılık bulmalı, Avrupa ve dünyanın diğer kısımlarında Filistinlilerin katılımı ve liderliği esas mesele olmalıdır. Halkımız her daim suçlu ilân ediliyorsa, sürekli baskıcı kanunlara ve sağcı saldırılara maruz kalıyorsa o vakit bizim görevlerimizi ifa etmemiz de güçleşecektir. Dolayısıyla halkın kendi geleceğini tayin edeceği sürece katılma hakkı, geliştirdiğimiz vizyonun önemli bir köşe taşını oluşturmaktadır. Elitlerin hegemonyasını Filistin halkına dayatanlardan farklı olarak bizler, en gelişkin, en demokratik katılım sürecinin oluşturulması için mücadele ediyoruz.

FHKC kuruluş yıldönümünü kutladı. Cephe’nin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cephe, 2014 başlarında yedinci kongresini gerçekleştirdi. Yakında sekizincisini düzenleyeceğiz. Bu kongre, ülke içinde ve dışında mücadeleyi omuzlayan tüm yoldaşlarımızın Cephe’nin güçlü ve zayıf yanlarını değerlendirmeye tabi tutma, huruca ve ricata dair adımlarını inceleme fırsatı sunacak.

Son beş yıl içerisinde Cephe, muazzam güçlükler ve zorluklarla yüzleşti. Politik ve mali açıdan kuşatmaya maruz kaldı, baskı gördü, kadroları tutuklandı veya katledildi. Ama gene de ileriye doğru adım atmayı bildik. İşgal altında bulunan ve Filistin Yönetimi’nin İsrail’le güvenlik koordinasyonu teşkil ettiği Batı Şeria’dan farklı koşullarda faaliyet yürüttüğümüzden, Gazze’de askerî imkânlarımızı, becerilerimizi artırmayı bildik. İşgalciyle Filistin Yönetimi arasında oluşturulmuş bulunan bu güvenlik koordinasyonu yüzünden ben ve birçok yoldaşım bugün tutsağız. Bizim gibi yüzlerce kadro, zulme ve tutuklamalara maruz kaldı.

Örgütsel düzlemde de ilerleme kaydettik. Gençlerin katılımı sayesinde çalışmalarımız birçok yönden yenilenme imkânı buldu. İçinde bulunduğumuz koşullara bağlı olarak, ardı ardına kazanımlar elde etmek, onları biriktirmek mümkün olmuyor, bu sebeple her seferinde inşa ve yeniden inşa süreci içerisine girmek durumunda kalıyoruz.

FHKC, bugüne dek dayandığı temeli ne yönde değiştirdi?

Kuruluşundan bu yana Cephe, muazzam bir değişime uğradı. Burada elli bir yıldan söz ediyoruz. Partimizin hayatını dört safhaya ayırabiliriz. İlk safha 1967-1972 arası dönemi kapsar ve “Ürdün dönemi” olarak anılır. İkinci safha, Filistin Devrimi’nin ve FHKC’nin Lübnan’daki deneyimlerini kapsar ve esas olarak 1973’te başlayıp 1982’de sona erer. Üçüncü safha 1987-1993 arası dönemde gerçekleşen Birinci İntifada’yı içerir. Ardından da şuan içinde bulunduğumuz, Oslo süreci denilen süreci kapsayan safha gelir.

Tüm bu değişimler, Cephe’yi farklı düzeylerde, politik, teorik ve örgütsel açıdan etkiledi. Öte yandan bölgede yaşanan savaşlar, Arap rejimlerinin İsrail’le imzaladıkları barış antlaşmaları, Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist bloğun çöküşü ve (“barış süreci” olarak adlandırılan) tasfiye süreci herkes gibi bize de etki etti. Tüm bu ve benzeri faktörlerin, Cephe’ye, sahip olduğu güce ve geliştirdiği analizlere bir biçimde tesiri olduğunu görmek gerek.

Geri çekilme aşamasında alınan belirli konumlar, Cephe’nin daha “gerçekçi” görünmesini sağlamışsa da burada esas rolü, Cephe içerisindeki çelişkiler oynadı. Beşinci, altıncı ve yedinci kongre belgelerini kamuoyu önünde açıktan tartışmayı bildik. Cephe, her zaman özeleştirisini vermiş bir örgüttür ve kusurlarının üzerine tereddütsüz her zaman yürümeyi bildi. Fakat 1992’den bugüne gelinen süreçte biz, halkımız gibi partimizin de teorik, politik ve mali veçheleri bulunan, kapsamlı bir krizden geçtiği sonucuna ulaştık. Bu kriz, ancak her düzeyde yürütülecek bir direniş ve mücadeleyle aşılabilir.

Faaliyetlerini İsrail hapishanelerinde yürüten tutsaklar hareketinin oynadığı rolü nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsrail hapishanelerinde süren tutsaklar hareketi, Siyonist zulme karşı mücadelede merkezî ve temel bir rol oynadı. Bunun sebebi, sadece tutsakların her gün işgalciyle karşı karşıya gelmeleri veya onların devrimin ileri kadroları olarak belirli bir sorumluluğa sahip olmaları değil, Filistin’deki toplam politik sahnede belirli bir rolü yerine getirmeleridir.

Filistin’in ulusal birliği için imza edilen ulusal konsensüs anlaşmasına “Tutsaklar Belgesi” adının verildiğini unutmamak gerek. Belge, hapishanelerde hazırlandı ve Filistin hareketinin ulusal birliği için sonraki süreçte yürütülen tüm tartışmaların zeminini teşkil etti. Tutsaklar hareketi, kampanyalarla, açlık grevleriyle ve işkence yitirilen canlarla yüklü bir dizi deneyimle yüklü aşamalardan geçti.

Politik tutsaklar olarak bizler, Filistin devriminin öncüsü ve kalbi olarak anıldık hep. Bunun sebebi, İsrail’in her daim Filistinli hareketleri ve liderlerini hedef alması, onları hapse atmasıdır. Gençlik, kadın ve işçi hareketi buralarda bir araya geldi ve bir yığın tartışma yürüttü. Filistinlilerin hapishanelere “devrim okulları” demesinin sebebi burada saklı.

Bizler, hapishaneler dışında akan kurtuluş hareketinden kopuk değiliz. Filistin’in her yerinden, Batı Şeria’dan, Gazze’den, Kudüs’ten, Nakab’dan, Celile’den, Musallat’tan tutsaklar var burada. Ayrıca bize göre, 34 yılı aşkın bir süredir Fransa’da tutsak bulunan Corç İbrahim Abdullah gibi Amerikan ve Fransız hapishanelerinde tutulan politik tutsakları da hareketimizin bir parçası olarak kabul ediyoruz.

Kaynak

0 Yorum: