27 Aralık 2018

, ,

Şurup


Alfonso Cuarón’un filmi Roma’da asıl yaralayıcı olan, hizmetçi kızın telefon ahizesini konuştuktan sonra silip hanımına uzatmasıydı. Doğum sahnesi jilet yarası gibiydi, ama o eteğe silinen ahizenin yarası başkaydı.

Netflix dünyası ise yaralara sargı sarmakla, “özel aile” olmakla ilgileniyor. Dayanışma, sınıf mücadelesinin yerini alıyor. Hepimize, sınıfsız ve sınırsız olmanın kendileri gibi olmaya bağlı olduğunu öğretiyorlar. Bu tür platformlar, “eski kapitalizm”i eleştiriyormuş gibi yapıp, herkesi kendisiyle kardeş olmaya çağırıyorlar. Netflix, yeni dönemin ideolojik aygıtı olarak iş görüyor. Kapitalizm de cinsiyetçiliği eleştirebiliyor, kadın dayanışmasını salık verebiliyor, azınlık dernekleri kurabiliyor, mesele, ardındaki sömürü ve zulüm ilişkilerini sorgulamakta.

Netflix âlemi, geçiş sürecinin ideolojisi üzerine kurulu, bu ideolojiyse sınırsız-sınıfsız bir dünya resmediyor. Duvara tırmanan robotun görüntülerini sosyal âlemde seyre dalmak, eğlenceli geliyor. Sanıyoruz ki efendiler, bizim için oyuncaklar imal ediyorlar.

Sanıyoruz ki, hizmetçilerimiz var ve onların başını okşadığımızda sorunlar hallolacak. Buna gerek de kalmayacak, ağır sanayinin, eski kapitalizmin arkaik yanını endüstri 4.0 temizleyecek, hepimize robot hizmetçiler verecek. Sorunlar, bu şekilde çözülecek. Oturuşumuzu, duygularımızı bile, şimdiden bu ana göre ayarlıyoruz.

Netflix ideolojisini çikolata ile karıştırıyoruz. Yaraların üzerinin örtülmesinden memnunuz. Başka bir birlik-bütünlük türküsünü mırıldanıyoruz. Dil, yutak, gırtlak, hepsi birden, hazır buna. Vura vura, eze eze ilerliyoruz.

Yalan… dayak yiyen kadına, bacağı kopan köpeğe, eteğine dokunulan kız çocuğuna, inşaattan düşen işçiye acımamız tümden yalan. Sadece bize “bak” dedikleri yere çeviriyoruz gözlerimizi. Vicdan, alt akla değil, üst çıkara kul. Acımakla öteliyoruz gerçeği, ona zerre örgütlenmiyoruz.

Roma gibi filmlerde ve hayatta bir kardeşlik nağmesi tutturuluyor. Egemenler, dönüşüm süreçlerini bu şekilde yönetiyorlar. Bireye kaçanla, sürüye kaçan, aynı. Dayanışma türküleriyle yürüyoruz kervana…

Seçime kadar çok kitle deneyi, çok provokasyon, çok germe pratiği göreceğiz demek ki. Yürüyüş için bu gerekli. Hep bize “cambaza bak” diyenler çıkacak. Bu tür videolar, viral viral dolanacak mağaramızda. Ardına hiç bakmayacağız. Gerek bile duymayacağız. Bu gerilimin ekmeğimize yağ süreceğini düşünüp rahatlayacağız. Ama birileri ovuşturacak ellerini perde gerisinde.

Roma filmini Zengin Mutfağı ile birlikte izlemek lazım. Sırf kesik atsın diye. Hizmetçiyi işe yarar bir uzantı/araç olarak sevmek değil, onun sınıf olarak kıyamına meftun olmak gerek.

Endüstri 4.0, bize duvara tırmanan robotlar, dronlar veriyor, ama arkasındaki askerîliği görmemize mani oluyor. Zengin Mutfağı bunu gösteriyor, Roma ise ona kör. İlkinde kurulan komando kamplarına öfke, ikincisinde alaya alma, ama doğallaştırma var. Yerlileri yurtlarından kovanlar, evlerinde o yerlileri köle gibi çalıştırıyorlar, bir de üstüne, o beyaz efendinin gözüyle o yerlinin hikâyesini yağmalayıp satıyorlar. Netflix de böyle.

Askerî ideoloji düzlüyor her şeyi, bu yüzden seviyoruz. Gözetim, güvenlik, takip ve herkesin potansiyel terörist oluşu. Roma filmindeki ev sahibesi gibi, “umarım polis gençlere kötü davranmaz” diyoruz en fazla. Film, sınıfsal ve ırksal mücadeleleri geri plana atarken, beyaza dönük sevgi ve bağlılığı yüceltiyor.[1] İşte bunu seviyoruz.

Askerî ideoloji var sosyal medyanın, o robotların, dronların ardında. 11 Eylül sonrası milleti gözetlemek için icat edilen dron, o eşek arısı gözü, bugün tüm dizilerin tek gözü hâline geldi. Yukarıdan bakınca her şey güzel görünüyor, İstanbul bile!..

Cüneyt Cebenoyan[2], bir “küçük burjuva olarak” dayanışmanın sınıf çelişkisini aştığını söylüyor. İşte bu düzlenme hâlini seviyor. Film, tam da bununla ilgili. Beyaz-yerli, işçi-patron, tüm çelişkiler, Cebenoyan ve Birgün’de aşılıyor. Mikstek yerlisinin yerine Kürd’ü koyuyorlar. Kadın olmakta tüm çelişkileri aşıyorlar. Demek ki bu yüzden on küsur yıldır bu tür kavramları istismar ediyorlar. Sınıf mücadelesini geri plana atmanın imkânlarından yararlanıyorlar.

Bu aşma hâli pazarlanıyor aslında. Siyaset ve ideoloji diye bunu anlıyorlar. Yoksula, ezilene acıyı unutturacak sahte şuruplar dağıtıyorlar. Dönüşüm momentinin efendilerce sorunsuz, pürüzsüz aşılabilmesi için gerekli her şeyi yapıyorlar. Fikri, duyguyu ilmek ilmek örüyorlar. Eskiden sevmediklerimizi seviyor, sevdiklerimizi sevmiyoruz.

Roma filmini HDP ile birlikte de okumak lazım. Yaptıkları ortak. Latin Amerika’nın çilesi buraya yansıtılıyor. Aynı paramiliter güçler burada da var. Büyükanne gibi umuyoruz ki gençlere kötü davranmasınlar! Ama davranıyorlar. O gençlere kavganın, çatışmanın, çatlakların üzerini örtmeyi öğretiyorlar.

Dayanışma, sınıf mücadelesini gölgelediği için bir ÖDP yok bugün. Özgürlük, kurtuluş mücadelesini örtbas ettiği için bir ÖDP yok ama HDP var artık, ne mutlu, ne kutlu!

O ki Netflix ideolojisinden ari mi, şüpheli. Dizi âlemindeki eleştiri dili, siyaseti tayin ediyor artık. Geri planına, neyin örtbas edildiğine hiç bakmıyoruz. Eskiden Zengin Mutfağı’nda, 15-16 Haziran direnişine katılan, komando olmuş eski sevgilisinin boğazına sarılan kadını severdik, şimdi patronuyla, çocuklarıyla, köleliğiyle sevgi yumağı oluşturan kadını seviyoruz. Dayanışma hâlinin ardındaki yalancı eşitliğe bayılıyoruz. Burjuvayla aynı içki masasında olmayı, patronla aynı sözleşme masasında olmayı, devletle aynı zulüm masasında olmayı, seviyoruz. Bu yüzden solcuyuz!

Roma bu yüzden var, Zengin Mutfağı bu yüzden yok!

Eren Balkır
27 Aralık 2018

Dipnotlar:
[1] Pablo Calvi, “Sevginin Gaminetleri”, 17 Aralık 2018, İştirakî.

[2] Cüneyt Cebenoyan, “Roma: Ve Uçak Gidiyor”, 22 Aralık 2018, Birgün.

0 Yorum: