Geçenlerde Tunus’ta bir müzeye yönelik saldırı
gerçekleştirildi. Eski ismi Tunus Komünist İşçi Partisi olan “Tunus Emekçileri
Partisi, ‘antiterör yasasının ilân edilmesi ve güvenlik planlarının
eksiklerinin giderilmesi’ gerektiğini belirterek, ‘Teröre karşı mücadelede,
sadece güvenlik boyutuyla kendisini sınırlamayan, meselenin ekonomik, sosyal,
kültürel, eğitimsel ve dinsel boyutlarını da dikkate alan genel bir stratejinin
belirlenmesi gerekir.’[…]” dedi.[1]
Saldırı, ülkenin ulusal güvenlik kurumlarından
birinin yakınında gerçekleştirildi ve üstelik o gün mecliste terörle mücadele
yasası görüşülüyordu. Saldırının esas olarak bu hamleye karşı
gerçekleştirildiği açıktı. Ama bizdeki post-marksist solcular dâhil kimi
kesimler, meselenin bu yönünü es geçip hümanist-vicdancı gösterilerine
kaldıkları yerden devam ettiler ve tıpkı eski Arnavutçu yoldaşları Tunus
Emekçileri Partisi gibi, bu olayı “şiddetle” kınadılar. Dolayısıyla mecliste
çıkmakta olan terörle mücadele yasasının altına Türkiye’den imza attılar.
Buradaki soru şu: şimdilerde HDP’de olan bu
solcular da yarın mecliste “antiterör yasası ilân edilsin, güvenlik planlarının
eksikleri giderilsin” diyecekler mi? Dün “[…] herkesi Bin Ali’yi defedip halkın
hizmetinde olacak demokratik bir sistemin tesisi için verilen mücadelede
birleşmeye çağırıyoruz.” diyen Tunus Komünist İşçi Partisi gibi, onlar da bu
tip hamlelere ortak olacaklar mı?
* * *
Refah-Yol Hükümeti’nin Kültür Bakanı İsmail
Kahraman, “Ak Parti’nin isim babası benim. Tayyip Bey’in aklında ‘Yeniden
Atılım Partisi’ vardı. ‘Adalet ve Kalkınma Partisi güzel isim. Bir kuş iki
kanatla uçar’ dedim kendisine” diye anlatıyor AKP’nin kuruluş sürecini.[2]
Burada bir taşla iki kuş vurmak var. “Tayyip Bey”in aklındaki “Yeniden Atılım”
Özal’ın tekrarlanması ile ilgili. “Güvenlik planlarının eksikleri”nin
giderilmesi şart. Eczacıbaşı’nın sözüne atıfla, “aslolan sermayenin güvenliği”
zira.[3] AKP, hülâsa, Kemalist devletin “ekonomik, sosyal, kültürel, eğitimsel
ve dinsel boyutta” yeniden bütünlenmesi meselesi.
Hammami, meclisteki konumunu “teröre karşı
mücadelenin ekonomik, sosyal, kültürel, eğitimsel ve dinsel boyutlarını da
dikkate alan” bir odak olarak örgütlemek derdinde. “Komünist işçi”den
“emekçiler”e bu nedenle geçiliyor. Bugün Kürdistan’a yerleşme derdinde
olanların yarın “arkadaşlar sınıf diye bir şey vardı, ne oldu o iş?”
dediklerinde nasıl bir gerçekle karşılaşacaklarını da hesap etmeleri gerekiyor.
Hammami, kişilerin bildiklerinin, inandıklarının tali olduğu gerçeğini
anımsatan cinsten, “bize bir şey olmaz” diyenlerin dikkat etmesi gereken
ibretlik bir örnek.
AKP şahsında partinin ismi konusundaki tartışma da
düzen içerisinde nereye oturulacağı ile ilgili ipuçları veriyor. Aslında Adalet
batıya; Kalkınma doğuya atfen kullanılıyor. İri bir Türkiye partisi olarak
formüle edildiği noktada AKP, millete bu minvalde vaatlerde bulunuyor. Bugün
ise batıya vaat edilen adalet, HSYK ve iç güvenlik paketine; doğuya vaat edilen
kalkınma ise HES ve TOKİ’ye doğru kapanıyor.
* * *
Bu aşamada İmralı’da [Emir Ali] bir masa
kuruluyor. AKP “ben görüşmüyorum, devlet görüşüyor” diyor; HDP de “ben
görüşmüyorum, PKK görüşüyor” diyor. Bu ortaoyununda bize susup izlemek
öğütleniyor. HDP’liler, “susun Tayyip gitmesin, o bize lazım” diyorlar son
günlerde. Galiba ortama tasallut eden, galebe çalan, ülke üzerinde dolaşıp
duran ruhun adı da bulundu: Eşme.
Susturulmamız, meseleleri eşelememize mani
olunması, bizim hep taban olarak kalmamızın istenmesiyle ilgili. Buradan yüksek
siyasetle kurulan ilişkilerin özel aracılarına kul ediliyoruz. Onlar da bizdeki
“devlet ve burjuvazi” eğilimlerini kaşıyıp duruyorlar. İçimizdeki yukarı
çıkmak, yukarının özel insanları olmak isteyenler hâkim hâle geliyorlar. Resmî
siyaset kanallarına buradan bağlanıyoruz. Dolayısıyla “şu silâhlar sussa da biz
asıl işlerimizi yapsak” diyenler ya yalan söylüyorlar ya da kendilerini
kandırıyorlar.
Herkesin her fırsatta övüp durduğu Rojava
Anayasası tam da Eşme’de yırtılıyor. 41. Madde’sinde “Mülkiyet ve özel mülkiyet
hakkı güvence altına alınır. Yasadışı olarak hiç kimse mal ve mülklerini
kullanım hakkından mahrum bırakılamaz. Hiç kimsenin toprağı ve mülkü elinden
alınamaz. Kamu çıkarı için alınması gerekiyorsa da karşılığı ödenmelidir.”
diyen anayasayı kaleme alanlar, Eşme’de türbe için belirlenen arazinin
sahibinin iddiasına göre, o türbeyi habersiz yerleştiriyorlar ve üstelik
karşılığını da ödemiyorlar. Öte yandan bu madde üzerinden kimse bölgedeki
petrol şirketlerini sormuyor.
Bir ruhtan söz ediliyorsa, bedenden de bahsetmek
gerek. Son Newroz mektubunun okunduğu kitle içerisinde, eskiye nazaran daha
fazla Barzanî bayrakları dalgalandırılıyor. Mersin serbest bölgesi ve
limanındaki Barzanî hâkimiyeti seçim adaylarına da yansıyor: aynı şehirde,
HDP’de Ermeni mallarının gasıbı Dengir Mir Fırat; AKP’de “Erbil Türkiye’den
önce AB’ye girecek” diyen Orhan Miroğlu öne çıkıyor. “Ortadoğu bataklığı” ve
“Ortaçağ karanlığı” repliklerinin sürekli dillendirildiği bu ortaoyununda bize
susmak düşüyor.
* * *
Türkiye, Suriye ve Irak’ın “derin devlet”iyle
ortaklık üzerine kurulu bir strateji yürüten IŞİD, bölgenin yeniden kurulumunda
bir sopa olarak kullanılıyor. Yoksa örgütün ne ümmetin selameti ne de mazlum
Müslüman Ortadoğu’nun kurtuluşu gibi bir derdi/davası var. Süreç içerisinde
Rojava, varolmak adına Kandil’den kopmaya ve Barzanî’ye bağlanmaya ikna
ediliyor.
Grup Yorum’un “devrim değildir” dedi diye yaygın
bir linçe maruz kaldığı momentte, “19 Temmuz 2012 devrim değil, atılım veya
ayaklanmadır” diyen Kobanê başbakan yardımcısı Halid Berkel’e, Öcalan’ın
“direniş ve zafer” olarak dillendirdiği niteleme ekleniyor. Bu tespiti PYD
başkanı Asya Abdullah’ın “biz Rojava’da devrim yapmaya çalışıyoruz” tespiti
eşlik ediyor. Newroz mektubu ise toplumun, “revizyonu, restorasyonu ve yeniden
inşası” temennisi ile bitiriliyor. Bu dilek ve temenniler, ulusu güya ümmetle
aşan bir öznenin, devleti demokrasi ile aşan bir diğer özneyle anlaşmasına
dair.
Ulus-devlet formülüne karşı çıkartılan bu
“ümmetçi-demokrasi” kurgusu altta neyi gizliyor, ona bakmak lazım. Neden
Syriza’yı paylaşamıyoruz, onu sormak gerek. Esasta itiraz edilmesi gereken, üç
renkli Fransız bayrağının yerini “Kürd bayrağı”na bırakması. Küçük burjuva sol
öznelerin sosyalizmi, küçük burjuvazinin varlıksal taleplerine doğru daraltıyor
olması. Sahadaki Kürd gücünün hayatta kalma mücadelesinin başka bir dil
üretmesine karşın, batı solunun “devrim” demesinde böylesi bir mesele var. “Dün
dündür bugün de bugün” diyen, hesap sormayı ve vermeyi lügatinden silmiş olan,
kısa günün kârını düşünen, tüm bunları “devrimci politika” diye yaldızlayan,
“onlar bilmiyor, politika böyle yapılır” yaklaşımının eleştiriye muhtaç olduğu
aşikâr.
Yukarıda bahsedilen ümmetçi-demokraside ümmetçi
olan kısım hiç de ümmetçi değil, demokrasi kısmı da demokrat değil. İlk kısmın
hâlâ Kemalist “Türk milleti” içerisinden düşündüğü açık. Müzakere masasının
gizli öznesi, ordu. Ümmetçiymiş gibi gösterilenin ardındaki derin milliyetçilik
bununla alakalı. Doğuya tahsis edilen kalkınmacılık, Türkeş’e atıfla, bir tür
mermer ustalığı ile bağlantılı. HDP’ye yönelik liberal teveccüh ve hücum, eklem
yerlerini doldurmak amaçlı. Dün AKP tabanına hücum eden kesimin HDP’ye
gösterdiği ilgi, o kesimdeki ülke kurgusunun bir gereği. Sonuçta aslolan,
sermayenin güvenliği.
Batıya düşen adaletse, küçük burjuva bir eşitlik
hassasiyetini gıdıklıyor sadece. Rekabet ve piyasa için gerekli zemini teşkil
ediyor. Bugün eski arnavutçu, yeni delözcü gençler, “seçimlere kadar olay
çıkmasın, şu güdümsüz Kürd gençlerinin tasmalarını sıkı tutun, olay çıkmasın”
emirleri yağdırıyorlar. İç güvenlik paketinin sermaye için gerekli tüm
maddeleri geçirildikten sonra, seçim çalışmalarına odaklanmamız isteniyor.
Sonra da her şey şahıslar arasında dönüyormuş gibi, “seni başkan yaptırmayacağız!”
çıkışı karşısında iç yağlar eriyiveriyor.
Ümmetçi-demokrasi
kurgusunda demokrasi ayağındaki özne, hâlâ güçlü bir biçimde devletçi. Ama
bizim sol batılı öznelerimiz, bu gerçeği karartmak için hamleler yapıyorlar.
Had nedir bilmeden, üç yıl önce “PKK silâh bıraksın” diyen Halkevleri, hiç
yapmadığı bir şey yapıyor ve seçimlerle ilgili olarak HDP’ye desteğini
açıklıyor. “PKK yüzünden devrim yapamadık” diyen bu özneler, HDP şahsında
PKK’deki “devleti” ve silâhı toprağa gömme imkânını bulduğunu düşünüyorlar. İnönü
Alpat ağzından Halkevleri, hâlâ Kürd hareketine “gerici, ırkçı ve emperyalist
uşağı” demeyi ihmal etmeden, kerhen oy vereceğini söylüyor.[4] Dert, sol
dalganın bir parçasını kendi havuzunda tutmak. Yoksa Allah’ı kendi benliği
olmuş bu solcuların utanmak nedir, bildiği yok!
Eren Balkır
22 Mart 2015
Dipnotlar
[1] “Tunus Emekçileri Partisi”, 21 Mart 2015, Evrensel.
[2] “Erdoğan’ın AK Parti’ye Koymak İstediği İsim”,
22 Mayıs 2012, Haber7.
[3] “Sermayenin Güveni En Önemli Konu”, 17 Mart
2015, Sendika.
[4] İnönü Alpat, “HDP’ye Oy Vereceğim”, 12 Mart
2015, Sendika.
0 Yorum:
Yorum Gönder