24 Mart 2015

,

AKP’de Piston Aşağı İndi


Sakarya’da bir minibüs şoförünün başına gelenler, hâlâ mizah konusu. Şoför, o lafı aracın yanma tehlikesi karşısında, panikle ettiğini söylüyor. Bizim küçük burjuvamız ise, gerçek zincirlerini gizlemek adına, kimsenin kölesi olmadığını göstermek için bu olayı alay konusu ediyor.

Geçmişte Nokta dergisi yapardı, böylesi toplumsal tepki deneylerini. Bir duvara yaslanan dergi mensubu, “duvar devriliyor, el edin” diyordu sokakta gelen geçene. İnsanlardaki “sürü psikolojisi”ni konu edinen ve alaya alan bu deney sayesinde birileri bireyciliğini okşuyor, “söz-yetki-karar”ın kendisinde olduğunu söylüyor. Buradan, siyaset, bireysel hazza, bilişsel-duygusal zevke indirgeniyor. Halktan ve kitleden kopartılıyor.

* * *

“Müşterekleşelim, yola yeniden başlayalım” diyen ve aslolarak yüce bireye seslenen bir grup genç, Don Kişot işgal evinden anarşistlerce nasıl tasfiye edildiklerini, “bireysel liberalizm”in nasıl hâkim olduğunu anlatıyorlar.[1] Oysa o düsturun gerçek sahipleri hak istemişler, tahakküm kurmuşlar, hepsi bu. Ama bu değerlendirme, süreç içerisinde Gezi’nin ve ayaklanmanın nasıl bireysel hazza kapatıldığını örtbas ediyor. Yani hep o hazza, bu amaçla esas olarak anarşistlere sesleniyorlar, sonra da “bizi kovdular” diye feveran ediyorlar. Nereden baksak tutarsızlık!

Bu bireyci okumayı yapanlar, batıdan çevirdikleri kitapları esasen okumuyorlar, o kitapları silkeliyorlar, işine gelen, kendi bireysel bedenine uyan, afili cümleleri avuçlarına toplayıp sağa sola bunları savuruyorlar. Jouisssance, en sevdikleri kelime. Bu kelimeyi kullanan felsefecilerin onu hangi bağlamda kullandıklarının bir önemi yok. Asıl, o terim etrafında dönen düşüncenin bireyin haz dünyasını yüceltiyor oluşu yüceltiliyor.

“Piston aşağı indi” denilince “hayvan sürüsü” gibi koşmaya başlayan halka bakmak, onu görmek buradan “gerici” olarak yaftalanıyor. Örneğin, belirli bir halk kurgusuna yaslanan Cephe hareketinin bugün “gerici, IŞİD’ci ve faşist” olarak damgalanmasının nedeni de burada. “Kim o bireyin yüce hazlarına hitap ediyorsa, o siyaseten yol alır” deniliyor. Buradan devrim ve sosyalizm de bugüne, bugündeki bireyin zevk-haz dünyasına kurban ediliyor. Geçmiş, bu zevk-haz ölçütüne göre eleştiriliyor, oradan aşılıyor. Ölçü, birey ve bireysel hazdan çekilince, her şey kir olarak görülmeye başlanıyor. Her şey nasıl olsa geleceğe temiz çıkmak isteyen birey için.

* * *

Tüm bu teorik, ideolojik, politik kurgu, AKP’ye ve iktidara karşı mücadeleyi de tayin ediyor. Düşman, belirli şahıslara indirgeniyor ve o şahısların birey ötesi oluşumların ajanları olduğu söylenip bugündeki bireyin duyguları okşanmak isteniyor. Allah, ahret, devlet, halk vs. birey ötesi kurgular olarak paketlenip çöpe atılıyor.

Ülkenin komünist partisi olduğunu iddia eden yapı, “halk sürüdür” düsturunu seçim afişlerine yansıtıyor. Birleşen Haziran, daha harekete geçemeden, bu bireysel haz dünyaları ölçüsünde dağılıyor. Kendi bindiği dalı kesiyor, Haziran’ın birliği değil, bireylerin yan yanalığı üzerinden düşünüyor çünkü.

AKP de kendi geniş kitle tabanına yönelik her türlü sızmaya karşı hamle yapıyor. Bu açıdan Fethullah, Sızıntı’nın kendisi. Bir metafor, im olarak örgütleniyor. “Geziciler” ve “paralelciler” yaftasını sol da üzerine alıyor. Sol, bireylere seslendiğinden ve sürekli bu kitlenin birlikteliğe dair tepkilerini küçümsediğinden, o kitle dâhilinde asla temas ve mevzi oluşturma imkânı bulamıyor. Böyle bir derdi de yok zaten. Örneğin HDP, bu imkânı sol bireyciliğe yakınlaştıkça elinden kaçırıyor. AKP karşıtlığının onun elindeki sürüleşmiş kitleye karşı, özgür bireylerden oluşan bir “cemaat”i üretmesi bekleniyor. “Piston aşağı indi” denilince koşuşturan insanları alaya alan zihniyet, o insanların araçta bir tehlike olduğunu sezdiğini görmüyor. Halkın sezgi, algı ve bilgisine asla güvenmiyor.

Demirtaş’ın oyunu HDP oyu olarak görüp, cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan oyu baz almak, sorunlu bu açıdan. Tek bir şahsa indirgenmiş siyasetin çıkışı yok. Ona bakılırsa, o vakit Erdoğan’ın 7 Haziran sonrası alacağı oyun da yüzde 52 üzerinden tahmin konusu edilmesi gerek. Ayrıca liberal çevrelerin, eski CHP’lilerin HDP’ye destek açıklamalarına bel bağlamamak gerekiyor. Bugün bu isimler gaz veriyorlar ama seçimde gene CHP’ye oy verecekler. Mesele, HDP’nin maniple edilmesi ve sistem içerisinde kontrol altına alınmak istenmesi.

* * *

Dün çöplükten Mansur Yavaş oyları toplayanların, bugün gene Fethullahçı çöp bidonlarını eşelemesi anlamsız. SoL, Birgün ve Evrensel gazeteleri gözümüze bulduklarını sokuyorlar. Çatlaklar büyüyor, AKP’de piston aşağı iniyor, “ha, şimdi AKP yıkılıyor” yaygarası kopartılıyor. Ama bunun karşısında nesnel bir mevziden, devrimci bir hattan bahseden yok. Burjuva siyasetinin tüm gösterisine dâhil olma yarışı içerisindeyiz. Mangalda kül bırakmayan, devrimci pozlar kesen ama akademiye yapılan maaş zammı sonrası süt dökmüş kediye dönen, internet âleminde kedi resimleri paylaşan solcu akademisyenlerin ülkesi burası.

Bu evrede ODTÜ’lü gençler, FKF ağzından, Özgecan’ın katili ile Müslüman gençleri özdeşleştirerek yol alabileceklerini zannediyorlar. Geçmişin mirasını, zevk ve haz dünyasına kurban ediyorlar. Özgecan’ın katili MHP’nin kurt işaretini yapıyordu, aynı ODTÜ’lü gençler belediye seçimi öncesinde Mansur Yavaş’çıydı, kurt işareti yapana oy verdi, seçimden bir gün sonra da CHP’yi işgal ederek, sınıfsal tepkisini ortaya koydu.

Bugün kitle içerisinden özel bireylerin hazlarını ve duygusal korkularını kaşıyınca çoğalacaklarını düşünüyorlar. ODTÜ, stadına “Devrim” yazılan, emperyalistlerin otomobilini yakan bir mevzi olmaktan çıkıyor, çimenlerinde özgürce yuvarlanıp, kendisini sermaye dünyasına hazırlayanların öğrenci evine dönüşüyor.

Bireyci, orta sınıfçı tepki biçimlerinin bir tezahürü de iç güvenlik yasasının görüşüldüğü günlerde “angaryaya hayır!” eylemi yapan milletvekilleri. Kendisini beyaz yakalı çalışan zanneden milletvekilleri, gece çalışıyor olmalarına isyan ediyorlar, oysa orada bir memleketin kaderine ağır bir pranga vuruluyor, bizim solcularımız ise “beni bu kadar çalıştıramazsın” diye patronuna kızıyor. Bu siyaset dilinden ve tarzından uzaklaşmak şart. HDP’lilerin bu eylemi seçimlere kadar dinmiş, sakinleştirilen sokaklarda karşılığını buluyor.

* * *

AKP’de hükümet-Tayyip, Arınç-Gökçek tartışmalarının ardında derin bir konsolidasyon girişimi var. Burada sol gazeteler ve internet siteleri gibi, ellerimizi ovuşturup sol için fırsatın doğduğu yanılsamasına kapılmamak gerek. Tekil şahısların kavgaları, onların ardında, bloklar hâlinde, kitlesel hareketlilikler varsa anlamlı. Bu tür iç çekişmeler, içerinin pekiştirilmesine katkı sunuyor. Yani verilen örnekten ilerlersek, “piston aşağı inince” aracı ilelebet terk eden bir kitle yok, tahkim ve tamir edilen bir minibüs var orta yerde.

Solun AKP kitlesiyle dövüşürken, lügatinden kitlesel olan ne varsa silmesi, AKP kitlesi ve başka katmanlarla organik ilişkiler kurmaktan çekinmesi sonucu, bu tür iç çekişmelere yüce anlamlar yükleniyor. Sol, “emperyalistler, ekonomik kriz, ABD, ordu, CHP” gibi odaklardan medet umdukça, çaresizliğini de haykırmış oluyor. Kendi çaresizliğini dile dökmekten başka bir şey yapmayan, halka nasıl çare olsun?

Özgecan’ın katli sonrası CHP’liler, en ufak çığlıkta herkesi karakola koşmaya, “muhbir vatandaş” olmaya çağırıyorlardı. Kadın cinayetini liberal küçük burjuva tarzda ele almak, devleti tahkim ediyordu. AKP içerisindeki tartışmaya odun taşıyanlar, buradan nemalanacağını zannedenler de “Başkan Erdoğan” kurgusuna payanda oluyorlar. Hakan Albayrak Reis’i eleştiriyor” diye sevinenler, Albayrak’ın Erdoğan’ı yağlayıp balladığını, allayıp pulladığını görmüyor, görmek istemiyor. Sonuçta Meral Danış Beştaş’ın ifadesiyle, [kutsal] “sürecin iki mimarından biri Tayyip, diğeri Öcalan.”

* * *

Gökçek’in derdi, oğlunu milletvekili yaptırmak. 17-25 Aralık sonrası gıkı çıkmayan Gökçek’in göbeğinin nerelere bağlı olduğunu, Arınç ifşa ediyor. Bugün paralel avcılığına soyunmasının nedeni, kendi çıkar ilişkileri. Arınç ise Gökçek’in arkasında Tayyip’in olduğunu düşünüyor. Bu kişileri kendisi gibi birer birey zanneden, öyle zannetmek zorunda olan sol, söz konusu tartışmada kendisine alan açıldığını düşünmek istiyor. Oysa polemik iç konsolidasyona hizmet ediyor. AKP borazanları, şimdiden Tayyip’i ortak harç olarak işaret ediyorlar. Bunu başkanlık tartışmaları ile birlikte düşünmek gerekiyor.

Etyen Mahçupyan’ın yazısı da aynı yere denk düşüyor.[2] Tartışma içerisinde Tayyip, herkesi kendisine kul etme gayreti içerisinde. Bu da başkanlık formülüyle bağlantılı gibi görünüyor. Bireysel haz siyaseti, başkanlık meselesine gene bireysel yaklaşıyor ve “seni başkan yaptırmayacağız!” diyor. “Başkanlık istemiyoruz, kimseyi başkan yaptırmayacağız!” demiyor. Mesele gene bireysel, tekil olana mahkûm ediliyor. AKP kendisine karşı olanları bu haz coğrafyasına sürüyor. Kendisini kitlesine “dava adamı” olarak takdim etme imkânı buluyor. Sol da bu tahterevallide yükseleceği anı bekliyor. Anın kurtuluşu için kitlesel, kolektif, nesnel olanın devrimci imkânları heba ediliyor. Zaafımız budur, buradadır.

Eren Balkır
24 Mart 2015

Dipnotlar:
[1] Erge Sahillioğlu, “Don Kişot’ta Gelinen Nokta”, 16 Mart 2015, Başlangıç.

[2] Etyen Mahçupyan, “Kutuplaşma Kime Yarıyor?”, 24 Mart 2015, İslami Analiz.

0 Yorum: