05 Ekim 2014

,

Terörle Mücadele

Saddam Hüseyin’in ordusu altı hafta içinde yenildi: bu, ABD tarihinde en hızlı ulaşılan askerî zaferdi. Şurası açık ki Irak’taki hükümet ABD’ye tehdit teşkil ediyordu ama Amerikalı “kurtarıcılar”a direnemedi ve Irak özgürlük, kapitalizm ve beysbol sevdasına düştüğünden, Amerika tarafından çabucak kuşatıldı. Saddam’ın ordusu Körfez Savaşı sonrası kendisini toparlayamadı ve yaptırımlarla geçen o yıkıcı on yıl askerleri gıdasız, maaşsız ve ekipmansız bıraktı. 1 Mayıs’ta Bush (sanki Vietnam’da savaş pilotu olarak yer almış, babası askerliğini tecil ettirmemiş gibi) savaş pilotu üniforması giydi ve mağrur bir ifadeyle uçak gemisi üzerinde poz verdi, ardından da “görevin başarıyla tamamlandığını” iddia etti. Bu tespitin sonrasında yanlış olduğu görüldü.

Bush, ABD birliklerinin en geç 30 Haziran 2004’te ülkeyi terk edeceğine söz verdi. Söylediği birçok söz gibi bu da yalandı. Saddam hükümetinin devrilmesinden hemen sonra ABD işgaline karşı direniş başladı. Savaşan insanların bir kısmı Baasçıydı ama çoğunluğu yabancı bir ülke tarafından ülkelerinin işgal edilmesine karşı savaşmak isteyen öfkeli yurttaşlardı. Bu militanlar hemen “terörist” ilân edildiler, oysa hiçbirisinin herhangi bir terörist şebekeyle bağlantısı olduğuna dair belirli bir kanıt mevcut değildi. ABD’nin geride bıraktığı güç boşluğu aşırıcı güçlerin serpilmesi ve halk desteği kazanması için gerekli zemini sağladı. İran bu iktidar boşluğundan istifade etti ve güneyde ABD-Britanya hattına ait emperyalist güçlerle savaşan Şii milislerini silahlandırıp eğitmeye başladı. Politikayla ya da İslamî köktencilikle hiç ilgilenmeyen insanlar bile ellerine silâh alıp insanları kaçıran, sivilleri katleden, tarlaları yakan, kendilerini bombalayan emperyalist ittifaka karşı halklarını korumaya başladılar. 30 Haziran 2004’te ABD birlikleri ülkeyi terk etti ve direniş daha da şiddetlendi.

2005’te ABD Irak’ın demokratik seçimler yapmasına izin verdi. Seçimler adil bir seyir izlese de ülkede sıradan insanlar için mevcut güç dengesinde çok az değişikliğin oluşmasına neden oldu; adayların önemli bir bölümü Batı yanlısı ve gericiydi.

Irak’taki yeni ABD destekli ve onun tarafından dizayn edilmiş hükümet mezhebe göre ülke meclisini bölmeye karar verdi. Saddam döneminde tüm insanlar Iraklı kabul ediliyor, Sünnilere açıktan iltimas geçiliyor, mezhebsel ayrışmalara çok az önem veriliyordu. ABD, bu ayrışmanın “demokrasi ve istikrar” için en iyi yol olduğunu düşündü. Esasında bu yöntem felâkete yol açtı. Başından beri ABD Kürdlere destek sundu ve onlara özel haklar ve imtiyazlar verdi. Irak için, Kürdlere ve Şiilere hükümetin çoğunluğunu veren, Sünni nüfusu marjinalleştiren yeni bir seçim haritası çizildi. 2006’da Sünni ve Şii militanlar ABD’ye ve birbirlerine yönelik bombalama eylemlerine başladılar. Bu, Irak’taki iç savaşın başlangıcını teşkil etti.

2006’dan beri “terörle mücadele” doktrini, Pakistan, Yemen, Somali, Libya ve Suriye’ye yayıldı. Amerika Guantanamo’da, bugün yüzlerce Müslüman’ın yasadışı biçimde ve hiçbir suçlama olmaksızın tutulduğu yasadışı bir hapishaneye sahip. Tutsaklar işkenceye maruz kalıyor, dövülüyor ve avukatla görüşmelerine izin verilmiyor. Obama’nın elinde, dünyanın her yerinde, Amerikalı yurttaşları da dâhil, herkesi öldürme yetkisi var. Polis ordunun elindeki bir âlete dönüşmüş durumda; protesto gösterilerinin ciddi önlemler alınmaksızın gerçekleşmesi imkânsızlaşmış. “Terörle Mücadele” dâhilinde ABD oligarşisi, bugün hukuk dışı biçimde tüm temel hak ve özgürlükleri ihlal etmekte, dünya genelinde net bir tanımı olmayan bir düşmana karşı yasadışı savaşlar vermekte, herhangi bir nedenle, herhangi bir yerde insanları terörizm şüphesiyle tutuklamakta veya öldürmekte özgür. Sisteme karşı kimi kültürel grupların içine kolayca sızılabiliyor, casusluk faaliyetine kurban ediliyor, ajanlar eliyle bu gruplar sabote ediliyor ya da parçalanıyor. Birçok cami ve İslamî cemaat içinde yoğun bir casusluk faaliyeti söz konusu ve bu cemaatler çeşitli şekilde tuzağa düşürülüyorlar. Terörist olmakla suçlanan kişinin hiçbir hakkı bulunmuyor, bu kişi hiçbir kanıt, yargılama ya da savunma hakkı olmaksızın, ülkeden kovuluyor, işkence görüyor, hapse atılıyor.

Sonuç olarak “Terörle Mücadele” doktrini özü itibarıyla İslam’a, Araplara, solculara ve neoliberal kapitalizme karşı mücadele eden herkese karşı bir mücadeledir. Neoliberal kapitalizm mevcut kontrol etme becerisini, herkesin ve tüm toplumların hayatını kontrol altına alacak şekilde genişletmektedir. Bu rejime karşı direnen herkes ya öldürülür ya da katledilir. Bu, terörle mücadele değildir. Bu, sadece Batı’ya, özellikle ABD ve İsrail’e yönelik öfkeyi artıran, birçok “düşman”ın ABD tarafından icat edildiği, ABD’nin müttefiki olan Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerce desteklenen, İsraillilere ve Siyonist saldırganlığa karşı terörist faaliyetlere yol açan bir terör savaşıdır. Terörizmin savaş yoluyla ortadan kaldırılması mümkün değildir. Savaş, sadece terörizmi artırır ve köktenci Müslümanlara/milliyetçilere/diğer gruplara yürüttükleri propaganda savaşında daha fazla cephanelik temin eder ve onların davalarını pekiştirmelerine katkı sunar. Terörizm sadece diyalog, çatışma çözme teknikleri ve uzlaşma yoluyla çözülür.

Marx Peterson


0 Yorum: