Bugün “Kürd” denilince akla gelen, belirli bir
mücadelenin devrime uğrattığı bir gerçekliktir. Tarihte, diyelim bundan iki yüz
yıl önce, aynı Kürd’ün varolduğunu iddia etmek, boş bir inançtır. Kürd’ün
hikâyesini kendi durduğu yerden yazmaya çalışanlar, bu boş inanca sarılmak
zorundadırlar. Kendi benmerkezciliğinin adını Kürd ya da başka bir şeyle
adlandırarak gizleyenlerin topluma ve tarihe düşman oldukları açıktır.
“Twitter fenomeni” İbrahim Halil Baran da böylesi
bir kişidir.[1] İdealist bir yerden bir Kürd tarihi yazmakta, onu etkileşim
içerisinde olduğu tüm kavimlerden, değerlerden, mücadelelerden ari olan bir
yere hapsetmekte, kendi liberal bireyliği ile Kürd arasında kısa devre
yapmaktadır. “En iyi teklifi Barzani verdiği için onun sitesinde yazdığını”
söyleyen yazar, bu teklifin kimleri nelerden, neleri kimlerden uzaklaştırma
amaçlı olduğunu gizlemektedir.
Baran gibiler, Kürd olmaktan sıkılmış, egemenlerin
ideolojik ve politik dünyasına ikna olacak kesimlere seslenmektedirler. Kürd, mücadeleye yazgılıdır. Baran ise egemenlerin sarayına kapıcı da olsa girmek
derdindedir. Mücadelesiz Kürd’ün kurtlar eliyle parçalanması istenmektedir.
Yağan yağmur bunun içindir.
“Solcu, devrimci olmayın, saf Kürd olun” diye
emirler yağdıran yazar, dönem itibarıyla doğan fırsatları değerlendirerek,
Kürd’ü ortaklaşma imkânı bulduğu mazlumlardan-sömürülenlerden uzaklaştırmayı
görev bellemiştir. Amerika’nın Cumhuriyetçi başkan adayı Rand Paul’ün “Kürdlere
devlet vermeliyiz” lafına tam da bu nedenle iman etmektedir.[2] Halkın kolektif
mücadelesini birey adına tasfiye ettikten sonra secdeye duracağı kıble açık ve
nettir.
Oysa Rand Paul, Kürd’e devlet vermek derdinde
değildir. “Onlara verirmiş gibi yapalım, bizim için ölümüne dövüşsünler”
demektedir. İ. H. Baran gibilerin hizmet ettiği Washington olta sallamakta,
küçük burjuvalar zokayı yutmak için birbirini tepelemektedirler. Akıl oyunları,
bilişsel birikim satılacak pazar arayışındadır. İğvasına kapıldığı yer, işte bu
pazardır.
PKK’nin kurduğu “Kürd”le Barzani’nin kurduğu
“Kürt” arasında sınıfsal-politik bir ayrım mevcuttur. Fukara köylülerin, emekçi
Kürd’ün hareketi, bu türden niyetleri hemen görüp kapı dışarı atmaktadır. Baran
gibiler, Anadolu’dan, hatta Avrupa’dan Kobanê’ye gelen devrimcilere karşı kin
kusmakta, “bunlara aldanmayın, hepsi sömürgeci!” demektedirler. Buradaki niyet,
ileride kurulması öngörülen Kürdistan’da olası sınıflar mücadelesi bağlamında
burjuvaziye ve tekellere bugünden hizmet etme sözü vermektir.
Anlattığı Hz. İsa hikâyesi üzerinden Kürd’e,
“başkasının derdini yüklenme, sadece kendini düşün!” denmektedir. Oysa bugün o
Kürd, başkasının derdiyle Kürd olmuştur, üç-beş toprak ağasının, petrol
zengininin çıkarlarına göre değil. “Kürtçülük” diye kendine has, özel bir din
icat edip kendisini peygamber ilân edenlerin hizmet ettikleri odak açıktır.
Baran, Kürtleri, tıpkı sağcı-devletçi Türklerden
öğrendiği gibi, “Kürt’ün Kürt’ten başka dostu yok” lafına ikna etmeye
çalışmaktadır. Burada Kürt’ün dostu ABD olmakta, ama İran fitne-fesat peşinde
koşan bir güç hâline gelmektedir.[3] Bunu, IŞİD’e karşı İran güçlerinin
yardımının alındığı momentte söylemektedir. İran’sa belki de Dolmabahçe’ye
tepki olarak idamları hızlandırmıştır. Bölgede münferitleşme, yalnızlaşma, ABD
gibi dış, ama bir o kadar da iç odaklara kul olmayı getirecektir. Baran gibiler
işte bu eğilimin adıdır. O, mülksüzleri kandırmak, onları mülk sahiplerinin
çıkarına bağlamak için vardır.
Belirli bir eşikten geçilmekte, boşluk oluşmakta,
oraya öncelikle liberaller akın etmektedir. Bu akın konusunda temkinli olmak
şarttır. Ömrü devrimcilikten her şekilde uzak durmakla geçmiş kişilerin “Türk
devrimcileri”ne karşı Kobanê’de savaşan devrimcileri çıkartma gayreti,
kasıtlıdır. Burada edebiyatı yapılan güç, orada tutulmak istenmekte, burayla
ilişki kurulmasına mani olunmaktadır.[4]
“(…) ‘Kobanê neresidir?’ diye sorana
cevabımız, Kobanê tam da yüreğimizdir.” diyen HDP aday adayı Pınar Aydınlar’ın
2014 seçimlerinde Mustafa Sarıgül için şarkı söylemesinde olduğu gibi, aslında
“orası orada kalsın, burası bizden sorulur” tavrı eleştirilmeyi beklemektedir.
Kobanê üzerinden batıya taşınan ideolojik yükü eleştirmek, Kobanê’deki
direnişin mevziini, siperini burada açmak içindir. Zira bu taşıma işleminde,
Baran’da görüldüğü üzere, meseleyi bireye, özel olana, münferite,
dışsallatırılana kapatma eğilimi güçlüdür.
Örneğin parçalanmış IŞİD cesetlerini
alaycı ifadelerle yerlerde sürüyen gerillalara konuyla ilgili eleştiri, gene
Kandil’den gelmiş, onlara “bu, bizim üslubumuz değil” denmiştir. Aynı şekilde, Süleyman Şah türbesinin taşınması karşısında buradaki özel olanın yaldızlanması
üzerinden sevinç naraları atan Kürd dostlara gereken uyarıyı Kandil yapmış,
“tuhaf işler oluyor” diyerek meselenin arka planı anlatılmaya çalışılmıştır.
Baran gibiler, mazlumlara tek bir pencereden hayata ve hakikate bakmayı telkin
ederek, onları kendisine kul etmek istemektedirler. Kürd’ünse Filistin’den İran’a,
Arab’ından Türk’üne değdiği birçok yerde farklı pencereleri vardır; hem
oralardan kendisine hem de kendisinden oralara bakmaktadır. Bu, mücadelenin
kolektif seyrinin bir kazanımıdır.
Mücadelenin durulduğu momentlerde ortalığı
kaplayan liberaller olacak, bunlar, mücadele bir daha yükselmesin, yok olsun
diye onu belirli bir yere ve zamana hapsedecek, sonra da bireysel karşılıklar
içerisinde o mücadeleyi boğacaktır.
Kurtuluş için “tüm
ülkelerin işçileri birleşsin” dediğimiz günleri tarihe gömenler, “her milletin
kurtuluşu kendine!” demekte, sadece küçük burjuvalar üzerine kurulu bir gelecek
tasavvur etmektedirler. Bu noktada “komünizm veya Marksizm benim, bu
dağınıklığı ben birleştiririm” diyenler de yalan söylemektedirler. İçte ve
dışta liberalizmle mücadele, halkların kurtuluşu için şarttır.
Eren Balkır
12 Mart 2015
Dipnotlar
[1] İbrahim Halil Baran, “Kürtler ya da John Coffey
Sendromu”, 12 Mart 2015, Rudaw.
[2] Jeremy Diamond, “Kürdlere Ülkesini Verin”, 12
Mart 2015, İştirakî.
[3] “Barzani’ye Karşı Komplo İddiası”, 12 Mart
2015, Ufkumuz.
[4] Celal Başlangıç, “Mevzubahis Kürtlerse
Devrimcilik Teferruattır”, 28 Ocak 2015, T24.
0 Yorum:
Yorum Gönder