17 Mart 2018

Özgürlük İncili


Pek bilinmeyen bir isim olan Alphonse Louis Constant (doğum tarihi: 1820), bir işçi ailesinin içine doğmuştur. Kiliseden ayrılmadan önce, Paris Piskoposluğu’nda yardımcı papaz olarak hizmet vermiştir. Tanrı’ya vecd, sezgi ve bireysel ilişkiler üzerinden ulaşılabileceğine inanan teosofi görüşüne bağlı olan Constant, Eliaphas Levi adıyla teosofi ile ilgili birçok eser kaleme alıp yayınlamıştır. Özgürlük İncili [“La Bible de la liberte”-1841], onun dinî bakış açısıyla uzlaşan komünist görüşlere gençlik yıllarında nasıl meylettiğini ortaya koymaktadır. Açlığın Sesi (1846) isimli çalışması, krala karşı nefreti ve güvensizliği teşvik ettiği gerekçesiyle, onun mahkemeye çıkartılmasına sebep olmuş, kitabın bir sınıfa karşı nefreti körüklediği, toplumdaki farklı sınıflar arasına nefret tohumları ektiği, bu suretle huzuru bozduğu iddia edilmiştir. Özgürlük İncili’nin son bölümünde romantik bir dile ve Gallilere has düşünce tarzına başvurulmuştur: “Fransa artık bir millet değil, büyük bir millet fikridir. O artık bir halk değil, nurdur. Cumhuriyet değil, dünyanın kavuştuğu özgürlüktür. Bir kara parçası değil, tüm kâinatın geleceğidir. […] Fransa’dan söz etmek özgürlükten söz etmektir, bir gün bu isim tüm insanlığın ismi olacaktır.”

* * *

Özgürlük İncili

Mülkiyet

Bir zengin bana şu soruyu sordu: “Senin vaaz edip durduğun şu ruh dini, eşkıyaların ve hırsızların suçlarını bağışlıyor mu?” Ben de şu cevabı verdim: “Hayır, asıl seni suçluyor. Bu yüzden senden, bu din adına, senin ve ecdadının o yoksullardan çaldığınız ekmeği gerisin geri onlara vermenizi istiyorum. Bu dünyada hiçbir şey, şu veya bu adama ait değildir. Her şey Tanrı’ya, yani hepimize aittir. İlk cinayetin sebebi, işte bu gasptır. Gasp edenin ruhu ile insan öldürenin ruhu aynıdır.”

Taşrada taş yığıp durdun diye tüm meyveyi sen toplayacaksın, ben de senin diktiğin duvarın dibinde açlıktan öleceğim öyle mi? Peki ya ben senin malikânen etrafına daha fazla taş toplayıp “burası benim” dersem, beni kim koruyacak? Senin gibi hırsızların ve katillerin elindeki kılıç huzuru sağlıyor ama öte yandan senin başkalarını yağmalana katkı sunuyor. Ben senden güçsüzüm, bu sebeple kendimi sana karşı savunmaya çalıştığımda da sen bana hırsız ve katil diyorsun! Güçlüler yeryüzünü parselliyorlar, güçsüzler de evsizliğin çilesini çekip açlıktan ölüyorlar. Peki ya o güçsüzler birleşip büyük bir cesaretle mücadeleye girişirlerse, bil ki onlar da o vakit güçlü olacaklardır.

Mesih, manevi bir güçle karşı çıktı mülkiyete. Başına yastık yapacağı bir taşı bile yoktu O’nun. İki hırsız arasında çektiği çile yüzünden öldü. Ama o son ahı dünyayı sarstı. Mesih’in müritleri, gönüllü olarak el etek çektiler her şeyden, mülkiyete karşı koydular, mahzun, sade ve süssüz hayatları ulvi bir çığlıktı ve Rabbimizden adalet talep ediyordu. Dolayısıyla Tanrı’yı ve insanı sevenler, hayatın tüm gerekliliklerinden bile vazgeçmelidirler. Bu insanları, kardeşlerinin kanını içe içe yağ bağlamış kimseler nasıl yargılar?

Mesih’in getirdiği kanunları idrak etmiş olan herkes, onun tek bir fikrini gerçekleştirmeye gayret etmiştir: Cemaat. Gasıplarsa bu çaba karşısında kahkahalar atıp işret sofralarında yiyip içmişlerdir. Tanrı iğrenerek onlardan uzaklaşmıştır. Bu nedenle sevgi gösterilerini öfkeli itirazlar takip etmelidir. Onlar, barış meleklerine sırt çevirdiler, şimdi ise ölüm melekleri önünde tir tir titriyorlar! Siz yoksullar, açlıktan inim inim inleyen halk, bakın ne kadar büyüksünüz, sayın kaç kişi var sizden? Hayatınız aheste ilerliyor ve rezil bir ölüme mahkûmsunuz. Ölecekseniz hızlı ve şerefli bir şekilde ölün ya da zafer sizin olsun. İşte budur yıkım meleğinin şiarı.

Bana gelince, ben ağlayıp başımı küllerle örtüyorum, Tanrı’ya ve insanlara “merhamet” diye bağırıyorum. Onlar da bana “kimseye merhamet edilmeyecek artık” diyorlar.

Durun ey dürüst insanlar, yağmayla yağ bağlayınca faziletli kimseler olacağınızı düşünüyorsunuz. Durun ey riyakârlar, bir yandan ganimeti aranızda bölüşüyorsunuz bir yandan da yağmaladığınız insanlara tevekkülü vaaz ediyorsunuz. İzin verin de Tanrı’nın adaleti girsin içeri. Size dediğim gibi: hakikatte öldürdüğünüz kişiler katil değil, yüce adaletin tecelli etmesini sağlayan kimseler… Siz artık insan değilsiniz, bu sebeple sizi yırtıcı hayvanlar gibi kovalayacağız. Belki ecdadımızı yok etmeyi bildiniz ama evlatlarımızı öldürmenize izin vermeyeceğiz. Halkın çığlığındaki kasırgayı işittiniz mi, işte budur dedikleri. Şimdi saklıyorum yüzümü lime lime olmuş bir örtüyle, sonra da ateşin ve kanın kokusuyla bir ürperti kaplıyor içimi.

1841

[Kaynak: Before Marx: Socialism and Communism in France, 1830-48, Yayına Hz.: Paul E. Corcoran, Macmillan Press, s. 222-223.]

0 Yorum: