Edvard Munch –“İşçiler Evlerine Dönüyor”
“Suyun yüzündeki köpük dağılır gider.
Geriye kalan, insanların yararına olandır.”
[Rad Suresi:17]
Üzerinden üç yıl geçti. Temel Demirer ve şürekâsı bir
din sempozyumu tertipledi. Soru-cevap kısmında bir genç Demirer'e itiraz
ederek, “…ama Karmatîler gibi İslamî sosyalist dinamikler de var tarihte”
deyince sempozyum sahibi Demirer gence öfkelenerek, “ben böyle bir şey
bilmiyorum, ben bilmiyorsam, tarihte böyle bir şey yoktur, saçmalamayı kes!”
diye bağırdı, hatta itirazlarını sürdüren, kürsüye gelip konuşmak isteyen
gencin konuşmasına mani oldu. Neyse ki bugün bir çarktır edildi, bugün “evet
öyle şeyler vardır” diyen, o geleneğe ait Muhtare[1]
ismiyle yazılar yazan İhsan Eliaçık’la Temel Demirer üç yıl sonra yan yana
geldi.
Çarksa edilmek, ediliyormuş gibi yapmak içindi.
Birkaç hafta önce yazdıkları üzerine Orhan Gökdemir, “o kadar da din düşmanı
değiliz” diyen bir yazı kaleme aldı.[2] Cumhuriyet mitinglerinde en ön safta
yürümesinden belliydi. Oysa refiki, “Türkiye'deki siyasi ve toplumsal
yaşantının dinsellikten arındırılmasından” söz ediyordu.[3] Muhayyel ve
müstakbel “sosyalist iktidar”ında dinin kökünü kazıma faaliyetini burjuvazisi
ve devletiyle, bugünde ifa edeceğini düşünüyordu. Zimmet-himmet, Gökdemir’in
tabiriyle, “dolaşım odağı” olmak, bunları söylemeyi gerekli kılıyordu. Özel
olmak için yan yana gelinen Tayyip’e fark koymak gerekiyordu.
* * *
Gökdemir tuhaf: “dindar olmak faiz esasına göre
çalışıyor diye bankaların kaldırılmasını talep etme hakkı vermez” diyor.
Esasında gönlünden geçen, banka patronlarının medya organlarında çalışmanın
verdiği cüretle, o türden dindarların kökünü kurutmak. Gökdemir, bir dindarın
bankalara karşı olmasına tahammül dahi edemiyor. Din düşmanlığının sebebi
uzakta değil, burada.
O yüzden Marx’ın liberal kulvarda yürürken kaleme
aldığı iki makale üzerine kuruyor fason Marksizmini. Bir kelime oyunuyla
Yahudilik yerine İslam koyuyor. Dinler tarihiyle ilgili çalışmalarına, ta Mısır
ve Yunan dinlerine dek uzanan malumatfuruşluğuna küfrediyor. Metnin mazrufuna
değil, zarfına bakıyor. Teori merakının politik bir içeriği ve anlamı
bulunmuyor.
Gökdemir’in çarkı dönerken, ağzından şu kelimeler
dökülüyor: “İnsan burjuva toplumunun üyesi olan bencil kişidir.” Buradan da
komünizm simyasına dair formülüne ulaşıyor: “Komünizm, burjuvazinin
soyutladığını somutlamaktır.” Ama o, burjuvaya bağ(ım)lılığından ötürü,
“insanın özgürlüğü insanı kurtarmaz, ona burjuvanın insan’ı olma özgürlüğü
bahşeder” diyemiyor.
* * *
Marx’ın salladığı kılıcın açtığı yaraların
burjuvazinin bezine sarılması şart. Bahsi geçen üç yazar ve başkaları bu
sancıyı yaşıyor. Gökdemir’in geçmişte dürüstçe dediği gibi, bu isimler “Marksist
değil, sadece Marx’a referans veriyorlar”, o kadar. Referans, atıf da o yaranın
kanamasıyla ilgili. Burjuvazinin insan-öznesiyle politik, ideolojik, teorik
düzeylerde çok katmanlı bir mücadele veren Marx’ın bireyliğe kapatılması, zihin
pratiğine indirgenmesi, ait olduğu yere küfredilmesi şart.
Mesele, kolektif mücadelenin özel ellerden
çıkartılması, hakikatin herkese açılması, sömürü ve zulme karşı mücadelenin
buradan kurulması.
Bugünkü “Taksim fetişizmi” tartışması da burada.
Portekizli sömürgecilerden öğrendikleri bu kelime [feitiço] hem geri, kara Afrika’yı hem de yoz, yobaz dindarlığı
çağrıştırıyor. Taksim, "1 Mayıs herkesin olsun" demekse, ondaki büyü,
cazibe ve sihrin temizlenmesi zorunlu. 1 Mayıs, gene özel bireylerin mülkü
olmalı. Aynı durum Marx ve Marksizm için hep geçerli.
Bu temizlikçi kafa geçmişte, “artık dua etmek
yetmez”[4] diyen kurtuluş teologlarına, tıpkı Vatikan gibi, düşmanca
saldırıyor, “bunlar solu tasfiye etmek için çalışıyor” diyor.
Latin Amerika’daki bir toplantıda Gökdemir’in
şefine, güya, “sizin devrim yapmanız zor, çünkü ülkeniz Müslüman” deniliyor, o
şef de kendi basiretsizliğini ve kifayetsizliğini Müslümanlık bahanesi ardında
gizliyordu.
Oysa o partinin köken aldığını iddia ettiği yapının
kurucusu Mustafa Suphi Komintern koridorlarında aynı lafı işitince, “doğuda
devrim ocaklarını yakacağız” diye bağırıyordu kürsüden. Ocağa, doğuya ve
devrime düşman olmak, İslam perdesi arkasına gizleniyor bugün.
* * *
Vatikan kafasıyla bir yere varılmayacağı açık. O
kafanın gene dinle, imanla o Vatikan’a başkaldırmış, kıyam etmiş bir tarihi
görmesi mümkün değil. İmanın, bilincin düşmanı, ona dışsal bir mikrop olduğu
yalanı, burjuvalara ait.
Mircae Eliade tam aksini, “imanın bilincin temel
taşı” olduğunu söylüyor. O iman olmadan, doğum günü partisine ya da kendilerini
özel zannedenlerin dinsiz tarikatlarına dönüşmek kaçınılmaz.
Mesele bilim ise fizik bilimi bugün
ilerilik-gerilik meselesinin insanların zihinlerindeki bir kurgu, bir yanılsama
olduğunu söylüyor. Fizikten, hareketten yana saf tutunca, onunla empati kurunca
siyaset yapılacağı zannediliyor. Mademki din bir yanılsama, hangi bilim ve
kimin bilimi, neden söylüyor bunu? O bilim ve o madde adına sadece güç görenle,
güçlü görünmek için o bilime ve maddeye tapan arasında bir fark yok.
Dinle mücadele ediyorlar ve bunu sanki “emekçi
kitleleri o boyunduruktan kurtarmak istedikleri” için yapıyorlar. Koca bir
yalan! Emekçinin derdiyle dertlenmeleri, derdin emekçisi olmaları mümkün değil.
Burjuvanın insan-bireyini putlaştırıyorlar, onu aşan her şeye düşmanlık
ediyorlar. Solculukları dahi burjuva için, ona içre. Tek meseleleri, o
burjuvanın kurduğu zihne-akla uygun bireyler bulmak, gerçeğin belirli cüzünü o
zihne-akla uydurmak. Emekçinin aşkınlığı, ezilenin aşkınlığı, devrimcinin aşkınlığı…
Hepsine düşmanlar! Ne burjuvanın kabilesinden kovulmak istiyorlar ne de burjuva
dışı kabilelerin kavgasına karışmak.
Ve safça, “Ey ahmak İsmail, sen Müslüman olduğun
için kapitalizme kul olmaya mecbursun, bak ben oluyor muyum” diyorlar. Borsada
çevrilen paraları, müteahhitlik işlerini, yoldaşlarını yıllarca sigortasız
çalıştırmalarını, kültürevlerinde burjuva sanatına, TV’sine “kaliteli”
elemanlar yetiştirdiklerini, bir seçim çalışmasında patrondan alınan
bilbordları vs. unut(tur)uyorlar.
Hem İsmail’i sudan çıkmış balığa çevirmek
istiyorlar, hem de o balığı yemeye-satmaya niyetleniyorlar. İsmail de “benim
adım İsmail, ait olduğum yerdeyim” deyince “gerici” oluyor. Onlar Batı’dan,
burjuvadan, devletten hiza alınca ileri oluyorlar, İsmail o hizaya kıyam edince
geri.
“Burjuvazinin dinselleşmeye mecbur” olduğunu
söylüyorlar durmadan. O burjuvazinin bankalara itiraz eden, kıyamla varolan
Müslüman’ın ruhunu çalıp dinsiz dindar yaratma kumpasına perde oluyorlar. Çünkü
bunu arzuluyorlar. Cesetlerin eline bayraklarını tutuşturabileceklerini
düşünüyorlar.
Yıllar önce cumhuriyet
yürüyüşlerinde dile getirilen tehdit bunlarda dil buluyor şimdi. Emekçiler gene
ve inatla merhabacılar/selamünaleykümcüler diye bölünüyor. Bekir Coşkun galebe
çalıyor. Tüm bu keşmekeşin son bulması, köpüğün dağılıp gitmesi, çekicin çark
etmesine bağlı. O çekicin bayramı kutlu olsun.
Selam, Yaradana selam!
Eren Balkır
30 Nisan 2016
Dipnotlar
[1] İhsan Eliaçık, “İslam’ın Kayıp Şehri:
Muhtare”, 13 Ocak 2010, ihsaneliaçık.
[2] Orhan Gökdemir, “Din Devleti Değil Devlet
Dini”, 30 Nisan 2016, Sol.
[3] Özgür Şen, “AKP Laikliği Kaldırmayacak ama
Yeniden Tanımlayacak”, 30 Nisan 2016, Sol.
[4] Suad Şarabani, “Kurtuluş Teolojisi”, 25 Nisan 2016, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder